PİKORUA
Göçmen yaşamını, göçmenliği, mülteciliği ince hatlarıyla gözler önüne seriyor, " sekiz çizilip, bir tur attıktan sonra kolyenin başladığı yere dönülür..." bükülmesine dayandırıyor "Pikorua". Pikorua su gibi akıp giden bir anıroman...
Yeryüzünde ve denizüzerinde, zamanla zamanın içinde değişen ve gelişen döngüde, dünü bu güne, günceli geleceğe bağlayan duygularla daima görmeye, öğrenmeye, büyümeye ve sevmeye yönelik bir yolculuk romanı Pikorua. Gidişi de dönüşü de oldukça zor, renkler ülkesinde ve adacık ülkelerde kalmanın, kalıcı olmanın zorluklarına yakılan içtenlikli bir ağıt. Deneme yanılma ikilemiyle yol yordam arayışı. Göçten ilticaya, vizeden oturma iznine, yasal kaçak işçilik ve ağır çalışma koşullarına sıcak dokunuş. Yitik hayat hikayelerinden bir çeşni...
Roman, çeşitli kültürlere atıflarla zenginleşen, özellikle Aborjin ve Maori hikayeleriyle güçlendirilen rüya gibi bir akışa sahip. İki doğu iki batı arasına sıkışan dünyayı sahiplenmenin gereği, unutulmaya yüz tutmuş kültürlerin Anadolu ve Mezopotamya kültürleriyle buluşmasına tanıklık. Ve iç karartan karabasanlara da gizemli yön tayini. Ve insani değerlerin denkliğini irdeleyen bir içerik. Bir evrenselleşme mücadelesi.
Ayrıca kıta yerlisi atasözleri ile ifadesini bulan, "Her zaman değerini yüksek tut. Eğer bir gün başını eğmek zorunda kalırsan, bu ancak yüce bir dağın önünde olmalı" benzeri tamlamalarla ve ezgisel tanımlamalarla göçmenlerin başını dik tutma tavrını öğütleyen bir yol gösterici. Gönül sıcağıyla yolculuğu ve göçerliği benimsemekte zorlanan öteki hayatların, yaşam felsefesi oluşturma yönündeki çabalarını kutsayan bir yapıt...
Kutlu bir kolye Pikorua. Diğer bir kolye de; ortada bir ağaç, yana uzanan iki dalında aynı türden iki kuş. Kuş misali varoluş simgesine uzanmayı hedefleyen bir roman Pikorua...
Kuşatılmış bir dünyada, baş döndüren hızla ilerleyen sınırsızlığa karşın, romanın tüm göçmen kahramanlarını kuşatan ise kapı dışarı edilme korkusu. Sınır dışı edilme endişesi. Sonsuzluğun sırrına karşın kötü son tedirginliği. Ve bu ruhsal ve bedensel cenderede ucundan ucundan her birine bulaşan kültürel yozlaşma. Ve de her yoz, yapboz yüzleşmede derinden hissedilen memleket özlemi...
Sömürgeci çerçevede üçyüz yılda kurulan, dışa bağımlı bir sistemin kazanımlarıyla efendileşen beyazların, toprağın efendisi yerlilere reva gördüğünü, her ciddi adımda canlarında hisseden göçmenlerin ayakta kalma mücadelesi. Sembolü Pikorua...
Pik demiri eritecek kıvamda kızgın, emek yoğun çabayla eninde sonunda yerleşik hayata geçiş. Ve geçiş sancıları, ev, iş üçgenine hapsolmalar. Tatlı zehir tutkularla avunmalar. Av avcı şaşkınlığıyla aldatmalar, aldatılmalar, türlü oyunlar, kazık atmalar, kültürel farklar içinde bocalamalar, hayal kırıklıkları, köşe kapmacalar, pik yapan köşe dönme hayalleri. Dip yapan çarpıcı dostluklar ve anlaşılmaz derecede çirkinlikler. Hepsi hayatın içinde olan ve salt güçlenme kavgası. Kavga aşırı can sıkınca da intikam. Hınç alma hırsı. Ve kaçış...
Her şey kader bağlamında ama bambaşka açılımları güdüleyen bir kader, "Sen yıllarca hayallerin peşinde koşarken, hayatın farkettirmeden senden aldıklarıdır kader..." İşte kader deyip veya kaderi sorgulayıp, acı tatlı deneyimlerle hayatı öğrenmeye ve öğretmeye dönük ipuçlarına tutunmak üzerine, yaşanmışlıkları belirgin doğru bir kurgu roman, Pikorua. Bir bağımsız film kadrajına girecek ayrıntılarla bezeli renkli kimliklerin, hayat yarışını süzgeçten geçiren ve bitmeyen birinci cilt.
Sanki okyanusun tam ortasındaki kıta ülkede ve ada ülkelerinde, karaya vuranların macerası devam edecek. Daha çok ciltler kaldıracak bir derinlikle, "Yeryüzü sürgünlüğü göçmenlik" sürecek gibi. Hem de anımsanan anlar ve anılar "İki denizin kesiştiği üstünden beyaz köpüklerin olduğu suyun altından geçerek" süzülerek.
Sanki memlekete özlemle, uzak doğudan uzak batıya devam edecek Pikorua...
Birinci cildinin okunması dileğiyle. İkinci cildinin yazılması istemiyle...
Pikorua-Halil Horlu-Su Yayınları...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder