21 Ocak 2021 Perşembe

minyatür milliyetçilik, savaş, kabileler aristokrasisi

 

MİNYATÜR MİLLİYETÇİLİK GÜNLERİ

 

Milli ve yerli masalları bir tarafa, millet ve iktidar arasındaki ince ve hassas çizgidir milliyetçilik. Çok basit temellidir. Vazgeçilmez temel, millet ve memleket çıkarlarını üstün tutmadır. Ulusçuluk tutkusudur. Yurttaşlık bilincidir…

 

Tutkunun özü ulusların kendi kültürel değerlerini, ulusal çıkarlarını ve tam bağımsızlığını üstün tutma bilinci, çizilen sınırlarını koruma ve varlığını sürdürme inancıdır. Gerçek milliyetçilik başka türden değerler, bölgesel ve uluslararası plan ve projeler üzerinde fazla durmaz. Duranlar yani öylesine milliyetçilik, minyatür milliyetçiliktir…

 

Son günlerde bu türden gelişen ve yönlendirilen minyatür milliyetçilik anlayışı, militer yapılar ve abartılı çokuluslu ilişkilerden beslendikçe, devlet, varoluş ve kuruluş ilkelerine sıkı sıkıya bağlı görüntüsü verse de inandırıcılığı olmaz. Bu yalancı bağlılık neticesinde genel idare çağdan uzaklaşır, çaptan düşerken başka yerlere savrulur. Dinciliğe sarılırsa da yetmez, minyatür milliyetçiler sokağa salınır. Bir yerlerden düğmeye basılmışçasına milli ve yerli milliyetçiler, minyatür sahada şimdilik birbirlerine girerler, girişirler…

 

Minyatür milliyetçilik zehirlenmesiyle birlikte, idare ve ahlak daha da zedelenir. Otorite bozgunu yaşanır. Bu arada varlık ve vatan kargaşasına itilen sade vatandaşlar ise vatanseverlik potasından uzaklaşır. Milletin en azından yarısı yaratılan yeni imaja tapar. Aslında milliyetçiliğin minyatürleşmesi ve dini motiflerden esinlenmesi, resmen çoğunluk dostken, sınır içi ve sınır dışı düşmanları artırmaktır. Düşmanlık sağlanınca lafta bu yeni modern mikro milliyetçiliğin içi dini ögelerle doldurulur. Böylece minyatür milliyetçilik gereği, milliyetçi temelde birlik ve vatan düzleminde dirlik, düşmanda birlik denklemine bağlanır. Bağımlılık yaratılmaya çalışılır.

 

Yani din ve mezhepsel düşmanlıklarla bezenmiş bu tip minyatür milliyetçilik, dış düşmanlar ve yerli işbirlikçilerin işine gelen milliyetçiliktir. Kendi düşmanlarını da önce kendi içinden yaratır. Sonrası malum. Fe tipi kalkışmalar ve faşizm…

 

Saf milliyetçiliğin içi dini otorite ve abartılı dinci hurafeler ile boşaltılınca millet, vatan ve vatanseverlik merkezine oturtulan milliyetçiliğe karşı da kışkırtılır. Ulusalcılığa karşı saldırganlaştırılır. Mütemadiyen akınlarla milli ince çizgi kırılır. Minyatür milliyetçilik kullanılır…

Tam bağımsızlığı öğütleyen ve örgütleyen milliyetçilik, sıradan iftiralar ve basit saygısızlıklarla dışlanır. Emperyal hülyalarla her yer bizim veya vaktiyle bizimdi mikro milliyetçiliğine tapılır. Bu tapınma neticesinde militarist destekli, abartılı dini çelişkilerden beslenen mikro milliyetçilik tümden hayata geçirilir. Hak yerini buldu misali iç dış düşmanlar test edilir. Yeni düşmanlıklar tesis edilir. Millet ile iktidar arasındaki en ince ve keskin bağ olan milliyetçilik özünden koparıldığından, herkesle doğrudan sokaksal hesaplaşma milliyetçilik farz edilir…

 

Yani bu minyatür milliyetçilik, iç dış tehditlere aldırmadan, iç destek bulmuş dış düşmanlar yok sayılarak, ucuz sebepler göstererek, lüzum dâhilinde safsatasıyla sıcak savaş, yakın dövüş moduna girer. Bu emperyal milliyetçiliğe dönüşme isteğiyle, bin yıllık temel birikim görmezden gelinir. Devleti, milleti, vatanı, Cumhuriyeti sevmek, korumak ve kollamak olan ulusal duyarlık başka bir çizgiye hapsedilir. Her türlü ciddi tehlikelere karşı, malı canı pahasına karşı duruş, çok geride kalmış ve gereksiz kitlesel arzular dozuna indirgenir.

 

Kurucu ve yaratıcı milli değerler, minyatür milliyetçiliğe asla uymadığından, uydurulamadığından hemen her fırsatta paragöz piyonlarca karalanır…

 

Bu her eve lazım minyatür milliyetçilik, bilince saplanan yalanlarla, zihne uygulanan dini plan ve beşgen programlarla kitleleri yakın geçmişinden koparır. Bu kopuşla egemen gücün istediği noktaya gelinir. Toplum yerli milli derken, hepten erozyona uğrar. Toprak başına günleri yaşar.

 

Yani dini bağlantısı güçlendirilmiş minyatür milliyetçiliğe dönüş ve bu milliyetçiliğin yaygın biçimde kabullenilmesi modern dünyadan açıkça kopuştur. Hatta yersiz kapışmalar kopuşu hızlandırır. Milli şuur, din ve mezhep birliği ilkesine dayanan, din bazlı milliyetçilik, değişik etnisiteden dindarları bile asla milletleştiremez. Mezhepler ise sadece yalnızlaştırır ve ayrıştırır. Zaten istenen de budur.

 

Dünya genelinde ülkeden ülkeye bulaşan mikro milliyetçi ümmet politikasının batışı da bu yüzdendir. Egemen dünyanın palazlandırdığı dinsel tabanlı minyatür milliyetçiliğin, memleketleri, bölgeleri ve dünyayı getirdiği durum bellidir. Koviti günlerinin, mikro milliyetçi günlerle çakışması milli ve yerli masallarıyla geçiştirilemeyecek acı günler yaşanmasına nedendir.

 

Peki, nasıl bir milliyetçilik, hangi ince çizgide millet ve iktidar bütünlüğü. İşte koviti belası devam ederken sahnelenen minyatür milliyetçilik oyunları ve koviti sonrası, geleceğin meselesi makro düzeyde budur. Nasıl bir milliyetçilik?

 

 

 

yzld-SAVAŞ VE ZARAR

 

Çekimli çekimsiz fiillerle anlatmak var şimdi

furyaya kapılıp fitillenen

fillerle savaşı.

Afili develer diyarındakini.

Kızgın çöllerde

akışkan kum fırtınalarında

katrana bulanmışlarını.

Flamasında yalandan barış yazanlarını.

Önünde arkasında bir daha yanıldık demekle olmaz

ölmekle kalınmaz olanlarını...

Şehitlik hangi mertebeyse artık her fani şaşkın

tüm savaşlara iskele alabanda yanaşmak şandan

belki asker doğmakla makbul

ama yanmakla eş değer.

Aslı esası kızgın lavlarda kavrulmaktır.

Ben hep savaşa hayır pankartı önündeyim

ellerimde yeni yeşillenmiş zeytin dalı

ve beyaz güvercinler…

Kırık kanatlarda ayni veciz

mavi gözlerde aynı hışım

yurtta sulh cihanda sulh.

Ama son yıllarda tam tersine çevrilmiş.

Hangi rüyadalığın çıkarsaması bu

manasızlığı manidar taş baskı çıkartmalar.

İsteseydim olurdu belki de gerçekten

hiç başlamayan harp ve ebedi sulh.

Mavi sırlı tabakadan

çekseydim uçsuz cigarayı

gümüş kaplama çakmağımla

yaksaydım ucundan tütünü.

Çaksaydım gerçekten

barış çubuğunu gülerekten

ve salsaydım yananın ucuna ucuna ekleyip

ekilseydim toprağa ölümsüz ölümsüz.

Barış ne mana uçsuz bucaksız bir dumandır

çalımlı çalımlı çektikçe savaş narasını

savaş iç çektiren ebedi davadır.

Bir atsana beni eve monoloğuyla bitmez

gelir ardı sıra beyaz kefenliler

enfiye tadında buğulu ölümler

çekti çeker burcu burçlardan,

bizim biraderler nefes nefes.

Ve melül ve malül…

Bakışları kanlı yaşlı analar

patlar ciğerleri.

Acılar uzar uzar ve

çürümüş tütün genizlere dolar

barış bin kanatlıdır dalar maviye.

Savaş rüzgârlarıyla savrulan ise

bin bir bahanedir sarılır azraile.

Atıyorum savaşına karşı hayır sloganlarını

Yetkin yetişkin ellerde tek delikli zarlar

karşımda tek sıra savaş bezirganlığı.

Muharebe dükalığı

muhatara krallığı

zarar ziyan prensliği.

Ben yine savaşa hayır pankartı önündeyim.

İnansaydım gerçekten barış gelirdi belki

eğer savaşsaydım barışına

yine dar ağacına çekilirdim.

Ama biterdi beyhude savaşlar…

Enfiye buharı çekti yine bizim biraderler

ve melül melül

kefeni kanlı veya malul

haybeye ve birileri namına tedbirli.

O birileri ki ata toprağına ihanetin pistonları

topu keyif panayırında muhafazalı.

Peki neden bu fıtratlık yanmalar

bakışlar kanlı pazar akşamında

azar azar ve azaplı.

Çürümüş gezegen

ezberler beyinde bin kanatlıdır.

Atıyorum barışa tek mermilik sevdamı

selamlıyorum savaş tanrısını sakınmadan

çekiyorum tetiği ve tam alnın ortasından

sivrisinek ısırığı ve kızarığı.

Ben ölürken bile savaşa hayır pankartı önündeyim

önümde dimdik vurulan biraderler

bedenime çelik miğfer ellerimi tutarlar...

 

KABİLELER ARİSTOKRASİSİNDEN DEMOKRASİYE…

 

Amarka başkanı değişti. Koviti virüsü aynı kalmıyor, bilineni ötesinde. Aşılama zamanı, acı çok aşı yok. Ve illa demokrasi, demokrasi şart. Ancak koca dünyada kabileler aristokrasisi öncülüğünde, zor bi hal çağı yakalamış bir memleketi geriye döndürüp yok etmek, memlekette ilerletilmiş suni propagandalar ile demokrasi hesaplaşması yapmak moda. Bu modda gidilirse çok yakında o beğenilmeyen Demokrasi de çok aranır…

 

Pandemi öncesinde emperyalizmin bölgesel köleleştirme savaşlarına destek ve ortak olmak, sadece tanrısal değerlere sarılan, bu kabileler aristokrasisi ile mümkündü. Belki de o nedenle yıllardır vazgeçilmez gösterilen, daimî adres belletilen bu eşrafın kazanması sağlanıyordu. Her telden bunca yanlışa, yanılgıya ve başarısızlığa karşın, hala sürdürülen toplumsal desteğin başka bir açıklaması da olamaz. Salgın geçtiğinde ne olur, neler olacak muamma…

 

Çünkü on yıllardır kalkınma hamleleri deyip durup, sınıfta kalmanın sorumluluğu da bu kabileler aristokrasisinindir. Çünkü her türlü aristokrasi asimile edilerek, demokrasiden vazgeçme noktasına getirilen memlekette kaçınılmaz son bu olur. İktidarda tutulanlarla hesaplaşma geciktirildikçe de, daha çok şeyler elden uçup gider. Ve çağ bir daha zor yakalanır.

 

Diğer yandan büyük bir coğrafyaya yayılan kabileler demokrasisine dahi tahammül edilemeyip, açılan savaşlara ve çıkarılan kargaşaya birlik olmanın, kabileler aristokrasisine dönüş projelerine destek olmanın da bir bedeli olur. Hesaplar gün gelir tutmaz. Projeler çöker. Ödeme vadesi kısalır. İşte çaresiz kalmak da çağdışı kalmak da bu yüzdendir.

 

Hele koviti saldırısıyla geçen günlerde öyle bir duruma getirildi ki memleket, öyle bir duruma getirildi ki coğrafya, öyle bir duruma getirildi ki dünya, öylesine kötü durumlara yol açacak sağlıksız haritalar ve çizgiler çizildi ki, işler artık kabileler aristokrasisi ile asla düzeltilemez halde…

 

Yine de memleketin bir kesimi, koltuğu kutsayan örtülü bir anlayışta hala ısrarcı. Gerçeğin söylenmesi potansiyel muhaliflik ve kabileler aristokrasisine hakaret. On yıllarca tehlikeli fikir ve öğütlerle, örgütlü hale getirilen, kabile aristokrasinin partidaşları her şey pahasına sistem savunucusu. Elitist yaklaşımlı, inanç militanlığı havasında gözler hiçbir şey görmüyor. Çağdışı sınanmalara heves hala üst seviyede. Beş maske dağıtamayanlar rejimini aklama gayreti.

 

Koviti günleriyle sarsılan memlekette hal öyle böyle değil, tastamam çekilmez olunca aşırı karakteristik hava çarpıldı. Kabileler aristokrasisi bölgesel yandaşları ile umursamadan iş tutamaz oldu. Ortak çıkarlara uyan uymayan ayrımıyla, kendi yarattıkları kanallarda bile bocaladılar. Aksak titrek ilerliyorlar. Sonu nereye belli değil. Bu kanal öyle bir kanal ki, gizlenen dünyaya ilişkin ipuçlarını da bir bir veriyor. Ama akılcı olmaktan çok uzak bir birikime takiyecilikle izler takip edilmiyor. Izler siliniyor, karartılıyor, kapatılıyor…

 

Temelsiz birikimleri çağa uydurmaya çalışan bir niyet, apaçık kötü niyet, hala sorgulamasız kabul ediliyor. Ve hayat kalitesi de günden güne bozuluyor. Korona virüs tehlikesi bertaraf edilemiyor…

 

Koviti belasıyla birlikte bozulma her yerde. Bozukluk, karşılaştırmalı ve çok renkli yorumlarla sürdürülüyor. Sonuçta çağın ötesine geçme hevesindeki bir memleketin hevesi hepten kırılıyor. Koviti aşı günleri aşı bekleniyor…

 

Bu covid ondokuzlu kaygan zeminde, kabileler aristokrasisinin dünyanın sonunu getirecek hamleleri de ne yazık ki hiç kaygı uyandırmıyor. Hep haklı kılınıyor. Memleket ne halde hiç önemsenmeden, daha da dibe çeken hamle üstüne hamle geliyor.

 

İşte koviti buhranı ve bu kabileler aristokrasisinden bunalan memlekete, acilen tam demokrasi gerek. Kabileler aristokrasisinden demokrasiye geçiş gerekli…

 

Amarka da başkan değişti. Yemin etti başladı. Koviti virüsü değişti, bilinenin ötesinde mutasyonik. Aşılama devri aşırı acı devri, acı çok aşı yok. Ve illa ki demokrasi, sağlık ve demokrasi, sağlıklı demokrasi şart…

Hiç yorum yok: