6 Şubat 2021 Cumartesi

ŞUBAT-1

 

PANDEMİK HESAP DÖNEMİ

 

En ağır eleştirilerin, kitlesel tepkilerin politik bir güce dönüşmediği, politik yöntemlerin çalıştırılmadığı tek zaman aralığıdır, afet dönemleri. Yüzyılın virüs afeti pandeminin yaşandığı bu dönemde o yüzden fazla korkmamak gerekir. Zaten iktidara dönük hâkim algı, millette kolay kolay kırılmaz. Muhalefet ne yapsa bu dönemlerde başkaca hâkim algı kurulmaz. Ancak tarihle sabittir her afet kırılması sonrası, kurulma dönemleridir…

 

Kuruluşta her kuruşun hesabı millete verildikçe, değişim dönüşüm kısa zamanda gerçekleştirilir. İş oluruna varır. İşte o yüzden, rasyonel soru ve sorgulamaya açılan kovuşturmalar gereksizdir. Ayrıca canı yanan, canan da tanımaz. Uzun ömürlü ortaklıklarda ise eleştiri de olur tepki de…

 

Her defasında yapılanlar gibi, öyle provokatif yaklaşımlarla önlenemez bir saflaşmadır bu yaşanan. Ayrıca doğrudur da. Haklıdır da. Yılların tepkisiz ortaklığı ve bu ortaklığa mecburiyet, küçük ama ciddi bir sallantıda yerle bir olur. Bunu kabullenmek gerekir. Çünkü yaşanan travma, enerjiyi hapseder. Özgürleşen enerji, kitlesel tepkiye dönüşmese de bilgi isteme talepleri artar.

 

Hele ki, son bir yıldır artan koviti virüsü riskine bağlanan ve kalıcı hale getirilen tüm salmaların akıbeti merak edilir. Doğaldır da. Mevcut şüpheler, başka salmalar ve tabansız saldırmalar ile aklanamaz boşa geçen yıllar. Yani böylesi felaketler dönemi her zaman, geçmişten geleceğe hesap dönemidir. Hesap hülasası ortaya koyulur, yaygara biter.

 

Koyulmadıkça, çeşit türlü yaptırımlarla, faşizan dayatmalarla, toplumdan eylemsel esneklik beklenemez. Bu genel irade karşıtlığı olarak da gösterilemez. Görülemez. Ortada kronik bir durum ve klinik bir vaka varsa eğer, hesabını da gerektirir. Hesap verilmesini de güncelleştirir. Bir genel anlayış ve haklılık doğmuşken, eleştiri ve tepkilere müdahale sistematiği uygulamak, daha çok fay hatları kırar. Bu linç kültürü ile yeni bir his ve bilinç oluşacağını beklemek ise hayalcilik olur.

 

Olur, çünkü dönem o dönem değildir. Felaket dönemidir. Ortam dengesiz ve uyumsuzdur. Yaşam zaafa uğramış, ekonomi batmış, hayatlar kaybedilmiştir. Hakikatlerin üstünü örtme çabası işte bu anlarda tutmaz. İtaatkâr referanslar ve reveranslar ile eleştirilerin ve tepkilerin önü de alınamaz. Eğer alınmak isteniyorsa, vicdanı ölçülerde beklenen cevapların verilmesi şarttır. Verilmediği takdirde olumsuzluklar diyarı şu bahtsız memlekette, maddi manevi kesintisiz krizler sürer gider. Eleştirmeler ve tepkiler artar, yoğun sorgulama başlar.

 

Böylesi afet dönemleri, insani duyarlığın tavan yaptığı dönemlerdir. Bu duygu kırılmasını siyasal bir eğilime bağlamak ve denklemek sadece politik bunalımı artırır. Ve her şey mauna endekslenir…

 

Eleştiri ve tepkiler, tutkuyla tapınma pozuna bürünmüşlere belki dokunabilir. Ancak asıl dokunaklı olan, önlem alınsın diye toplananların bir fanteziye kurban gidip gitmediğinin araştırılmasıdır. Bu kaynağın kullanım sorumlusu da merkezi otoritedir.

 

Şimdi salt makyaja dönük yaptırımlarla geciktirilen sürecin, bilimdışı temsilin ve sabit işlevselliğin tartışmaya açılmasını, merkezi otoriteye sorumsuzluk olarak göstermek de yanlış olur. Boğaziçi’nde yaşanan resmen etki tepki olayıdır.

 

Eğer geciken hesap döneminde, iktidar susturucu mantık istikameti koyarsa, eleştiriler ve tepkiler kaçınılmaz biçimde politik bir güce dönüşür. Ve kendi politik yöntemlerini de arar bulur.

 

Çünkü pandemi bahane edilerek ilahi adaletten asla kaçılamaz…

 

SOCİALİZM-YÜZYIL SAVAŞLARI...

 

Yüz yıl önce, yüz yıl sonra. Savaş ayni savaş…

 

Tam yüz yıl öncesinde özgür devletler kurulmasına yönelik ilk adımdı sosyalizm. Tüm dünyada sosyalizm yükselecekti...

 

"...hoch der Weltsosialismus..."

 

Emperyalizm müşterek darbe prensibiyle yıkılmalı, sosyalizm dünyaya yayılmalıydı. Bütün devrimci girişimler desteklenmeliydi. Bir ara kurtuluşa tohumlanan topraklarda karakalpaklar bile kızıla dönmüştü. İşte o dönüşüm İstiklal Harbi'nin kazanılmasına derkenardı. Kısa bir ara yerli yersiz dillerde, çöl kurağı zihinlerde dolaşan moskof gâvuru argümanı ertelendi. Kısa bir süre komünist parti kurulmasına dönük izinler bile çıktı.

 

Bolşevik İhtilali sonrası Sovyet hariciyesi ile muvaffakiyete ilişkin anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar neticesinde milletin ve memleketin bağımsızlığı için maddi manevi destek gerçekleşti.

 

İşler bir yere kadar umulduğu ve istendiği gibi seyretti. Koca dünyaya proletarya diktatörlüğü...

 

"...prolatarier aller Lander,vereighnight uch..."

 

Tam yüz yıl önce özgür bir memleket kurulmasına, devlet olunmasına dair sosyalizm desteği hiç yadsınmadı. Nasıl ki Çanakkale'de direnilerek, Sovyet sisteminin kurulmasına olanak sağlandıysa, karşılığı komünist yardımlarla yedi düveli hezimete uğratarak ve küllerinden yeni bir devlet kurarak alındı. Dönem itibariyle sıkı ilişkiler hiç yadırganmadı. Sonradan değişti her şey...

 

Her şey sonradan gerildi. Haksız yargılama heveslileri tarihten bir haber, yana yakıla dertlendiler. Sosyalizme düşman kesildiler...

 

"Üçüncü Enternasyonalin Anadolu Hareketi'ne yardım etmesi kararına, Bakü kurultayı yeni bir şeyler eklemedi. Ama şark milletlerinin mümessilleri huzurunda Anadolu işçi ve köylülerini müstakil teşkilat ile düzenli toplanmalarını tavsiye etmişti..."

 

Yani " Hariçte ve üçüncü enternasyonale bağlı kurulan yirmi otuz üyeden oluşan Mustafa Suphi reisliğinde komünist parti etrafında birleşmeleri istenmişti. Bu amaçla Mustafa Suphi Anadolu'ya geçmişti..." Geçişi var, gidişibelli, sonu meçhul...

 

"...Bütün dünya proleterleri birleşin..."

 

Tam yüz yıl önceydi; " Komünizm cereyanının memleketimizde revaç derecesi hakkında, Rus mahfilleri ile yaptığımız temaslardan ve bu esas dâhilinde hazırladığımız rapordan bahseden mektubunuzu aldık. Memleketimizin bugünkü vaziyeti ve mevcut şartlar bu teşebbüslerinizi uygun gördürmeyecek bir manzara arz etmektedir…”

 

Elbette uzun uğraşlar neticesinde özgür devletler kurulmasına dönük Sovyet Sosyalist desteğinden yararlanıldı. Koordineli ilişkiler kuruldu. Uzun soluklu olmasa da dünyanın yarısından fazlası sosyalist oldu. yüzyıl savaşları…

 

“Yaşasın Dünya sosyalizmi…”

 

Öyle ki; “Millet ve memleketin bağımsızlığı prensibini maddi ve manevi şekilde kendine görev sayması ve geçen sene zarfında Rusların eğilimlerini ve her türlü yardımlarını temin için müsamaha gösterilen komünizmi temsil eden her türlü teşkilat ortadan kalkmıştır. TKF fesholunmuş ve memlekette komünizmi destekleyen, temsil eden resmi özel hiçbir teşkilat kalmamıştır…”

 

Tam yüz yıl önce özgürleşen bir devlet, sosyalizme borçludur, devletliğini, geleceğini...

 

“Sovyet Rusya davamızın muvaffakiyeti için bize yardım eden bir hükümet olmaktan başka Ruslar, Doğu manzumesin de bizim devamlı dostlarımız olarak görmeyi temenni ederiz…”

 

Yani bir dönemin Sovyet Rusyasını, Sosyalist Rusya'yı, dost saymak…

 

Tam 100 yıl sonra dünyayı bir virüs tehlikesi vurdu. Ekonomiler sarsıldı, battı. Salgın yayıldı. Sınırlar kapandı. Tüm dünya yine Sosyalist ilkelere sarıldı, srılacak gibi. Hayret karantinası…

 

 

 

 

LÜT-BUGÜNÜ YAŞAMA ZORLUĞU…

 

Bugün ülkemizde büyük insanlık dramları yaşanıyor...

 

Yaptığım Mali müşavirlik mesleği gereği çok sayıda şirket, tüccar ve esnafın çok zor durumda olduğunu ve günden güne iflasa sürüklendiğini gözlemliyorum. Tabi ki bunların zora düşmesi sonucu, yanlarında çalışan binlerce emekçi de işsiz kalıp felâkete sürüklenmektedirler. Büyük felakete doğru sürükleniyoruz.

Bugün yaşanan, çalın, soyun her pisliği yapın sonra tövbe ettim deyip kurtulun durumu. Açıkça bu durum yaşanıyor…

Bunu beyinsiz toplum yer. Fakat gelişmiş toplumlar yanlışlar ve hataların cezasını hukuk yolu ile verir. Dinsel cezalarla değil. Dinlerin yoğun olarak dillendirildiği coğrafyaların hali ortada. Hırsızdan, tecavüzden, kadın cinayetinden geçilmiyor…

 

Diğer yandan kutuplaşma ve kutuplaştırma.  "Kutuplaştırılan insanlar birbirlerine karşı nefretle bakarlar" diyor bir filozof. Ülkemizde bu nefret dili söylemleri bilinçli bir politika olarak 19 yıldır kullanıldığından insanların içine işlemiştir. Bir Cumhurbaşkanı işine gelmeyen kim varsa, "ya terörist ya Fetö'cü" olmakla suçluyor. Yetmiyor, "evde zorla tuttuğum %50'yi sokağa dökerim" diye tehdit ediyor. Halkı azarlıyor ve açız diyenlere otobüsten keyif çayı fırlatıyor.

Bugün olduğu gibi uzun yıllardır keyfi rektör atamaları yapıyor. ODTÜ, Boğaziçi düşmanlığını hiçbir zaman gizlemiyor.

 

Türkiye'nin gerek makale sayısı gerek araştırmacı kimliği gerek öğrenci kalitesi olarak dünya genelinde bilinen üniversitelerindeki gençliği hazmedemiyor nedense. Boğaziçi Üniversitesinde rektörlük yapmayı hak eden onlarca profesör varken, özel üniversitelerden aldığı doçentlik, profesörlük unvanı olan birini Rektör olarak atıyor.

 

Kendi partisi içinde yer vermeyi uygun görmediği birine, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü gibi bir makamı uygun görüyor. Bu mu Adalet?

 

Bugün insanların eski yaşam standartları kötüleştiğinden ailece sosyal ve psikolojik sıkıntılar yaşanıyor…

Maddi manevi acılar yaşanmakta ve aileler dağılmaktadırlar. Peki Anayasada yazan sosyal devlet bu insanların mı yanında, yoksa beş on rantçı müteahhidin mi yanında. Bırakınız yapsınlar anlayışı ile uygulamaya konulan liberal politikalar, halkı vahşi kapitalizm karşısında savunmasız bıraktı.

Sonuç mu; hane halkı gelirinde azalmayla gelen yoksulluk, kronik enflasyon ve tüm bunlara karşı refleks geliştirmesi gereken ama tüm savunma gücü talan edilmiş, finans-kapitale esir edilmiş bir devlet yönetimi.

 

Bugün, bugünleri yaşama zorluğu yaşanıyor…

 

Umut ise sadece halkın kendi demokratik mücadele gücünde. onun için yürekten kutluyorum umuda yolculuk yapan öğrencileri…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

muh-EVRİM, DEVRİM, ANARŞİST VE BOĞAZİÇİ…

 

İnsanın evrimi bu olsa gerek. Bu kadar şifre, rakam, numara ve kodu ezberimizde tutuyoruz. HES, internet, cep telefonu, maaş kartları, kredi kartları, E-Devlet şifreleri, kimlik no vb. yığınla. Herhalde eski çağlarda yaşasak bu kadar kodu, şifreyi, numarayı ezbere bilsek mitolojik Tanrı olurduk…

 

Belki tanrı olmazdık ama evrim gereği mutlaka devrimci olurduk. Devrim, devrimin ta kendisi olurduk.

Ancak bugün vatanseverlerin anarşist sayıldığı bu ülkede doğduğumdan ve yaşadığımdan ben de ‘Deniz’ gibi, onlar kadar anarşistim diyebilirim. Övünerek.

 

Ayrıca öyle veya böyle hayıflanarak…

 

“Abla abi deme devri geçti, yaş erdi kemale.

 Bir dur diyemedik boşa geçen giden zamana…”

 

Hep boşa aktı zaman. Zaten bir halk zorunlu haller dışında başındaki yetersiz yöneticileri değiştiremiyorsa, o ülkede demokrasi yok demektir.  Narsislerin (kendini beğenen, herkesten üstün gören), narsisleri bu hale sokan çevresindeki dalkavuklar ordusunun anti demokratik egemenliği var demektir. Faşizmin kaynağı nepotizim (Hakedeni değil yakın akraba, yakınlarını yandaşlarını ve çevresini kollamak) yaygın demektir.

 

Doğrudan, doğruları söylediğini sanan yerine, devamlı yalan söyleyen iktidar olup egemenliğini sürdürüyorsa, yalan söyleyenin suçu yoktur. Çünkü muhalefetin muhalefete, muhalefet ettiği tek ülkedir Türkiye. Bunda hava muhalefetinin de suçu yoktur. suç hep başkalarında dış mihrak meselesi. Hazırdan havadan sudan siyaset ve güncel gündem yaratma. Boğaziçi’nde kopan fırtına ve akıl almaz durum tam da budur...

 

Halkın gerçek gündemi açlık, yoksulluk ve coronayken hem de. Aş, aşı ve şaşkın bekleyiş günlerinde. Ama birileri Boğaziçi ve atama rektör üzerinden resmen gündemi saptırıyorlar. Üniversiteler asla tek tip öğrenci yetiştirme yeri değildir. Üniversiteler zıt fikirlerin bileşkesidir. Bu görmezden gelinerek, Boğaziçi’li gençlerin zekâsı ve dinamizmiyle yarışmaya kalkışıyorlar. Yarışmayın. Boğaziçi kazanır. Kazanacak.

 

İktidar güçlerince evrim devrim anarşistlik çerçevesine hapsedilip, çevrim karşı devrim sürecinde hala rantçılık güdümleniyor. Bu iç güdü gereği sanki Rektörlük bahane. Çünkü Boğaziçi üniversitesinin arazisi şahane. Bebek de bebek gibi tam 1.672 dönüm. Yıllık memleket bütçesi ayarında hazine…

 

Boğaziçi’li öğrenciler belki de hiç farkına varmadan birilerinin çıkarına, çomak mı soktu acaba. Veya bilerek, olabilirliğini düşünerek mi. Kim bilir?

 

 

Belki de sırf bu yüzden atanmış rektör özelinde mevcut sistemin yanlışına direnen, bilmeden de olsa üniversitelerinin baş döndüren ganimete endekslenebilecek arazilerini savunan gençler suçsuz yere gözaltına alındılar. Anarşistlikle yaftalandılar. Alınıp serbest bırakıldılar. Suçlu olarak gözaltına alınsalardı daha mı iyiydi. Tabii ki suçsuzlar ve haklılar.

 

Ancak bugün vatanseverlerin, suçsuzların ve haklıların anarşist sayıldığı sıkı bir süreçten geçiliyor. Tıpkı Boğaziçi’li öğrenciler gibi. Ben de övünerek o gençler gibiyim, anarşistim diyebilirim.

 

Çünkü cılız sanılan ışığın gölgesi asla dört duvar arasına sıkışmayacak. Umut ve mutlu gelecek arzusu Boğaziçi’nden memlekete dağılacak.

 

İnsanlığın evrimi bu olsa gerek, toplumlar geleceğin kahramanlarını yaratamazlarsa, gerilerler, en iyimseri yerinde sayarlar..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DEVRİMCİ TERÖRİST...

Ulusal Kurtuluş savaşları vardır, başlayıp bitmeyen. Çağlar boyu süren. Devam eden. En üst düzeyde kabul edilen ve can kan pahasına hak edilen. Bizzat ateş yutanların kutlu isyanı...

Arsız işgallere ve kapitalist sömürüye direniş. Emperyalizme can siperane karşı duruş. Sonra gençliğe emanet bir ülke. Tam bağımsız. Yeni bir toplum düzeni.

Mandaya boyunduruk. Yedi düvele unutulmaz ders. Vatan ve yurttaşlık armağanı. Ve sonra milli yerli algısı ile gerisin geriye bir kurgu. Devlete kurmaca işleyiş. Lafta hür dünya temsilciliği. Bölge liderliği. Emperyalist organizasyonlara parça başı iş üretimi. Bağımlı devlet politikası. Muhalefete ise abartılı isyan.

Memleket sevdası, vatanseverlik ve mücadele. Sömürüye sömürmeye öfke. Derin dalga. Devrim dalgası, deniz dalgası, eşittir devrimci terörizm. Bu memleketin hep örnek alınan, alınacak olan devrimcilerine asılan yafta ise devrimci terörist.

Emir büyük yerden; "Bu memleketin polisi vardır. Jandarması vardır. Ordusu vardır. Harbiyesi vardır. Demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla. Nesi varsa onunla. Kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir. Asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Gelen polis, henüz inkılap ve cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek. Fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecek. Onu hapse atacaktır..."

Bozulan düzeni reddediş mantığı eşittir, devrimciliktir. Devrimcilere yakıştırma terörist...

Geniş coğrafyalarda memleketler yanıyor. Devletler yıkılıyor tek tek. Ateş altında yeryüzü. Elbette böyle gitmez. Devrim kahramanı olmak aynı zamanda devrimci terörist olmakla eşdeğer. Ne yazık ki böyle. Ona rağmen kutlu direnç...

Oysa devrimcilerin kitabında, terörizm yoktur. Edebiyat, sanat, felsefe ve bilim vardır. Ulusal Devrim mücadelesi vardır. Başlanıp da yarım kalanı bitirmek vardır. Çağlar Boyu tamamlanmayı bekleyeni tamamlayan, tarihin ayrıcalıklı davrandığı insanlar vardır. Devrimciler, devrimci terörist sayılanlar vardır. İyi ki vardır.

Ulusal veya uluslararası iyiler var olduğu gibi bir de kötüler vardır. Çirkin dünyaya birkaç dolar için hizmetçiler. Saygısız gamsızlar. Tüm bu saygısızların topu populist. Yaptıkları popülist saldırı. Polemik. İstibdat. Karşı devrimcilik. Kısır düşünce, düşüncesizlik ve yıkıcı hareket. Yıkıcı faaliyet…

Ulusal Kurtuluş savaşları sonrası ulusal devrimler vardır. Devrimci kurumlar kurularak, halkla buluşturulan. Hayranlık uyandırıcı. Kitlelerin yararına toplumu da değiştiren. Kendine özgü. Evrensel bir proje. Devrimi simgeleyen. Devrimci yolun, devrim yolcularının inandığı. Uğruna savaştığı.

Dünya varlar yoklar dünyası. Varlık yokluk kavgası. Devrim ütopyası. Gerçek kaderini yaşama mücadelesi.

Özellikle son faşist darbe sonrası tam kırk yıldan beri tüm yurtseverlere terörist, devrimci terörist denilerek, tüm devrimciler siyasetin dışına bırakıldı. Toplum dışı sayıldı. Devrim inancı emperyal ve feodal yapıların uzantıları ile yok edildi. İktidar erki dinbazlı kliklere bırakıldı. Karşı devrimcilerin önü açıldı. Gelenek çarpıtıldı, örnekler mantık ötesinde arandı.

Sonuç ortada. Sona yaklaşıldı. Deniz bitti. Yüz yıllık savaş sil baştan. Dejavu. Devrim zamanı, geldi çattı…

Değil mi ki, büyük ulusların kendi kaderlerini tayin ettikleri ulusal Kurtuluş Savaşları vardır. İşte savaş o savaş.

Devrimci teröristlerin de örnek aldığı…

 

 

 

 

SİSTEMKAR REJİMİ…

 

Güneş sisteminde, dünyanın tam merkezinde çelik siperlikli, bol odalı bir konut. Konuttan dışarı mehteri adımlama ibresi, on binleri, milyonları vuran kıvamda. Bir ahir zaman hayatı. Bedava sürdürümlü. Soruna çözüm düşüncesi, etiket üzerinden anında ahaliye faturalandırma. Dönem öyle bir kahırlı ki, döngü bir tek, tekleme şerefine. Resmedilen kutsallık ise yamalı bohça. Sistem, Sistemkâr rejimi…

 

Kutsal mezar taşı yazısı; “Eşine az rastlanır, siyasi itibar kaybının mimarı. İnsanüstü çaba harcayan, tavanarası yargıcı. Gölgesi örnek alınan, cüssesi bedavadan. Güneş sistemini işgal. Yargısız yaygaracı...” halihazırda durum bu.

 

Mezar mihrabında mavi mermerden yontu, yoksulluğu var eden sosyal plaka. Aileden zengin olmayan, sonradan görmelik forsu. Sosyal plancılık. Siyasal palavra. Kapıdan dönme. Grekoromen medeniyeti…

 

Sistemin merkezinde, feodal kaynaklı hayat süren, asil olma hayali. Asil hayatın silinmesine direnen, bir ahir zaman zat-ı muhteremliği. Muhterem mıhlaması. Ortaçağ masalları ile belenmiş fanilik. Dini yasalar ve kutsal kurallar sakini ve sakineliği...

 

Sakinlik, minyatür el yazmalarına geçen hava. Hakkındakiler ile yerle bir olma rahatlığı. Rahatsızlık olan millete hesabı. Bir sorun yumağı daha. Yer sarsıntısı. Sistemkâr rejim uyanıklığı. Gravür baskılarla desteklenen silik portre. Her şey gâvur icadı. İcabında antik roma modeli. Klişe kilisecilik. Uzun vadeli kökten değişiklik. Ve Şam mozaiğinden modeller. Kurullar kullanımda. Özellikli paylaşımlar moda. Sistemkâr rejim paydaşlığı.

 

Pay ve paydaşlık; “Mal sahibi, hak sahipliği. Hakka rağmen. Yangın geniş bir platoya dağılınca, bozuk plak planlama. Proje tutmayınca, neyi varsa satıp kurtulunamaz çapta buhran. Tuhaf isteklere boyun eğiş. Boyun incinmesi. Gerdanda inciler. Şehitlik ve şehirlik müdafaası. Kurban. Ağır suç. İlahi yasayı hiçe sayma. Genel kabul gören bir hikâye tek. Otorite kurgusu…”

 

Durum tersine işlediğinde yasal sınır, kırsal sınıf mülkiyetine giriş. Mülkiyet dersinde siyaset. Maliyet derdinde miras aktarımına araç. Hukuktan kaçış. Politikacı ittifak fakirliği. İhtimamlı denetim zayıflığı. Her makam başka servet. Anglosakson mensubiyeti. Klakson rejimi…

 

Sistemkâr rejimi, rejimi tutanların mahcubiyeti; “Maskara olmaya ramak kala, eski köye yeni adet. Sistemkâr rejimi. Bir yanda sitemkârlar. Diğer yanda sistemkâr rejimi övücüler. Üç kuruşa kalemkârlar. Salt kar üzerine kurulu, lehindelik lebi. Lebi derya. Leh çıkmazı. İsrail eli. Filistin yazgısı. Fitil. Fırsatçılık…”

 

Henüz inançlı ahali mevcutken, bakıp görüp durup, dünyanın tam merkezi olunduğu inancından kopmamışken artık durmak lazım. Es vermek. Ahaliye faturalarda ıskonto. Haliyle yanlışta devam edilirse bu sistemkâr rejim sonunda batar. Karlılık batırır. Helal faizin izi kalır. Ve sitemkârların gözü ne ilahi kural görür ne de kutsal yasa…

 

Güneş sisteminin mikronik bir noktasında, dünya zerresinde zihinlere zerk edilen, ahir zaman hayatı. Zeka, mantık ve reklam tuzağında. Bayat ekmek köftesi bıkkınlığı. Gelenek görenek zorunluluğu zorda. Zorluk görenlere rakip sistemkâr rejimi. Doğru model edebiyatı. Oysa Deniz bitti.

 

Mezar başında yaygın itirazlar. Kula kulluk eylemeyenlerden üç Kulhü, bir Elham. Laik tören şerefine. Tekelci şerefine, sistemkâr rejimin çökmesi niyetine...

 

Bu ahval ve şerait çerçevesinde sitemkârlar, sistemkârları, kalemkârları ve sistemkâr rejimi vakti zamanı gelince gömer…

 

 

MANTIK HATASI

 

Dünya, mantık dışı olsa da verilen emirleri sorgulamaksızın yerine getirenlerin dünyası olmuş. resmen mantık hatası bu yolda ısrar ediliyor. Beyinlere hükmeden en acil içgüdülerle savaşarak. Ufukta kayıp göründüğünde ise acilen sıvışmak. Bu atmosferde hiçbir mantıklı sebep yokken, asla masum olmayan hatalar da yapılabilir. Yapılageldiği gibi…

 

Geniş kapsamlı bir tarihsel çöküş, birkaç tuşun karakteristik özelliklerine bağlı. Her şey çok uluslu kartellerin, tröstlerin insafına bırakılmış. İnsanlıktan çıkmanın ve öz değerleri çürütmesinin neticesi, hayatta kalma zorluğu. Kime güveneceğini bilmemek ve yalnızlaşma.

 

Yalnızlaşma nabızları yükseltince, dünya işleri de karışır. Mantık da…      

 

Yanlış ata binmek ve oynamak da mantık zorlayan diğer bir etken. O zaman cezalandırılma ve telafi etme güdüsü, ezber bozan şekilde beyne hükmeder. Ve kalıcı zararlar oluşur. Yanlış da ısrarcılık, mevcut doğruları ortadan kaldırmaz. Despotik dönem sıkıntıları bastığında ise mantık hiç işlemez. Sinirler yıpranır. Kısır tartışmaların odağında akıl, tek bir şeye sabitlenir. Yığınla hataya…

 

Çivisi çıkmış dünyada, otantik değerler merkezi otoriteyi de belirler. Asla evrensellikle örtüşmeyen mantık dışı takipçilik prim yapar. Ve hiç de masum olmayan mantıksal hatalar belirir. O vakit hataya sebep aramak hiç gereksizdir. Aradıktan sonra mantığı zorlayan nice sebep bulunur. Tespitler geniş kapsamlı tahlilleri de gerektirmez. İçgüdüsel yaklaşım yeterlidir gerçeği bulmaya.

 

Çöküş, küstahlaşmaya dönüşen tavrın, tehdidin tanrısallaştırılması ile belirginleşir. Yani böyle bir durum baş gösterdiyse, çözülme başlamış demektir. Çok sebepli güven bunalımıdır mantığı zorlayan. Sonrası peş peşe gelir. Emirleri yerine getirenler bile zorlanır. Beberuhiler bocalar.

 

Mantığa hükmeden, ruhani akımlar ise yeni kurtarıcılarını arar…

 

Kurtarıcı faslı da tutmayınca sıvışmak ve savaşmak üzerine kurulanan popülarite dip yapar. Rehberlik biter. Hiçbir şekilde yeniden tapılası karaktere dönülemez. Deprem vurur. Bina çöker. Çığ düşer. Çok sebep var deyip talimatlar sıralanır. Ama öyle çokuluslu tutkudur ki piyasaya egemen olan, eleştiriler kaaleye alınmaz. Kale düşer.

Zaten kale içerden fethedilmiştir. Ve kartellerin, tröstlerin insafına kalmıştır her şey. Mantıkdışı ilerleyiş başlamıştır. İşte bu gerileyişi hiçbir zaman mantık bocalaması savaş girişimleri de kurtaramaz. Çünkü bir yerde, çok büyük bir mantık hatası yapılmıştır.

 

Öyle ki karşılaşılacak kalıcı yenilgi telafi edilemez safhadadır. Yalnız yalnızlaşmayı beyne yükler. Mantık durur…

 

Ve geç de olsa, mantık tekraren zar zor işlemeye başlar. Reklamlara geçilir…

 

ZEKA İLE ALAY

 

Dönem dünyasında dünyayı yönetenler de eksik zekâ ve erdem çıkmazı furyası. Azı çoğu, varı yoğu, işin gerçeği efendilere hizmet. Sonrası ise kısa yalpa, uzun yalnızlık. Yaşamın tekdüzeliği ve sağlıksızlık. Fazla üzülmeye gelmez. Boğaza takılsa da yıldızlara yazılı bir görevdir, bunca sıradanlaşma. Boğaziçinde bayağılaşma. Yaşama sızan ise ağır mahkûmiyettir…

 

Zekâ, düşünme ve akıl yürütmeyi bilme kabiliyetidir. Zekilik ise nesnel gerçekleri görme, algılama ve yargılama hâkimiyeti. Kabiliyet ve hâkimiyetten uzaklaşılmış bir dünya. Ve dünya liderliği…

 

Zeki insanlar dirayetli tavır gösterebilirler ve yaşamdan sonuç çıkarabilirler. Yani objektif bakarak çok görülen ama anlaşılamayan noktalar ancak zekâ ile çözebilir. Zihnini tümüyle amacına uygun kullananlar, toplumsal belleği oluşturanlardır. Sosyal hafıza da onlardır. Yanılmazlar…

 

Dünyayı yönetemedikleri gibi yönettirenler de onlardır. Çünkü zihin gücüyle, yönetim gücü tersine işleyen bir mekanizmadır. Fazla vasat veya zekâlılar yönetenlerin işine gelmez. O nedenle siyaset, zekâ derecesi ile oynayan algısal metotlara sarılır. İdrak düzeyi düşürüldükçe de idari işler kolaylaşır.

 

Çünkü yeterli zekâ sahipleri, her yapılandan malumat ve haber beklentisi içinde olurlar. Zekâ yaşı ile alay edercesine, zekâ yaraştıran efendilere hizmet etmezler. Ama bu dünyada efendilere hizmet istenir, efendilere itaat beklenir…

 

O yüzden zekâ oyunları ile zihinler meşgul edilerek, eksik zekâ ve erdem çıkmazındakilere zemin hazırlanır. Beyin patlatılsa bulunamaz zihni sinir yöntemler icraya koyulur. Yaşamın tekdüzeliği ve zorluğu şaşkınlık veren biçimde, hünerli şekilde yorumlanır. Sonrası yalnızlık.

 

Zekâ katsayısını katlayan cinliklerle, akıl yaşı fakirlere zenginlik vaad edilir. Tutar da. Önemli olan çoğunluk zihin, neyi istiyor ve zekâ hangi düzeyde, çıtayı belirlemektir. Sonrası mental fırtına. Reklamlar…

 

Ve zekâ ile alay. Zeka ile alay geçilmez…

 

Alayının zekâsını doğrudan bilme ile alakalı bir yönetsel dalga balonu. Alay edilme derecesine vardırılan zekâ ve erdem kaybı. Zeki hastalığı. Zekâ ayarı olmayanların, kendilerini farklı gösterme taktiği. Sonrası yanılma. Alaycılık yanılmanın psikolojik yayılması.  Özün de yorulması. Hamurun yoğurulması.

 

Yönetmek zekâ gerektiren bir durum denir ama dünyayı yönetenlere bakıldığında görülen, zekâ ve erdem çıkmazında savrulmalar. Ve savrulanlar.

 

Savrulanların savunulmaları ise reklamlar…

Hiç yorum yok: