28 Mart 2021 Pazar

mart-so

 

MEŞİN YUVARLAK VE WAR-YOK SALTANATI...

 

Saltanat meşin yuvarlağı da vurunca orta saha mücadelesine döndü tüm müsabaka. Her şey ortadayken biraz gecikti ama en nihayetinde kara Bulutlar kaldırıldı aradan. İyi olacak sananlar, karantinada kananlar ve kanaryalar rahatladı. Şimdi sıra bir başka anlaşılmaz muamma da; War…

 

Getirildiği günden bu yana meşin yuvarlağın War'ı var ama ne için war bir türlü anlaşılamadı. Bir türlü rayına da oturtulamadı. War ile bir başka war başladı. Warı yoğu toptan birbirine karıştı. Memleket zaten karışık...

 

Fikstürün her haftası War neye yarar. War ile ne değişti; hiçbir şey, elde war sıfır diyenler artıyor…

 

Artıyor çünkü elin ağzı torba değil ki; Yine el atı penaltı, bariz bel altı, buz gibi goller iptal ediliyor, entrika kokan pozisyonlar, kabak gibi kural dışı hareketler görmezden geliniyor. Verilmeyecek goller golden sayılıyor, war ediliyor. Kırmızı kartlar ile sarı kartlar performansı izleyenleri çıldırtıyor. Penaltıların verileni verilmeyeni war ama kritik mi kritik düdükler çalınıyor. Üstelik ofsayt çizgisi bir oradan bir buradan çiziliyor. Yani bazı takımlar göz göre göre çiziliyor.

 

Sırf tarafkarlıktan her sezon birileri kem göze parmak acayip kollanıyor. Kollandıkça da ayaklar ayaklanıyor. Kanatsız uçuruluyor. Diğer takımlarca o yüzden yakalanamıyor. Böyle diyorlar biraz toptan anlayanlar...

 

Ekliyorlar peşine; Diğer takımlar da yanlışların dikalasına ayaklanmıyor. Dimyata giderken eldeki pirinçten olmama hesabıyla ortalık sus pus. Kuzu kuzu bir fanus ligi oynanıyor. İşbilirlerce, işbirlikçillerle harmanlanıyor puantaj...

 

Parantez içi aktarıyorlar sonra; peki şimdiye dek var mı manipilasyon? oysa War. Zaten aklamak için oynatıyorlar kare kare, varsa da war, yoksa da war. Sahada, masada hakem olanlar maçlara hakkaniyetle hâkim olabiliyorlar mı? Yok. Var da mı warın içinde yoksa kaygısı. War olabilir. Saha içinde kul hakkı yeniliyor. Silme tepeleme, depmece. Kötü niyet var mı? War sanki, yıllar yılı art niyet, denilerek parantez kapatılıyor...

 

Tırnaklar açılıyor; Sanki ilahi bir emir varmış gibi meşin yuvarlağın warı varken yok, yokken war diyor. Yani tam bir fiyasko. Sessizce söyleniyorlar wara kurban gidenler tırnak arası. Dişiyle tırnağıyla mücadele edenlerle görüntüde orta ve yan hakemler kendilerine Wara tabi kılmışlar. Bayrak elde, düdük ağızda, gözlükler eksik varsa yoksa Wardan bir haber bekleniyor. Serzeniş boş, hoş alemdeler...

 

Söylentiler var ayrıca; War önce büyüklere oynadı. Biri baştan sona kendi hatası, var da var acayip tökezledi. Diğerleri kadro uyumu ile az biraz direndi. Pek gerilemediler. Şimdi onları da aleyhte lehte bariz hatalarla war dengelemesine aldılar. Bir ona bir buna kayırmacalar yapılıyor. Çaresizliğe çanak tutuluyor. Ligin baştan beri lider vasfına yakıştırılmayanları ise pek fazla hırpalanmadı. War war ki hep kollandılar. Hala daha kollanıyor gibi...

 

Diğer yandan aşırı güvenceden dem vuruluyor; Taraflara en başta hakem hataları kameraya bağlanınca, war olan yanlışlar ve tarafgir durum ile yanlı tutum düzelecek denildi. Düzeleceği yerde war üzerinden voltaj yükseldi. Pandemik buhran yüzünden taraftarlar yokken, futbol arenası yangın yerine döndürüldü. Öyle sıkı bir baraj kuruldu ki blok halinde bir yerlere çalışılıyor gibi. Gibisi yok aşikâr. War var...

 

Camialar ve canı yananlar ise; Pozisyon pozisyon bakılıyor bakılıyor, yine yanlış kararlara imza atılıyor. Nedense tek taraflı bir war var. Başka bir sistem icat edilene kadar otorite maalesef bu war. İcraata göre düdük çalınır veya çalınmaz ama şimdi inisiyatif ve direktif warın. Warın sonunu siz düşünün. Futbolseverler bu gidişle futbolu protesto edebilir. Warın herkes için eşit bir şekilde yürümediği açık. En azından iddialar bu yönde. Zaten iddaanın oranlarını belirleyen ve oynatan şirketin sahibi de futbolun başı. Dolayısıyla Warın başı.

 

Başka söze ne hacet deyip kısa kesenler de war; Bu warın öncesi ve sonrası değerlendirildiğinde yeşil sahalardaki mücadeleye resmen çomak sokuluyor. Meşin yuvarlağa ihanet ediliyor. War var da Ar bu işin neresinde diyenler de var...

 

Teknolojiden üst düzey faydalanan, uzman ve eğitimli masa başı war heyetinden şeffaf kararlar bekleyenler de war. Anında görüntü warken tüm ekiplerin lehinde aleyhinde değişik kararlara nasıl warıldığına kuşkuyla bakanlar da.

 

Hal ve gidiş böyle olunca festival havasında geçecek maçların önüne geçiyor war. Karantina saatlerinde şölen tadındaki futbolun seyirciye hoş vakit geçirtmesi engelleniyor. Bu kompleksli yapının özellikle kendilerine emanet edilen bu hakkı, hizmet kalitesini yükselterek hakkaniyet çerçevesinde dağıtması gerekirken kendilerini belli standartlara oturtmaya çalışıyorlar. Diyenler de var.

 

Tüm savlananların sallananların sonunda, var aidiyet sorgulamasına waran bir duruma kayıyor. Oysa kaynaşma ortamı yaratmalıydı. Sanki kargaşa yaratıyor, kapışma yaratıyor. Bu gidişle meşin yıvarlağın peşinde koşan en prestijli markalar heba olur. Onların yerlerine geçecek başka markalar war mı derseniz war ama tutmaz. Milli yerli babında yanar söner. Yanar döner…

 

Yani meşin yuvarlağın varı yoğu, Salı saltanatı eski ve köklü markalardır. Diğerleri uzun soluklu olamazlar. Kısa vadede parlar sonra sahalardan silinirler. Dünyada bunun çok örneği war.

 

Bu gerçeklik warcılara ve goygoyculara yüksek sesle hatırlatılmalı diyenler de var...

 

PERTEV FORSA FORMATLANMAZ...

 

 

Pertevler iyi bilir forsu, forsayı. Daima farkındadırlar ilerleyen yaşla birlikte fors düşünce, geleceği yok etme pahasına geçmişi aklama gayesi ağır basar düşüncesinin. Bu yaşamsal baskıyla tek formata evrilenler de çoğalır. İşte bu çılgın çoğalma veya eksilme dolayısıyla çarpık düzen de asla değişmez. Değiştirilemez. Değişme olasılığı her zaman varsa da şimdilik uzak olasılık ve çok zor. Ama imkansız değil. Gayet iyi bilirler...

 

 

İşte bu değişmeyen düzende sözü geçerlik ve saygınlık maalesef gösterişle bireysel formu korumak maksatlı jimnastik çerçevesine hapsolur. Fora edilmesi gereken ne varsa gözardı edilir. İnadına bir takım safsatalara bürünülür. Bu sonsuz arzu, sınırsız istek ve aşırı tutkulu esaretlik yarınları da gaspeder. Resmen kaybı resmeder. Ve mevcut tabloya pastel renk olmak, sürünmek sürülmek işten güçten zannedilir.

 

 

Yani sözün kısası pertevler asla bu oyuna gelmez. Bu formatlanma neticesinde paspal ve paspas düzeyinde bir dünya yaratılır, resmen doormatlanılır. O dünyaya asla kapılmazlar...

 

 

Bu son yılların formatlama ve formatlanma işgüzarlığı, doorlanma aşamasına geldiğinde önce hiçbir şey değişmez görünür. Sonra anlaşılmaksızın çok şey kaybedildiği anlaşılır. Hep geriye düşülür. Fon müziği eşliğinde şanlı geçmişe gömülünür. Bu kafayı kuma gömme adabından tüm artı değerler de uçar gider. Tıpkı eksi büyüme angajmanlığı gibi darlanma. Ve angaryalar başlar...

 

 

Böylece en baştakinden en aşağıya, karada denizde, dağa taşa çekilen üç veya dört köşeli forsların nişan özelliği de söner, hedef tahtasına döner. Bu karanlık döngüde itibar düşer. Sarmal sardıkça sarar ve forsalık başlar. Ama Pertevler forsalığı en umulmaz boyutta, ilelebet reddeder.

 

 

Ayni zamanda eksik formüllü daima büyük yanlışlara sürükleyen bu format, çağdaş ölçülerdeki formasyonu da tersine etkiler. İzler birbirine karışır. İzmlerin bittiği algısı ve yargısı yaygınlaştırılır. Etki tepki derken bugünkü teşekkül cereyan eder. En olmazlar gerçekleşir. Pergeller açılır...

 

 

Bunca gerilimli gelgit ortamında zamanelikten olsa gerek teşekkür ve şükran temelinde, bol kepçe nasiplenilen nizama boyun eğme yediden yetmişe artar. Ve zamanla soyut ve somut rejimleri, insan doğasına uymaz hile ve dolapları, dağarcığın kabul edemeyeceği anaforları sıradan görmek modalaşır. Format gereği açıkça tepkisizleşilir. Alenen duyarsızlaşılır...

 

 

İlerleyen zamanla birlikte özlü sözlü atılan format uyarınca tabii ki her şey tabi sayılır. Yolun sonu görünür ama pohpohlama vazifeden sayılır. Sancılı sisteme yamanılır. İşte pertevler bu yaman çelişkiye, taş çatlasa boyun eğmezler...

 

 

Bu sistemsel silik kodlamayla bilinene değil bilinmeze tasniflenme, afra tafra kabilinde meziyet görüldüğünden bozuk düzene mezelik bir yere kadar prim yapar. Elbette bu foretik cilalanma, kapalı oy açık tasnif sürecini de yakından etkiler. Bir bakıma değişmez durumla baş başa kalınır. Ama her statükoda bile bir değişim vardır; pertevler değişim yönünde, asla ve zorla değiştirilemez yönünde gerileyişlere de sonuna dek direnir...

 

 

Gerileyiş alabildiğine seyreder belki. Çünkü bir kere giyilen forma zor çıkarılır. Öyle ki hangi formda ve üslup da aktarımlar olursa olsun kulaklar tıkanır. Skor üzerinden değerlenip, haklılık payandasına park edilir.

 

 

Parkur uzun ise ki öyle, o zaman asıl mesele fark yaratmayacak formatların peşine düşmeden, ilerleyen yaşın tazyikiyle farklılığı öldüren formaliteleri fosmodern saymaktır. Pertev gücünü, hiç kimseyi gücendirmeden hayata geçirmektir. Beyni asla ve hiç düşünmeyecek formika yüzeye çevirmemektir. Çünkü hayatı günbegün zorlaştıran beter kısır döngüye şartlı refleks göstermeyip, kapalı oy açık tasnif fırsatı yakalanan her seferde katmerlenen şartlı destek bu formika aklın ürünüdür. Ancak bu kuru inat kutsal değişmezleri de zedeler.

 

 

Öyle ki bu manasız formatlanma yüzünden hayat boyu uğraşılarak gidileceği öngörülen ve kalpten arzulanan o muhteşem vahaya, pertev namıyla ışınlanmak da güme gidebilir...

 

 

Pertevler çok iyi bilir ışığı, aşığı. O yüzden Pertev niyal çevresinde bütünleşir, pertev kalıp ayrışmazlar.

 

 

Daima, ilerleyen yaşlarda dahi yenilenir, hiç eskimezler. Ve asla yenilmezler. Çılgın formata kapılmazlar.

 

 

Pertevler forsa formatlanamazlar asla. Hiç bir zaman...

 

BATI DOĞU TÜRBÜLANSI…

Kuş akılları kuşatılmış mesajlar, kuşanılmış keskin palalar doldurur. Bu kapalı gişe dolumla batı doğu köprüsünde hep racon kesme tellendirilir. Habire teklemelerin toplu değerlendirmesi ise sıfır tolerans, her seferinde türbülanstır…

Ömrünün son demindeki şu yaşlı dünyada batı ile doğu asla birleşmez, birleşemez. Hele vahşi batı ve uzakdoğu bir kenarda tutulursa hiç bütünleştirilemez. Evrensel manada tek tip bir düzen ise asla kurulamaz. Zaten böyle bir dostane kurulum kurmak adına bir sentez de artık ortada yok...

Dalga boyu açıldıkça, makaslar kapanmadıkça mercek altına alınmış büyük krizlerin tahlili de doğru sonuca götürmez. Döviz üçe beşe katlanır. Çıkış reçetesi de ilaç şaşırtır. Yani batı-doğu beraberliğini arada köprü vazifesi gören her fakir memleket kendi penceresinden, perde arkasından izler. Yakın geçmişe bakıldığında durum aynen budur. Günlük birliktelikler sağlanır belki ama zamanla o birleşmeler de zevatı tehdit eder. Asla mezara kadar evlenilemez. Evlenilse de yürümez. Çünkü arada daima bir güven bunalımı vardır. Ve daima bir güven kaybı yaşanır.

Bununla beraber aynı ortak bilinç, aynı ortak geçmiş olmayınca, ayrıca tarih, din, ahlak ve doğal haklara sahiplik ortak olmayınca, ayrıştırma faaliyetleri gizliden sürer. Siyaset fedaileri bu postadan, bu pastadan sebeplenir. Tarih ortak olmasına ortak olabilir ama bu kez din araya girer. Yine ortaklık bozulur. Ortalık kanlanır.

Durum bu olunca dini benzerliklerden dem vurmak da kurtarmaz ahvali. Yıkım gider ayak ayaklanır. Tarihte hep böyle olmuştur.

Zaten kukla sembol hikayelerle kurgusal gerçeklik de anında yaratılır. Yaramaz sanılan isyankarlar da inanılmaza inanmaya zorlanır...

Batı-doğu yakınlaşması veya kavgası Atlantik ötesinin güdümünde emperyal güçlerin ve sıcak düşlerin kıskacında, zincirlerin kırılamayışındandır. Kırılamadıkça da doğu ile batının kavuşması uzun yıllar sonraya kalır. Hele işbirlikçi olgular olgunlaştıkça, her özgürleşme isteğini batıcı, her munis ideyi de doğucu görüp gösterdikçe kaynaşma hiç olmaz.

Özellikle din adamlarından sayılanlar ile limanı açık kentlerin ileri gelenleri salt ticaret üzerine birleşirler. Memleketin ticaret burjuvazisini oluştururlar. Böylece bölgesel birlikler işlerine geldiğinde her olayı kabullenir görünse de içten içe, batı-doğu düşmanlığını körüklerler. Sınırların nerede başlayıp nerede biteceğine hâkim olmak düşüncesi de ebedi dostluğu erteler.

Mesele ticaret burjuvazisi ile devlet oligarşisinin karşı çıkılsa da, mecbur kalınsa da meseleyi birlikte çözeceği meselesidir. Beklenen ışıklı gölgeli karnaval havasında, arsız sesler yumağında bir dönüşüm değildir. Çünkü sığ sorunlara sözde derin yanıtlar aranarak bu konu halledilemez. Haller hafifletilemez. Sorunlar mevcut mertebesinden daha ötelere uzar. Sıklıkla günah çıkarılır. O yüzden batı ile doğu ancak edebi formda dile ve belleğe yerleşen hummalı inançları def etmek suretiyle asgari sınırda buluşabilir...

Zihnin arka odalarında saklı faaliyetler, bu barışçıl buluşmaya devamlı engeldir...

Batı ve Doğu adına türlü hikayeler derlenir ama asla toleransı işlemez hep türbülanslardan beslenir…

 

mu-LEBALEB…

 

Geldiğini geçti saatler. Akreple yelkovanın süregiden tüketimi, varoluşu tekmeleyen sancıların geometrik dizilimi, akrobatik gösterinin yer aldığı vizyondaki filmin galası gibiydi acı izler bırakarak gelip geçenler...

Seni senden çaldı içindekiler. Uyanmadı toprak oysa ki cemre düştü dört bir yanda. Kör karanlık; günün ağarmasını bekliyor hala. Kızgın güneş yalancı makyajlı suratlara tükürmek için doğmayı.

Var olan enerjinin doğruluk miktarı yok olduğundan beri bu düzenle yasak aşk yaşıyoruz. Mutluluğun senfonisi bağ bozumu. Anlamsızlaşıyorsa şarkılar, dinlemeye değmez. Kemanın tellerinin isyanı, kanunun eşsiz tınısı, mahkemede bir kadının savunmasızlığı. Sonsuzluğa hapis yatar yok olası arzular.

Raflar kullanıma kapatılmış. Bir sürü toplumsal projelerin aymazlığında İstanbul sözleşmesi umutların küle dönme sebebidir. Var olan dokunulmazların dokunulmasında, kadının algoritması erkek egemenliğine armağandır. Kadın fizyonomisi dışında yok sayıldı. Bakkal defterinin veresiye hanesine darp edildi…

Beyni boşaltılan toplumların, süt vermeyen ineğe dönüşmesi şehir plancılarının dask sigortasının yok saymasıyla birleşince, insan kasapları acıları açlığı bize bırakıp sokağa çıkma yasağına uymadın diye bizi bize polis edip ceza kestiler.

Akreple yelkovan yarışamaz zamanla, yarışamaz uçakla taksi. Bir parmak şaklatmasıyla ışınlanıp, dolaşmaya tura çıktığımızda evreni yine yobaz sürüsünün freni ile karşılaşırsak bende bu ellerden şaha giderim…

Az gülüp çok ağladım geldik bugüne. Kaç bahar eskittim. Varsılların oylumunda bir lokmanın hayaliyle aç yatıp tok kalkarak. Viskiyle kadeh kaldıranlara inat. Kalan ömrümde yine insanlık onurunun işkenceyi yenmesi için ekmeğe suya koşacağım

Bundan sonrasında İstikşafi  görüşelim Lebaleb buluşalım...!

Hiç yorum yok: