TANRININ ELİ
Tanrı tasarımları milyonlarca yıldır insanlığın kafa yorduğu dünya gerçekliğidir. Tanrısal gerçeklik deneyimlemeler sonucunda mantıksal yolları kullanarak, bilimi zorlayarak tanrıların birliğine veya tek tanrıya indirgenmiştir. Ve teolojisini bu yönde netleştirmiştir. Ancak son yıllarda manasız işler ve eşleştirmelerle koca sistemin, evrenin bağımsız yaratıcısı da bağımlı kılınıyor…
Bakıldığında teoloji insan bilgisinin sınırlarını zorlayan ve kalıplaştıran bir yörüngedir. Ve varsayılan Tanrıya odaklanır. Tanrı hakkındaki tüm spekülasyonlar ise insan aklında negatif veya yıkıcı, pozitif veya yapıcı bir rol oynar. İnsanlığı var eder. Hissettirmeden hayatı belirler dünyayı biçimlendirir. Yörüngeden çıkmak, diğer dünyaların varlığını hiçe sayarak doğrudan nefes almak bencillik olur. Bu boş verdimcilik insanlık tarihinde bir yerlerde kalmıştır. Bu kör tapıcılık maddi manevi belli yere sahip kutsallara da ayıp etmek olur. Kronolojik gelişmeleri de yok saymak. Yıllardır yaşanan hepten bencilliktir. Oysaki çok tanrıcılıktan Tek tanrıya evrilen evrelerde mitolojik katkılarla doğan dinler ve Tanrı bilinci bencilliği yasaklamıştır. Doğru zor bulunmuştur.
Doğruya ulaşmak adına ağır bedeller ödenmiştir. Şimdilerde ise Tanrı ve dinler mezhepsel anlayışlarla devamlı çarpıtılarak, arkeolojik bulgular çerçevesine indirgeniyor. Sıradan akılla Teolojik çalkantılar ve bunalımlar yaratılıyor. Dünya âlemi ve tanrısal âlem çatışmaları ve eksik buluşmalar ile yapay gerçeklikler tanzim ediliyor. İnsanlar hep o kaygan kulvarda yarıştırılarak katı kıskaca alınıyor. Bazı şeyler tamamen gizlenerek yol almak resmen dinden sayılıyor. Dinden çıkaran dincileşmek pervasızca mubah sayılıyor. Böylece cahillik iyice gelişiyor ve geliştiriliyor. Sonuç ortada.
Yolu şaşırmak işte böyle dizayn edilen bir dünyanın ve dinsel mezhepsel çalkantılarla baş edemeyen bir iç dünyanın ürünüdür. Ayan beyan cehaletin dışa vurumudur…
Tanrının ve mevcut dinlerin yanlış yorumlanmasıyla insanı cendereye sokan bu kusurlu inanış ve dar anlayış tek bir yolla bozulur ve çürütülür. Hâkim anlayış şudur; ne kadar kötülük, olumsuzluk, ayıp, günah, kusur ve saire varsa Tanrıya ve dinlere yüklemek. Negatif oluşumların tümden onlara mal edilmesi. İşte ciddi biçimde eleştirisi yapılması gereken konu budur. Bir kere en başta bu tavırdan vazgeçilmesi gerekir. Sonra bu inanca tapınmanın doğru olmadığının, bu yüklemelerin dinlerde bulunmadığının cesaretle ortaya koyulması gerekir. Çünkü yalan yanlış izlenen bu yolla ne yazık ki dinlere zarar veriliyor. Günahı günahsız toplumlar çekiyor. Gün olur Tanrı ile yüzleşilebileceği hiç düşünülmüyor.
Son yıllarda en geri ve en gelişmiş çağların imgesi ve simgesi olması gereken Tanrı birikimi ve dinler kemikleşmiş kronik sorunların ve kirli savaşların nedeni yapılıyor. Oysa akılla dini buluşturmadan çağın ruhunu yakalamak, barışı doğurmak güçtür. Kıyasıya kavga gittikçe derinleşiyor. Birbirine bağlanan bağnazlıkla simgeler tersine döner. Döndürülüyor.
Bu kısır döngüde Tanrının varlığı, yeterliliği ve yetkinliği ile oynamak teolojik manada özel durumları da tetikler. Yenileşme ve reform güçleşir. Yobazlaşma zihni tutsak alır ve metafizik çatışmaları yeryüzünde kalıcı kılar. Bu öyle bir konseptir ki her türden savaşın özünü oluşturur. Dünyanın her kuytusuna ulaşan, aklın melekelerinin her zerresine bulaşan huzursuzluk bu kanalla dolaştırılır. Maluma mahsus ortam hazırlanır. Kusursuzluğa yakın plan bozulmalar güncellenir. Muzip nedenlerle muzır savaşlar o yüzden gerçekleşir. Hatta gerekli sayılır. Yeni yeni dinsel motifli serüvenler onun için yaşanır.
Tanrı yasaları sayılan tüm değişmezler zaman içinde keyfi değişmelere uğradıkça, arsız gelişmelere boyun eğildikçe dinler evrenselliğini de yitirir. Bölgeselleşir. Lokal seviyede kalır. Evren kana bulanır. Dağılmışlık dünyaya yayılır. Zulüm zemin buldukça lafta din bağlamında evrensellik dayatır. Dayatmaya ek tek tip eğitilmişlerin evrenin kanallarını hurafelerle tıkamaları da artar. Varlığın reddi ise düşünsel serüvene hamilik yapar.
Oysa dine ve dinsel yolculuğa tanıklıktır tüm tasarımlar. Tanrının gözü ve eli değer her yolculuğa. Dili yolculara pusula olur. Yolu şaşırmışların tuttuğu yol, tutturduğu temelsiz tasarımlar özgür ve özgün manevi güçlerle reddedilmedikçe ve haklı göçlerle beslenmedikçe Tanrının eli giderek zayıflar. Dili zehirlenir.
Eski dünyanın tüm coğrafyalarında yaşanan budur…
Tanrı tasarımları milyonlarca yıldır insanlığın kafa yorduğu dünya gerçekliğidir. Tanrısal gerçeklik deneyimlemeler sonucunda mantıksal yolları kullanarak, bilimi zorlayarak tanrıların birliğine veya tek tanrıya indirgenmiştir. Ve teolojisini bu yönde netleştirmiştir. Ancak son yıllarda manasız işler ve eşleştirmelerle koca sistemin, evrenin bağımsız yaratıcısı da bağımlı kılınıyor…
Bakıldığında teoloji insan bilgisinin sınırlarını zorlayan ve kalıplaştıran bir yörüngedir. Ve varsayılan Tanrıya odaklanır. Tanrı hakkındaki tüm spekülasyonlar ise insan aklında negatif veya yıkıcı, pozitif veya yapıcı bir rol oynar. İnsanlığı var eder. Hissettirmeden hayatı belirler dünyayı biçimlendirir. Yörüngeden çıkmak, diğer dünyaların varlığını hiçe sayarak doğrudan nefes almak bencillik olur. Bu boş verdimcilik insanlık tarihinde bir yerlerde kalmıştır. Bu kör tapıcılık maddi manevi belli yere sahip kutsallara da ayıp etmek olur. Kronolojik gelişmeleri de yok saymak. Yıllardır yaşanan hepten bencilliktir. Oysaki çok tanrıcılıktan Tek tanrıya evrilen evrelerde mitolojik katkılarla doğan dinler ve Tanrı bilinci bencilliği yasaklamıştır. Doğru zor bulunmuştur.
Doğruya ulaşmak adına ağır bedeller ödenmiştir. Şimdilerde ise Tanrı ve dinler mezhepsel anlayışlarla devamlı çarpıtılarak, arkeolojik bulgular çerçevesine indirgeniyor. Sıradan akılla Teolojik çalkantılar ve bunalımlar yaratılıyor. Dünya âlemi ve tanrısal âlem çatışmaları ve eksik buluşmalar ile yapay gerçeklikler tanzim ediliyor. İnsanlar hep o kaygan kulvarda yarıştırılarak katı kıskaca alınıyor. Bazı şeyler tamamen gizlenerek yol almak resmen dinden sayılıyor. Dinden çıkaran dincileşmek pervasızca mubah sayılıyor. Böylece cahillik iyice gelişiyor ve geliştiriliyor. Sonuç ortada.
Yolu şaşırmak işte böyle dizayn edilen bir dünyanın ve dinsel mezhepsel çalkantılarla baş edemeyen bir iç dünyanın ürünüdür. Ayan beyan cehaletin dışa vurumudur…
Tanrının ve mevcut dinlerin yanlış yorumlanmasıyla insanı cendereye sokan bu kusurlu inanış ve dar anlayış tek bir yolla bozulur ve çürütülür. Hâkim anlayış şudur; ne kadar kötülük, olumsuzluk, ayıp, günah, kusur ve saire varsa Tanrıya ve dinlere yüklemek. Negatif oluşumların tümden onlara mal edilmesi. İşte ciddi biçimde eleştirisi yapılması gereken konu budur. Bir kere en başta bu tavırdan vazgeçilmesi gerekir. Sonra bu inanca tapınmanın doğru olmadığının, bu yüklemelerin dinlerde bulunmadığının cesaretle ortaya koyulması gerekir. Çünkü yalan yanlış izlenen bu yolla ne yazık ki dinlere zarar veriliyor. Günahı günahsız toplumlar çekiyor. Gün olur Tanrı ile yüzleşilebileceği hiç düşünülmüyor.
Son yıllarda en geri ve en gelişmiş çağların imgesi ve simgesi olması gereken Tanrı birikimi ve dinler kemikleşmiş kronik sorunların ve kirli savaşların nedeni yapılıyor. Oysa akılla dini buluşturmadan çağın ruhunu yakalamak, barışı doğurmak güçtür. Kıyasıya kavga gittikçe derinleşiyor. Birbirine bağlanan bağnazlıkla simgeler tersine döner. Döndürülüyor.
Bu kısır döngüde Tanrının varlığı, yeterliliği ve yetkinliği ile oynamak teolojik manada özel durumları da tetikler. Yenileşme ve reform güçleşir. Yobazlaşma zihni tutsak alır ve metafizik çatışmaları yeryüzünde kalıcı kılar. Bu öyle bir konseptir ki her türden savaşın özünü oluşturur. Dünyanın her kuytusuna ulaşan, aklın melekelerinin her zerresine bulaşan huzursuzluk bu kanalla dolaştırılır. Maluma mahsus ortam hazırlanır. Kusursuzluğa yakın plan bozulmalar güncellenir. Muzip nedenlerle muzır savaşlar o yüzden gerçekleşir. Hatta gerekli sayılır. Yeni yeni dinsel motifli serüvenler onun için yaşanır.
Tanrı yasaları sayılan tüm değişmezler zaman içinde keyfi değişmelere uğradıkça, arsız gelişmelere boyun eğildikçe dinler evrenselliğini de yitirir. Bölgeselleşir. Lokal seviyede kalır. Evren kana bulanır. Dağılmışlık dünyaya yayılır. Zulüm zemin buldukça lafta din bağlamında evrensellik dayatır. Dayatmaya ek tek tip eğitilmişlerin evrenin kanallarını hurafelerle tıkamaları da artar. Varlığın reddi ise düşünsel serüvene hamilik yapar.
Oysa dine ve dinsel yolculuğa tanıklıktır tüm tasarımlar. Tanrının gözü ve eli değer her yolculuğa. Dili yolculara pusula olur. Yolu şaşırmışların tuttuğu yol, tutturduğu temelsiz tasarımlar özgür ve özgün manevi güçlerle reddedilmedikçe ve haklı göçlerle beslenmedikçe Tanrının eli giderek zayıflar. Dili zehirlenir.
Eski dünyanın tüm coğrafyalarında yaşanan budur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder