MEŞİN YUVARLAK VE WAR-YOK SALTANATI...
Saltanat meşin yuvarlağı da vurunca orta
saha mücadelesine döndü tüm müsabaka. Her şey ortadayken biraz gecikti ama en
nihayetinde kara Bulutlar kaldırıldı aradan. İyi olacak sananlar, karantinada
kananlar ve kanaryalar rahatladı. Şimdi sıra bir başka anlaşılmaz muamma da;
War…
Getirildiği günden bu yana meşin
yuvarlağın War'ı var ama ne için war bir türlü anlaşılamadı. Bir türlü rayına
da oturtulamadı. War ile bir başka war başladı. Warı yoğu toptan birbirine
karıştı. Memleket zaten karışık...
Fikstürün her haftası War neye yarar.
War ile ne değişti; hiçbir şey, elde war sıfır diyenler artıyor…
Artıyor çünkü elin ağzı torba değil ki;
Yine el atı penaltı, bariz bel altı, buz gibi goller iptal ediliyor, entrika
kokan pozisyonlar, kabak gibi kural dışı hareketler görmezden geliniyor. Verilmeyecek
goller golden sayılıyor, war ediliyor. Kırmızı kartlar ile sarı kartlar
performansı izleyenleri çıldırtıyor. Penaltıların verileni verilmeyeni war ama
kritik mi kritik düdükler çalınıyor. Üstelik ofsayt çizgisi bir oradan bir
buradan çiziliyor. Yani bazı takımlar göz göre göre çiziliyor.
Sırf tarafkarlıktan her sezon birileri
kem göze parmak acayip kollanıyor. Kollandıkça da ayaklar ayaklanıyor. Kanatsız
uçuruluyor. Diğer takımlarca o yüzden yakalanamıyor. Böyle diyorlar biraz
toptan anlayanlar...
Ekliyorlar peşine; Diğer takımlar da
yanlışların dikalasına ayaklanmıyor. Dimyata giderken eldeki pirinçten olmama
hesabıyla ortalık sus pus. Kuzu kuzu bir fanus ligi oynanıyor. İşbilirlerce,
işbirlikçillerle harmanlanıyor puantaj...
Parantez içi aktarıyorlar sonra; peki
şimdiye dek var mı manipilasyon? oysa War. Zaten aklamak için oynatıyorlar kare
kare, varsa da war, yoksa da war. Sahada, masada hakem olanlar maçlara
hakkaniyetle hâkim olabiliyorlar mı? Yok. Var da mı warın içinde yoksa kaygısı.
War olabilir. Saha içinde kul hakkı yeniliyor. Silme tepeleme, depmece. Kötü
niyet var mı? War sanki, yıllar yılı art niyet, denilerek parantez
kapatılıyor...
Tırnaklar açılıyor; Sanki ilahi bir emir
varmış gibi meşin yuvarlağın warı varken yok, yokken war diyor. Yani tam bir
fiyasko. Sessizce söyleniyorlar wara kurban gidenler tırnak arası. Dişiyle
tırnağıyla mücadele edenlerle görüntüde orta ve yan hakemler kendilerine Wara
tabi kılmışlar. Bayrak elde, düdük ağızda, gözlükler eksik varsa yoksa Wardan
bir haber bekleniyor. Serzeniş boş, hoş alemdeler...
Söylentiler var ayrıca; War önce
büyüklere oynadı. Biri baştan sona kendi hatası, var da var acayip tökezledi.
Diğerleri kadro uyumu ile az biraz direndi. Pek gerilemediler. Şimdi onları da
aleyhte lehte bariz hatalarla war dengelemesine aldılar. Bir ona bir buna
kayırmacalar yapılıyor. Çaresizliğe çanak tutuluyor. Ligin baştan beri lider
vasfına yakıştırılmayanları ise pek fazla hırpalanmadı. War war ki hep
kollandılar. Hala daha kollanıyor gibi...
Diğer yandan aşırı güvenceden dem
vuruluyor; Taraflara en başta hakem hataları kameraya bağlanınca, war olan
yanlışlar ve tarafgir durum ile yanlı tutum düzelecek denildi. Düzeleceği yerde
war üzerinden voltaj yükseldi. Pandemik buhran yüzünden taraftarlar yokken, futbol
arenası yangın yerine döndürüldü. Öyle sıkı bir baraj kuruldu ki blok halinde
bir yerlere çalışılıyor gibi. Gibisi yok aşikâr. War var...
Camialar ve canı yananlar ise; Pozisyon
pozisyon bakılıyor bakılıyor, yine yanlış kararlara imza atılıyor. Nedense tek
taraflı bir war var. Başka bir sistem icat edilene kadar otorite maalesef bu
war. İcraata göre düdük çalınır veya çalınmaz ama şimdi inisiyatif ve direktif
warın. Warın sonunu siz düşünün. Futbolseverler bu gidişle futbolu protesto
edebilir. Warın herkes için eşit bir şekilde yürümediği açık. En azından
iddialar bu yönde. Zaten iddaanın oranlarını belirleyen ve oynatan şirketin
sahibi de futbolun başı. Dolayısıyla Warın başı.
Başka söze ne hacet deyip kısa kesenler
de war; Bu warın öncesi ve sonrası değerlendirildiğinde yeşil sahalardaki
mücadeleye resmen çomak sokuluyor. Meşin yuvarlağa ihanet ediliyor. War var da
Ar bu işin neresinde diyenler de var...
Teknolojiden üst düzey faydalanan, uzman
ve eğitimli masa başı war heyetinden şeffaf kararlar bekleyenler de war. Anında
görüntü warken tüm ekiplerin lehinde aleyhinde değişik kararlara nasıl
warıldığına kuşkuyla bakanlar da.
Hal ve gidiş böyle olunca festival
havasında geçecek maçların önüne geçiyor war. Karantina saatlerinde şölen
tadındaki futbolun seyirciye hoş vakit geçirtmesi engelleniyor. Bu kompleksli
yapının özellikle kendilerine emanet edilen bu hakkı, hizmet kalitesini
yükselterek hakkaniyet çerçevesinde dağıtması gerekirken kendilerini belli
standartlara oturtmaya çalışıyorlar. Diyenler de var.
Tüm savlananların sallananların sonunda,
var aidiyet sorgulamasına waran bir duruma kayıyor. Oysa kaynaşma ortamı
yaratmalıydı. Sanki kargaşa yaratıyor, kapışma yaratıyor. Bu gidişle meşin
yıvarlağın peşinde koşan en prestijli markalar heba olur. Onların yerlerine
geçecek başka markalar war mı derseniz war ama tutmaz. Milli yerli babında
yanar söner. Yanar döner…
Yani meşin yuvarlağın varı yoğu, Salı
saltanatı eski ve köklü markalardır. Diğerleri uzun soluklu olamazlar. Kısa
vadede parlar sonra sahalardan silinirler. Dünyada bunun çok örneği war.
Bu gerçeklik warcılara ve goygoyculara
yüksek sesle hatırlatılmalı diyenler de var...
PERTEV FORSA FORMATLANMAZ...
Pertevler iyi bilir forsu, forsayı.
Daima farkındadırlar ilerleyen yaşla birlikte fors düşünce, geleceği yok etme
pahasına geçmişi aklama gayesi ağır basar düşüncesinin. Bu yaşamsal baskıyla
tek formata evrilenler de çoğalır. İşte bu çılgın çoğalma veya eksilme
dolayısıyla çarpık düzen de asla değişmez. Değiştirilemez. Değişme olasılığı
her zaman varsa da şimdilik uzak olasılık ve çok zor. Ama imkansız değil. Gayet
iyi bilirler...
İşte bu değişmeyen düzende sözü geçerlik
ve saygınlık maalesef gösterişle bireysel formu korumak maksatlı jimnastik
çerçevesine hapsolur. Fora edilmesi gereken ne varsa gözardı edilir. İnadına
bir takım safsatalara bürünülür. Bu sonsuz arzu, sınırsız istek ve aşırı
tutkulu esaretlik yarınları da gaspeder. Resmen kaybı resmeder. Ve mevcut
tabloya pastel renk olmak, sürünmek sürülmek işten güçten zannedilir.
Yani sözün kısası pertevler asla bu
oyuna gelmez. Bu formatlanma neticesinde paspal ve paspas düzeyinde bir dünya
yaratılır, resmen doormatlanılır. O dünyaya asla kapılmazlar...
Bu son yılların formatlama ve
formatlanma işgüzarlığı, doorlanma aşamasına geldiğinde önce hiçbir şey
değişmez görünür. Sonra anlaşılmaksızın çok şey kaybedildiği anlaşılır. Hep
geriye düşülür. Fon müziği eşliğinde şanlı geçmişe gömülünür. Bu kafayı kuma
gömme adabından tüm artı değerler de uçar gider. Tıpkı eksi büyüme angajmanlığı
gibi darlanma. Ve angaryalar başlar...
Böylece en baştakinden en aşağıya,
karada denizde, dağa taşa çekilen üç veya dört köşeli forsların nişan özelliği
de söner, hedef tahtasına döner. Bu karanlık döngüde itibar düşer. Sarmal
sardıkça sarar ve forsalık başlar. Ama Pertevler forsalığı en umulmaz boyutta,
ilelebet reddeder.
Ayni zamanda eksik formüllü daima büyük
yanlışlara sürükleyen bu format, çağdaş ölçülerdeki formasyonu da tersine
etkiler. İzler birbirine karışır. İzmlerin bittiği algısı ve yargısı
yaygınlaştırılır. Etki tepki derken bugünkü teşekkül cereyan eder. En olmazlar
gerçekleşir. Pergeller açılır...
Bunca gerilimli gelgit ortamında
zamanelikten olsa gerek teşekkür ve şükran temelinde, bol kepçe nasiplenilen
nizama boyun eğme yediden yetmişe artar. Ve zamanla soyut ve somut rejimleri,
insan doğasına uymaz hile ve dolapları, dağarcığın kabul edemeyeceği anaforları
sıradan görmek modalaşır. Format gereği açıkça tepkisizleşilir. Alenen
duyarsızlaşılır...
İlerleyen zamanla birlikte özlü sözlü
atılan format uyarınca tabii ki her şey tabi sayılır. Yolun sonu görünür ama
pohpohlama vazifeden sayılır. Sancılı sisteme yamanılır. İşte pertevler bu
yaman çelişkiye, taş çatlasa boyun eğmezler...
Bu sistemsel silik kodlamayla bilinene
değil bilinmeze tasniflenme, afra tafra kabilinde meziyet görüldüğünden bozuk
düzene mezelik bir yere kadar prim yapar. Elbette bu foretik cilalanma, kapalı
oy açık tasnif sürecini de yakından etkiler. Bir bakıma değişmez durumla baş
başa kalınır. Ama her statükoda bile bir değişim vardır; pertevler değişim
yönünde, asla ve zorla değiştirilemez yönünde gerileyişlere de sonuna dek
direnir...
Gerileyiş alabildiğine seyreder belki.
Çünkü bir kere giyilen forma zor çıkarılır. Öyle ki hangi formda ve üslup da
aktarımlar olursa olsun kulaklar tıkanır. Skor üzerinden değerlenip, haklılık
payandasına park edilir.
Parkur uzun ise ki öyle, o zaman asıl
mesele fark yaratmayacak formatların peşine düşmeden, ilerleyen yaşın
tazyikiyle farklılığı öldüren formaliteleri fosmodern saymaktır. Pertev gücünü,
hiç kimseyi gücendirmeden hayata geçirmektir. Beyni asla ve hiç düşünmeyecek
formika yüzeye çevirmemektir. Çünkü hayatı günbegün zorlaştıran beter kısır
döngüye şartlı refleks göstermeyip, kapalı oy açık tasnif fırsatı yakalanan her
seferde katmerlenen şartlı destek bu formika aklın ürünüdür. Ancak bu kuru inat
kutsal değişmezleri de zedeler.
Öyle ki bu manasız formatlanma yüzünden
hayat boyu uğraşılarak gidileceği öngörülen ve kalpten arzulanan o muhteşem
vahaya, pertev namıyla ışınlanmak da güme gidebilir...
Pertevler çok iyi bilir ışığı, aşığı. O
yüzden Pertev niyal çevresinde bütünleşir, pertev kalıp ayrışmazlar.
Daima, ilerleyen yaşlarda dahi
yenilenir, hiç eskimezler. Ve asla yenilmezler. Çılgın formata kapılmazlar.
Pertevler forsa formatlanamazlar asla.
Hiç bir zaman...
BATI DOĞU TÜRBÜLANSI…
Kuş akılları kuşatılmış mesajlar,
kuşanılmış keskin palalar doldurur. Bu kapalı gişe dolumla batı doğu köprüsünde
hep racon kesme tellendirilir. Habire teklemelerin toplu değerlendirmesi ise
sıfır tolerans, her seferinde türbülanstır…
Ömrünün son demindeki şu yaşlı dünyada
batı ile doğu asla birleşmez, birleşemez. Hele vahşi batı ve uzakdoğu bir
kenarda tutulursa hiç bütünleştirilemez. Evrensel manada tek tip bir düzen ise
asla kurulamaz. Zaten böyle bir dostane kurulum kurmak adına bir sentez de
artık ortada yok...
Dalga boyu açıldıkça, makaslar
kapanmadıkça mercek altına alınmış büyük krizlerin tahlili de doğru sonuca
götürmez. Döviz üçe beşe katlanır. Çıkış reçetesi de ilaç şaşırtır. Yani
batı-doğu beraberliğini arada köprü vazifesi gören her fakir memleket kendi
penceresinden, perde arkasından izler. Yakın geçmişe bakıldığında durum aynen
budur. Günlük birliktelikler sağlanır belki ama zamanla o birleşmeler de zevatı
tehdit eder. Asla mezara kadar evlenilemez. Evlenilse de yürümez. Çünkü arada
daima bir güven bunalımı vardır. Ve daima bir güven kaybı yaşanır.
Bununla beraber aynı ortak bilinç, aynı
ortak geçmiş olmayınca, ayrıca tarih, din, ahlak ve doğal haklara sahiplik
ortak olmayınca, ayrıştırma faaliyetleri gizliden sürer. Siyaset fedaileri bu
postadan, bu pastadan sebeplenir. Tarih ortak olmasına ortak olabilir ama bu
kez din araya girer. Yine ortaklık bozulur. Ortalık kanlanır.
Durum bu olunca dini benzerliklerden dem
vurmak da kurtarmaz ahvali. Yıkım gider ayak ayaklanır. Tarihte hep böyle
olmuştur.
Zaten kukla sembol hikayelerle kurgusal
gerçeklik de anında yaratılır. Yaramaz sanılan isyankarlar da inanılmaza
inanmaya zorlanır...
Batı-doğu yakınlaşması veya kavgası
Atlantik ötesinin güdümünde emperyal güçlerin ve sıcak düşlerin kıskacında,
zincirlerin kırılamayışındandır. Kırılamadıkça da doğu ile batının kavuşması
uzun yıllar sonraya kalır. Hele işbirlikçi olgular olgunlaştıkça, her
özgürleşme isteğini batıcı, her munis ideyi de doğucu görüp gösterdikçe
kaynaşma hiç olmaz.
Özellikle din adamlarından sayılanlar
ile limanı açık kentlerin ileri gelenleri salt ticaret üzerine birleşirler.
Memleketin ticaret burjuvazisini oluştururlar. Böylece bölgesel birlikler
işlerine geldiğinde her olayı kabullenir görünse de içten içe, batı-doğu
düşmanlığını körüklerler. Sınırların nerede başlayıp nerede biteceğine hâkim
olmak düşüncesi de ebedi dostluğu erteler.
Mesele ticaret burjuvazisi ile devlet
oligarşisinin karşı çıkılsa da, mecbur kalınsa da meseleyi birlikte çözeceği
meselesidir. Beklenen ışıklı gölgeli karnaval havasında, arsız sesler yumağında
bir dönüşüm değildir. Çünkü sığ sorunlara sözde derin yanıtlar aranarak bu konu
halledilemez. Haller hafifletilemez. Sorunlar mevcut mertebesinden daha ötelere
uzar. Sıklıkla günah çıkarılır. O yüzden batı ile doğu ancak edebi formda dile
ve belleğe yerleşen hummalı inançları def etmek suretiyle asgari sınırda
buluşabilir...
Zihnin arka odalarında saklı
faaliyetler, bu barışçıl buluşmaya devamlı engeldir...
Batı ve Doğu adına türlü hikayeler
derlenir ama asla toleransı işlemez hep türbülanslardan beslenir…
mu-LEBALEB…
Geldiğini geçti saatler.
Akreple yelkovanın süregiden tüketimi, varoluşu tekmeleyen sancıların geometrik
dizilimi, akrobatik gösterinin yer aldığı vizyondaki filmin galası gibiydi acı
izler bırakarak gelip geçenler...
Seni senden çaldı içindekiler.
Uyanmadı toprak oysa ki cemre düştü dört bir yanda. Kör karanlık; günün
ağarmasını bekliyor hala. Kızgın güneş yalancı makyajlı suratlara tükürmek için
doğmayı.
Var olan enerjinin doğruluk
miktarı yok olduğundan beri bu düzenle yasak aşk yaşıyoruz. Mutluluğun
senfonisi bağ bozumu. Anlamsızlaşıyorsa şarkılar, dinlemeye değmez. Kemanın
tellerinin isyanı, kanunun eşsiz tınısı, mahkemede bir kadının savunmasızlığı.
Sonsuzluğa hapis yatar yok olası arzular.
Raflar kullanıma kapatılmış. Bir
sürü toplumsal projelerin aymazlığında İstanbul sözleşmesi umutların küle dönme
sebebidir. Var olan dokunulmazların dokunulmasında, kadının algoritması erkek egemenliğine
armağandır. Kadın fizyonomisi dışında yok sayıldı. Bakkal defterinin veresiye
hanesine darp edildi…
Beyni boşaltılan toplumların,
süt vermeyen ineğe dönüşmesi şehir plancılarının dask sigortasının yok
saymasıyla birleşince, insan kasapları acıları açlığı bize bırakıp sokağa çıkma
yasağına uymadın diye bizi bize polis edip ceza kestiler.
Akreple yelkovan yarışamaz
zamanla, yarışamaz uçakla taksi. Bir parmak şaklatmasıyla ışınlanıp, dolaşmaya
tura çıktığımızda evreni yine yobaz sürüsünün freni ile karşılaşırsak bende bu
ellerden şaha giderim…
Az gülüp çok ağladım geldik bugüne.
Kaç bahar eskittim. Varsılların oylumunda bir lokmanın hayaliyle aç yatıp tok
kalkarak. Viskiyle kadeh kaldıranlara inat. Kalan ömrümde yine insanlık
onurunun işkenceyi yenmesi için ekmeğe suya koşacağım
Bundan sonrasında İstikşafi görüşelim Lebaleb buluşalım...!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder