3 Şubat 2021 Çarşamba

OCAKS

 

24 OCAK...

 

Bilumum 24 Ocaklarda, çok şey yaşatıldı bu garip memlekete. Nice ocaklar söndürüldü. Bugüne tarihi kaydı düşülen; kendiliğinden ölenler, acımasızca katledilenler, canına kıyılanlar ve asortik ekonomik tedbirler...

 

Hele de alel acele hazırlanan 24 Ocak ekonomik kararları peşine tetiklenen 12 Eylül faşist darbesi. Resmen yıkımın başlangıcı. Sonun startı...

 

Hep bilindik mavra, tanıdık manevralar ve hep ayni ucuz senaryo. Görmemiş ve yaşanmamış olunması dilenen 24 Ocakları unutmak ne mümkün. Çok acılar yaşattı 24 Ocaklar şu garip millete. On yıllar öncesinden bu günleri tıpatıp gören, gerisin geriye akmaya başlayan tarihi o günlerden kestiren ve canı pahasına uyarılar yapan araştırmacı-gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun “24 Ocak” 1993’te Ankara Karlı sokakta, karlı bir günde katledilişini unutmak asla mümkün değil. Gerçekleri sorgulamadan bağnazlığı ödüllendiren günlerin gelmemesi için, ömrü boyunca etkin mücadele eden siyasetin beyefendisi İsmail Cem'i ve 12 Eylül faşist dönemine yiğitçe direnen sosyal demokrat politikanın dev adamı Aydın Güven Gürkan Hocayı unutmak mümkün değil. Ve diğerleri, on yıllar içinde yok edilenler. unutmak ne mümkün.

 

Onları hayırla anmamak demek, azıttıkça azıtan bu günleri anlamamak veya işine öyle geliyor demektir…

 

Veya bu günleri hazırlayan faşist diktaya, vaktiyle aydınların, siyasilerin ve teknokratların aymazca geçit vermesini kutsamak demektir...

 

24 Ocak, dardaki küresel sermayenin, memleket ekonomisine seksenler ve sonrası için dayattığı vahşi kapitalizmin mihenk taşı. Ve uzun yıllar aşılamaz faşizm duvarının ilk harcı. 24 Ocak, gözü aç doyumsuz emperyal talanın ve pentagonvari faşist-askeri darbenin ekonomik ve hukuksal alt yapısının bir tık öncesi. Hazırlık aşaması.

 

Gizli amaç; zorla yutturulan acı reçete '24 Ocak Kararları'ndan itibaren kırk yıl zarfında inceden inceye bu beter günlerin ayarlanması. Açıkça memleketin işgali. Faşist işgal. Hain cunta tarafından yüz binlerce yurtsever gözaltına alındı. On binlercesi işkenceden geçirildi. İşkenceden sağ kurtulanlar idam edildi. İdamı onanmayanlar sakat bırakıldı…

 

Vahşi kapitalizmin ve faşizmin emrinde, emperyal güdümlenmeyle memleketin bu duruma gelişinin müsebbiplerinde, günah büyük, suç ağır, kusur çok. En azından topu müebbetlik...

 

Dayatılan öyle sinsi bir işgal, öyle bir ekonomik işgal ki can dayanmaz. Sermaye yetmez. Orta direk dayanamaz. Hemen 24 Ocak ardından gerçekleştirilen, 12 Eylül faşist darbesinden sonra yıllar yılı asla hiç de değişik olmayan bir zihniyet. Birbirinin benzeri aynı iktidarlarca başta tarım ve sanayi üretimini gerileten, adalet ve demokrasiden vaz geçen gerici-dinci bir model. Gerici-dinci bir sentez…

 

Emperyal dünya düzeni ve yerli işbirlikçileri tarafından ortaklaşa belirlenen modda neler yapıldı neler. Memleketin doğusunda ve güney doğusunda terör, tekrardan hortlatıldı. Böylece on yıllarca silah tüccarlarına büyük rant sağlandı. Bu arada hayvancılık yok edildi. Tarım bitirildi. Memlekete planlı ekonomi ve karma üretim yerine, dış borçla finanse edilen yapay ve kökten bağımlı ekonomi yerleştirildi. Temaşayla tüketim ekonomisi yeğlendi. Memleket ve memleket insanı ağır yüklü ve derin borç batağına saplandı. Sıfır tasarruf neticesinde, kamu iktisadi teşekkülleri özelleştirme başlığında açık soyguna uğratıldı. Beş paraya iç-hiç edilmelerine göz yumuldu. Memleketin asırlık kazanımları peşi sıra yerli işbirlikçiler ve yabancılara peşkeş çekildi. Memleket yüzyılda karşılanamaz boyutta zarara uğratıldı.

 

Yetmezmiş gibi yeraltı yer üstü kaynakları çokuluslu firmalara yağmalatıldı. Tedbirsizce taşeron sistemi palazlandırıldı. Sendikalar sarı sendikalara döndürüldü. Köklü siyasi partilerin demokratik yapıları zedelendi. Demokratik kitle örgütleri ve meslek örgütlenmeleri işlevsizleştirildi. Böylece aktif ve dirençli muhalefet tırpanlandı. Topluma korku imparatorluğu yayıldı…

 

Zaman ve mekân, faşizan yaptırımlar ve sistematik programlar dahilinde gerici ve dini odaklara bırakıldı. Onlar da har vurup harman savurdu…

 

Ve kırk yılda, özellikle kırk yılın ikinci yarısında memleketin tüm kurum ve kuruluşları alt üst edildi. Memleketin içi dışına çıkarıldı. Millet içinden çıkamaz girdaplara sürüklendi. Ve sona bir adım kaldı.

 

Tüm bunların üstüne şimdi gel de 24 Ocakları sev. Her şeyi bile yaşaya. Sev sevebilirsen…

 

 

 

 

 

 

 YILBAZI

 

Bir yılbaşı daha geçti kartanem,

başımda ağırlığınca som altın,

içimde inceden tatlı bir sancı

ayarsızca pik yapan salgın

ve en ücra hücrelerimi kuşatan sen.

Tıpkı bir grimsi duman…

Diğer yılbaşıya buralarda duramam…

Beklenen son durak yine es geçilmiş

dar pencereden dışarı durgun bir gece donmuş 

hafif şişmiş suratları öpüyor kar taneleri.

Sokak lambalarının titrek ışığından

sarı sıcak göğe dökülüyor ilk saatler…    

Son gecenin epey bir yarısı

ecel ece kılığında tebdili mekan sevgili arıyor

hayatlara değen buz kıran soğuğunu okşuyor.

Soğumaya yüz tutmuş anılardan sarkıyor

akıllarda kalan gürbüz çocuk gülümseyişleri

gençlik ve geçkinlik arzuları.

Ve kuytulara sinmiş sokaklarda

çatlak dudaklarda yaz öpüşmeleri.

Vay anasını karakış sökül bakalım

bu son gece sökükler dikilecek

gökten ne sözcükler ne mısralar dökülecek…

Bir yerlerde buz tuttu delice akan ırmak

deli gibi atan yürekler durdu

iliğine ilmeğine kemikler dondu.

Cumbasından izlediğim sahil

sahildeki metruk ev bile

ve bahçesindeki yarı kardan adam da.

Hep beraber donduk…

Donuk bir doruğa doğru savruk adımlar

hadım kalmış evladım ağıtları döküyor analar

yerden bitme yarensizlik korkudan beter

buzdan yalımları kokluyor kainat.

Yalınkılıç köysüz kentsiz arzular.

Yılın hemen başında buzdan sarkıt anılar…

Elden ne gelir gün bugün

sanki kaçağınla el ele bilinmeze koştuğun gün

yıllar yılı geçse de bana yılbaşı.

Çağla yeşili gözlerin çıkmazındayım hala.

Ve güneşi çağırdığın her gece

bensiz gecelediğin ilk hece

yeni yılın ilk saatleri hep aklımda.

Akın akın yorulduğum hayattan

kaç dakikalığına çaldın beni bilsen

buz tuttu aklım.

Tam bir ömür süren

oy ki oy can teslim canan

salınarak saldığın kokuda

korkulara sarındığım sıcaktasın.

Kaçaksın…

Takiplerdeyim…

Saçaksın…

Savrulan saçlarındayım…

Yadına yakınlaştığım her an

yanımda oturan iblis azman

azı çoğu şeytanları çoktandır tanıyorum.

Kalp gözüyle izliyorum tetikteyim

o benden kaçamaz ben ondan

o bilmese de ben çok iyi biliyorum...

Yine yılın birine birlemişim tutuk yalnızlıklarımı...

Ağır uykuya dalmış gözlerinden öpeyim kartanem

kapkara geceden kalan kavruklukla.

Bak buzlu cama vuran ışığa gökkuşağı sarılmış

artık tam vaktidir uyanmanın uyan.

Islanılan dağ yolu tanıdık

patikalar sarı patiska desenli

köy izbesi kente çok yakın

yorgun adımlar adını sayıklar

ha gayret biraz daha dayan.

Laf cambazlığına dayanmaktayım…

Gecelerden gelmekteyim…

Lakin aldanma koyu gecelere

ateşe adanmış adamsılar hain.

Aldırma iki gözüm, iki çeşme ağlarım

gönül pınarına kanarım…

Kader deyip geçme paslı pusulardan.

Kendince ağır ihmaller düşüyor olsa da kucağına

unutma bir ihtimal kaldı kulağına küpe

her yıl başında ayni umut çarkı.

Çarkına çağlamaktayım…

Feleğin fesleğen kokularına sarıldığı an

başında beyaz ağırlık

vücudunda buğulu nem

bendeniz için vakit dem.

Dem vakti düşüncelerinin ayazındayım.

Çaktı mı gözlerinde çakmak taşı kıvılcımlar

kıpırtısız düşlerden kaçamak heyecan

geleceğim anıların kıvrımlarından çıkarak.

Hem de uzak hayallerin çarkına çakarak…

Bekle kartanem süzülen kartanelerindeyim…

Her yılın ilk gününde kar yağarsa eğer

meskenim mazide bir yerde saklı mezbelelik

mezem ağlayan sızlayan kış güneşi

içkim akla saplı yakut hançerin.

Sarhoşluğum hançeremde sıcak, yumuşak, çıplak ve yorgun sen…

Sensizliğin sönmüş ocağındayım köz kırmızıda

şarapta güzellik yıllanmışlığın kırmızısında…

Adım gibi biliyorum ki bir yaren olacak mutlaka

akan yıllardan birinde sona yakın bir gün bir yerlerde

umulmadık zamanda karşına çıkan gri gölgede

geçmişte de karşılaştığın gelecekte

verilip de tutulmayan sözde.

Unutma…

Unutmayacağım…

Unutturmayacağım…

Azımsanacak şeyler değildi yaşananlar denilecek içten içe

ve daima anımsanacak sımsıcak

hiç değilse her yeni yılın ilk günü

dağılacak dünya yarılacak yeryüzü…

Ve günlük tutulmadığına hayıflanacak taraflar.

Ve son durakta elde kesik uçlu kalem

başta uçuşan kartaneleri kereme kelam

arınılacak bir tümceyle tümden.

Ve yeni yıla yazılanlar kalacak geriye.

Ez cümle; kartanem çok üzgünüm.

Üzdüğün kadarıyla katıksız kararlıyım…

         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KEŞKE 24 OCAKLARI GÖRMEMİŞ VE YAŞAMAMIŞ OLSAYDIK…
 
24 Ocakları görmemiş ve yaşamamış olanlar, görüp yaşayıp ta ardını arkasını bilmeyenler bu günleri asla yeterince tahlil edemez ve geleceği de göremezler. Gelip çatan günleri, durduk yerde oldu bittiye bağlarlar. O yüzden kısadan hisse hatırlatmak gerekir.
 
Yıllar yılı yurtsever aydın, değerli kayıpların yanı sıra, bu günlere de ışık tutan, sarı ampul yakan faşist askeri dikta ve gölge parlamentosu ile uygulanan ‘24 Ocak Kararları’nı da unutmamak ve unutturmamak gerekir. Çünkü şu fakir ülke için ‘24 Ocak Kararları’ resmen yarı belinden kırılma noktasıdır.
 
Keşke tüm bu 24 Ocak’ları görmemiş ve yaşamamış olsaydık…
 
“ Alınan 24 Ocak Kararları peşinden memlekette hem siyasal hem de ekonomik bir kıyım gerçekleştirilmiştir. Şu fakir ülke öylesine beter, beterin beteri iktisadi paketler görmüş ve yaşamıştır ki rejimi sallanmış ama değişmemiştir. Kabuk değiştiren siyasilerin emriyle daha vahim kemer sıkma politikaları faşizanca uygulanmıştır. Görüldüğü üzere, aslında tüm ekonomik paketler ve uygulayan siyasi irade ikiyüzlüdür. Bir yüzü sahte gülücük, gerçek yüzü rejime yönelik tehdittir. rejim düşmanlığıdır. Tüm ekonomik tedbirler rejimi yıkma doğrultusunda yazılan acı reçetenin memlekete dayatılması faşistliğidir.
 
Vahşi kapitalizmin 70’li yıllardaki bunalımının aşılması için türetilmiş ekonomik model, 24 Ocak 1980’de Türkiye’ye de dayatıldı. Modele onay verilir verilmez çok uluslu sermaye tıslayan muslukları açıverdi. 24 Ocak kararları ile dışarıdan ülkeye akıtılan sıcak para ve stokçuların stoklamaktan vazgeçmesiyle doğan bolluk, arzulanan siyasi dizayna yetmedi. 24 Ocak kararları ilk başlarda başarılı gözüktü ama halka iyice benimsetmenin ve rejime yönelik diğer dayatmaların rahat yapılabilmesi için ülkede darbe yapılması bile göze alındı. Darbeye kapı aralandı, darbe gerçekleştirildi. Ve istiflenen kararlar, 12 Eylül faşizminin çizmeleri altında ancak uygulanabildi
 
Zar zor, yarı buçuk işleyen demokrasinin tamamıyla tırpanlandığı o darbe yıllarında siyaseten bugünlerin tohumu atıldı. Sanayi daima geri plana itilerek, tüm yatırımlar durma noktasına geriledi. Reel sektörde zamanı gelen teknolojik yenilenme ve teknoloji transferleri yapılamadı. Yaptırılmadı. Destekler ve teşvikler sıfırlandı. Hazine olanakları sadece dış pazarlarda ülke üretimi yalandan pay sahibi olsun diye seferber edildi. Büyük bir hevesle ve kışkırtma ile sözde ihracata yönlenildi. İhracatlar yalan yanlış, hile hurda, hayal gerçek alabildiğine özendirildi. Hayal ürünü mamuller ve mahsuller dünyanın dört bir yanına usulsüz vergi iadesi vurgunu için kargolandı. Rant ve faiz ön plana çıkarılarak üretim yıldan yıla dışlandı. Devlet gelir getiren akarlarını önceden ve kısa sürede yok pahasına sattı bitirdi. Gelir ortaklığı, yap işlet devret zehri o günlerde ülke gündemine girdi. Devlet imkânları çarçur edildi. Bir çivi dahi çakmayan model, 80 ortalarında tamamen hız kesti. Özellikle KİT’ler üretemeyen, zarar eden kamburlar haline getirildi. Sonuç; topluma ithalat mayası çalınmış, milletin aklına tüketim alışkanlığı atılmış bir ülke yaratıldı. Ve Cumhuriyet Tarihinin hiç önemsenmeyen 14 milyar dolarlık rekor dış ticaret açığı oluştu. Hayali ihracata ödenen 480 milyar lira vergi iadesi güncellendi. Yine yeni yandaş milyonerleri artan ama ekonomisi batan bir ülke doğdu. Ve fakir halka kesilen ödenmesi zor faturalara bel bağlandı...
 
Ezen sömüren, yakan yıkan bir dönem. Gerçi on yılda tam olmasa da akıllanılmıştı ama ülkenin ‘orta direk’ adıyla var olan toplum katmanı-tabakası da tarihe karışmıştı. Ve kısa zamanda 25 milyardan 70 milyar dolara çıkan dış borç ve 600 trilyon iç borç ile ülke ekonomisi hepten çöktü...”
 
Tüm ekonomik açmazlar bir siyasal sapma ürünüdür ve tarihin yönünün değiştirilmesi, toplumların geriye yönlendirmesi ve gericileştirilmesi gerçekliğidir. Tüm ekonomik kriz dönemleri ve paket uygulama süreçleri, yepyeni sığ ve sağ iktidarlar yaratmış ve her seferinde rejim açık kaçık tehlikeler atlatmıştır. Yani ekonomik açıdan zorunlu kılınan ve rejim değişikliğine yeşil ışık yakan bu acı reçetelerin hepsinde daima unutulan ve yutturulmaya çalışılan bir tuzak vardır. Bilimsel değerlendirmeleri işin ehline saklı kalması kaydıyla, unutulmaması gereken nokta bütün ekonomik tedbirlerin birbirinin devamı veya tamamlayıcısı olduğudur. Özellikle 24 Ocak kararlarından sonrası peş peşe eklendiğinde bu günlerin resmen hazırladığı veya bu günlerin hazırlığı olduğu açıkça görülür. O yüzden 24 Ocak kararları ve kararların peşine yapılan faşist 12 Eylül darbesi asla unutulmamalıdır…
 
Tarihle sabittir;

1946 devalüasyonu İsmet İnönü’yü iktidardan etmiştir.
1950 istikrar tedbirleri Menderes’in başını yemiştir.
1970 devalüasyonu 12 Mart muhtırası ve faşizmini getirdi.
1980 24 Ocak kararları 12 Eylül faşist darbesini yaptırdı, faşist cunta kararların mimarı Özal’ı iktidar yaptı.
1994 5 Nisan devalüasyonu ülkede koalisyon dönemlerini yeniden başlattı ve merkez sağ liberal partileri siyaset arenasından sildi.
2001 19 Şubat MGK’da Anayasa kitapçığı fırlatma krizi cumhuriyet tarihinin başlayan en büyük ekonomik krizinin habercisi oldu ve sıkışan siyaset ile biten ekonomi neticesinde bir yıl sonra yapılan genel seçimler AKP’yi tek başına iktidar yaptı.
2007 27 Nisan e-muhtırası Cumhurbaşkanı aday profili, adaylık süreci ve rejime dair kaygıları değerlendirdi ancak Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı yolunu açtı.
2013 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalı sağır sultanın bile duyduğu bildiği ama iktidarca yok sayılan paralel yapı gerçeğini tescilledi. Ekonomi dibe vurmaya başladı. Siyasete ayakkabı kutuları damgasını vurdu.
2016 15 Temmuz hain kalkışma, askeri darbe girişimi dibe vuran ekonomiyi hepten çökertti ve Erdoğan’a başkanlık yolu açıldı…
 
Ekonomik önlemler veya istikrar paketleri birbirinden kopuk sahte çözümlere, birbirinin ayak izinden giden dönemsel takipçi bir çizelgeye ve kapitalist bir mantığa dayanır. Hepsi temel bilimsel kavramların çok uzağındadır ve günü kurtarmaktan başka bir maharetleri de yoktur. Sadece belirlenmiş emellere hizmet eder. Ekonomik istikrar paketleri sonu en başından belli emperyalizmin usta ellerinde şekillendirilen bir film senaryosudur aslında. Bu yüzden kararların gerekliliğinin dayatılması ve uygulanması için diktacı yönetim tarzına gereksinim vardır. Belli kesimler dışındakilerin ezim ezim ezilmesi gerçeği hep saklanır. Vatan millet duygusu yüklü konuşmalarla toplum etki altına alınır. Millet acı reçeteyi içmeye razı edilir. Yetmez ise hiç çekinilmeden faşist argümanlar devreye sokulur. Nice vaatler ile milyonlar kandırılır ve bitmeyen çilenin içine itilir. Arsız lafazanlık ve derin boşlukta milyar dolarları yine birileri götürür.
 
Kötü sona getireni götüreni apaçık belliyken, her çöküşte olduğu gibi son yıllarda palazlandırılan yeni mutlu azınlık hiç yük altına girmezken, tüm vebal yine mutsuz çoğunluğun sırtına yükleniyor. Sorumluluk asla eşit paylaştırılmıyor. Ömrü yüz yıla yaklaşan şu fakir ülkeyi önceden yönetmişlerin başına gelenlerden hiç ders alınmadan son sürat on küsur yıldır din iman şemsiyesi altında liberalizm tanrısına tapınma devam ediyor. Rakamlar ona yüze katlanmış ama ayni altın tas, ayni teras-balkon teranesi. Her sıkışıklıkta fedakârlık nutukları atmalar. Enflasyonu gizli, devalüasyonları açık ve ne idüğü belirsiz sıcak para akışıyla idare etmeler. İdare de bir yere kadar. Yetmeyince sınır içi ve dışı savaşlardan medet ummalar.

 

Sonunda iş rejime iyice dayandı. Bu kez on yıllardır beklenen ve içten içe çalışılan rejim değişikliği gerçekleşti. Ama denge bir şaşarsa ki gidiş odur yine şu garip halk çeker cefayı. Saflar sefayı kimler sürer görür ama iş işten geçmiş olur.
 
Tüm ekonomik paket uygulamaları şu fakir ülke için ne ilk ne de son olmuş. Bu geri aksak gidişle ve sinyal veren ekonomiyle ne de son olacaktır. Bugün doların ve euronun pik yapması, raici geçmiş olması da bir anlamda yeni gizli ekonomik pakettir. Yakın tarihte kronolojik yaşananlar, bu ekonomik krizin hemen peşinden başkanlık ambalajı içinde başka bir rejim değişikliğine gideceği de açıktır. Yani yaşananlar, dibe dayanmış bu siyasal sistemin geleceğini, sonu gelmese bile yerli yabancı işbirlikçiler eliyle sonunun getirilmeye çalışılacağını apaçık gösteriyor.
 
Budur işte 24 Ocakları görmüş ve yaşamışların, görmemiş ve yaşamamışlara veya görmüş ve yaşamış oldukları halde inkar edenlere hayırla hatırlatabilecekleri…

 

Keşke tüm bu 24 Ocak’ları görmemiş ve yaşamamış olsaydık. Belki bir nebze de olsa mutlu olabilirdik…

 

 

 

 

 

İSTANBUL'UN HALK EKMEK DAVASI...

 

Hayat, başlı başına "bir ekmek davası ve ekmek davasının önünde kimse duramaz." Hatta ekmek yolunda hakkınca akan hayatın önünde de kimse duramaz. Tıpkı İstanbullulara ekmek üreten ve ulaştıran, İstanbul Halk Ekmek'e muhalif Büyükşehir meclis çoğunluğu baskısı ve Bakanlık genelgesinin işlemediği gibi...

 

Elbette işlemez. Çünkü İBB Başkanı İmamoğlu'nun da benzer şekilde ifade ettiği gibi dibe vuran ekonomik ve özellikle pandemik süreç İstanbul’a, İstanbullulara on yılların en yoksul günlerini yaşatıyor. Ekmeğe muhtaçlık had safhada. Genel idare çözüm üretmekte aciz ve insanlar ekmekte bir liralık fiyat farkı için, Belediye ekmek büfelerinin önünde upuzun kuyruklarda. Durum buyken ekmeğe yönelik yapılan her hizmet, değerlidir. Çok değerlidir.

 

Diğer yandan tüm kamu kurumları, halkın menfaatine dönük ‘Bu hizmete nasıl katkıda bulunabilirim?’ diye hareket etmeli, kişi ve kurumlar da bu bilinçle halkın yararına karar almalıyken tam tersi zorlamalar ve yaptırımlar peşinde koşuluyor.

 

Bir iş yapılmışçasına, ucuz siyaset gereği peşine düşülen İstanbul Halk Ekmek, Büyükşehir Belediyesi bünyesinde hizmet veren 3 fabrika, 533 satış büfesi, 40 mobil satış noktası ve 1376 görevli personeli ile İstanbulluların ekmek davasına destek olmaya devam ediyor. AKP ve MHP öncülüğündeki muhalefet ise kuruma köstek olmaya dönük manevralar geliştiriyor.

 

Son İBB Meclisi’nin toplantısında, kamuoyuna mal olan sıkıntıları gidermek amaçlı 142 yeni büfe açılması teklifi ki, büfelerin kimlere verileceği açıkça belirtilmesine karşın AKP-MHP meclis üyelerinin oylarıyla reddedilmişti. Büfelerin gazilere, şehit yakınlarına ve engellilere verilmesi öngörülen teklif komisyona havale edilmişti. Gerçi sonradan muhalefet geri adım attı.

 

Ancak İBB ve İstanbul Halk Ekmek Yönetimi tekliflerine karşı çıkılması üzerine, ekmeğin halka ulaştırılmasını mobil büfelerle yaygınlaştırma kararı almış ve ilçelerde 40 noktada satışa başlamıştı…

 

Açıkçası 9 Ocak’ta hizmet vermek üzere konuşlandırılan mobil ekmek büfeleriyle, 

Mevcut Halk Ekmek büfelerinin önünde gittikçe uzayan kuyrukların azaltılması hedefleniyordu. Hemen peşine Tarım Bakanlığı’nın bilinen genelgesi gündeme düştü.

 

Genelgeye rağmen İBB Başkanı İmamoğlu gelişen son durumda, “Belediye

Satışa devam edecek” kararını güncelledi. Hatta, “Dün yazılan yazı, başka türlü bir uygulama olarak sahaya yansısaydı bile, biz, ekmek satışımıza devam edecektik. Hazırlığımız o yöndeydi. Tarım Bakanlığımız açıklamayı yaptı. Onu kastetmedekilerini ifade ettiler sorun bitti…” dedi.

 

İmamoğlu eklemeden de geçemedi; “Dünkü kararın ilk intibaı hepimizi çok üzmüştür. Tarım Bakanlığı’nın bu süreci ifade etmediğini açıklaması, sorunu şimdilik çözmüştür.  Ama ekmek davası, yoksullukla mücadele konusunda hiçbir engel tanımayacağımızı da tüm İstanbul halkına duyuralım.”

 

Duyanlara duymayanlara tekrar tekrar vurgulamak da fayda var. Emek ve ekmek kavgası hayatın temel gerçekliği. Ekmek davası öylesine ifade karmaşaları ile karıştırılacak, sıkışınca da düzelttik babında düzeltilen bir durum olamaz. Ekmek ve Halk Ekmek hizmetleri üzerinden, çapsız karalama kampanyası da tutmaz. Kamuoyunun takdirine bırakıldığında bile eden, ettiğinin karşılığını bulur. Belki şimdilik karşılıklı olarak sorun kalmadı görüntüsü veriliyor ama ortada cidden bir çekememezlik var gibi…

 

İstanbul’da geniş yığınların ekmeği derdine düştüğü acı gerçeği, genel idarenin yerel yönetimlere uyguladığı kısır baskıyla kapatılamaz. Ayrıca İstanbul’u ve Halk Ekmek’i yönetenlerin de bu ve benzer baskılarla yılmayacağı da ayan beyan görüldü.

 

 

İstanbul Halk Ekmek Yönetim Kurulu Başkanvekili Özgen Nama, ki huzur hakkını dahi bağış yapan üst yöneticisi; “Bakanlığın açıklamasına karşın genelgenin daha önce yayınlananla harfiyen aynı olduğunu, sadece seyyar araçlarla ekmek satış yasağı ibaresi eklendiğini” söylüyor.

 

Bu genelgeyle kast edilmek istenenin ise, “İBB'ye bu yöntemle bir geri adım attırabilir miyiz, bu genelge karşısında araçlarını toplayıp fabrikalarına geri dönebilirler mi? girişimiydi. Buna karşılık Başkanımız İmamoğlu'nun bizlere verdiği talimat, 'Yarın hizmetlerinize devam ediyorsunuz, sabah aynı şekilde gidip ekmek dağıtımına devam edin' talimatıydı. Kararlı duruş karşısında gördüğümüz, dün İBB Meclisi'nde AKP ve MHP meclis üyelerinin attığı geri adımı bugün Bakanlıkta da görmekteyiz…”

 

Yani son birkaç gün İstanbul gündemini işgal eden durum özetle budur. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu ve İstanbul Halk Ekmek Yönetim Kurulu Başkanvekili Özgen Nama’nın konuyu ilişkin beyanatları da gösteriyor ki, haklı ekmek davasının önünde hiçbir kurum, hiçbir kimse duramaz.

 

Duramadı da…

 

 

KÜLTÜR SAVAŞLARI, KAR DÜNYASI…

 

Üç beş gündür beklenen yağış vurdu, sel, su, fırtına. Bir anda kara, tipiye kesti memleket. Buza kesti rüzgâr. Hava bozuk. Bu bozgunda aklı kuşatan kar, kış, kıyamet, beter soğuk, kültürel boşluk ve pandemi…

 

Pandemik akılla bahaneyi bir yerlerde aramaya hiç gerek yok. Kapıda bacada. Boş bakışlar arasında yıllar içinde kültür değişti. Sosyal hayatlar değiştirildi. Köklü gelenekçi yapılar bozuldu. Dokular çözüldü. Mevcudun dayattığı kültür hepsini yuttu. Emperyal iktidar yerini sağlamlaştırdı. Ve koviti geldi her şeyi zayıflattı…

 

Rekabetçi kamplaştırma ile dayanışma duyguları örselendi. Öğütlenen eskiye özlem oldu. Her şey çok basite indirgenerek, uhrevi ölçülerde, ruhbani ölçütlerde değerlendirmelere tabi tutuldu. Temel olgular, algı yöntemleri ile hiçleştirildi. Ve yaratılan atmosfer mevcudu güçlendirmeye katkı yaptı.

Vahşi kapitalizm ile ilintili olan ne varsa gizlendi. Gelenekle bağlar kuvvetlendirilecek dendiği halde türlü varyasyonlarla zayıflatıldı. Ateşte emperyal özentiler demlendi. Dört bir yandan kuşatılmışlık havası estirildi.

 

İşte bu hava, kendine ait yapay değerleri de yarattı. Sağlam, saygın, kültürel, sosyal değerleri değişime uğrattı. Sonuç, kültürel erozyon. Sosyal patlama derecesinde yoksulluk ve yoksunluk. Ters yüz edilen hayatlar…

 

Bu toptancı bozulma ulusal kültür düzeyini de aşağıya çekti. Toplumlara kavimsel suni bir kültür pompalandı. Yüzyılların hâkim kültürleri sosyal yaşamdan törpülendi. Siyasal düzenek, mini kitle kültürleri oluşturdu. Yerli ve milli böyle olunur sanıldı. Din ile süslenen bu kültürel sapma merkezileşti. Merkezden mecburileştirildi…

 

Hayat damarlarına, kılcal kanallara dek enjekte edilen dinsel hurafeler kıskacında genleşen kültür, gerçek hayatın önüne geçti. Resmi görüş içten dışa, yukarıdan aşağıya toptan değişti. Ve milli hassasiyetler yörünge değiştirdi. İktidar, korku ve dayatmaların dozunu artırarak iktidarını bir yere kadar korudu.

 

Bu korunaklı sistem de yetmeyince, köktenci bir gerigidişim öngören sosyo kültürel pozisyonlar güçlendirildi. Dizayn edilen değişken ve geçişken pozisyon alıcılar siyasal modelin de değişmesine neden oldu.

 

Yani yeni kültüre adapte olan çoğunluk, kendini ifade etmeyi coğrafyaya yayılan, başka coğrafyalara da yayılmacı bir kültürde buldu.

 

Ve lafta yeni hayata, yeni sistem adapte edildi…

 

Bu adap erkan, edep haya tanımayan her şeyi kabullenme hissiyatı, derin bir travma yaşandığını hissetmeden, ileride daha ağır hissedilecek bir boyuta evrildi. Devamlı gündemle oynandı. Hayata tutunmayı sağlayan kültürel köklerdeki bu oynamalar, çok ucuz oyunları da güncelledi.

 

İktidarı toptan ele geçirmeye dönük atılım sonrası kısa zamanda din bağlamında farz edilenlerin, sosyal yaşamda önemli yer tutsa da ortak yaşama yön verecek denli uzun ömürlü olmayacakları görüldü. Pek sürmeyecek olsa da dini telkinlerle bir zaman daha yol almasını sağlayacak desteklemeler gecikmedi.

 

Bu destekler sayesinde çok şeye mal olacak, olmasına neden olacak ciddiyetsiz adımlar atıldı...

 

Böylece gittikçe daha da zorlaşacak kan donduran atmosfere girildi…

 

Yıllar yılı, binlerce yıllık geçmişi çok sayan görülüp, yok sayan, esaslı kültür birikiminin yok edilmesine dönüp bakmayanlar üç beş gün içinde birden kızıştı.

 

Üç beş gündür doz aşımı yağış, sel, su, kar, boran, fırtına derken hava buza kesti. Kestirilemeyen bir şeyler oldu ve ateş bastı. Tam da cehennem ateşi. Kızılca kıyamet havası. Hepten havalar bozuldu.

 

Kar ayaz, kültür savaşlarından sıcak savaşa. Havada başka bir şeyler daha var sanki…

 

Hiç yorum yok: