PORTAKAL ÇİÇEĞİ
KOKUSU...
Portakal çiçeği kokusu
kokuların şahı, öncesiz sonrasız korkusuzluğun kokusu. Yaprakları sert bir
turunçgilin, aromatik tılsımı. Aromatik uyanışla dört duvar tortusuna
başkaldırı. Yüzleşmenin özü Adana'nın Roma'sında, geleceğe düşler kuran bir
devrimci mahpusun, portakal bahçelerinden başlayarak, en masum anılarına
yolculuğu. Yolculuğun can merkezine 'Portakal Çiçeği Kokusu'yla varış. Fonda
Adana. 'Bir de Adana'yla doğuş...
Sarmal sanrı içinde
yüzyıl kalmaya değecek kıvamda, devrimci onurun nişanı öyküler. Sımsıcak özel, sihirli
ve fragrant. Sanki fragmantasyonu bir nebze olsun bütünleme girişimi. Kitap Kokusu’nu
güçlendiren, yüzyıl kalınsa mahpusluğa dayanılacak o kokuyla, Portakal Çiçeği Kokusu’yla...
Portakal Çiçeği Kokusu
ve Bir de Adana, geçmişte benzer yaşanmazları yaşamışlara veya okurlara
portakal çiçeği kokusunu duyumsatan bir naiflik çerçevesinde, anılarda kalanı, gerçeğin
öteki yüzünü içtenlikle anımsatma denemesi. Portakal
çiçeğinin ıtırlı her cümlesini koklayanlara, devrimciliğin parolasını
kodlama nezaketi. Hayata yeniden başlayanlara her şart ve koşulda, hatta falaka
pahasına hayattan beş dakika kopartan başkalaşımı tüm açıklığıyla sunma
cesareti. Açıkça artık aynı ben olmamak içgüdüsünü güncelleme gayreti...
Güncelerden süzülüp
öyküleşenler, kesintisiz değişim, sürekli devinim, dönüşmek ve Portakal Çiçeği Kokusu
sayesinde hayata tutunmak, mahpusluğa direnmek. Hayatın diyalektiğinden
kopmamak...
“…Portakal çiçeği
kokusu beni, yeniden mahkemenin dışına, portakal ağaçlarının tam ortasına
uçurdu. Hâkim kimlik yoklaması yapıyor. Askerlerin
birkaç kez dürtmesiyle, başçavuşun sert uyarısından sonra anladım bunu. Onlar sordu
ben bir şeyler söyledim. Gözüm dışarıda. Orada o tarlada…”
Yakın zamanlarda dünyanın
en güzel köyünde, portakal ile tanışma faslı. Portakal küresine atılan her
çizikle yayılan, o tarifsiz kokuyla sarsılan bir çocukluk. Ve daha çocukluktan
başlayarak portakal bahçelerinde büyümek. Kapıaltı’nda bir kucak dolusu Portakal
Çiçeği ve ruh ilacı kokusuyla, özlem ateşini yakmak. Ve mahpusluğa, mahirane direnmek…
“…Gözüm dışarıda. Orada,
o tarlada. Oysa bu mahkeme çok önemli benim için. Önce idam, sonra müebbet
cezalarım Yargıtay’da bozulmuş. Yeniden yargılanıyorum. Savunmamı büyük
olasılıkla, bu bozma gerekçesine göre ayarlamam gerekecek. Ama ah şu portakal
çiçeği kokusu. Duymuyorum bile onları…”
Beyni öğüten,
kafatasını delen, aklı sulandıran sarı sıcaklar da çalışmak ve beton duvarlar
arasında sıkışan mavi dikdörtgene hapsolmak. İkisi de dayanılmaz, büyük dert. Apansız
‘Sineklerin uçmaya, kuşların ötmeye korktuğu havalarda’ havalandırmanın tam
ortasına düşen kırpık güvercinle ahbaplık. Pırpır çarpan o küçük, sıcak yürekle
yarenlik kurmak. Kanadı kırılmışlar olarak portakal çiçeği kokusuna birlikte havalanmak.
Portakal çiçeği
kokusunun ulaştığı sonrakiler, kitap elde hep birlikte volta atmaya vardıracak
denli, bir zamanların ürkülen tehlikeli solculuk yoldaşlığı. Devrimcilerin eşsiz
vicdanlılığı temelinde, insanlığın, onurlu duruşun flu fotoğraflarla
perçinlenmesi. Silik anılarla paylaşılan aile özlemi. Parçalanışın zor tamamlanması.
Denizler dalgalanırken, çağlayanlar çağlarken portakal çiçeği kokusuyla Çil
horoza bağlanan haller. Sadece devrimcilere ait aşklar. Aşktan da üstün sevgiye
saygı...
“…Bu hayasız gidişat
durdurulmalı. Kocasının ve arkadaşlarının her gün eriyen bedenleri
kurtarılmalıydı.. Bir gece geldiler. Karanlık yüzlü ve karanlık kalpli adamlar
aldılar, bir dağ başına götürüp hakaret ettiler, tehdit ettiler. Bir daha
karşılaşırlarsa sonu olacağını söylediler. ‘Kocam ölüyor! Onu düşünmek benim
görevimdir.’ Dedi her seferinde…”
Yıllar yılı
uğraştılar, ambiyansı bozmaya. En nefis esanslardan daha enfes, Portakal Çiçeği’nin
aklı kuşatan mis kokusunu kirletemediler asla. Adana’da, memlekette, dört bir
yanda. Mangal yürekle aşka savrulmayı da önleyemediler. Portakal çiçeği kokusuyla
dünyaya dağılmayı da…
Okuyunuz…
‘Su Yayınları,
Portakal Çiçeği Kokusu ve Bir de Adana, Mehmet Tepebaşı’.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder