MEMLEKET YOKİSTAN
Şu beter salgını usulden efkarlanmış izlenimi
yaratarak, pasif izleyici pozisyonunda azdıranlarla, kendi başlarına sezgisel
azanlar yüzünden beter zora düşüldü. Hepten pik yaptı virüs. Dipten pike komple
yerleşti memlekete, komple bulaştı masum hayatlara. Çöktü resmen memlekete.
Memleket yokistan...
Millet küçükten büyüğe komple, tüm hiyerarşi, karışık
bilinçaltılar, virüsle birlikte kendi özel korkularıyla yüzleşti. Sıradanlaşan
koruma ve salık verilen korunma yöntemleriyle, salgının tehlikesini anlama dahi
sağlanamadı. Ekonomik sebepler başta, özellikle yüzyirmisekiz milyarın
belirsizliğe dolar hali de yoksunluğa eklenince salgını öteleme ve çözüm
girişimleride tutmadı. Hal ve gidiş iyice zayıfladı. Aşı bir varmış bir yokmuş
arasında uzun süre havada kaldı. Koca bir yılın çivisi çıktı. Gelen yıllarda
çakılacağı da, mutluluk tablolarının duvara asılacağı da hala belirsiz. Ve
büyük sessizlik...
Sorulduğunda mevcut durumdan fakir zengin, genç yaşlı,
milletin çoğunluğu aşırı şikayetçi. Ama sorgulayan böyle salgınla mücadele
olmaz, olmaz böyle şey diyen yine belli bir azınlık. Ekseriyetin miskin ve
pişkin pasif izleyici konumundan kopuşu hala yok. Patates soğan, resmen
memleket yokistan...
Olmaz olsun şu bu, yalandan gururlanmalar. Sahtecil
şahlanmalar. Geleceği kirletenler. Yarınları yakanlar. O yüzden beterin beteri
var babında tornistan hep başka sefere. Yok olsunlar. Da var olsun memleketi
yokistan...
Bu sefer ki gerçekten atlatılması gittikçe güçleşen
bir atmosfer. Bunca beter durum ve arsız salgına rağmen, krize kaosa ve eksik
kapatmalara dayanarak hala evir çevir, getir götür operasyonları. Millet
operada illeti, izleyici konumunda muma çevrilmiş. Konuşlandırıldığı locasında
bir türlü çekip gitmeyenlere müptela. Yüz küsur yılda yüze tamamlanan birikime
artı yirmisekizlik eklenti, ekip çalışması olduğu muhakkak yaşla kuru
muhabbetinde ateşe dolar muhasebesiyle kayıp. Kayıp ama sormak sual eylemek
ayıp. Hatta hala başka değerlere kayıp kıta Atlantis saldırısı. Çıplak
uyarıcılara hemen virüs varyantı. Yani var yok, aktif pasif, olmak veya olmamak
ortamında geçmeyen bulantı. Sürekli sallantı. İşte fırsatı fırsat bilen,
aradığından fazlasını bulan hain virüs anında yokiskanı yarattı. Zalim virüsün
elinde oyuncak bir memleket, oynanan tiyatroyu sükun izleyen bir millet oluştu.
Memleketi yokistan...
Varoluşundan beri yokluğa alışık, yoksulu koruyan ama
varsılı da canıpahasına kollayan bir millet, bu millet. Yokistan milleti...
Bu maya yüzünden delici oklarını çevirdiği, dinine
imanına delice direndiği, hatta varlığına açık gizli düşmanlık beslediği hep
belli kesim. O yüzden daima kara bela Denizine çivilenmesi. Yağma
okyanuslarının kara korsanlarına çarpılması. Son on yıllarda anlaşıldı ki çivi
çiviyi söker ama gerçekçi ve etkin bir hamle yine yok. Yokistan geleneğini
sürdürenlerin, pik-dip grafisinde sürünenlerin mizanında gram iyileşme yok.
Haklı ve çağdaş taleplere bir atıf da yok, izin de yok. Varsa yoksa gündemi
belirleyen reis ve milleti belleyen virüs...
Binbeter salgın son sürat. Virüs varistan, memleket
yokistan. İsten pisten bulduklarıyla yetinenleri türeyen mazlum bir millet.
Memleket miskin ve pişkin pasif izleyici pozisyonundan bir türlü vazgeçme
eğiliminde değil. Vazgeçilmedikçe de varı yoğu, bu dünya fani edebiyatına
bağlanmış ilahi aldatı, disloyal kaçamak...
Şu beter salgını eften püften sebeplerle azdıranlar,
hain virüse yarenlik derecesinde yakınlaşmayı ilahi kudret tecellisine
bağlayanlar, hayat damarlarını besleyen ne varsa kestiler. Zenginliği iç
ettiler, hiç ettiler, yok ettiler.
Gönülzenginlerine, elde bir virüs kaldı. Öyle bir virüs ki efkar azdıran,
üstelikte Ramazan. Azar azar bildik tornistan...
Aynı tornadan çıkmışçasına pasiflik artı eksik
tornistan, eşittir memleket yokistan. Memleketi yokistan. Yokluğu ısıtan,
yakan, yıkan, yok eden, emanete ihanetçi? Elbette körolası virüs...
SON VURUŞ
Sıradan sığlık, bezdiren ruhsuzluk, vefasızlık,
bayağılık, bezmeldek trafik, hain virüs ve ölüm. Tüm olumsuzluklara artık yeter
kabilinde isyan. Yemişim içmişim kaderi karakterliliğiyle, emanete ihanet etmeden
kutlu sona ilk adım. Soluksuzluğa esas duruş, son vuruş. Tek soruluk ömür...
Çerçeveye giren, çatmaya dizilmiş ve her nedense gırla
resmi çekilen minik çiçek bahçeleri ve çelenkler. Diğer yanda zulada üç
mermilik emanet ve kuru toprağı sulamak için kirli plastik ibrik. Teneşirde
fiyakalı bir tabut ve cenaze arabasında çam yarması tahtalar. Çarpık rakamlarla
sıralı, numaralı...
Soluk avluda kara gözlüklü izleyiciler ve alı al moru
mor tülbent örtülü fısıldaşmalar. Geç kalanlar erken gidenler, gidenlerin ardına
sırlı anlatımlar, bol keseden artırımlar ve eksiltmeler. Gelenlere ise
üstünkörü tebessüm. Sende ha, hali. Ve
ablak suratlardan, hayata havlu atma dedikoduları. Öldükten sonra ne yazar
faslında fark yaratmayacak aynılık. Hasılı son görev babında son gösteri, son
temaşa, son dokunuş, son vuruş. Tek soru...
Ya ezeli vasiyet. Akla çivilenen ama tutulamayan bir
nasihat. Hep iyi niyet. Sonsuzluktan düşülünce, dillere pelesenk, yarım kalmış
hikayeler. Malum mezar, mezar taşı hepsi hikaye. Vasiyete uyulsa orada yeri
olmayacak hocanın, karşısındaki resme bakıp sözde dua maksatlı beddua. Çok
bilmişlik faslı...
Oysa vasiyet tutulsaydı vaziyet kurtulacaktı tek
kalemde. Ekstradan boşalmayacaktı kelamsız uğultu. Haliyle kutlu uğurlanışa da
kutuplaşma sancısı sarkmayacaktı. Harfiyen program, provake vakti, safa
durulacak veya kıyıdan bakılacak cenaze nemazından sonra vesaire diye. Didaktik
edebiyat. Töre, tören kıvamlı ebediyete yolculuk...
Yolcuya zaten sorulmaz ama hiç değilse yakınlarına
danışma yok. Allahtan tabutun başı ve ayak ucuna duran yeniyetmeler tanıdık.
Kavuklunun gelişiyle hafiften kıpırtı. Tabiyatıyla ilk safta yer tutma telaşı.
Utku nutku tutulmuşluğu iyi biliriz babında anı geçiştirme safına tekmili
birden saldırı. Bir saflık gösterisiymiş reklamcılığı ve safiyene boşluk
aranma...
Hemen sonra dört kollu sal omuzlarda. Dağılanlar,
sıvışanlar dışında bir avuç insan kortejde. Araçlar hazır anonsuyla alışıldık
koşuşturmaca. O kaosta nasılsa görmezler farkıyla kaçışmaca. Ve kabristana
yolculuk...
Tabut koluna yapışablar mezarıarıyor, içindekini
katmak için semaya. İsyanla ve imanlı hissiyatla. Yahut yaşamı canlandıran
mührü vurmak için dünyaya...
Zor ulaşılır bir yerde kağıt gibi kazılmış bir çukur.
Zemin çürük, orta şiddet bir sel vursa tümden alır. Uğurlamaya gelmeyince sudan
sebep küsüleceklerin bir kısmı da orada hazır. Boş mezar başında bekliyorlar,
bilinen sonu annaklamak için. Kafileyi görünce şükür çekiyorlar sessizce.
Nihayetinde...
Birazdan bir sessiz gemiye yüklenecek kefenle
birliktelik, kafi derecede kefillik buraya kadarmış merasimi de bitecek. Az
kaldı, anılar kitabında küçük bir anekdot olarak kalacak, koskoca bir ömrün
harcanışını defne. Define, deniz kenarında tek kişilik bir matemden süzülen tek
soruda gizli...
Madem vasiyet vardı ezelden, bir hakkın tutulmalıydı.
Yine es geçildi. Selam, dua eşliğinde bir avuçla başlayan sonra kürek kürek
boşalan toprak. Bir an evvelinden gömmek eftalidir baskısı. Topraktan bir bombe
oluşana dek seyirtmece. Seyircilere gebe toprak kanıt.
Hayat işte hepsi topu buraya kadar nefeslenmesi.
Sıralı numaralı çam kokmayan tahtaların altında ise saatli bir bomba. Kaç otuz
yaşında kendi çağında kendi çapında bir çırak. Bir gün mutlaka patladı
patlayacak...
Çorak bir arazide veya çılgın bir vahada yatıyor zor
sorgulanacak veya sorgulanamaz bir sürecin yolcusu. Sür git sorumlulukların baş
sorucusu. Pik yapan, dip yaptıran her türden virüsü sinkaflayan hak savunucusu.
Dünyadan kopuşu bayramla gelen. Mayısın ilk haftasında bahar sürgünlüğü. Asıl
sürgün deniz maviye son dokunuş. Tek can alan soru, Baba nasılsın, iyimisin?
sorusu.
Başka sorulara ne gerek, Baba iyimisin, nasılsın? son
vuruş...
ÇOCUKLARA ULUSAL EGEMENLİK...
Temel öğretidir yadsınamaz. Yarının büyükleri çocuklar
"ulusal egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." İlkesiyle büyüdükçe
memleket payidar olacaktır. İlelebet var olacaktır. Tam bağımsız kalacaktır.
Uygarlık yolunda ilerleyecektir. İşte 23 Nisan bu temel gerçekliğin
tasdiklendiği gündür. 23 Nisan 1920, hakimiyetin saraydan alınıp millete
devredildiği gündür. Kutlu olsun...
Kutlu ve mutlu tam bir asır. Son yıllarda uydurma
bahanelerle, yıkıcılığı besbelli müdahaleler kayda şarta bağlanmak suretiyle,
millet egemenliği gasp edildi. Memleket maalesef payidar değil payimal olacak
seviyeye geriletildi. Tıpkı tarihin küflü sayfalarındaki gibi. Bir asırdır
pusuda bekleyen emperyalistlere, sanki yine bu aziz toprakları pay etme fırsatı
doğacak gidişata hükmedildi...
İşte onun için çok önemli bir gündür bugün. Özellikle
çocukların dilinden ana doğruyu öğrenmek adına. Geleceğe öğütlemek adına. Anı
örgütlemek adına. Geçmişte yaşanan acıları unutmamak ve milli mücadeleyi
kutsamak adına. Her adımı millet memleket namı hesabına atmak adına. Önemlidir
ve değerlidir bu gün...
23 Nisan özelinde, tam bir asır önce tüm değerlerin
geleneklerin ayaklar altına alındığı, vahşi emperyalizmin memleket topraklarını
aralarında paylaştığı o ısdıraplı günler asla unutulmamalı. Ulusal egemenliğin
hiçbir mandaya, sınıfa ve zümreye verilmeyecek en kutsal hak olduğu bilinciyle
yola çıkanların kazandığı kutsal savaş unutturulmamalı. Ben savaş kazandım her
şey benimdir kibrine ve hırsına hiç kapılmadan idareyi meclise bırakan güzellik
çarpıtılmamalı. Milli iradeyi resmen
taçlandıran ve tüm dünyaya en yüce örnek olan Ata'nın izinden
çıkılmamalı..
Ata sözüyle tasdikli inanç, çocuklara ve tekrardan
büyüklere anımsatılmalı; “Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu
milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet
vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi,
vicdanı ve mevcudiyetidir."
Mevcudiyetin devamı için Ata sözüyle perçinlenen
ilkeler doğrultusunda, dünyalar güzeli bu örneğe hıyanet edilmemeli. Emanet her
fırsatta zedelenmemeli. Memlekete kara cehalet sağanağı yağdırılmamalı. Hele ki
çağdaşlaşmaya erişim rotası değiştirilmemeli. Temel eğitimden itibaren eğitim
öğretimin içi boşaltılmamalı. Bilim asla yok sayılmamalı. Demokrasi özel
çıkarlar doğrultusunda kullanılmamalı. Yasal itirazlara, özellikle gençlerin
isyanına kollukçu kaba güç kullanılmamalı. Sevgi, saygı, dayanışma, hoşgörü
tırpanlanmamalı. Maalesef on yıllarca hepsi yapıldı. Hala yapılıyor...
Yaptık ettik bağlamında, bizzat çocuklara armağan,
gençlere emanet memlekette ne yazık ki son on yıllarda edep haya kalmadı.
Yurtta dünyada, kapı komşuda barış tesis edilemedi. Sözde millet iradesi
denilerek kutsal emanet iyice ters yüz edildi. Rejim bir anda değiştirildi.
Hoşgörü bitirildi. Sonuç itibariyle başta çocukların ve gençlerin yani
memleketin geleceği resmen tehlikeye atıldı, bahtları karartıldı...
Oysa o vicdanıkaraların değil hiç bir şey. Her şey
çocuklarındı, tümü çocuklaraydı. Gençlereydi. Ayrımcılık yapıldı onlara da. Hep
kendi çocukları kollandı, gözetildi. Diğerleri gönülden ırak...
Oysa Deniz gözlü dev hiç öyle buyurmamıştı;
"Küçük hanımlar, küçük beyler!
Sizler geleceğin gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız.
Memleketi ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne
kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!”
Ayrıca "Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen..." Mustafa Kemal
Atatürk...
Bu gün ve bu günden ileriye, hiç sapmadan Ata öğüdü
tutma günü. Ne tarafa ağır gelirse gelsin, kayıtsız şartsız "hakimiyet
milletindir" gerçeğini kabullenme ve bayram günü. Bayramınız kutlu
olsun...
Bu kutlu ve mutlu gün memleket çocuklarına, bütün
dünya çocuklarına kutlu olsun...
HER NİSAN ÇAĞLAYAN-ŞELALE...
Yeryüzü cenneti bu memlekette, her nisan başlayanda
hele 23 Nisan gelende neredeyse her insan yenilenir, içten içe çağladıkça çağlar, şanlanır ve şenlenir.
Şereflenir...
Bütün şerefsizlere inat, gelmiş geçmiş, gelen ve
gelecek tüm çağların en büyük adamına saygıyla...
O eşsiz deha. Benzersiz bir insan. Cesur lider.
Devrimci ve vatansever. Çağlar öncesinden çağlar sonrasına tek geçilen. En
sonunda sonun da ötesine çağlayan.
Çağlayanın ötesinde şelale...
Öyle bir çağlayış öyle bir celallenme ki, keskin mavi bakışıyla dünyayı hizalayan.
Aklıyla cihanı ışıtan. Sönmez bir güneş. Denizler fatihi. Fatihler piri...
Yaşamı boyunca yaratıcı ruhunu her ortama her alana
nakış gibi işleyen fazilet timsali. Yeryüzünde ulusal bağımsızlık denildiğinde
ilk akla gelen önder. Tüm çağlara malik, her devrin mahiri. Mustafa. Kemal...
Hürriyet için çağlayan mangal yürek. Çağlayanın
ilerisinde şelale. Küçük büyük Asya'nın, Avrupa'nın, Afrika'nın hatta
Amerika'nın yani tüm kıtaların, koca dünyanın çıkardığı büyük adamların en
büyüğü. Şahlar şahı. Mazlumların yenilmez temsilcisi. Emperyalistlerin baş
düşmanı. Baştacı...
Yılmaz timsal. Emsalsiz amir. Büyük şef. İlk adam.
Birinci. Tek. Ebedi reis. Mustafa Kemal Atatürk...
Tüm kuşakların örnek aldığı yapıcı ve üretici dahi.
Kutlu çağrısı çağlar boyu taşınacak ahi. İsmi asla unutulmayacak, nesiller boyu
anımsanacak taşkın, aşkın çağlayan. Çağladıkça şanlanan şelale. Asla değişmez
denen tarihin seyrini değiştiren, seyir defterinde milletinin alın yazısını el
yazısıyla imzalayan, savaş ve barış kahramanı...
Üstelik üstün diplomat. Asrın siyasisi. Sistem mucidi.
Kurduğu muhteşem düzen bir türlü yıkılamayan, çağlar boyu yıkılmayacak olan,
dünyanın en nadir çağlayanı. Şanlı şelale...
Dünya tarihine küllerinden doğmayı ispatlamış en
gerçekçi çağlayan. Realist. Aksiyoner. Kurtuluşun gözesi, milli mücadelelerin
gözdesi. Özlü, anlı şanlı şelale. Çağlayanın özü...
Çadır toplumundan ileri medeniyetler çizgisine
çağlamayı çare gören, ölümsüz varlık. Varlığı armağan. Olağanüstü kişilik.
Sıradışı şahsiyet. İlelelebet medeniyet şiarını geri toplumlara aşılayan büyük
şair. Çağlar boyu hüküm sürecek tek milletin, en hürmet edilesi, saygı
gösterilesi evladı. Babası. Atası. Gurur kaynağı. Onur nişanı...
Emperyal obur dünyanın başkaldıran asi oğlu. Asaletli
ve adaletli cengaveri. Cansiperane çarpışarak, çağlar ötesi eserler bırakmış,
esareti asla hazzetmeyen çaplı çağlayan. Tutsaklık zincirini kıran şerbetli
şelale. Gazi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk...
Eşsiz karakteri ile azılı hasımdan hısım çıkaran,
muzaffer kumandan. Başkomutan. Mareşal. Harp ve sulh kalemi. Has, hassas
kahraman...
Uzak yakın tarihin, yakın Doğu, uzak Doğu, Ortadoğu,
vahşi Batı ve buzdan kale Kuzey'in, cehennem ateşi ile kavrulan Güney ve Latin
Güney'in tanımaktan ve yolunu izlemekten onur ve gurur duyduğu en dirayetli
özgürlük savaşçısı. Basiretli barış elçisi. Kökten yenilik hareketlerini
harlayan harbi inkılapçı. Çağında başarılması güç görülen ne varsa çarçabuk
halleden inanç abidesi. Hesap adamı. Taktisyen. Teorisyen. Üstün yetenek
simgesi. Evrensel zeka. Ortak hafıza. Gelmiş geçmiş veya gelecek çağların, tüm
en büyük adamlarından daha büyük adam. Zirvenin zirvesi, Everesti...
İnsan evladı. Çekici ve güzel insan. Şan ve şöhrete
takılmadan yüreğine en büyük çağlayanları sığdıran, kabına sığmaz çağlayan.
Çağladıkça çağlayan çılgın şelale. Çağlar boyu çağlayacak olan çağlayan. Adam
gibi çağlayan. En büyük çağlayan, anlı şanlı şelale...
Bu cennet coğrafyada neredeyse her insan her nisan, 23
Nisan yakınlaştığında doyamadığına yanar. Her haline sessizce ağlar. Çaresiz
içten dışa çağlar...
Çağlar boyu sürecek kadim dost aşkıyla ve saygıyla...
HATALAR ÜNİVERSİTESİ...
Eğitim hayatı ilkokul ile başlar, orta lise derken
yükseköğretimle tamamlanır. Veya daha yükseği yapılır. Peşine hayat
üniversitesine başlanır. Ancak hangi okul, yüksekokul, fakülte, akademi
bitirilirse bitirilsin hatalar üniversitesinden mezun olmaktır asıl mesele.
Diğerlerinden bir şekilde mezun olunur ama hatalar üniversitesi ölene dek
bitirilemez. Özel veya genel aflarla tekrar tekrar kaydolunur. Bir bölümden
diğer bölüme geçilir...
Hatalar üniversitesinde temel ders kime niçin, ne
zaman, nasıl güvenileceği desidir. İlk ders güvenoloji dersidir. Başı belli
sonu belirsiz olduğundan en çok çakılan da bu derstir. Çünkü en güvenilenin
dahi ne kadar süreyle veya ömür boyu neler yapacağı veya yapmayacağı hiç belli
olmaz. İşte ders o yüzden geçmelik değil süründürmeliktir. Anfiler dolusu alt
ders mağduru oluşur ve sınavlara girer. Hele peşisıra bütünlemeler bambaşka bir
heyecandır...
Savruk vize turlarından sonra hiç sınav belirtisi
yokken hissettirilmeden sınava çekilme güven kaybının başlangıcıdır. Sonu bir
türlü gelmeyen ara sınavlar ve sınavlar, alınan ve verilen notlar. Ama sonuç
bellidir, sıfıra sıfır elde var sıfır...
Hatalar üniversitesinde en matrak ders ise güvenilen
dağlar ve ski dersidir. Bilinen o ki güvenilen dağlara bir gün mutlaka kar
yağar. İşte ders o yağan karda kaymadan, ski dersidir. Sıfırın altında üsrünedr
ne puan alınırsa alınsın pek koymaz. Çünkü karla kaplı zirveden ski yaparak
slalomlamak başka hataları kaldırmaz. Paçayı kurtarmak ise kavanozu kırmamakla
olur...
Hayatboyu karşılaşılan hatalar zinciri düzene uygun
kafa olunmadığını da tesciller. Hatalar üniversitesinin bu derse de kürsi,
kürsiyede bu dersi koyması acil gereksinim halidir. Zaten mühür kimdeyse kürsü
hakimiyeti onundur. İşte o yüzden bütünlemeye pek kalınmayan derstir. Hatasız
kul olmaz misali geçilen bir derstir.
Büyük umutlarla kayıt yapılan hatalar üniversitesinden
eğitim esintisiyle eslenmek budur. Hatalar üniversitesinin hayat
üniversitesiyle birlikte devam ettirilebilme kolaylığı da vardır. Ama tek
zorluk hatalar üniversitesinden kolay kolay mezun olunamayacağıdır.
Bilmek ve ona göre okumayı ikilemektir mesele...
EGEMENLİK HAKKI...
Gölgeler büyürken, yükselen marşın uğultusu vurur
zamanı. Ve yükselen inancın neferleri, bir zaman gelir mezalime emsali
görülmemiş direnç göstererek, vatan kaybını önler. Öyle ki "Milleti ve
vatanı için özgürlüğü ve egemenliği için özveri..." gösterenler yeni bir
vatan kurar. Göstermeyenler ise canlarını bile kurtaramazlar. Çünkü
"Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener." Bu keskin
inançla Vatan kurtarılır. Nice savaşlar kazanılır. Yani "Egemenlik
verilmez alınır"...
Bir zaman gelir, sokma akıl, kofta fikir emparyalizme
selam durur; "Canımı kurtarayım derken, Vatan kaybedersin." safına
durulur. Yahu Vatan bu vatan. Yahut...
Ağır ağdalı, konuşulduğunda ise hep vatan aşkı, millet
sevdası. İş icraata geldiğinde ricat. Hep bir mucize hevesi, mucize bekleyiş.
Kurtarıcı aranma. Ve sadece kendini ve efradını kurtarmaya kıvranma. Her türlü
doğru tavrı ise mukavemet sayma. Muhalif gösterme. Hatta talih değiştirecek
kutlu tarihe sırt çevirme...
Onca gelişen çağda hiç çekinmeden lafta dini vazifeler
gereği gevreme, gevşeme. Sık sık gömlek değiştirme. Asla ve kata değişmeme ve
değiştirmeme. Hep aynı kalma. Oysa "Her fert istediğini düşünmek,
istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir
dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir." daha
fazla hürriyet…
Vatan kaybı çok canlar yakar. Kaybın kazanımı;
"Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıhta bütün
vatandır" denilerek Vatan eylenmiş vatandır. Evrensel eylemlilik;
"Son erkeğe, son kadına dek mücadeleyle" sürdürülmüştür. Cephelerde
süngüleşerek kutlu bir zafere imza atılmıştır güzelim insanlarla. O güzelim
imzayla...
O nedenle can, mal, mülk derdinde olmadan;
"Vatanın müdafaasına iştirak, şiddetli istekle vuku bulan
vatanperverliktir." diye tarihe kazınmıştır macera. İşte aslolan mucize
budur...
Mucizevi biçimde haritada hatlar üzerinden karşılıklı
kuvvetler yığılır. Mühim zamandır. Mühimmat ve erzak gerekir. Umut kağnılar ve
kadınlarla gelir. Donan çocuklarla. Temennilerle. Eldeki Tayyarelerle. Şiar
Kurtuluşa kadar savaştır...
Vatan kaybı ecnebi haritalar üzerinde muhtemelen çok
evvelden bellidir. Yerlilerinde ise belirsizdir. Daha muharebeler devam
ediyorken sınırlar çizilmiştir. Harbi istemezlerden, cephede çarpışmalar
sürerken içeriden alt üst eden bombardımanlar. En kötüsü. En haince. Hayırsız
tayfa. Mandalanıp canını kurtarmak isteyenlerin umumi taarruzu. Vatan ne ki. Ne
gerek. Sünepe iman tahtası. Çizme cilası. Silah cayırtısı...
Baştan sona bin bir çileyle kurulmuş vatan. Son anda
tek hamleyle, vatan kaybedilemez...
Değil mi ki; "Zafer, zafer benimdir
diyebilenindir. Başarı ise başaracağım diye başlayarak sonunda başardım
diyebilenindir". Kutlu zafer böyle gerçekleştirilir.
Beklenmedik bir zamanda, bildik inançla gelir zafer;
"Gerektiğinde bir tek fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını
bilen bir millet, Elbette büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir
millet..." olur. Vatan kaybını bilenlerin, bilimle yaşayanların
kabiliyetidir bu kutlu çıkış. Var oluş.
Yani tarih kayıp vatandan, Vatan yaratanları yazar.
Unutmaz; "Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr
etmez." unutanlar ve inkâr edenler layığını bulur.
O yüzden unutmamak gerekir; “Bu millet tarihini
iftiharla doldurmuş bir millettir. Türk milletinin geleceği bugünkü
evlatlarının doğru görüşü, yorulmak bilmez çalışkanlığı ile büyük ve parlak
olacaktır.”
Ey Türk Milleti'nin çocukları ve gençleri asla unutma
zamanın savaş kaybı, zafer kaybı arzuhalcilerini. Unutma peşin peşin veresiye
vatan satıcılarını. Gölgeler yine büyürken, marşın yükselen uğultusuna kulak
ver. Ve yükselen inancın neferlerine. Onlar vurur zamanı unutma...
Çünkü bu yüce armağan ve emanet vatan sizin...
TARİH YAZILDI, TEKRAR YAZILIR...
Yüz yıl önce, asla vazgeçilmez bu topraklarda, tarih
yazıldı. Topyekun. Tek bir düsturla; "Bu millet hiçbir zaman hür olmadan
yaşamamıştır, yaşayamaz, yaşamayacaktır." Salt Hürriyet için. Tekrar
yazılır...
Çünkü bu millet asla esirlik kabul etmeyen millet.
İşte bunu ebediyen unutamaz emperyal dünya. Unutanlara; "Milletlerin
tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddi ve
manevi, ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya
yöneltmek gerekir." yüz yıl önce anımsatıldı. Tekrar anımsatılır...
Yüz yıl sonra, çok yazık oldu dememek için büyük
kurtarıcı, kutlu kurucunun izinde; "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar
önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak
bir nitelik alır." ilkesiyle
yazıldı. Tekrar yazılır...
Uzunca zamandır nitel şaşkınlık, nicel dağılmışlık.
Sanki nicelik niteliğe kazanınca hakikat biraz kaydı. Tam bağımsızlık şiarıyla
yazılan tarih ve tarihi yapanlardan bir kısım uzaklaşma perçinlendi. Bu gidişle
per perişan günlere istikamet kayması yaşanması da muhtemel. Ama kutlu savaş
zamanında kazanıldı, tekrar kazanılır...
Şiar tam bağımsızlık; "Tam bağımsızlık denildiği
zaman doğal, siyasal, mali, adli, askeri, kültürel ve her alanda tam
bağımsızlık anlaşılır demektir" denilmiş tam yüz yıl önce. Yüz yıl sonra
tekrar haykırılır...
Demek ki ilelebet var olmak için, tarih yazanlar ve
tarih yapanların, devrimci yolundan asla şaşmamak lazım. O zaman devrim yolunda
tekrar şahlanılır...
Yüz yıl önce söylenen ve yazılan gibi. Bir daha
çaresiz dönem yaşamamak, yazgı böyleymiş dememek için; "Bir millette
özellikle, bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar
duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa,
memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz olur." savına sarılmak lazım.
Madem böyle buzdan yatak üzerinde eski kaputa tekrar sarılınır...
Yüz yıl sonra, bu vazgeçilmez topraklar yeniden tarih
yazılacak boyutta bir gerileşmeyi yaşayabilir, kesin uyarısı yüz yıl önceden.
Bu ikaz tekrar dikkate alınır...
Topyekün imha dönemini öngörme basiretiyle Ata'sı gibi
tarih yazacak, tarih yapacak yiğitler tekrar Ata'sının yolunda; "Bizim
başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz çalışkanız. Yüksek
amaçlar uğrunda ölmesini biliriz..." amacına yolculanır. Son yüzyılda
tarihi tarih yapanları yok saymadan, tarih yazanları, yazılan tarihi, büyük
destanı yok saymadan tekrar...
Tarihçi koltuğunda oturup, tarihi ıskalatanların,
tarih yazanlara dil uzatanların, ısmarlama tarihçilerin tek korkusu; "Türk
çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet
bulacaktır..." Korkusudur...
Çünkü o asil kuvvet hiç korkmadan, tekrar tarih te
yapar, tekrar tarih te yazar...
Yüz yıl öncesi mucizeydi, tekrarı kolay...
MİLLİ EGEMENLİK YOKSA...
Tarih boyu hürriyet ve istiklal timsali olmuş bir
millet, tek bir nurla beslenir. Milli egemenlik; "Milli Egemenlik öyle bir
nurdur ki; onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur"
ve eşsiz bir millet gerekir…
Eşsiz bir millet...
Ve eşsiz bir kurtuluş harbi; "Bir milletin
başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette olması ile mümkündür. Bu
nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden,
ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir." Harp ancak öyle kazanılır.
Ve Milli Egemenlik...
Milli egemenlikte; "Millete efendilik yoktur,
hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisidir..." Efendisiz
efendilik egemenleşmesi...
Efendisiz bir dünyada; "Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir" Milletindir, milletindir, milletindir efelenmesi...
Ve milli görev; "Dünyada her millet, icraatına
tahammül ettiği hükümetin, mesuliyetine ortak olur..." Ortaklık senedine
tahammül göstermemekte, Milli Egemenlik gereğidir. Yanlışlara ortak olmamakta.
Günahlara isyan da...
Değil mi ki; "Hürriyet olmayan bir memlekette
ölüm ve çöküş vardır. Her ilerleyişin ve kurtuluşun anası
hürriyettir..."denilmiş. Hem de tam yüz yıl önce...
Ve memleketin güzide çocukları. Güzel çocuklar.
Evlatlar...
Hayatı başarmanın mihenk taşıdır çocuklar. Bugünün
çocukları yarının büyükleri; " Büyük başarılar, değerli anaların
yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımı ile meydana gelir"...
Milli egemenlik için mücadelede de onlar...
Mücadele. Mücadele sürekli ve yılmadan; "Türk
milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azimle, yeni bir devlet kurmuştur. Bu
devletin dayandığı esaslar, tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız milli
egemenlikten ibarettir."
Onun için her zaman ve her yerde sürekli mücadele;
"Birçok güçlükler ve engeller karşısında bulunduğumuzu biliyoruz. Bunların
hepsini inceleme ile gayret ve iman ile millet aşkının sarsılmaz kuvveti ile
birer birer çözüp sonuçlandıracağız."
Milli Egemenlik tek şart. Egemenliğin tek şartı şu;
"Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi
gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir."
Güven çok önemli çünkü; "Kimsenin fikrine ve
vicdanına hâkim olunamaz" asla...
O yüzden mutlak hakimiyet milletindir. Diğer yandan milletçe
bilinmeli; "Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen Milletler başka
milletlere yem olurlar."
Tıpkı yüz yıl önceki gibi...
Yüzyıl önce ve yüzyıl sonrası için de milli egemenlik
kıblesi besbelli; "İstiklal, İstikbal, Hürriyet, Her şey Adaletle
kaimdir..." Milli egemenlik eşittir: İstiklal, İstikbal, Hürriyet,
Adalet...
Yoksa, yine yok olma tehlikesi...