PANDEMİK HESAP DÖNEMİ
En ağır eleştirilerin, kitlesel tepkilerin politik bir güce
dönüşmediği, politik yöntemlerin çalıştırılmadığı tek zaman aralığıdır, afet dönemleri.
Yüzyılın virüs afeti pandeminin yaşandığı bu dönemde o yüzden fazla korkmamak
gerekir. Zaten iktidara dönük hâkim algı, millette kolay kolay kırılmaz.
Muhalefet ne yapsa bu dönemlerde başkaca hâkim algı kurulmaz. Ancak tarihle
sabittir her afet kırılması sonrası, kurulma dönemleridir…
Kuruluşta her kuruşun hesabı millete verildikçe, değişim
dönüşüm kısa zamanda gerçekleştirilir. İş oluruna varır. İşte o yüzden,
rasyonel soru ve sorgulamaya açılan kovuşturmalar gereksizdir. Ayrıca canı
yanan, canan da tanımaz. Uzun ömürlü ortaklıklarda ise eleştiri de olur tepki
de…
Her defasında yapılanlar gibi, öyle provokatif yaklaşımlarla
önlenemez bir saflaşmadır bu yaşanan. Ayrıca doğrudur da. Haklıdır da. Yılların
tepkisiz ortaklığı ve bu ortaklığa mecburiyet, küçük ama ciddi bir sallantıda
yerle bir olur. Bunu kabullenmek gerekir. Çünkü yaşanan travma, enerjiyi
hapseder. Özgürleşen enerji, kitlesel tepkiye dönüşmese de bilgi isteme
talepleri artar.
Hele ki, son bir yıldır artan koviti virüsü riskine bağlanan
ve kalıcı hale getirilen tüm salmaların akıbeti merak edilir. Doğaldır da.
Mevcut şüpheler, başka salmalar ve tabansız saldırmalar ile aklanamaz boşa
geçen yıllar. Yani böylesi felaketler dönemi her zaman, geçmişten geleceğe
hesap dönemidir. Hesap hülasası ortaya koyulur, yaygara biter.
Koyulmadıkça, çeşit türlü yaptırımlarla, faşizan dayatmalarla,
toplumdan eylemsel esneklik beklenemez. Bu genel irade karşıtlığı olarak da
gösterilemez. Görülemez. Ortada kronik bir durum ve klinik bir vaka varsa eğer,
hesabını da gerektirir. Hesap verilmesini de güncelleştirir. Bir genel anlayış
ve haklılık doğmuşken, eleştiri ve tepkilere müdahale sistematiği uygulamak,
daha çok fay hatları kırar. Bu linç kültürü ile yeni bir his ve bilinç
oluşacağını beklemek ise hayalcilik olur.
Olur, çünkü dönem o dönem değildir. Felaket dönemidir. Ortam
dengesiz ve uyumsuzdur. Yaşam zaafa uğramış, ekonomi batmış, hayatlar
kaybedilmiştir. Hakikatlerin üstünü örtme çabası işte bu anlarda tutmaz.
İtaatkâr referanslar ve reveranslar ile eleştirilerin ve tepkilerin önü de
alınamaz. Eğer alınmak isteniyorsa, vicdanı ölçülerde beklenen cevapların
verilmesi şarttır. Verilmediği takdirde olumsuzluklar diyarı şu bahtsız
memlekette, maddi manevi kesintisiz krizler sürer gider. Eleştirmeler ve
tepkiler artar, yoğun sorgulama başlar.
Böylesi afet dönemleri, insani duyarlığın tavan yaptığı
dönemlerdir. Bu duygu kırılmasını siyasal bir eğilime bağlamak ve denklemek
sadece politik bunalımı artırır. Ve her şey mauna endekslenir…
Eleştiri ve tepkiler, tutkuyla tapınma pozuna bürünmüşlere
belki dokunabilir. Ancak asıl dokunaklı olan, önlem alınsın diye toplananların
bir fanteziye kurban gidip gitmediğinin araştırılmasıdır. Bu kaynağın kullanım
sorumlusu da merkezi otoritedir.
Şimdi salt makyaja dönük yaptırımlarla geciktirilen sürecin,
bilimdışı temsilin ve sabit işlevselliğin tartışmaya açılmasını, merkezi
otoriteye sorumsuzluk olarak göstermek de yanlış olur. Boğaziçi’nde yaşanan
resmen etki tepki olayıdır.
Eğer geciken hesap döneminde, iktidar susturucu mantık
istikameti koyarsa, eleştiriler ve tepkiler kaçınılmaz biçimde politik bir güce
dönüşür. Ve kendi politik yöntemlerini de arar bulur.
Çünkü pandemi bahane edilerek ilahi adaletten asla kaçılamaz…
SOCİALİZM-YÜZYIL SAVAŞLARI...
Yüz yıl önce, yüz yıl sonra. Savaş ayni savaş…
Tam yüz yıl öncesinde özgür devletler kurulmasına yönelik
ilk adımdı sosyalizm. Tüm dünyada sosyalizm yükselecekti...
"...hoch der Weltsosialismus..."
Emperyalizm müşterek darbe prensibiyle yıkılmalı, sosyalizm
dünyaya yayılmalıydı. Bütün devrimci girişimler desteklenmeliydi. Bir ara
kurtuluşa tohumlanan topraklarda karakalpaklar bile kızıla dönmüştü. İşte o
dönüşüm İstiklal Harbi'nin kazanılmasına derkenardı. Kısa bir ara yerli yersiz
dillerde, çöl kurağı zihinlerde dolaşan moskof gâvuru argümanı ertelendi. Kısa
bir süre komünist parti kurulmasına dönük izinler bile çıktı.
Bolşevik İhtilali sonrası Sovyet hariciyesi ile
muvaffakiyete ilişkin anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar neticesinde milletin
ve memleketin bağımsızlığı için maddi manevi destek gerçekleşti.
İşler bir yere kadar umulduğu ve istendiği gibi seyretti.
Koca dünyaya proletarya diktatörlüğü...
"...prolatarier aller Lander,vereighnight uch..."
Tam yüz yıl önce özgür bir memleket kurulmasına, devlet
olunmasına dair sosyalizm desteği hiç yadsınmadı. Nasıl ki Çanakkale'de
direnilerek, Sovyet sisteminin kurulmasına olanak sağlandıysa, karşılığı komünist
yardımlarla yedi düveli hezimete uğratarak ve küllerinden yeni bir devlet
kurarak alındı. Dönem itibariyle sıkı ilişkiler hiç yadırganmadı. Sonradan
değişti her şey...
Her şey sonradan gerildi. Haksız yargılama heveslileri
tarihten bir haber, yana yakıla dertlendiler. Sosyalizme düşman kesildiler...
"Üçüncü Enternasyonalin Anadolu Hareketi'ne yardım
etmesi kararına, Bakü kurultayı yeni bir şeyler eklemedi. Ama şark
milletlerinin mümessilleri huzurunda Anadolu işçi ve köylülerini müstakil
teşkilat ile düzenli toplanmalarını tavsiye etmişti..."
Yani " Hariçte ve üçüncü enternasyonale bağlı kurulan
yirmi otuz üyeden oluşan Mustafa Suphi reisliğinde komünist parti etrafında
birleşmeleri istenmişti. Bu amaçla Mustafa Suphi Anadolu'ya geçmişti..."
Geçişi var, gidişibelli, sonu meçhul...
"...Bütün dünya proleterleri birleşin..."
Tam yüz yıl önceydi; " Komünizm cereyanının
memleketimizde revaç derecesi hakkında, Rus mahfilleri ile yaptığımız
temaslardan ve bu esas dâhilinde hazırladığımız rapordan bahseden mektubunuzu
aldık. Memleketimizin bugünkü vaziyeti ve mevcut şartlar bu teşebbüslerinizi
uygun gördürmeyecek bir manzara arz etmektedir…”
Elbette uzun uğraşlar neticesinde özgür devletler
kurulmasına dönük Sovyet Sosyalist desteğinden yararlanıldı. Koordineli
ilişkiler kuruldu. Uzun soluklu olmasa da dünyanın yarısından fazlası sosyalist
oldu. yüzyıl savaşları…
“Yaşasın Dünya sosyalizmi…”
Öyle ki; “Millet ve memleketin bağımsızlığı prensibini maddi
ve manevi şekilde kendine görev sayması ve geçen sene zarfında Rusların
eğilimlerini ve her türlü yardımlarını temin için müsamaha gösterilen komünizmi
temsil eden her türlü teşkilat ortadan kalkmıştır. TKF fesholunmuş ve
memlekette komünizmi destekleyen, temsil eden resmi özel hiçbir teşkilat
kalmamıştır…”
Tam yüz yıl önce özgürleşen bir devlet, sosyalizme
borçludur, devletliğini, geleceğini...
“Sovyet Rusya davamızın muvaffakiyeti için bize yardım eden
bir hükümet olmaktan başka Ruslar, Doğu manzumesin de bizim devamlı dostlarımız
olarak görmeyi temenni ederiz…”
Yani bir dönemin Sovyet Rusyasını, Sosyalist Rusya'yı, dost
saymak…
Tam 100 yıl sonra dünyayı bir virüs tehlikesi vurdu. Ekonomiler
sarsıldı, battı. Salgın yayıldı. Sınırlar kapandı. Tüm dünya yine Sosyalist
ilkelere sarıldı, srılacak gibi. Hayret karantinası…
LÜT-BUGÜNÜ YAŞAMA ZORLUĞU…
Bugün ülkemizde büyük insanlık dramları yaşanıyor...
Yaptığım Mali müşavirlik mesleği gereği çok sayıda şirket,
tüccar ve esnafın çok zor durumda olduğunu ve günden güne iflasa sürüklendiğini
gözlemliyorum. Tabi ki bunların zora düşmesi sonucu, yanlarında çalışan
binlerce emekçi de işsiz kalıp felâkete sürüklenmektedirler. Büyük felakete
doğru sürükleniyoruz.
Bugün yaşanan, çalın, soyun her pisliği yapın sonra
tövbe ettim deyip kurtulun durumu. Açıkça bu durum yaşanıyor…
Bunu beyinsiz toplum yer. Fakat gelişmiş toplumlar yanlışlar
ve hataların cezasını hukuk yolu ile verir. Dinsel cezalarla değil. Dinlerin
yoğun olarak dillendirildiği coğrafyaların hali ortada. Hırsızdan, tecavüzden,
kadın cinayetinden geçilmiyor…
Diğer yandan kutuplaşma ve kutuplaştırma. "Kutuplaştırılan insanlar
birbirlerine karşı nefretle bakarlar" diyor bir filozof. Ülkemizde bu
nefret dili söylemleri bilinçli bir politika olarak 19 yıldır kullanıldığından insanların
içine işlemiştir. Bir Cumhurbaşkanı işine gelmeyen kim varsa, "ya terörist
ya Fetö'cü" olmakla suçluyor. Yetmiyor, "evde zorla tuttuğum %50'yi
sokağa dökerim" diye tehdit ediyor. Halkı azarlıyor ve açız diyenlere
otobüsten keyif çayı fırlatıyor.
Bugün olduğu gibi uzun yıllardır keyfi rektör atamaları
yapıyor. ODTÜ, Boğaziçi düşmanlığını hiçbir zaman gizlemiyor.
Türkiye'nin gerek makale sayısı gerek araştırmacı
kimliği gerek öğrenci kalitesi olarak dünya genelinde bilinen
üniversitelerindeki gençliği hazmedemiyor nedense. Boğaziçi Üniversitesinde
rektörlük yapmayı hak eden onlarca profesör varken, özel üniversitelerden
aldığı doçentlik, profesörlük unvanı olan birini Rektör olarak atıyor.
Kendi partisi içinde yer vermeyi uygun görmediği
birine, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü gibi bir makamı uygun görüyor. Bu mu
Adalet?
Bugün insanların eski yaşam standartları
kötüleştiğinden ailece sosyal ve psikolojik sıkıntılar yaşanıyor…
Maddi manevi acılar yaşanmakta ve aileler dağılmaktadırlar.
Peki Anayasada yazan sosyal devlet bu insanların mı yanında, yoksa beş on rantçı
müteahhidin mi yanında. Bırakınız yapsınlar anlayışı ile uygulamaya konulan
liberal politikalar, halkı vahşi kapitalizm karşısında savunmasız bıraktı.
Sonuç mu; hane halkı gelirinde azalmayla gelen
yoksulluk, kronik enflasyon ve tüm bunlara karşı refleks geliştirmesi gereken ama
tüm savunma gücü talan edilmiş, finans-kapitale esir edilmiş bir devlet
yönetimi.
Bugün, bugünleri yaşama zorluğu yaşanıyor…
Umut ise sadece halkın kendi demokratik mücadele
gücünde. onun için yürekten kutluyorum umuda yolculuk yapan öğrencileri…
muh-EVRİM, DEVRİM,
ANARŞİST VE BOĞAZİÇİ…
İnsanın evrimi bu olsa
gerek. Bu kadar şifre, rakam, numara ve kodu ezberimizde tutuyoruz. HES, internet,
cep telefonu, maaş kartları, kredi kartları, E-Devlet şifreleri, kimlik no vb.
yığınla. Herhalde eski çağlarda yaşasak bu kadar kodu, şifreyi, numarayı ezbere
bilsek mitolojik Tanrı olurduk…
Belki tanrı olmazdık ama evrim gereği mutlaka devrimci
olurduk. Devrim, devrimin ta kendisi olurduk.
Ancak bugün vatanseverlerin anarşist sayıldığı bu
ülkede doğduğumdan ve yaşadığımdan ben de ‘Deniz’ gibi, onlar kadar anarşistim
diyebilirim. Övünerek.
Ayrıca öyle veya böyle hayıflanarak…
“Abla abi deme devri geçti, yaş erdi kemale.
Bir dur
diyemedik boşa geçen giden zamana…”
Hep boşa aktı zaman. Zaten bir halk zorunlu haller
dışında başındaki yetersiz yöneticileri değiştiremiyorsa, o ülkede demokrasi
yok demektir. Narsislerin (kendini
beğenen, herkesten üstün gören), narsisleri bu hale sokan çevresindeki
dalkavuklar ordusunun anti demokratik egemenliği var demektir. Faşizmin kaynağı
nepotizim (Hakedeni değil yakın akraba, yakınlarını yandaşlarını ve çevresini
kollamak) yaygın demektir.
Doğrudan, doğruları söylediğini sanan yerine, devamlı yalan
söyleyen iktidar olup egemenliğini sürdürüyorsa, yalan söyleyenin suçu yoktur. Çünkü
muhalefetin muhalefete, muhalefet ettiği tek ülkedir Türkiye. Bunda hava
muhalefetinin de suçu yoktur. suç hep başkalarında dış mihrak meselesi. Hazırdan
havadan sudan siyaset ve güncel gündem yaratma. Boğaziçi’nde kopan fırtına ve
akıl almaz durum tam da budur...
Halkın gerçek gündemi açlık,
yoksulluk ve coronayken hem de. Aş, aşı ve şaşkın bekleyiş günlerinde. Ama birileri
Boğaziçi ve atama rektör üzerinden resmen gündemi saptırıyorlar. Üniversiteler asla tek
tip öğrenci yetiştirme yeri değildir. Üniversiteler zıt fikirlerin
bileşkesidir. Bu görmezden gelinerek, Boğaziçi’li gençlerin zekâsı ve
dinamizmiyle yarışmaya kalkışıyorlar. Yarışmayın. Boğaziçi kazanır. Kazanacak.
İktidar güçlerince evrim
devrim anarşistlik çerçevesine hapsedilip, çevrim karşı devrim sürecinde hala rantçılık
güdümleniyor. Bu iç güdü gereği sanki Rektörlük bahane. Çünkü Boğaziçi
üniversitesinin arazisi şahane. Bebek de bebek gibi tam 1.672 dönüm. Yıllık memleket
bütçesi ayarında hazine…
Boğaziçi’li öğrenciler
belki de hiç farkına varmadan birilerinin çıkarına, çomak mı soktu acaba. Veya
bilerek, olabilirliğini düşünerek mi. Kim bilir?
Belki de sırf bu
yüzden atanmış rektör özelinde mevcut sistemin yanlışına direnen, bilmeden de
olsa üniversitelerinin baş döndüren ganimete endekslenebilecek arazilerini
savunan gençler suçsuz yere gözaltına alındılar. Anarşistlikle yaftalandılar. Alınıp
serbest bırakıldılar. Suçlu olarak gözaltına alınsalardı daha mı iyiydi. Tabii ki
suçsuzlar ve haklılar.
Ancak bugün vatanseverlerin,
suçsuzların ve haklıların anarşist sayıldığı sıkı bir süreçten geçiliyor. Tıpkı
Boğaziçi’li öğrenciler gibi. Ben de övünerek o gençler gibiyim, anarşistim
diyebilirim.
Çünkü cılız sanılan ışığın
gölgesi asla dört duvar arasına sıkışmayacak. Umut ve mutlu gelecek arzusu Boğaziçi’nden
memlekete dağılacak.
İnsanlığın evrimi bu
olsa gerek, toplumlar geleceğin kahramanlarını yaratamazlarsa, gerilerler, en
iyimseri yerinde sayarlar..
DEVRİMCİ TERÖRİST...
Ulusal Kurtuluş savaşları vardır, başlayıp bitmeyen. Çağlar
boyu süren. Devam eden. En üst düzeyde kabul edilen ve can kan pahasına hak
edilen. Bizzat ateş yutanların kutlu isyanı...
Arsız işgallere ve kapitalist sömürüye direniş. Emperyalizme
can siperane karşı duruş. Sonra gençliğe emanet bir ülke. Tam bağımsız. Yeni
bir toplum düzeni.
Mandaya boyunduruk. Yedi düvele unutulmaz ders. Vatan ve
yurttaşlık armağanı. Ve sonra milli yerli algısı ile gerisin geriye bir kurgu.
Devlete kurmaca işleyiş. Lafta hür dünya temsilciliği. Bölge liderliği.
Emperyalist organizasyonlara parça başı iş üretimi. Bağımlı devlet politikası.
Muhalefete ise abartılı isyan.
Memleket sevdası, vatanseverlik ve mücadele. Sömürüye
sömürmeye öfke. Derin dalga. Devrim dalgası, deniz dalgası, eşittir devrimci
terörizm. Bu memleketin hep örnek alınan, alınacak olan devrimcilerine asılan
yafta ise devrimci terörist.
Emir büyük yerden; "Bu memleketin polisi vardır.
Jandarması vardır. Ordusu vardır. Harbiyesi vardır. Demeyecektir. Hemen müdahale
edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla. Nesi varsa onunla. Kendi eserini
koruyacaktır. Polis gelecektir. Asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu
yakalayacaktır. Gelen polis, henüz inkılap ve cumhuriyetin polisi değildir diye
düşünecek. Fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecek. Onu hapse
atacaktır..."
Bozulan düzeni reddediş mantığı eşittir, devrimciliktir.
Devrimcilere yakıştırma terörist...
Geniş coğrafyalarda memleketler yanıyor. Devletler yıkılıyor
tek tek. Ateş altında yeryüzü. Elbette böyle gitmez. Devrim kahramanı olmak
aynı zamanda devrimci terörist olmakla eşdeğer. Ne yazık ki böyle. Ona rağmen
kutlu direnç...
Oysa devrimcilerin kitabında, terörizm yoktur. Edebiyat,
sanat, felsefe ve bilim vardır. Ulusal Devrim mücadelesi vardır. Başlanıp da yarım
kalanı bitirmek vardır. Çağlar Boyu tamamlanmayı bekleyeni tamamlayan, tarihin
ayrıcalıklı davrandığı insanlar vardır. Devrimciler, devrimci terörist
sayılanlar vardır. İyi ki vardır.
Ulusal veya uluslararası iyiler var olduğu gibi bir de kötüler
vardır. Çirkin dünyaya birkaç dolar için hizmetçiler. Saygısız gamsızlar. Tüm
bu saygısızların topu populist. Yaptıkları popülist saldırı. Polemik. İstibdat.
Karşı devrimcilik. Kısır düşünce, düşüncesizlik ve yıkıcı hareket. Yıkıcı
faaliyet…
Ulusal Kurtuluş savaşları sonrası ulusal devrimler vardır.
Devrimci kurumlar kurularak, halkla buluşturulan. Hayranlık uyandırıcı.
Kitlelerin yararına toplumu da değiştiren. Kendine özgü. Evrensel bir proje.
Devrimi simgeleyen. Devrimci yolun, devrim yolcularının inandığı. Uğruna
savaştığı.
Dünya varlar yoklar dünyası. Varlık yokluk kavgası. Devrim
ütopyası. Gerçek kaderini yaşama mücadelesi.
Özellikle son faşist darbe sonrası tam kırk yıldan beri tüm
yurtseverlere terörist, devrimci terörist denilerek, tüm devrimciler siyasetin
dışına bırakıldı. Toplum dışı sayıldı. Devrim inancı emperyal ve feodal
yapıların uzantıları ile yok edildi. İktidar erki dinbazlı kliklere bırakıldı.
Karşı devrimcilerin önü açıldı. Gelenek çarpıtıldı, örnekler mantık ötesinde
arandı.
Sonuç ortada. Sona yaklaşıldı. Deniz bitti. Yüz yıllık savaş
sil baştan. Dejavu. Devrim zamanı, geldi çattı…
Değil mi ki, büyük ulusların kendi kaderlerini tayin
ettikleri ulusal Kurtuluş Savaşları vardır. İşte savaş o savaş.
Devrimci teröristlerin de örnek aldığı…
SİSTEMKAR REJİMİ…
Güneş sisteminde, dünyanın tam merkezinde çelik siperlikli, bol
odalı bir konut. Konuttan dışarı mehteri adımlama ibresi, on binleri,
milyonları vuran kıvamda. Bir ahir zaman hayatı. Bedava sürdürümlü. Soruna
çözüm düşüncesi, etiket üzerinden anında ahaliye faturalandırma. Dönem öyle bir
kahırlı ki, döngü bir tek, tekleme şerefine. Resmedilen kutsallık ise yamalı
bohça. Sistem, Sistemkâr rejimi…
Kutsal mezar taşı yazısı; “Eşine az rastlanır, siyasi itibar
kaybının mimarı. İnsanüstü çaba harcayan, tavanarası yargıcı. Gölgesi örnek
alınan, cüssesi bedavadan. Güneş sistemini işgal. Yargısız yaygaracı...”
halihazırda durum bu.
Mezar mihrabında mavi mermerden yontu, yoksulluğu var eden
sosyal plaka. Aileden zengin olmayan, sonradan görmelik forsu. Sosyal plancılık.
Siyasal palavra. Kapıdan dönme. Grekoromen medeniyeti…
Sistemin merkezinde, feodal kaynaklı hayat süren, asil olma
hayali. Asil hayatın silinmesine direnen, bir ahir zaman zat-ı muhteremliği.
Muhterem mıhlaması. Ortaçağ masalları ile belenmiş fanilik. Dini yasalar ve
kutsal kurallar sakini ve sakineliği...
Sakinlik, minyatür el yazmalarına geçen hava. Hakkındakiler
ile yerle bir olma rahatlığı. Rahatsızlık olan millete hesabı. Bir sorun yumağı
daha. Yer sarsıntısı. Sistemkâr rejim uyanıklığı. Gravür baskılarla desteklenen
silik portre. Her şey gâvur icadı. İcabında antik roma modeli. Klişe
kilisecilik. Uzun vadeli kökten değişiklik. Ve Şam mozaiğinden modeller. Kurullar
kullanımda. Özellikli paylaşımlar moda. Sistemkâr rejim paydaşlığı.
Pay ve paydaşlık; “Mal sahibi, hak sahipliği. Hakka rağmen.
Yangın geniş bir platoya dağılınca, bozuk plak planlama. Proje tutmayınca, neyi
varsa satıp kurtulunamaz çapta buhran. Tuhaf isteklere boyun eğiş. Boyun
incinmesi. Gerdanda inciler. Şehitlik ve şehirlik müdafaası. Kurban. Ağır suç.
İlahi yasayı hiçe sayma. Genel kabul gören bir hikâye tek. Otorite kurgusu…”
Durum tersine işlediğinde yasal sınır, kırsal sınıf
mülkiyetine giriş. Mülkiyet dersinde siyaset. Maliyet derdinde miras aktarımına
araç. Hukuktan kaçış. Politikacı ittifak fakirliği. İhtimamlı denetim
zayıflığı. Her makam başka servet. Anglosakson mensubiyeti. Klakson rejimi…
Sistemkâr rejimi, rejimi tutanların mahcubiyeti; “Maskara
olmaya ramak kala, eski köye yeni adet. Sistemkâr rejimi. Bir yanda
sitemkârlar. Diğer yanda sistemkâr rejimi övücüler. Üç kuruşa kalemkârlar. Salt
kar üzerine kurulu, lehindelik lebi. Lebi derya. Leh çıkmazı. İsrail eli.
Filistin yazgısı. Fitil. Fırsatçılık…”
Henüz inançlı ahali mevcutken, bakıp görüp durup, dünyanın
tam merkezi olunduğu inancından kopmamışken artık durmak lazım. Es vermek. Ahaliye
faturalarda ıskonto. Haliyle yanlışta devam edilirse bu sistemkâr rejim sonunda
batar. Karlılık batırır. Helal faizin izi kalır. Ve sitemkârların gözü ne ilahi
kural görür ne de kutsal yasa…
Güneş sisteminin mikronik bir noktasında, dünya zerresinde
zihinlere zerk edilen, ahir zaman hayatı. Zeka, mantık ve reklam tuzağında. Bayat
ekmek köftesi bıkkınlığı. Gelenek görenek zorunluluğu zorda. Zorluk görenlere
rakip sistemkâr rejimi. Doğru model edebiyatı. Oysa Deniz bitti.
Mezar başında yaygın itirazlar. Kula kulluk eylemeyenlerden
üç Kulhü, bir Elham. Laik tören şerefine. Tekelci şerefine, sistemkâr rejimin
çökmesi niyetine...
Bu ahval ve şerait çerçevesinde sitemkârlar, sistemkârları,
kalemkârları ve sistemkâr rejimi vakti zamanı gelince gömer…
MANTIK HATASI
Dünya, mantık dışı olsa da verilen emirleri sorgulamaksızın
yerine getirenlerin dünyası olmuş. resmen mantık hatası bu yolda ısrar
ediliyor. Beyinlere hükmeden en acil içgüdülerle savaşarak. Ufukta kayıp
göründüğünde ise acilen sıvışmak. Bu atmosferde hiçbir mantıklı sebep yokken,
asla masum olmayan hatalar da yapılabilir. Yapılageldiği gibi…
Geniş kapsamlı bir tarihsel çöküş, birkaç tuşun
karakteristik özelliklerine bağlı. Her şey çok uluslu kartellerin, tröstlerin
insafına bırakılmış. İnsanlıktan çıkmanın ve öz değerleri çürütmesinin neticesi,
hayatta kalma zorluğu. Kime güveneceğini bilmemek ve yalnızlaşma.
Yalnızlaşma nabızları yükseltince, dünya işleri de karışır.
Mantık da…
Yanlış ata binmek ve oynamak da mantık zorlayan diğer bir
etken. O zaman cezalandırılma ve telafi etme güdüsü, ezber bozan şekilde beyne
hükmeder. Ve kalıcı zararlar oluşur. Yanlış da ısrarcılık, mevcut doğruları
ortadan kaldırmaz. Despotik dönem sıkıntıları bastığında ise mantık hiç
işlemez. Sinirler yıpranır. Kısır tartışmaların odağında akıl, tek bir şeye
sabitlenir. Yığınla hataya…
Çivisi çıkmış dünyada, otantik değerler merkezi otoriteyi de
belirler. Asla evrensellikle örtüşmeyen mantık dışı takipçilik prim yapar. Ve
hiç de masum olmayan mantıksal hatalar belirir. O vakit hataya sebep aramak hiç
gereksizdir. Aradıktan sonra mantığı zorlayan nice sebep bulunur. Tespitler
geniş kapsamlı tahlilleri de gerektirmez. İçgüdüsel yaklaşım yeterlidir gerçeği
bulmaya.
Çöküş, küstahlaşmaya dönüşen tavrın, tehdidin
tanrısallaştırılması ile belirginleşir. Yani böyle bir durum baş gösterdiyse,
çözülme başlamış demektir. Çok sebepli güven bunalımıdır mantığı zorlayan.
Sonrası peş peşe gelir. Emirleri yerine getirenler bile zorlanır. Beberuhiler
bocalar.
Mantığa hükmeden, ruhani akımlar ise yeni kurtarıcılarını
arar…
Kurtarıcı faslı da tutmayınca sıvışmak ve savaşmak üzerine
kurulanan popülarite dip yapar. Rehberlik biter. Hiçbir şekilde yeniden
tapılası karaktere dönülemez. Deprem vurur. Bina çöker. Çığ düşer. Çok sebep
var deyip talimatlar sıralanır. Ama öyle çokuluslu tutkudur ki piyasaya egemen
olan, eleştiriler kaaleye alınmaz. Kale düşer.
Zaten kale içerden fethedilmiştir. Ve kartellerin,
tröstlerin insafına kalmıştır her şey. Mantıkdışı ilerleyiş başlamıştır. İşte
bu gerileyişi hiçbir zaman mantık bocalaması savaş girişimleri de kurtaramaz.
Çünkü bir yerde, çok büyük bir mantık hatası yapılmıştır.
Öyle ki karşılaşılacak kalıcı yenilgi telafi edilemez
safhadadır. Yalnız yalnızlaşmayı beyne yükler. Mantık durur…
Ve geç de olsa, mantık tekraren zar zor işlemeye başlar. Reklamlara
geçilir…
ZEKA İLE ALAY
Dönem dünyasında dünyayı yönetenler de eksik zekâ ve erdem
çıkmazı furyası. Azı çoğu, varı yoğu, işin gerçeği efendilere hizmet. Sonrası
ise kısa yalpa, uzun yalnızlık. Yaşamın tekdüzeliği ve sağlıksızlık. Fazla
üzülmeye gelmez. Boğaza takılsa da yıldızlara yazılı bir görevdir, bunca
sıradanlaşma. Boğaziçinde bayağılaşma. Yaşama sızan ise ağır mahkûmiyettir…
Zekâ, düşünme ve akıl yürütmeyi bilme kabiliyetidir. Zekilik
ise nesnel gerçekleri görme, algılama ve yargılama hâkimiyeti. Kabiliyet ve
hâkimiyetten uzaklaşılmış bir dünya. Ve dünya liderliği…
Zeki insanlar dirayetli tavır gösterebilirler ve yaşamdan
sonuç çıkarabilirler. Yani objektif bakarak çok görülen ama anlaşılamayan
noktalar ancak zekâ ile çözebilir. Zihnini tümüyle amacına uygun kullananlar,
toplumsal belleği oluşturanlardır. Sosyal hafıza da onlardır. Yanılmazlar…
Dünyayı yönetemedikleri gibi yönettirenler de onlardır.
Çünkü zihin gücüyle, yönetim gücü tersine işleyen bir mekanizmadır. Fazla vasat
veya zekâlılar yönetenlerin işine gelmez. O nedenle siyaset, zekâ derecesi ile
oynayan algısal metotlara sarılır. İdrak düzeyi düşürüldükçe de idari işler
kolaylaşır.
Çünkü yeterli zekâ sahipleri, her yapılandan malumat ve
haber beklentisi içinde olurlar. Zekâ yaşı ile alay edercesine, zekâ yaraştıran
efendilere hizmet etmezler. Ama bu dünyada efendilere hizmet istenir,
efendilere itaat beklenir…
O yüzden zekâ oyunları ile zihinler meşgul edilerek, eksik
zekâ ve erdem çıkmazındakilere zemin hazırlanır. Beyin patlatılsa bulunamaz
zihni sinir yöntemler icraya koyulur. Yaşamın tekdüzeliği ve zorluğu şaşkınlık
veren biçimde, hünerli şekilde yorumlanır. Sonrası yalnızlık.
Zekâ katsayısını katlayan cinliklerle, akıl yaşı fakirlere
zenginlik vaad edilir. Tutar da. Önemli olan çoğunluk zihin, neyi istiyor ve
zekâ hangi düzeyde, çıtayı belirlemektir. Sonrası mental fırtına. Reklamlar…
Ve zekâ ile alay. Zeka ile alay geçilmez…
Alayının zekâsını doğrudan bilme ile alakalı bir yönetsel
dalga balonu. Alay edilme derecesine vardırılan zekâ ve erdem kaybı. Zeki
hastalığı. Zekâ ayarı olmayanların, kendilerini farklı gösterme taktiği.
Sonrası yanılma. Alaycılık yanılmanın psikolojik yayılması. Özün de yorulması. Hamurun yoğurulması.
Yönetmek zekâ gerektiren bir durum denir ama dünyayı
yönetenlere bakıldığında görülen, zekâ ve erdem çıkmazında savrulmalar. Ve savrulanlar.
Savrulanların savunulmaları ise reklamlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder