26 Şubat 2018 Pazartesi

ÇATIŞMA SİYASETİ

ÇATIŞMA SİYASETİ
 
Memlekette her fırsatta çatışma siyaseti güncelleniyor. Çatışmadan doğru tercihler yapmak ve çalışmak, çok çalışmak bunlar siyasetin nüvesinde olan karakteristik özellikler. Ama yok sayılıyor. Önemsenmiyor. Belli süredir sürekli çatışmalar ile harmanlanıyor siyaset. Eskinin birbirini yiyenleri umulmadık anda birleşiyor ve tempo düşüyor. Bu nasıl siyaset dercesine aktif siyasete ilgi azalıyor. Yiten ilgi ve sempatiyi yeniden kazanmak için ise başka çatışmaların güncellenmesi gerekiyor. Hemen başka çatışmalar ve çatışanlar piyasaya sürülüyor. Son günlerin siyaset arenasına soktuğu çalım bu. Yani resmen kısır döngü…
 
Her ne kadar kaidesi kusurlu uzlaşı hoşgörü nutukları atılsa da içten dışa, dıştan içeri, dıştan en dışarı çatışma etkinleştiriliyor. Bu politik çatışmacılığın, çatışma anlayışının sağı solu belli olmaz. Dün ölümüne beraber olanlar bu gün öldüresiye düşmanlaşabiliyorlar. Dün kanlı bıçaklı çatışanlar bu gün süt liman. Milli ittifaklaşıyorlar. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın bu kaosun çözümü temel malzemeye odaklıdır. Malzeme insan.
 
Neticede çatışma kaynaklı temel problem bu temel malzeme duyarlılığı çerçevesinde çözülür. Varsayımlar ise çok sayıda deneyimsizin bu işi hakkıyla gerçekleştiremeyeceğidir. Böyle gelmiş öyle gider uyanıklığıdır. Sırf belli başlı konumlarda çatışma ile başlayan biçimleniş zamanla huzur ve sükûneti de bozar. Bozuyor da.
 
Ayrıca çatışma merkezli her dizayn yeni seçimler yapmayı da gerektirir. Tuhaf ama taraf tutma ve taraf olma bu ortamda gittikçe zorlaşır sanılıyor. İşte yanılgı bu. Aslında işler kolaylaşıyor. Polemiklere açık genel problemler artıyor ve yıkım netleşiyor. Ama her platformda profil yetersizliği öne çıktığından yine en çatışanına bel bağlanıyor.
 
Gerçi değişim ve yenileşme beklentisi ağır basıyor ama tercihler hep ayni kalınca coşku cılızlaşıyor. Umut çöküyor. Acil ulaşımların hızı yavaşlıyor. Ve tempo gittikçe düşüyor. Sonuçta daima sürprizlere açık, çözümsüz, çatışık sonuçlara gebe bir mekanizma oluşur. Oluşuyor.
 
Şimdi bu tipik kadrolaşma çatışmayı nereye kadar hisseder, bırakır veya götürür belirgin değil. Verilen mesajlara bakıldığında içe dönük bir önceleme söz konusu değil. O yüzden çatışma siyaseti daha güdülecek gibi. Ama nihai değerlendirme için bu iç dış çatışmaların nereye kadar süreceğini, neler getirip ne götüreceğini de bilmek, bilmeye çalışmak gerekir.
 
Tempoyu daim kılmak ve ilgiyi azaltmamak için çatışmalardan beslenmek bir yere kadar doğru olabilir. Ancak yaşamak ve yaşatmak için cesaret ve adalet şarttır. İç ve dış çatışmaların sürüklediği son yeni çatışmaları enikonu irdelemek gerekir. Tetiklenen ilk ve son tercih arasına sıkışmadan çatışmalar dönemine hapsolmadan, çat kapı yeni çatışmalara hapsedilmeden yakayı kurtarmak gerekir. Bilinmeli ki bu yöndeki çapraşık çatışmalar, kaşı çatık buluşmaya çalışmalar hep bir şeyler olmak odaklıdır.
 
Çatışma ile özdeşleşen siyaset yapma biçimi ile yüzleşilirse empati kurmayı denemek de vazgeçilmez olur. Dertliler, ertelenen ve erteleyenler hak ettiğine kavuşur. Kavuşmalıdır. Belki nice senaryolar ve yorumlar sevilmeyen karakterleri yaratır. Ama iyi planlanmış profesyonelleşmiş çatışan siyaset birikimi kurgusu en güçlü sempati kazanma yöntemidir. Yani bu çatışma ve çatıştırma siyasi yöntemi büyük olasılıkla pek sevilmeyen ama çekici ve vazgeçilmez karakterleri de kendiliğinden yaratır.
 
Şimdilik yaşanan tamamıyla budur. Aşırı derecede iyilik beklenmeyen, çatışma ürünü kötünün iyisi yakıştırmalardır tercihlenen. Hatta tercih koyacakları dağıtan o eskinin cevval çatışanları ayni kaba dökülünce işin aslı hiç anlaşılamaz. Çünkü at izi it izine karışır. Çarşı pazar yeni çatışma modelleri bulunarak bu algı iyice hamurlaştırılır.
 
Mesele devamlı çatışarak tercihleri direkt etkileyen çift ve çok karakterli kalite yoksunu kimliklerin doluştuğu bir siyaset arenası oluşturulmasıdır. Oluşturuldu ama yetmez.
 
Çünkü dikkat edilmesi gereken husus olmadık bir anda da her şey tersine döner gerçeğidir…

ROBOT RESİM

ROBOT RESİM
 
Gök mavisi bir deniz
kıyıya yakın bir yeşil ada
adacık.
Sahipsiz ve hurdalık.
Bulanık bir resimde belli belirsiz
Aklı sarsan o hayal kadarcık.
Kenarda kıyıda bir barınak ,
kayıkçılara kıyak.
Balıkçılara kayıklık.
Balıkçıl kuşlar cehenneminde
lal rengi duman.
Süngüsü düşmüş bir asker töreninde gece
ekseninde kayıp yıllar
şiraze kaymış
kal resmiyette.
Ejderhalar balosunda gündüz
balonlar patladı
patlayıncaya kadar kızılca kıyamet.
Git desenli.
Söz sayesinde gök mavisi deniz
Denizde bir adacık
kıyıya vuran resimler robot
kara dalgalar bulanık
arkalardan köpürmüş
saklı hakikat.
Rüyaların dili olsa da tatlı tatlı açılsa.
kıyımsız bir adam
denizde kalmış.
Robot resimde bir hayat
sığınak kayıkçılara kıyak
tahtadan barınak.
Balık misali oltadaki solucana aldanılmış.
Volta süngü takmış bir tören askeri
aksinde gece yarısı aksiliği
süngüsü göğe parlamış.
Etejerin çekmecesinde güneş piramidi
Lejyonerlerini yavrulamış.
Piri duyan toprak çatladı
Ak dereler kan bağladı.
Dayan mendirek açıklarında seyreden meçhul gemi
Onlar sayesinde gök mavisi deniz.
Deniz kabuğundan duyulur
Gök mavi gözlü aslan denize ağlarmış.
Rorolar bota bindirilmiş densizin biri resimlemiş
Denizin robot resminde gök masmavi…

23 Şubat 2018 Cuma

KARAKTER ÇIKMAZI

KARAKTER ÇIKMAZI 
 
Bir milletin karakteri tarihe yazdırdıkları ile tescillenir…
 
Bu millet nice büyük inkılaplar hayata geçirdi. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa taşıdı. Yani yenidünya tarihinin en karakterli milleti oldu. Ancak karakter aşındıkça birkaç kuşağı en derinden etkileyecek karşı devrim süreci de kendiliğinden hızlandı. Kendiliğinden mi acaba, memleketin iç ve dış düşmanlarıyla yarenlik arttı. Artınca da kolonist bir anlayış politik gerilmenin ve kamplaşmanın tabanını oluşturdu. İşte günler o günler.
 
Oysa bu millet birçok eski ve köhnemiş kurumları hiç çekinmeden yıkmıştır. Yerine yenilerini bir çırpıda kurmuştur. Yenileşmeyi karakterine yansıtmıştır. Millet devlet olmuştur. Son yıllarda her birine kusursuz gösterilerek bir yabancılaşmadır bulaştırılan. Karakter aşınmasına uğramıştır her şey.  Yaşamsal bir yangındır her karakter bozukluğu. Belleğe kazınanlar, öykü ve öyküler ise uzak diyarlardan seçkidir. Ve seçkincilik üsteleniyor millete.
 
Seçkincilik üstelenince en nemrut karakterler bile duruşunu kaybeder ve şatafattan etkilenir. İrkilir her şey. O irkiliş burunlara barut ve kan kokusu çektirir. Öyle dönemlerde öyle ölümler vardır ki milletin ve memleketin öyküsü ile bütünleşir. Ölümsüzlüğü betimler. İşte o bütünlük bozulmak istenir, bozulur. Karakter yorumları aşındıkça köklerine yürüyüşlerdeki çaresizlik de artar. Bir türlü üstesinden gelinemeyen aşiret geleneği yerleşir tahta. Kişiliğe bulaşan rabıta ile başka buluşmalar da peydahlanır.
 
Ve milletin karakterine ters karakteri bozuk şiddetli bir karşı koyuş tarihe resmedilir.
 
Ehlen ve sehven bir boyun eğiş ve etek öpüş sorunudur gündemlere terk edilen. İnceden bir milletin kaderiyle oynamak ve memleketin ahengini bozmak tek kalemde halledilir. Mevcut karakteri bozmak ciddiyeti zaafa uğratmak tarihin ipini bırakmak demektir. Bu istila bu beyinsel rehinelik aslında beş yüz, altı yüz yıllık bir üretimin zirve noktasıdır. İmalatın son aşamasıdır. Dengi ve dengesidir.  
 
Bugün için yaşananlar bir milletin tarihe yazdıklarının intikamının alınması günüdür. Veya bugün gelinen nokta mühürsüz sinir sihir üretiminin neticesidir. Kullanılmaya kullanılmaya akılda kalmış ve tutanaklara geçmiş temelli paslanma ve paylaşmadır. Ya da hazretlerce açıkça soyulma zarafetidir. Bu ne güzellik demekle olmaz. Kayıtlanan en uygun reel değil real gerçekliktir.
 
Özellikle son yılların üretimden geçmiş dondurulmuş solist karakterlerince son günlerde ittifaklar kuruluyor. Kayıtlarda yakın tarih. Sütunlar bu karakter ayıplarını ve kayıplarını yazarken bir milletin total karakteri ile de nasıl oynandığını yazacaktır. Tarih bir milletin o zayıf karakterler tarafından nasıl oyuna getirildiğini de. Unutmaz.
 
Bu millet ve memleket onca karakteri bozuk varlıklı görmüştür. Ama bu saldırı başka bir nem. Yine de karakterli duruşundan asla ödün vermemiştir, vermeyecektir. Bazı tip karakterleri ödüllendirilmiştir belki ama memleketi bu çağdan alıp eski çağlara götürmesine asla izin vermemiştir. Vermez. Bu millet karakteri kara bir şeyler dönüyorsa ortalıkta görür ve çözümünü de kendi bulur.
 
Bir milletin karakteri tarihe yazdırdıklarından uzaklaşmakla tescillenir…

22 Şubat 2018 Perşembe

SOYLU SOYUMLU

SOYLU SOYUMLU
 
Son günlerde bir soy sop meselesi sarıldı nüfusun başına. Soylu soyumlu soyunmalar ve soyulmalar birkaç kuşak geriye taşındı. Hepsi o kadar. Şiflendi şifrelendi mürettebat ve tayfalar. Ama bir heyecan sardı herkesi. Şeriata uygun soymak ve soyulmak bir kez daha güncellendi. Tarihin ve tarihi kuşatanlara karşın yine cıscıbıl kalındı. Bu soymak değilse de nedir. Nice kara âlim bu arada bunca bilgiye bir anda gark olunca zalimleşmez. Zalimleşir.
 
Onlar ki meşhur sair meşhurlar, meşru gayri meşru metotlarla eldelenmiş karun zenginliğine karşın hala karın açlığı hissederler. Karınlar hiç doymaz, doysa da göz hep aç kalır. Aza kanaat edilmez. Edilmeyince de metruk mahallerde işin başına geçilir. İsim bazına geçilir. Sükût sakıt derken mesafeler hiç korunamaz. Torbalar sarkıtılır. Olur ya bütün sığırlar meydana sıvışır, tüm sırlar sıvılaşır.
 
Çünkü sonsuzluğu anlamak çok çetrefilli bir davettir. Her şeyin sebebi klasik metotlarla açıklandığında tutarlı bir çözümlemeye asla kavuşulmaz. Hal böyle olunca anlam arayışı para arayışına evrilir. Ve insanı düşündürten ne varsa belli olmaz küslüğüne götürür. En durduk yerde arama motoru çalışır, meçhulün akrabası, arabası, aranması ağır basar. Soy sop ve soyu sopu rahatlatma bağlamında açıklananlarla çalıp çırpma azgınlığına yakınlaşılır. Delalet sıfatların modern aletle bulunmasıdır. Adalet ise bulunmaz, daima uzakların iç kavgasında geçer. Öyle sanılır. Bazen uyulur, çoğunlukla hiç rağbet edilmez.
 
Oysa en İlahi Adalet sonsuzluğun tekelindedir. Ve eninde sonunda işler. Parsel parsel kayba açılır nüfuz. Bir yargıdır ve de yazgıdır fişeklenen. Şerre bulaşmak an meselesidir. Başlangıçta mutlu insanlar vardı şeklinde upuzun resmi geçittir hayat. Yıllar boyunca yüzler ve yollar değişir, geçici ve ezici bir modanın esiri olmuşluk esrik biçimde tarihle iç içe yozlaşır. Öyleyiz, biz böyleyiz ile ulaşılır kararan menzile.
 
Tüm dehalar haramiler safına girip, haram helal tezgâhlarında boğulunca layığını bulur. Yani soy sop bir güzel kaybedilir ve kaydedilir âleme. Böyle yazar tarih. Bir güzel kaybettik. Her şey kör topal eşitsiz bir hayatın kartpostallara giren yüzüdür. Yüzsüzlük bu kadar mı olur diyerek hayıflanılır.
 
Değişir dünyalar. Sonbaharı yaşamaktır sarı sarı dökülen. Dünyayı öbür dünyayı yaşamak yolunda harcamaktır akla koyulan. Harcı yananların iki arada bir derede donuklaşmasıdır. Kamplara dağılan bilinçaltındaki yeraltı dehlizlerine ve mezar taşlarına kazınan budur. Yazılı ve kazılı kısa cümlecikler kalır geriye. Yolculuk uzatıldıkça uzatılır. Ancak doğum vurmuştur duvarlara. Parke taşlı sokaklara. Hayatlar ve hatalar mikroskop altında incelenir. Ortada şeriatın kestiği parmak acımaz şavkına uygun aile sülale boyu soyulmak ve sayılmak kalır.
 
Hal böyle olunca trajedilere yansır kusurlu ve kusursuz heveslerin tümü. Ancak geçmiş gitmiş sanılan günlerden artan yüzsüzlük zalimin aşkını artırır ve zulmünü kabartır. Bir türlü olamamak üzerine biçimlenir dünya. Dünyalıklar anlamına gelen avanaklara açtırılır özel hayat. Yüzü astarı, mek mak zinciri kopar. Ekler ve eklemeler üzerine kurgulanır tüm katmanlar. Günah ve sevap üzerine işlenir tüm hayatlar. Oysa yapmacık ve acımasız bir hayat ile iç içeliktir baş tacı edilen. Gelinen görülen, özlenen bilinen ise kaç göbekten göçebeliktir.
 
Sonuçta bilgiler bir tarafa kayarken çalgı çengi arası dokunaklı öyküler ve yıkılan dünyalar kalır geriye. Oraya da şifrelenir. Buraya da. Raydan çıkar insanlık şeriata uygun. O şerbetli uydurmalığı yaşamak ise yaşamak değildir. Geç anlaşılır.
 
Bulunan ve bulunamayan zor elde edilmiş birikimler ise birilerini bu uğurda daha da zalimleştiririr. Son günlerde çılgınca soy sop indirmektir gündeme takılan. Akıllarda kalan ise genellikle birkaç kuşak öteye zor ulaşmadır.
 
Bu soy sop meselesi daha çok baş yakar…

21 Şubat 2018 Çarşamba

AHALİNİN REİSİ CUMHURU

AHALİNİN REİSİ CUMHURU
 
Cumhurun reisi her memleket her millet için önemlidir. Belli ortak tip özellikleri barındırır her biri. Tipik devlet adamlığı dışına çıkıldığında ise ahali daha bir benimser reisi cumhurunu. Öyle ki Cumhuriyetini canı gönülden sevmeyi bile bir yana koyar. Çünkü gün olur toplumda renkler aynı kalsa da zevkler değişir. Aşı tutar.
 
Bu gelenekselleşmesi ağır basan bir gelişmedir.  Mehderan as dur. Önce ihtiyatlı bir tutuculukla hiç hissettirmeden kadro yağmacılığı başlar. Sonra sıkı bir eğitim süreci ile kendi kadrolarını yetiştirme yolu da açılır. Bizzat ahalinin reisi cumhuru bu yolu açar. Zaten geleneklere bağlılığı ile övünen toplum din iman merkezli dünden hazırdır. Ahali değişimi parlak bir başlangıç sayarak akla ve mantığa dayanmasını da pek önemsemez. Değişen çarkı can siperane döndürürür. Böylece devre göre siyaset ve devre göre değişen siyaset sürecine girilir.
 
Göz göre görmeye geriye dönük yolculuklarla,  yorumculukla günü kurtaran formüllerle ahali istenen seviyeye çekilir. Kısa zamanda taban bulunur. Ahalinin reisi Cumhuru ön deneyimsiz yaptıklarıyla toplumsal dönüşüme hizmetkârlıkta tavan yapar. Yaptırır. Sözler reform kaynaklı, yüzler kaymaklı gaflete bağımlılık ile ilişkilendirir. Olumsuzlukların sorumlusu hep başkaları gösterilir. Suç daima başkalarınındır. İncelikten imtina inadına kalın harfle söylenen kurumsallık başta.
 
Üstlenilen idare çöküş ile ilerleyiş birlikte insanlık tarihinin bir ilki olarak tavsiye edilir ve uygulanır…
 
Bu son dönemeçte, uçurumdan önceki son virajda asrın lideri, dünyanın hâkimi kılınan ahalinin reisi Cumhur'u ve şürekâsıdır. Gözler başka yiğit görmez. Reis arada bir radikalizmin resini gösterse de ahalinin hoşuna gider. Şerbet damardan verilir. Takılan çift taraflı madalyona göre çekilen restler ve korkunç zaaflarla saflar sırasıyla düzenlenir. Zarf masada kalır. Edat büyür. Oran boranlanır. Kat katlanır. Benzemez kimse ona, tektir ve tarihin hikmetidir. Boy boylanır soy soplanır. Sopa aba altından çıkarılır.
 
Otokratik bir modernleşme ve devşirme demokratlaşma ile keyfe keder anayasal monarşinin zemini döşenir. Miras alınmış ne kadar tırnak içinde baş belası kalıntı varsa Allah razı olsun halledilir. Önemsenir önemsenmez aralığında ise mühürsüz seçimler yapılır. Ahali tarafından hep reisi cumhur seçilir.
 
 
Allahtan başkasından korkmaz ama korkmak ayıp değildir. Korku derecesinde ilerleyen irtica da odur irticayı bastıran da. Ayaklanan da odur kışkırtmaları, hain kalkışmaları püskürten de. O feodalitenin devamı ahalinin tipik hallerinin tipik cumhurun tek tabanca reisidir. Rengarenk üniformalar giyse de, cüppeler bürünse de aniden gömlek çıkarınca her şey eskiye döner. Mertebe nedir onun için ama mertebelenilir. Ahalinin sultanı, efendisi, hazreti, bilgesi, reisidir. Dünyanın ay ile güneşi varsa ahalinin de reisi Cumhuru vardır.
 
Devlet otoritesine karşı koyamayanların,  bireysel özgürlükleri ve tam bağımsızlığı anlayamayışın, gerektiğinde başkaldıramayışın öznesidir. Ahali kendine benzeyeni zaten anında bulur çıkarır. Çıkan sonuç çıkarlar doğrultusunda etki yetki ve tepki geçirgenliğidir.  Sözde keyfi müdahalelerden uzak her renkliliği koruyacak bir dilbazlıktır. Tek din tek mezhep kısa zamanda egemenleşmedir. Yetilir. Yer yurt yetmez hale gelinir. Yeni sağ hegemonya geçici çoğunluğun desteğine güvenerek rejimi otoriterleştirdikçe tipik devlet adamları öne fırlar misali. Misakı milli dışına da taşılır.
 
Ahali bakakaldığı kırılganlık ve zayıflık ortamında reisi Cumhur'u bir kez daha seçer mi. Seçer mi seçmez mi bilinmez ama ahalinin reisi cumhuru durmamalıdır…
 
Durum resmiyette budur.

20 Şubat 2018 Salı

SÖZ VE BELGE


SÖZ VE BELGE

Doğru belgeler doğru arşivlendiğinde her demokratik kalkışma sonuçsuzdur sonsuzdur. Ama kabiliyet ister. Kabileye mensupluk çağlarından medeni devlet çağdaşlığına yolculukta belgesiz her söze de inanılmaz. İnanılmalıdır da…

Söz ocağa düştüğünde kimse göz görmez kulak duymaz diyemez. Tüm servet belli ellerde toplanınca söz hâsıl olur. O ellerde gelir memleketi bir güzel yönetir denir. Ama yönettikçe de batar. Köz ocağa düşer.

Uzun yılların aralıklı süren savaşları ve şiddet içeren bağışlarıyla cereyan eder iddia. Yeryüzü cennetinde bağımsızlık yerine bağımlılık zirve yapar. Yolları köstekler tutar. Bağımsız tam bağımsız memleket özlemleri közlenir. Birbirini takip eden mücadele günleri gözlenir. Tüm gelecek göklerin intizamına bağlanır. İntizar ayıplanır. Duvarlar yıkıldıkça bir çırpıda yenileri örülür. Sözler ve belgelere dayalı kayıtlı kuyutlu dipsiz kuyular vurulur.

Teslim bayrağı çekmeyenlere mevcut hiyerarşiye isyan damgası vuranlara, tüm mücadeleci mizaçlara tipik biçimde anarşist damgası vurulur. Söz ve belgesi bulunmadan öyle anlatırlar.

Oysa belgelerde ve saklanmayan sözlerde ne anlar, anılar vardır. İnsanlık onurunu yerin dibine sokan ne açıklar. Masumları utandıran ne ayıplar. Bir İnsanın kaderi önce memleketi sonra memleketin içinde bulunduğu coğrafyanın kaderidir. Sonra alıp başını giden dünya ile direkt ilişkilidir. Oysa endirekt ne kadar unsur varsa her konuda dâhiyane kemikleşir. Mevcut kimlik değiştirilir. Kalın makyaj herkese iyi gelecek bir garip dünya sunar.

Belki sözler belgelere kayıtlanır. Kayıt dışı yaşamlar birilerini tatlı bir geleceğe taşır. Ulaşmak bağlamında hamallık hiç eskimeyen eskimeyecek bir meslektir. Genetiğe işlenmiş bir geleneğin taşkınlığıdır.

Söz ocağa köz göz göre göre kucağa düştüğünde en aykırı tarzlar bile girdiği kabın şeklini alır. Civa gibi civanlar da. Kalplere söz ve belgesizlik bulaşır. Kanatlar kırılır dünyalar alt üst olur. Arşivlenen belgeler zamanı vakti geldiğinde söz verildiği gibi bir bir açıldığında verilen sözlerin asla tutulmadığı da açık seçik görülür. Ayrıca belgesiz şartsız ne sözler verildiği de görülür. İşte böyle işler tarih.

Tarih böyle işler ve gelecek tahlillerini zamana direnen kaygılar neticelendirir. Enler indirilir. İndirilenler döneme dair sorgulanır.  Deneme ve dönemece gidiş geliş öngörüsüdür belgelenen.  Zaten arşivlenen belgeler açıldıkça sönük ateş alevlenir.

Ve modern toplumların hayat tamircileri devreye girer. Tel tel dökülmek üzerine çeşitlenmiş skandallar hayatın içine içine çöreklendiğinden cılkı çıkar dünyanın. Dünyaya hayal tacirleri çöreklenince de cılkı çıkar dünyanın. Ve usul usul belgelere geçer her şey.

Belgeler ortaya döküldüğünde ise bir yavanlık çöker yere göğe. Söz yutulur. Yersiz yurtsuz yabanlık yayılır her yere. Yavanlık arşivlenir.

Eğrisi doğrusu doğru söz ve belgeler unutulur…

RASYONALİTE

RASYONALİTE
 
Nedense rasyonalite diye bir şey yok farz ediliyor. Tüm toplumsal çatışmalar alabildiğine şiddet ve nefret üzerine şekilleniyor. Şekillendiriliyor. Realite odur ki; bozulan siyasal içgüdüler günü çatınca felsefeyi de değiştirir. İde tanınmaz. Bu hiç önemsenmiyor…
 
Önemsenmiyor ama felsefe referans olmadıkça gelişen modern çağa özgü açılımları rasyonel güncellemek de zor. Hep bir mucize beklenir, muhtemel olması gerekenler hiç gerçekleştirilemez. Tarihe Işık tutacak ciddi bilimsel etkinliğe de ulaşılamaz.
 
Zaten siyasi atmosfer tersine değiştikçe varoluşun keşfine yönelik yolculuklar tüm arzulardan arınıp felsefik bir güzergâh izleyemez. Yoksunluk artar. Yoksulluğa endeksli kurcalanır bütün hayatlar. Sonra hayatlar olduğu gibi kabul edilir.
 
Yani pratik bilgi dünyasındaki büyük yalnızlık felsefeden korkmakla başlar. O zaman çoğunlukla dini düşünce ile örtüşen mitolojik yaklaşımlar felsefe sayılır. Rasyonaliteden kopuş daha da hızlanır. Çünkü ışığa yürüyenlerin baskıya direnenlerin referansı daima felsefedir. Felsefenin özü de cesarettir. Tarihi paklayıcıların rasyonalite bağının kopmasıyla döşenir yollar. Tüm yaklaşımlar rasyonel yaklaşımların uzağında kalır. İstenilen seviyeye ulaşma kolayken zorlaştırılır.
 
En önemli ise bozulan şartları hür irade tuzağına çekmektir. Bu çelişki ne teoriye ne de pratiğe sığar. Evrensel ölçütlerde bir modernleşme militarist barikatlarla önlendikçe değer ve beğeni kabiliyeti de zedelenir. Ve felsefe yıpranır.
 
Oysa rasyonalite yerli ve milli düzeyde kalan her alanda her açılım her sorunsal neyin gerçek neyin var olduğu ile ilgilidir.  Böylece her şey felsefe düzleminde netleşir herkes bilimle bütünleşir. Belgesel ayrıntılar içeren ancak bir türlü bir tutam özgürlük tanımayan her oluşumun önüne geçilir.
 
Rasyonalitenin birincil koşulu kuşku yoğun ayrıntılara hapsolur. Tüm beğenili hizmetler birbirine kenetli her şeyi bozar.  Kozmosun sınırlarını çizmek sonsuzluğa ulaşmanın felsefi boyutudur. Bilimsel ve tinsel arınmadır. Ölümsüzlüğe ulaşabilmenin tanrısal yükselişin eylemliliğidir. O da felsefesiyle birlikte bozulur.
 
Kuşkusuz birbirine kenetlenmiş toplumlarda huzuru bozan geçmiş ile geleceğin birbirinden koparılmasıdır. Eninde sonunda her şey anlaşılır ama iş işten geçer. Körlük sıfır noktasına dek kuşatır akılları. Ve her şeye karşın sevgi kazanmalıdır.  Kazanır da. Rasyonalite bunu gerektirir.
 
Çünkü varlık yokluk veya var olmayanın varlığı temelinde gerçekliği arar felsefe. Yaşamın her evresinde sonsuz ışıkla yüzleşen her kim olursa olsun felsefenin arka yüzünü de irdeler. Rasyonalite gereği realiteyle yüzleşir. Yüzdeler beynin arkasında planları olmayanları da kapsar. Derin izler görülür ve iz sürülür. Ve yitip giden temel değerler üzerinden yaşama tutunulur.
 
Her kim olursa olsun neye inanırsa inansın başlangıçta gerçekçilik doğrultusunda kodlanmıştır. Rasyonalite budur…

19 Şubat 2018 Pazartesi

CAN CANAN


CAN CANAN

İnceden cız etse de yürekler, hikâye başta sonda bembeyaz bir kumaşa sarılmaktır. Cıscıbıl. Yani kadraja ağlayarak girmek, hayat perdesinden sessiz sedasız çekilmektir veda. Ömürdür bir çırpıda geçer misali. Çehreli çırpınışlar boşadır, bilinir. Elbet geri çekilecektir üflenen nefes. Çekilir.

Can ağızda Canan yürektedir…

Kendi halinde yürürken ansızın ucu bucağına denk gelir, koordinatlar tutar. Gelince de yalınkılıç ufka seğirtilir. Can ağızdan çıkana, Canan son nefesini verene dek durulmaz yürek. Naralar duyulmaz. Nidalar durulmaz. Sonra çekilir kuralar. Sırayla değil. Bu çok kullanılır laflar arasındadır. Yine de sırası gelenin sırları kendisiyle beraber uçar gider veya mekansızlığa gömülür. Ne günah kalır geriye ne de ahlar vahlar. Duyulur duyulmaz birkaç fısıltı. Fazladan sonsuza dek sus telkini. Samimiyetten susulur. Her şey koca bir yalandır. Her şey yalan olur her şey. Dinginlik vurur akla, buz tutar gözler. Göç kesinleşir.
Can çıkar, huy çıkmaz…
Epey zamandır Can yola çıkmaya hazırdır oysa. Aslı öyle ayrımsız öyle katıksız bir hislenme. Keremi keder vurur. Ecel perisiyle buluşma vakti gelince eceli gelmemişler daha bir heveslenir. Kader sultası. Ah bir görseler o kederli güzelliği. Pirim can dayanmaz. Can dayanmaz, canan da. Kör bıçak gibi saplanır göğse huzurlu huzursuzluk. Mahşer kalabalığı dağılır mahur mahur. Doğasında göksel anlaşmanın bozulması soluklanır. Tılsımlı bir gün batımıdır candan ayrılma. Cananla bütünleşme. Hakiki hazine işte odur. Azılıp, kazılıp çıkarılması gerekmez. Ansızın karşıda belirir. Yalazlı bir siluet. Yakadan tutar. Yufka yürekli bir yıldızdır kayan. Yakalanmaz. Yakalar.
Can dayanır, Canan kaçar…
Kaçmak ne fayda. Hiç. Hiçten gelinir hiçe dönülür. Manevi boşluklara tanrısal buyruklar yerleşince körü körüne ölmek ve öldürmek büyük günahlara dönüşür. Dağınık düşler kalır mezara. Hava kararır. Kan kusar sürülen tarlalar. Davalar. Öleninki ile öldüreninki birbirine karışır. Doğrusu apar topar puta tapar yalnızlaşmadır. Eğrisi öz kıyım, öze kıyımdır. Kısaca kirli beyaz bir çaputa dolanmaktır. Oysa türküler söyleyerek, zalime söylenerek gitmektir mesele. Cıscıbıl gelinir ve öyle gidilir kıvamında. Geldikleri gibi giderler dedirtmeden arkadan. Giz değil iz bırakarak. Çünkü her karşıt fikir pınarın gözüne serilmedir. Sevilmektir. Serinliktir. Ağırlığınca altın versen alışmışı almaya gelme alışkanlığıdır. Para etmez. Ne yaparsan yap sistem çöker. Kristal kubbeye canlar dağılır. Can uçar, yazı kalır. Yazgı biter.
Can toprak Canan güneş tenli yapraktır…
Evrenin Kaçıncı katındadır erişilmesi arzulanan asıl sebep. Tanrısal tecelli. İlahi teselli. Dürüst bilinç nerededir. Varlık sebebi hangi gönülde. Gönülde hangi cihan güneşi. Bilinmez. Yaksın kül etsin Canan. Bilinmeze yolculuktur kapıyı çalan. Çok hızlı geçer günler, bir arastada yol tükenir. Karınca kaderince kara tırpanlı celladın yolu gözlenir. Güneşin tutulduğu günlere değer müjde. Kollarıyla sarar. Her canın canından can bir yıldızı saklıdır semada. Her canın cananı. Yolculuk orayadır. Uykuda başlar hayat, rüyalar görülür, tekrar uyku basar. Bitti biter.film. Son. Bir tırtıl bölünmesidir tırmalanan. Sonra pıhtılar sarar sarmalar ateşi. Gök gürülder, yer yarılır. Bu başı sonu bilinmeyen notalarla bezeli bir şarkıdır. Kıssadan hisse sözleri dahi unutulur. Güftesi yok, yok olur. Her şey buharlaşır. Heyhat hayat işte. Yalnızlığa yer açılır. Yer gök bir günde bir anda alçalır. Tamı tamamı tepsiye dizilir. Hepsinden geriye kalan gerilen yay atılan ok, oluk oluk akan insanlıktır. Kor demir, kör duvar başucuna mermer taş parçası. En tanıdık nişanları da bunlar.
Can âşık Canan gökkuşağıdır…
Rengârenk kuşanılan ne varsa boş. Adası edası, yangısı yankısı varlık nedeni. Ve bataklık öyküsü. Soyunulur. Onca yılların mesajı soy sop berhava, özü barıştır adalettir. Aynı yöne hareket. Umut bedavadır. İddia bereketlendikçe bereketlenip hep denize ulaşmaktır. Denizleri aşıp âşıkane okyanusla kucaklaşmaktır. Engine ermektir. Emektir. Bir ölüp bin doğmaktır. Yerle göğün birleştiği yerde otağ kurup tahta kurulmaktır. Olmaktır. Arzın merkezine çekilmektir. Veya düz ovada çılgın sayılmak.
Hikayenin özü, ezeli ebedi cıscıbıl bembeyaz bir kumaşa sarılıp önce can sonra canan aynı makama makamlaşmadır…

TANRININ ELİ


TANRININ ELİ

Tanrı tasarımları milyonlarca yıldır insanlığın kafa yorduğu dünya gerçekliğidir. Tanrısal gerçeklik deneyimlemeler sonucunda mantıksal yolları kullanarak, bilimi zorlayarak tanrıların birliğine veya tek tanrıya indirgenmiştir. Ve teolojisini bu yönde netleştirmiştir. Ancak son yıllarda manasız işler ve eşleştirmelerle koca sistemin, evrenin bağımsız yaratıcısı da bağımlı kılınıyor…
Bakıldığında teoloji insan bilgisinin sınırlarını zorlayan ve kalıplaştıran bir yörüngedir. Ve varsayılan Tanrıya odaklanır. Tanrı hakkındaki tüm spekülasyonlar ise insan aklında negatif veya yıkıcı, pozitif veya yapıcı bir rol oynar. İnsanlığı var eder. Hissettirmeden hayatı belirler dünyayı biçimlendirir. Yörüngeden çıkmak, diğer dünyaların varlığını hiçe sayarak doğrudan nefes almak bencillik olur. Bu boş verdimcilik insanlık tarihinde bir yerlerde kalmıştır. Bu kör tapıcılık maddi manevi belli yere sahip kutsallara da ayıp etmek olur. Kronolojik gelişmeleri de yok saymak. Yıllardır yaşanan hepten bencilliktir. Oysaki çok tanrıcılıktan Tek tanrıya evrilen evrelerde mitolojik katkılarla doğan dinler ve Tanrı bilinci bencilliği yasaklamıştır. Doğru zor bulunmuştur.
Doğruya ulaşmak adına ağır bedeller ödenmiştir. Şimdilerde ise Tanrı ve dinler mezhepsel anlayışlarla devamlı çarpıtılarak, arkeolojik bulgular çerçevesine indirgeniyor. Sıradan akılla Teolojik çalkantılar ve bunalımlar yaratılıyor. Dünya âlemi ve tanrısal âlem çatışmaları ve eksik buluşmalar ile yapay gerçeklikler tanzim ediliyor. İnsanlar hep o kaygan kulvarda yarıştırılarak katı kıskaca alınıyor. Bazı şeyler tamamen gizlenerek yol almak resmen dinden sayılıyor. Dinden çıkaran dincileşmek pervasızca mubah sayılıyor. Böylece cahillik iyice gelişiyor ve geliştiriliyor. Sonuç ortada.
Yolu şaşırmak işte böyle dizayn edilen bir dünyanın ve dinsel mezhepsel çalkantılarla baş edemeyen bir iç dünyanın ürünüdür. Ayan beyan cehaletin dışa vurumudur…
Tanrının ve mevcut dinlerin yanlış yorumlanmasıyla insanı cendereye sokan bu kusurlu inanış ve dar anlayış tek bir yolla bozulur ve çürütülür. Hâkim anlayış şudur; ne kadar kötülük, olumsuzluk, ayıp, günah, kusur ve saire varsa Tanrıya ve dinlere yüklemek. Negatif oluşumların tümden onlara mal edilmesi. İşte ciddi biçimde eleştirisi yapılması gereken konu budur. Bir kere en başta bu tavırdan vazgeçilmesi gerekir. Sonra bu inanca tapınmanın doğru olmadığının, bu yüklemelerin dinlerde bulunmadığının cesaretle ortaya koyulması gerekir. Çünkü yalan yanlış izlenen bu yolla ne yazık ki dinlere zarar veriliyor. Günahı günahsız toplumlar çekiyor. Gün olur Tanrı ile yüzleşilebileceği hiç düşünülmüyor.
Son yıllarda en geri ve en gelişmiş çağların imgesi ve simgesi olması gereken Tanrı birikimi ve dinler kemikleşmiş kronik sorunların ve kirli savaşların nedeni yapılıyor. Oysa akılla dini buluşturmadan çağın ruhunu yakalamak, barışı doğurmak güçtür. Kıyasıya kavga gittikçe derinleşiyor. Birbirine bağlanan bağnazlıkla simgeler tersine döner. Döndürülüyor.
Bu kısır döngüde Tanrının varlığı, yeterliliği ve yetkinliği ile oynamak teolojik manada özel durumları da tetikler. Yenileşme ve reform güçleşir. Yobazlaşma zihni tutsak alır ve metafizik çatışmaları yeryüzünde kalıcı kılar. Bu öyle bir konseptir ki her türden savaşın özünü oluşturur. Dünyanın her kuytusuna ulaşan, aklın melekelerinin her zerresine bulaşan huzursuzluk bu kanalla dolaştırılır. Maluma mahsus ortam hazırlanır. Kusursuzluğa yakın plan bozulmalar güncellenir. Muzip nedenlerle muzır savaşlar o yüzden gerçekleşir. Hatta gerekli sayılır. Yeni yeni dinsel motifli serüvenler onun için yaşanır.
Tanrı yasaları sayılan tüm değişmezler zaman içinde keyfi değişmelere uğradıkça, arsız gelişmelere boyun eğildikçe dinler evrenselliğini de yitirir. Bölgeselleşir. Lokal seviyede kalır. Evren kana bulanır. Dağılmışlık dünyaya yayılır. Zulüm zemin buldukça lafta din bağlamında evrensellik dayatır. Dayatmaya ek tek tip eğitilmişlerin evrenin kanallarını hurafelerle tıkamaları da artar. Varlığın reddi ise düşünsel serüvene hamilik yapar.
Oysa dine ve dinsel yolculuğa tanıklıktır tüm tasarımlar. Tanrının gözü ve eli değer her yolculuğa. Dili yolculara pusula olur. Yolu şaşırmışların tuttuğu yol, tutturduğu temelsiz tasarımlar özgür ve özgün manevi güçlerle reddedilmedikçe ve haklı göçlerle beslenmedikçe Tanrının eli giderek zayıflar. Dili zehirlenir.
Eski dünyanın tüm coğrafyalarında yaşanan budur…

EVRİMSEL TARİH


EVRİMSEL TARİH
Kendi açtığı yolda yürüyenlerin önü asla kesilemez. Onlarla uğraşmak zordur. Çünkü onlar sonsuzluğa ulaşma tutkusuyla gelenekleri yıkarlar, geleceği kurarlar. Yani tarihi yaratan evrim geçiren insandır. Evrimleşemeyen insan ise tarihte neler olduğu ile pek ilgilenmez, ilgileniyor görünür. İlgilendiği sadece kendisi ve kendisi gibilerdir.
 
Tarihle sabittir. Elitleşen eşitsizliğin merkezinde üretim yatar. Yoksullaşmanın temelinde ise tüketim. Zaten üretim ve tüketim tarihin binlerce yıllık temel gerçeğidir. Böyle olmasına karşın uzay çağında bile durum kabile mantığı ile izaha çalışılır. Mesele mantıksızlık mezarına gömülür. Uygarlık da, toplumsal gelişmeler de maalesef bu mantıkla karanlığa işlenir.
 
Oysa üst akla ve alt metinlere karşı durmanın ve direnmenin özü evrimsel değişim üzerine etkileşimdir. Öyle bir etkidir ki bu harcanan uzun yıllardan sonra elde edilen sadece asilliktir. Asillik ise tarihsel anımsatmalara karşı koyan bahane arayışları ile köleci zihniyetin geri dönüşüdür. Ölümlüdür her fasıl. Bu fosil sapkınlık insanın ve toplumların tarihsel evrimini de reddeder. Evrimsel tarihi de.
 
Oysa ağırdan bir evrimleşme en akılcı yorumdur. Evvel ahirde evreleri incelemeden irdelemeden aklın egemenliğine ulaşılamaz. Bilir bilmezlikle bakanlar dahi görür; din insanın evriminde belki büyük etkendir. Ancak toplumsal patlamalara, büyük devrimlere de en büyük engeldir.
 
Tarihsel deneyimlerden, evrimden ve devrimlerden kopuşla yaklaşılır dinlere. Bu yakınlaşma yetmez kıyasıya mezhepleşilir. Meslek seçilir gibi, takım tutulur gibi dincileşilir. Zaten dünya tarihinin en yanlış anlarını din bezirgânları kurgular, en acımasız anılarını da bunlar cilalar. Böylesine çağdışı ve çıldırasıya bir tutumdur tapınılan. Dinbazlar hep başroldedirler. Bu din baronları tüm tarihsel gelişmeleri tersine döndürecek tiynettedir. Bunca toplumdan soyutlamalar ve soyutlanmalar ancak dini ve ahlaki yozlaşmayla olur. Evrime evrilmeye direnmeyle olur. acımasızca o direnci gösterirler.
 
Görüntü gerçek irade geçmiş çağlarla hesaplaşmasını yapmadan öznel öğretisini de geliştiremez. Bu yeni bir dönem yaratmak çabasını da mutlu sona yakınlaştırmaz...
 
Saltanatı kaybetmek bu kadar zorken her nedense hangi akla hizmet sınır tanımaz biçimde her şey tanrılaştırılır. Korkusuzca Tanrı değiştirilir. Ve değiştirmeler dinleştirilir. Bu yapay din adına her şeye göz yumulur. İşte anlaşılamaz gericileşme budur. Oysa tarihsel evrim süreci ekonomik ilişkileri düzenleyen bir modda işler. Ekonomik biçimlendirmeleri de belirler. İnsanlık tarihi ekonomik gelişmeler ve değişmeler doğrusunda şekillenir.
 
Ancak bu zorlu kavşakta tuzak kurallarla kuşaklar boyu etkisi sürecek bir modele tapınma başlatıldı. Yeryüzünün öteki yüzü her türlü fitne fesada boğuldu. Zulmetmeye zemin hazırlandı. Bilimsel ve toplumsal beklentiler ihtiyaçtan öte ihtiyaçken yok sayıldı. Yani tüm yaşanan tanık ve kanıt bolluğundaki yalnızlık oldu. Dinci üç maymun doğdu.
Oysa tarihi yanıltan da yoksulluktur, tarihi yazan da…
 
Bir kereliğine benliklere örümcek sürüleri akın edince toplumsal kükremeler hep cılızlaşır. İsyanlar masumlaşır. Bin yılların politik oluşumu tarihin köklerinden aldığı değerlerle kötü geleceğe direnir. Direnir ama yutulur.
 
Yarınları kurtarmak, geleceği kurmak kutsaldır. Evrimsel tarih o yönde gerçekleştirilen kutsal isyanları bünyesinde taşır. O yolda yürüyenler ise kutsallaşır.
 
Tarihte kayıtlıdır…

PİYON İSPİYON OYUN


PİYON İSPİYON OYUN

Dünyada sürekli iktidarın felsefesine hizmetçilik kendi mesleğini de yaratmıştır. Piyasaya piyon olmak, ispit üzerine hızlıca arzı endam etmek. Olmayacak dualara Âmin demek. En derine tapınma. Yani ispiyonculuk.
Bu meslek erbaplığının özü davranış ve adanış çerçevesinde ölümüne birilerine kaynamaktır. Ya da gözü dışarıda av aramak, avlanmaktır. Dikkat antenleri ile ritüelleri birleştiren bir minyatürleşme durumudur aslında. Geçmişin kiri ve geleceğin musibeti üzerine iz sürmek, sohbet düzmektir. Denilebilir ki is pas içinde piyon olduğunu unutmak körlüğüdür. Kurban arama kötülüğüdür.
Kulluğu yüceltmek ve yükseltmek babında tarihe ve taliplere suç aranmaktır. Sikkenin ayarıyla oynamak, resmi olmayan makamlarda ispiyonlama ve ispiyonculuk üzerinden mevki ayarlamaktır. İnsanlıkla asla örtüşmeyen iktidar muhafızlığına soyunmak işidir; ispiyonculuk.
İspiyonculuk arşivlerden akıp gelen ve en can yakıcı en çarpıcı hikâyeleri bağrında barındıran mekanizmadır. İspiyon ile beslenir yalancı dünyalar. Yani her şekline faşizan duruş bulaşır ve kitlesel çözülüş egemenleşir. Artan nefret duygusu ile yoğunlaşmış neferler devreye sokulur. Tüm iktidarlar bu akıl karıştırıcılık ve kargaşa peşindekilerin emrine giren ispiyoncuları kullanır. Cesur pozunda umursamazlığı güderler. Her el attıkları yere aylaklık ve ahlakçılık merkezli bir huzursuzluk bulaştırırlar. Her adımda planlı dalkavukluk ve kopukluk dünyasına malzeme pompalamaktır ispiyoncunun görevi.
Top yekûn iğrenç ve terbiyesizce piyonlaşmaktır. Banalliktir ve üç kuruşa bahaneler uydurma vazifesini terfidir. Sağı solu da yoktur. Her tonda yeşerir ve yeşillenir. Genetik inkârcılığın ve bozuk harcın son versiyonudur. Sözde sulh ve sükûnet sağlama esaslı kelle avcılığı, avantajı dezavantajı gözetmeyen avantacı ve lavantacı geçinmek maksatlı musibetliktir.
Vatanı milleti olmayan ama öyle gösterilen, sıkıyı görünce anda saf değiştirme pratikliği gösteren aymazlıktır. Çünkü sürü kaderine baş koyuşun, başka işe yaramayışın derdiyle mahiyete sığınma sığırlığıdır bir cümleyle.
Küçük büyük ispitlerle sağlanan istikbalin ve İstiklalin sağırlığıdır. Sen özelsin baştan çıkarması ile raydan çıkmışlık, despotik dirilişin ölümlülüğüdür. Ödleklerden sayılarak da tarihe geçmektir mükâfatı.
İspiyoncular despotizmin iz sürücüleri, oyunun oyuncuları, piyeslerin piyonlarıdır. Üstüne üstlük kalitesi düşük insan profilleridirler….
İşte sürekli iktidarda kalma felsefesine hizmetçilik kendi mesleğini yaratmıştır, ispiyoncuları…

MÜLKSÜZSÜZ MÜLTECİLER


MÜLKSÜZSÜZ MÜLTECİLER

Karayolu kullanan insan kaçakçıları ile deniz botu kullanan mülteciler gözden kaçırıldıkça öksüz ve yetimler cehennemi kuruldu bu dünyada. Güçsüz mülteciler ile Mülk Suresi güçsüzleri türedi dört bir yanda. Nice vakalar var yaşandı ve unutuldu…

Oysa unutmamak gerekir. Bazı insan azmanlarına yeni macera çeşitleri çıktı. Hala çıkıyor da. İnsanlar ister mülteci ister malcı, ister anamalcı olsun, izleyenler insanlıktan kopuyor, çıkarılıyorlar. Ne tutarsız görüntülere sahne oldu bu karnaval havasında gerçekleşen sınır tanımaz mülteci girişleri. Acıma dozunda ah vah çekmek, sosyete pozunda öncesiz veya ön yargılı söylenmekle çözümlenemez boyutta gelişiyor vatansızlık.
Vatandaşlık bazında tabelanan bu ‘mülksüz mültecilik’ bulmacayı çözmüş görünenlerce jeopolitik ve politik macera eksenli yeni bir beyin fırtınası. Ancak tarihe, tarife ve talihe bakılmaksızın olmaz. Anlaşılmaz bir acı gerçekliktir ancak vatan kavramını çökerten ve yardımcı plan paylaşımları ile sadeleştirilen bulaşıcı bir hastalıktır. Tamamen tampon veya tamponsuz bölgelerde papyonlu kötü oyuncuların oynadığı, oynatıldığı bir filmdir.
Hayatın sırları, olayların örgüsü ve oynanan kartların şirretliği şirin gösterilerek ne yapsın garipler hafifsemesi ve garantisi ile gazlanma ve frene basamayıştır. Artık süresi ne kadar ise, üç beş yılda artan nüfus ve nüfuz, her memlekette en azından bu yeni ırkın oluşması demektir. Bu yeni etnik yapı şimdilik mülksüz mülteciler, yarın ise kuşku verici bir sona gebedir.
Zorunlu ziyarete gelmiş havasında en ücra da dahi karşılaşılan en küçük fırsatta daha batıya, hakiki batıya kaçacağını dillendiren bu iki adımlık akıllılık şu fakir memlekete krallar gibi yerleşir. Gitmez dönmez hiçbir yere, yerleştikçe yerleşir. Ayağının değdiği her yeri vatan sayar kabullenir.
Neyin kavgasını yapmaktır bu, su götürür götürmez nedenlerden ötürü. Göçebe bir toplumun son temsilcileri sayılan bir millet olarak bu savaş kaçkını göç ve göçmen olayına sıcak baktıkça mesele halledilmez. Hele meseleyi muhacir enser çerçevesinde gördükçe ilerde eyvallah dedirten bir mülkiyet gaspı da doğar. Bu mülksüz mülteciler milleti ortalıkta keyif çatarken memleket çocukları vatan millet adına daha çok ölümlere gönderilir.
Bunlar bu mülksüz mülteciler önce bir ana çocuk, sonra koca, sonra da çoluk çocuk yerleşirler. Ülke ekonomisine göstermelik katkı yaptıkça, verdiğinden çok alır, mülk Allah'ındır demeyip mal mülk de edinir. Yerlerini sağlamlaştırıp sağ cenahtan güçlenip tam yerleşir. Malcılık anamalcılık tezgâhında kısa zamanda roller değişir. Kapılarını bu kadar kolaylıkla, her önüne gelene açmanın da bir bedeli vardır. Bu bedel bilmukabele birilerine ödetilir. Bu yüklü faturayı zoraki ödeyecek bir başka dünya milleti var mıdır acaba.
Gelecekte bu konuda kim nasıl ne zaman hangi adımları atacak orası muamma. Muhakkak görülmesi gereken ise ilticacı cennetine dönüşen yarımadanın yarım akıllı bir bölgede dayanaksız bir mülteci politikası güttüğüdür. Resmen karanlığa gark olduğudur. Güldür güldür değişen düzenin değişmezliği üzerine çöken karanlık kalktığında ‘mülksüz mülteciler’ de güdülen etnikler listesine eklenir.
Bu ekleme ve denkleme insaniyet namına belli soru işaretleri ve soğukluk taşısa da iktidar tarafından şimdilik iyi kullanılıyor, nakkaş gibi işleniyor. Sanki bir şeylere zemin hazırlanıyor.
Sonrası kuruluşun ihmali ve kopacak kızılca kıyamet…

HAYATIN AKIŞI


HAYATIN AKIŞI

Doğanın diyalektiğinde gizlidir hayatın akışı. O gizem ki tüm hataları eleştirel elekten geçirmek demektir…

Aslında tüm hatalar ve sorunlar meslek sorunundan önce kişilik bunalımları ile başlar. Kişilik oturmayınca meslek dürtüleri devreye girer. Hele meslek edilen siyaset olunca sosyal sorunlara bakış açısı da aşırı önem kazanır.
Sosyal siyasal ekonomik derken sorunlar sevgi ve bağlılık boyutunda çoğalır. Bu günlerde yaşanan son on yılların getirdiği bağlılık ve sevgi sorunudur. Bu sorun ayrıntılı biçimde ele alındığında yaşamın akışında kırılmalar göze çarpar. Bu kırılganlıktan hareketle gelecek belirsizliği toplumsal uyuşmazlıklara ve bireysel tutarsızlıklara kapı aralar. Bileşkesi ise kötüye giden akış ve bozulan hayatlardır.
Hayatta kalıcılığın ve esenliğe kavuşmanın yolu bağlılığın tesisi ve sevginin yüceltilmesi ile açılır. Yaşamlar ve olanaklar bunca sınırlı boyutta iken boş yere zenginlik küstahlaşması ve ne için yapıldığı bilinmeyen üst anlaşmalarla sorunların üstesinden asla gelinemez. Öyle zaman olur ki zenginliğe güvenmek ve mağrur olmak da yetmez. Gören gözlerin görmesi gereken ise doğanın en karmaşık çelişkisinin dahi kendi içinde çözülmesini görmektir. Hayatın akışı ancak bu şekilde hızlandırılır.
Değişim ve etkileşim işte bu akışkanlığın her nefese uygun nüvesi ve meyvesidir. Asla budanamaz. Bulunmaz hayatın akışına göre yön veren ve sorunları varlık durumu ile açıklayan tutum ise sadece kumanda altında olmayı ve kalmayı günceller. Kumanda dışı tavırlılık metodolojik açıdan diyalektiği kavramak ve o kavrayışla bütünlük sergileme biçimidir. Bir inceliktir. Tamamen amatör kalınıp en gerçekçi redçilikle hayatın akışının tersine karşı duruştur. Sadece kendi çevresinde dönüp dolaşanlara göre biçimlenmek eksikliği ve karşıtlığı görmemek sorunları artırır. Sorunlar arttıkça da çaresizlik patlak verir. Yenilgi korkusu aklı kuşatır. Topluma sırt çevrilir. Dalkavuklar içinde kuşku ve dışa kapalılık artar. Haliyle ruhsal çöküş başlar.
Hayat ve hayatlar çöküşe akarken kimin dost kimin düşman olduğu ayrımında tutarsızlık görülür. Öylece en etkileyici biçimde dahi olsa işin doğası bozulur.
Aslında her sorun sayılan sorun nihayetinde toplumsaldır. Bireyle başlar çevre ile bütünleşir, politikasını oluştur ve tüm katmanları direk ve endirekt etkiler. Ancak özünde her alanda gün geçtikçe yitirilen bağlılık ve sevgi kavramının pek önemi yoktur. Derin bir kararlılık ve karanlık hayal kırıklığı yaratarak tüm sistemliliği yok eder. Hayatlar son derece acımasız bir sona akar .
Akar ve hayat bağlılığın yerine bağımlılık, sevginin yerine kırıntısı ve bolca kristalize düşmanlık ikram eder. Düşmanlık ikame edilir. Ve memlekette millet asla sorunlarıyla baş edemez, iddialarını başaramaz hale gelir.
Hayatın akışı doğanın diyalektiğine tabidir. Ve özünde asla zalimliği barındırmaz…

MODERN SİYASET VE DEMOKRASİ


MODERN SİYASET VE DEMOKRASİ
Görünürde kısa aralıklarla yüzleşilen bir demokrasi çıkmazı yaşanıyor gibi bir hal var. Ama durum daha da vahim. Resmi modern siyaset ve memleket demokrasisi can çekişiyor. Dünyanın dört bir köşesinde olduğu gibi devlet mekanizması tutunacak dal arıyor. Veya budayacak. Demokrasi elitleşiyor. Ve idare planlı programlı sadece elitlere uygulanan bir yönetsel anlayışa evriliyor.
Siyaset literatüründe demokrasi güç ve otorite kullanma sanatı diye geçer. Ancak halka vekâlet edenlerin zaman zaman yetkilerini aşmaları başlıca sorundur. Yani demokrasi içinden otoriter modellerin doğduğu bir gerçektir. Devlet gücünü arkasına alanın resmi makamları babalarının makamı gibi kullanması ve despotlaşması gibi. Bu demokrasi ile bağdaşmaz ama modern zamanlarda bile öyle.
Ayrıca devlet benim, ben devletim mantığı hiçbir zaman denetime tabi tutulamaz. e tamamen hakimken tutturmaz da. Böylece bireyin ve hukukun üstünlüğü sallanır. Durum öyle hale gelir ki antik dönemlerde bile olmayacak şeyler olur. İşler makul karşılandıkça durumdan vazife çıkarımları da artar. Bu sözde yeni demokrasi ve güttüğü modern siyaset din, yerel özerklik, mezhepsel kölecilik çerçevesinde şekillenir. Belirleyici pozisyonda ise daima din odaklı politika yapanlar yer alır. Son yıllarda yaşananlar aynen böyle.
Böylece siyasete ilgi gittikçe azalır dine bağımlılık ise artar. Yani kurumsal tezler ve kurgusal manevralarla toplum resmen aldatılır, aldatılıyor. Katılımcılık ve şiddet takipleri talepleri azaltılıyor. Toplum teokratik bir gruba emanet ediliyor. Teoloji tek felsefe haline getirilerek başlıca sorunlar onunla idealize ediliyor.
Devamında modern siyaset günden güne gerilerken eskimiş farz edilen demokrasiye ulaşmak dahi güçleşiyor. Gericilik ağır basıyor. İlerisi gerisi sosyal, siyasal, kültürel, zihinsel, kurumsal ve kuramsal tutulma yayılıyor. Bilimsel anlam ve çözüm arayışları küçümseniyor. Yani geniş yelpazede demokratik kurallar kan kaybederken, gelişen yeni süreç içinde rejim meşruluğunu yitirdikçe yitiriyor. Peşinden yönetimin meşruluğu da tartışmaya başlanıyor. Olmadık siyasal tercihler iktidar pozisyonlarını belirliyor. Ve demokrasiden umut kesiliyor. Modern siyasetten uzaklaşılıyor.
Her şey keskin hükümet kontrolüne geçiyor. Modern siyaset ve demokrasi can güvenliği tehlikesi, keyfi gözaltılar, sebepsiz tutuklamalar ile zedeleniyor. Otoriter ve totaliter bir düzenin yaptırımları şeklen demokratik gösterilerek, algı yüklemesine dönük her enstrüman bir bir kullanılıyor. İşin garibi aşırı milliyetçilik ve dini modernleşmeyle millet ayni hizaya çekiliyor. Demokrasiyi baş tacı etmiş görünen en modern kimlikler bile dizayn edilen bu yönde siyasal birlik ve toplumsal uyum sağlamak için kimliklerini yırtıyorlar.
El birliği ile kaba güç, terör ve savaş arenasına ve girdabına sokulan memleket resmen bir demokrasi çıkmazına itiliyor. Ve modern siyaset açmazı yaşıyor. Bu arada aymazlık olabildiğince yayılıyor ki yönetim halktan alınıp geleneksel siyasi elite veriliyor. Ya da verilmesine zemin hazırlanıyor.
Bakınız; geleneksel siyasi elit…

MODERN İMPARATORLUKLAR VE ŞOK


MODERN İMPARATORLUKLAR VE ŞOK

Geçen yüzyılda koskoca imparatorluk coğrafyası yüzyıllarca hükmettiği geniş topraklarda modernleşmeden korktukça ard arda şoklar yaşadı. Şokların etkisiyle özellikle diller ve dinler mozaiği olmakla övünülen devasa imparatorluk değişime kapılarını daha sıkı kapattı. Modernizm kapılardan sızmaya delik bulamayınca, modernite bile imparatorluk dinine göre dizayn edildi…
Sonuçta kurum ve kuralları gelişen ve değişen dünyaya direnemeyen ve dağılmaya yüz tutan koca imparatorluğun suni sistemi derinden sarsıldı. Bu sarsıntı koca İmparatorluğun kendi içine iyice kapanmasını ve içinde suçlu arar zihniyetin egemenleşmesini de beraberinde getirdi. Kendi dini ve diğer dinleri de eşzamanlı etkileyen tek şeyin din dışındaki değişim olduğu, dünyada değişmeyen tek geçerli akçenin de değişim olduğu geç anlaşıldı.
Özellikle dini, yönetsel ve askeri yapıdaki tutuculuk ve modernleşmenin uzağında kalış korkulası imparatorluk gücünü yok derecesine etkiledi. Büyük küçük savaşlar hep kaybedildi. Her şey en üst dereceden etkilendi. Yeryüzü hâkimiyeti zaafa uğradı, hilafeti saltanat zayıfladı. Değil dinler, dinci mezhepler karmaşası da bu yanlış akıma kapılınca şok arttı. Yanlış üstüne yanlış eklenince gelişen çağa daha da ayak uyduramaz hale gelindi. Ayrıca etnik isyancılık da sosyal yapıyı bozdukça bozdu. Yapılabilecek çok şey vardı belki ama Tanrı kelamıymışçasına sorgusuz uyulan, uydurma dini fetvalarla yenileşmenin de önü kesildi. Hiç bir şey yapılamadı.
Koskoca İmparatorluk kurtuluşunu çağı geçmiş çok kavimli, kabile normlarında aradı. Kendini çöllere, çöllerdeki vahaya bağladı. Ancak bu gereksiz çabalar çağın modern normlarından daha da uzaklaşılmasını ve büyük yıkımı getirdi…
Toprak düzeni ve mali yapı gittikçe bozuldu. Yenileşen çağın zorlamasıyla girişilen modernlik ithali koca İmparatorluğa çok pahalıya mal oldu. Saraydan sokağa tefecilerin, çetelerin eline diline düşüldü. Diğer imparatorluklar kendi hayat tarzlarını yenilediler ve yenilendikçe kendilerini üstün görme anlayışını kazandılar. Zamanında diz çökenler iki ayak üzerine dikildiler. Böylesi diklenmeler ağırlık kazanırken koca imparatorluk geri kalmışlık bilinciyle bocaladı. Bilinçdışı her şeye boş verdi. Mevcudu korumaya yeltenildi. Çünkü ciddi karşılaştırma ve değerlemeler yapıldıkça dünyanın diğer coğrafyalarında asla mukayese edilemez, mücadele edilemez ilerleme ve gelişmeler kat edildiği anlaşıldı.
Yapılan yanlışlar yüzünden artık Koskoca İmparatorluğun dini geri kalmışlığı, gericiliği temsil ederken, gelişen ve modernleşen dünyanın dininin ise ilerlemenin modeli olarak görülmesi en büyük şoktu…
Şok hala devam ediyor. Yüzyılların tavanından sarkan bu genellemeler halen geçerliliğini koruyor. Hatta son yıllarda oryantalist kabile öncülüğü ile ulus devletçiliğin tescil edilemeyen bir çekişme, içten içe sürdürülen ince savaşın içinde olduğu iyice belirginleşti.
Yani koskoca imparatorluktan bugüne hiçbir adaptasyon uzun süreli gitmeyerek devlete millete sık aralıklarla geriye, eskiye dönüşü yaşattı. Bu ani şoklar nefret, kin ve haset çerçevesinde ismi konulamayan bir gericiliği de güncelledi. Modern imparatorluklar çağdaş tarihe katkı sunarken karşılığını kat ve kat aldılar. Sömürdükçe sömürdüler. Sınır kentler ve köle devletçikler dünyasında geliştiler. Koca imparatorluk ise küllerinden bir kez daha doğdu. Sömürgeci dünya tarafından tekrar bir yangının içine çekiliyor.
Yani yakın tarihte en kocası yok olurken, en pısırıkları ve cılızları sınıf atladılar. Modern imparatorluklardan ileri demokrasiye geçtiler. Bunlar lehine sonuçla yetinmeyip koskoca İmparatorluğun dağıtılmış coğrafyasında artıklardan megaloman politikacıların yetiştiği, yetişenlerin despotlaştığı kukla devletçikler oluşturdu.
Modern imparatorluklar dünyasında ve koca imparatorluğun küllerinden yeniden doğduğu coğrafyada asıl şok ise büyük sermayenin tezgâhladığı yersiz yeni kapışmalar. Kapıştırmaların neticesinde bu kurgu devletçiklerin de yok edileceği gerçeği.
Üst akıl ayni, ayni senaryo…

MODERN DEMOKRASİ VE DEMOKRATİKLEŞME


MODERN DEMOKRASİ VE DEMOKRATİKLEŞME
Şu memlekette yüzyıllardır modernleşme ve demokratikleşme devleti kurtarma amaçlı kabul edilen olgulardır. Ayrıca gerçekten de dış mihraklıdır bu devleti kurtarmak adına yapılanlar. Dünyaya dış dengelerden yararlanmak ve dış destek sağlamak merkezli bir adaptasyondur. Ama iç dinamikleriyle ele alındığında bu iş tutmaz. Tutmadığı da her dönem görülmüştür…
Çünkü model alınan modern demokrasi temel özgürlükler ve anayasal düzen çerçevesinde durmaksızın gelişirken şu garip memlekette hep bir duraksama veya katı kurallı kısıtlamalar dayatılır. Demokratikleşme maksatlı arayışlar ise dış etkileşimli dıştan arayışlara yönlenir. Bu dış kaynaklı örneklemeler milletin gözüne gözüne sokularak demokratik düzenin kötülüğünden dem vurulur. Yani demokratik bağımsızlığın öne çıktığı her dönem merkeziyetçi anlayış egemen kılınırken merkezi yönetsel yapı demokratikleşmenin önüne bir dizi engeller koyar. Devrimci memleket evlatlarına acımadan kıyar.
Başa bela bir oryantal demokrasi cilalanır. Bu oryantal despotizm zaman gelir sözde modern demokrasiyi dayatır. An gelir yapay demokratikleşmeyi de kendi tasarrufunda tutar. Demokrasi safında yer alır ve rol çalar.
Böylece devşirme bir sistem ve bu sistemin orduya dayandırılmış en eski modeli modern dünyaya demokrasi ve demokratikleşme cevheri diye sunulur. Bu yalancı dünyada yerel sivil belirleyici faktörlerin gelişmesine asla izin verilmez. Verilirse de rahat bırakılmaz. Yani modern demokrasi memlekette bir türlü kurumsallaşamaz. Demokratikleşme hiç gerçekleştirilemez.
Zamanında zor bela kurulan devletin gerçekçi niteliği ve kurucu değerleri kutsal savaştan ebedi barışa geçmeye, en geçerli dünyasal sebeplere dayandırılsa da ithal edilen modern demokrasi de uzun soluklu olmaz. Yırtık yama tutmaz. Rahat bir nefes aldırır o kadar. Çünkü din ve dincilik, açık veya gizliden kurucu mit, ağırlığını ve sunucu varlığını hissettirir. Hissettirdikçe de şu fakir memlekette demokratikleşme asla hayata geçmez. Geçirilmez.
Ayrıca her şey açık seçik bilinmesine karşın şu memlekette hiç kimse modern bir devlet doğarken sırf bu yüzden aslında ölü doğdu diyemez…
Modern demokrasi ve demokratikleşme ayarı çekilerek bundan sonrasında memlekette hangi kurgusal projeler devlet eliyle uygulanacak ve devlet nasıl kurtarılacak acaba. Şimdinin sorusu budur. Zaten bu devlet kurtarma operasyonları on yıllardır şaşırtıcı bir durum. Bu kim kime dum duma dünyada kim kimden kurtarılıyor anlamak mümkün değil. Hep ayni hikâye.
Bu kez hikâyenin sonunda elbette dış mihraklı ama hiç de modern olmayan ve asla demokratik açılım sunmayan bir model olacağı malum…
Çünkü oturduğu zeminin kayganlığı itibariyle bu coğrafyada toplum mühendislerinin algı yanıltmaları ve çengel atmaları ile kurulacak veya idame ettirilecek her devlet monarşik bir tabana oturur. Ve egemenlik milletten yöneticilere geçer. Ellerden tekele. Asla yetki paylaşılmaz ve göçerilmez. Oluşabilecek her demokratik çıkış asla demokratik olmayacak bir dizi güç kullanımıyla dizginlenir. Gelecek sadece gaz ve haz siyaseti üzerinden gündemleşir. Geçmiş ve gelecek kavramları köleleşen bir toplumun dizaynı ve köleci bir anlayışın kayıtsız şartsız kabul edilmesi için kullanılır.
Son söz; Modern demokrasi ve demokratikleşme zaten dış mihraklıdır, demokratiklik dış kaynaklıdır ve seve seve…