27 Şubat 2021 Cumartesi

FİKRİYE, FİRAKLI HİKAYE...

 FİKRİYE, FİRAKLI HİKAYE...

Fikriye, uzun boylu ve masum ve de mahzun bir güzellik. Maharetli, az süslü ve solgun bir yüz. Gözlerde sürme, yanaklarda hafiften bir allık. Her zaman şık. Ve aşık. Aşk olsun, bir türlü kesilmeyen, kesik kuru bir öksürük. Örselendikçe hilafsız bir süvari. Boynunda daima takılı, tek sevdiceğinden armağan; tesbihten kolye. Firaklı hikaye Fikriye...
Fikriye, fikrini açık etmese de her şey besbelli. İnce hislere yenilmiş bir naze Fikriye. Kırbaçlı amazon. Dudaklarında gergin tebessüm, uçuk kan kırmızı hayat. Münasip bir gelin adayı. Simasında gelip geçici mürüvvet ateşi. Şefkat abidesi. Aşka Müebbet. Dalgın ve dargın. Mahcup ve mahrem. Fikrinin ince gülü soluk mavi...
Soluk ve soğuk, nazar donuk; "Bilhassa sol akciğer..."
Sisli ve gizemli bir durgunluk kaidesi Fikriye. Mecburen mihmandar. Sırtında hayatına kahreden bir sancı. Kalbine saplı çifte su verilmiş bir bıçak. Çekingen ve az cesaretli. Kızıla çalan kurt sarışınlığına yanık. Kesik. Dağları dağlayan bir sessizlik. Sürgün ve tecrübesizlik.
Latife'nin tam zıttı, zatinur bir kişilik Fikriye...
Gölgeye dönüşmüş bir formda sigarasını tüttüren beyza. Mütebessim. Mülayim. Esrarengiz bir fedakârlık abidesi. Taba rengi tabilik yanar durur parmak uçlarında...
Sanki bir zamandan beri doktorları da dinlemez hiç. Fikriye yemez içmez, dinlenmez. Ve asla tütünü bırakmaz. Hüzünlü bir keyif alışverişidir, gök maviye dağılan gri dumanla ilişkisi. Darmaduman oluşunun, kaderin ve kederin reddi. Dertlerin defi. Yaşam denilen bozgunda, bir tutam nefes...
Gözyaşları akşam alacasında piyanonun tuşlarına düştükçe, ıstırap veren günlerin devamıyla somutlaşır kara geceler. İhtirası somutlaştırır eksik notalar. Rota sanatoryum sürgünlüğünü. Zaruri bir kopuşun, terkedilemeye sarkan tutkunun, aklı tutuşturan telaşın zehri. Ve yarım kalan tedavi…
Gurbet ve soğuk. Ciğeri yakan katmerli soğukluk. Fikriye, samur kürkler içinde Madonna. Solgun ve masum. Buza kesmiş dünyanın beyaz gülü. Mahir bir gülümseyiş, güçlükle. Sahipsiz, garip ve ürkek bir boyun eğiş. Uza zamklanan kesin ve keskin buyruğu kabulleniş. Sağlığı şüpheli...
Tümüyle, kendini tümden Reis Paşa'ya ideal bir arkadaş, yoldaş olmaya adamış Fikriye. Eş olmak uzak ihtimal. yanında olabilmek yeter. Gazi'nin evlendiğini öğrenince tedaviden vaz geçer. Bırakır her şeyi. Paşa'sını asla bırakamaz. Tam on dört ay başkente gelmeden, gidemeden yaşar. İstanbul'dan bırakılmaz. Tutulur...
Canına tak eder, ah eder kaçak göçek Ankara Garı'na ulaşır. Kapılar duvar. Duvarlar sağır. Köşkler kör. Çankaya'dan dönüşte kendini vurur. Kurtarılır. Ancak zatürreye yakalanır. Yakalandıktan iki gün sonra, kısacık ama acı hayattan kurtulur.
Fikriye, mutsuz ve hasta bir kimlik olarak tarih sahnesinde yerini alır. Böyle anılır. Ancak öyle midir? kendi bilir. Memleket için en feci ve en kutlu günleri görmüştür. Yılmamıştır. Gazi'nin yaşam kolaylığına hizmet ettiğince yaşama direnmiştir. Kolay zor eylenince de direnci kırılmıştır.
Fikriye, anılarda ve akıllarda terkedilmişlik psikolojisi ile trajedik bir vaka olarak kaldı. Yazık. Oysa Reis Paşa'nın sevdiğiydi. Kıymetlisiydi. Devrim bir kez daha kendi çocuklarını mutlu edemedi. Ve kimilerine göre de "Çok iyi bir eş olabilirdi..."
Ama olmadı, olamadı. Bu firaklı son da hiç olmadı Fikriye...

MANTIKLI ARAYIŞ…

 

MANTIKLI ARAYIŞ…

 

Yazılacak ne kaldı ki, tek amacımız ölmemek. Medyanın, Sosyal medyanın hali ortada. Altı ay, bir yıl öncesini arar olduk…

 

Öfke insanın yüreğine, beynine, hücrelerin en ücra köşelerine kadar işleyip bir kurt gibi sömüren duygu halidir. Enerjiyi sıfırlayan, yaşamda hedef saptıran bu duygu sarsıntısı gidilmesi gereken yolu engeller. Aklı ve bedeni canavara dönüştürmesine müsaade edilmemelidir.

 

At gözlüğü bir kez takıldı mı göze, bir de öfkeyle inatlaşıldı mı geriye dönmek imkansızlaşır, girdapta boğulmak farz olur.

 

Beynin mantık bölümünü daha fazla çalıştırarak neden, niçin sorularını bir kenara koyarak şimdi ne yapılmalı, kısa ve uzak hedefler ne olmalıdır diyerek yola devam edilmesine izin verilmelidir. Öfke duygusunu soğutmalı ki sorumluluklar yerine getirilsin.

 

En anlamsız söz kaybedecek bir şeyim YOK sözü bilinmelidir ki bize aklımızın alamayacağı kadar çok şey kaybettirir. Sonradan hissedilen pişmanlık dönüşü olamayacağı gibi insana en yakınını, canını kaybettirdiği gibi en büyük ceza halini alır. Buna ne hukuk yeter ne de bilim, akıl…

 

Maneviyat açısından bakarak hayatı bir sınav gibi görürsek sınıfı geçmek yine aklı ön planda tutan için geçerlidir…

 

Öfkeyi soğutmalı, hayat denilen yolculuğun virajından başarıyla dönülmelidir. Düşmanlar değil, gerçek dostlar sevinmelidir. Dost seviniyorsa bilinmelidir ki kat edilen yol doğru bir yoldur...

 

Öfkenin yol açtığı her kötü eylem gerçek bitişin sebebidir. Bitişi yaşamak yaşanan an gibi gelse de unutulmamalıdır ki öyle bitişler vardır ki işte asıl tükeniş, kahır odur. Kader denilen var olan ya da olmayan yazının asıl kahramanı olmak için çabalamaktan asla vazgeçilmemelidir...

 

Kahramanlar her zaman ayakta alkışlanmalıdır... Sahne bizim, kahramanı biz olmalıyız…

 

Hayata yenilmek yok yine ayakta duracağız hem de dimdik. Yüreğindeki öfkeyi soğut arkadaş, enerjini sevdiklerine ve kendin için harca. Hayatında yeni adımlar at. Sorumluluğun büyük ama yerine getirmen imkânsız değil…

 

Sana ihtiyacı olanlara yine yol gösterici ol. Daima olacaksın… Sen onların kahramanısın ve bir kahraman gibi davran. Senin ışığına muhtaç olanlar var hala. Sana tavsiyem budur arkadaş. Kendin ol, kendini bul, şu an kendinden biraz uzaklaşmışsın. Yaşadığın öfke, kızgınlık halin doğal ama bu durumdan çıkmaya çalış hem de tez zamanda...

 

Merakla beklemedeyim. Zaten her gün yeni sürprizlerle dolu, baş döndürücü haberler, olaylar, ekonomi, sağlık, eğitim hayat içinde her şey mevcut.

 

Her gün bir gün önceki olayları unutturan olağanüstü günlerden geçiyoruz. TV kanalları sosyal medyanın gölgesinde kaldı. Aptal kutusu dediğimiz, yargıladığımız televizyonlar evimizin yine başköşesinde olsa da çokta rağbet görmemekte. Baş rolde sosyal medya. Yazılacak ne kaldıysa zaten oralarda yazılıyor.

 

Bizim tek amacımız ise ölmemek. Ve kasıp kavuran pandemi sürecinde olduğu kadarıyla yazmak, uyarmak ve arayışları güncellemek. O kadar arkadaş…

REİS PAŞA...



Reis paşa, dünyaca değeri en baştan, memleketinde ise sonradan, sona doğru değeri kaybettikçe anlaşılan inkılaplarıyla modern dünyanın bizzat kurucularındandır...

Yeryüzünde bir başka örneği olmayan, askeri bir deha, hayati bir vaha, tam bağımsızlık şerbeti içmiş, o şahane şerbeti milletine de sunmuş bir devlet adamıdır. Tarihin bu masum millete göz kamaştıran bir armağanı, sanki en son ikramıdır. Silme devrimci, sırmalı vatansever, bir solukta memlekettir. Kendine özgü bir devlet kuran, büyük kurtarıcı ve yadsınamaz kurucudur.

Reis Paşa varlığı asla inkâr edilemez, Reis gibi bir reistir. Reislerin reisidir. İnkâr edilesi değildir," Tarih bir milletin kanını, hakkını ve varlığını hiçbir zaman inkâr edemez..."

Savaş meydanlarını kızılkan ile masmaviye boyamış, deniz gözlü bir özgürlük savaşçısıdır Reis Paşa. Fetih, keşif ve taarruz ustası bir ulu kahramanlık tasviridir. Reislerin piridir. İlktir. Tektir. Tek adamdır. Tek reistir. Ata Türk’tür...

Aklına, bilime ve milletine güvenerek yaşamış namuslu, emaneti koruma uğruna dünyaya nam salmış bir insan evladıdır; " Büyük ve Tarihi olayları ancak Büyük Milletler yaşayabilir..."

Tarih boyu asla yenilmez bu savaşçı millete en zor şartlarda yenilmezliği son kez tattıran, milletine tam istiklali takdir edendir Reis Paşa. Emperyal teşebbüslerin en acımasızına karşı çıkan, göğüs göğüse süngüleşen, çeşit çeşit düşmanları def eden bir eylemcidir. Milli militandır. Enternasyonel düzeyde bir yeryüzü planlamacısıdır. Beynelmilel zafer öncüsü ve dünyadaki tüm devrimlerin sarsılmaz temsilcisidir, Reis Paşa.

Yılmaz savaşçıdır ama asla savaş meraklısı değildir Reis Paşa; başlıbaşına barışçıdır, "Bir millet savaş alanlarında ne kadar zafer elde ederse etsin, o zaferlerin sonuçlar vermesi ancak kültür ordusu ile mümkündür..."

Reis Paşa, millete ve memlekete yıkılmaz ve ebediyen bozulmaz devrimci bir yol çizmeyi bilendir. Öğretmendir öğretendir. Menfaatine tabi olmadan. Nefsine aldanmadan. İstikrar ve iktisat abidesi kalarak. Canından çok sevdiği milletine, özgürleşmeye odaklı mücadele aşkı aşılayarak. Aşkın insandır.

Aşılamaz yücelikte uluların ulusu bir uludur Reis Paşa; "Türk milleti, bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı var olmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş, cesur insanların torunlarıdır..."

Öyle beklenmedik vakalara, uydurma tesadüflere, kader kısmete aldırmaksızın gerçeğin kitabını yazan, gerçek ötesi paha biçilemez kıymettir. Asrın, asrı atinin en atak inkılapçısıdır...

Reis Paşa istikrar, eşgüdümlü iktidar ve kesintisiz ihtilal fikri sabiti doğrultusunda, mukaddes değerleri korumak adına yedi düvele teslim olmayan, teslimiyeti aklının ucundan bile geçirmeyen, sıra dışı meydan okuyuşun mimarıdır. Yüksek mimardır. Ordinaryüstür. Toplum dizaynın yüksekten yüksek mühendisidir.

Her şeye rağmen, elinin altındaki ganimete, toprağa, mala mülke rağmen, mütevazıdır Reis Paşa; "Bizim telakkimize göre siyasal kuvvet milli irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir. Birdir. Teslim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz..."

Reis Paşa savaş öncesi, savaş anı ve savaş sonrası istediklerini teste tabi tutulamaz biçimde barışa endekslemiş bir ünlü devrimci, ürkmez ülkücüdür. Tarihe emanet ilklerdendir. Hıyanet edilemez ilkedir, tahrif edilemez belgedir. Yüzyılların yetmeyeceği işleri on yılda yapan, yaptıkları ile tarihte derin iz bırakan bir bilgedir. Uslanmaz bir devrimcidir. Bilge devrimcidir…

Reis Paşa der ki; "Devrim yasası eldeki yasaların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça, başladığımız Devrim ve yenilik bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır..."

Reis Paşa'nın vaz geçilemez öğüdüdür; "...Gelecekte, seni hazinenden yoksun bırakmak isteyecek, iç ve dış düşmanların olacaktır. Birgün hazineni savunmak zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, bulunduğun durumun olanak ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve şartlar, çok elverişsiz bir özellikte ortaya çıkabilir. Bağımsızlığını ve egemenliğini yok etmek isteyecek düşmanlar, bütün dünyada eşi görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile... "

İşin hoş lafı Latife'si bir yana, işin öztürkçesi, fikri Fikriye'si işte bu düsturdur. Reis Paşa'dan beri böyle. İlelebet bu üstün öngörülü nasihatı asla unutmamak gerek.

Unutanlara da hakkıyla hatırlatmak...

KORDONBOYU KOVİTİ...

 

KORDONBOYU KOVİTİ...

 

Kordonboyu ve yedi düvelin hain virüslerine karşı koyanların anısına...

 

Kordonboyu lacivert kara. Işıltılı yakamozlar yüzüyor Ege'de. Pencereler rengârenk. Kırmızı beyaz. ala yaz. Mavi atlas. Islak ve sarı sıcak.

 

Dile kolay Efzon kuşatmasından bu yana tam yüz yıl geçmiş. Efradı adide denize dökülmelerinden bu yana. Samanyoluna yükselen o kalın puntalı istikamet ise hiç unutulası değil. Ay, rey, fay edebiyatı değil tav olunan. Tabela tam bağımsızlık. Not defterlerine kaydedilmiş anılardan bir demet, demokrasi bağlamında istiklal...

 

Hinlikle harlanan Helenizm İstilası. Emperyal saldırı. Tanığı ve sanığı ise Egemen Dünya...

               

Tarihi misyonun ilk limanı Kordonboyu.  Binyılların düşmanlığının yegâne sebebi. İzmir. İzmir arafta. Lafta müdafaa-i Avrupa. Şaik şaibe Şarki Akdeniz'den Ege'ye, Boğazlar yoluyla Karadeniz. Yani Anadolu'yu mümkün olduğu kadar minyatürize etme rüyası. yağlı ilmeği geçirmek, sehpayı devirmek, kordonu çekmek.

 

Osmanlı'dan arta kalanı boylu boyunca denizlere gömmek…

 

Ancak heves tutmadı. Emperyalist plan geri tepti. Direk Grek denize döküldü…

 

Pervaporation zırhlılarından Kordonboyu’na çıkartılmış kolordular, kutsal ilan edilen, takdis bekleyen havadaydılar. Çabucak hava değişti, aslına döndüler. Çok acımasız bir role büründüler…

 

Tehditkâr bir vınlama yayıldı Anadolu’ya. Ama Anadolu tınmadı hain uygulamaları. Ağırdan Anadolu içlerine dek ilerledi iç karartan kuşatma. Hak hakikat uyanıldı. Hakkıyla Kutsal İsyan. Hal niceydi. Cansiperane niyetlenildi. Per perişen ayaklanıldı. Ve kutlu mücadele geri püskürttü hellenic istilayı. Yedi düvel kuşatmayı. Gerisingeri. Geldiği yere. Kordonboyu’ndan gönderdi onca gam kasavetten sonra işgalci milletleri.

 

Tek tabanca peşine düşüldü, ımperialistic cüretin...        

 

 

Ahali Kordonboyu'nu kaplamış Gazi'yi görme derdinde. Maiyetini kucaklama gayretinde. Kadifekale’de Al bayrak, üzerinde beyaz ay yıldız...

 

Geride kalanlara hayıflanıldı yürekten; 'İzmir iyi de ah ah... Selanik...'

 

Kordonboyu zafer alayı. Kordonboyu'nda gecikmiş imbat zamanı. Martılar canhıraş çığlıklarla düğün ediyorlar. Rıhtıma vuran mutedil dalgalar kara sevdalı. Vatan aşkı. İskelede Kurtuluş damlacıkları. İsli lambalar istikamet veriyor kutlu isyana. Efeler zerre zerre Karşıyaka'ya…

 

Karşıyaka'ya doğru dağılıyor heyelan. Efeleniyor zeytinlikler. Yayılıyor zeybek havası. Kordonboyu'nda gösterişli karargâh. Etrafı renkli güneş şemsiyeleri altına sığınmış matmazeller. Mat bakışlı fesli beyler. Pasajlar paşalarca sarılmış. Sarıklılar, melon ve fötr şapkalı levantenler. Kosmopolitan kurtuluş…

 

Bir zamanların Konak istikametine doğru. Tam işgalden kurtuluş anı. Anadolu ile bütünleşme heyecanı. Ağır zulmün boğuluşu. Kozmopolit sevinç. Gümüş sırmalar saçılmış Kordonboyu’na…

               

Pek hayra alamet değil. Konak Mahallesi'nden dumanlar yükseliyor. Ansızın başlayan büyük yangın. Yenilginin ardından çıkarılan. Alevsel sarsıntı. Yalazı Kordonboyu’nu da vuruyor. Alev canavarı yutuyor cümle civarı. Cümle diyarı…

 

Bir zaman evvel işgalci zırhlılardan Kordonboyu’na çıkarılan kolordu artıkları, kaçarken yakıyorlar İzmir’i. Her şeyi. Kordonboyu hiç unutmadı o yükselen alevleri ve kesif dumanı. Ve kutsal gazayı ve biricik Gazi’sini. Unutmadı…

 

Duman oldu yedi düvelin virüsleri, tam yüz yıl önceydi. Düvelin virüslerini darma duman edenlerin anısına...

 

şubat-virüs

 

KUYRUKLU YILDIZ MİSALİ...

Dilden güçlükle dökülen ve peşisıra sıralandıkça değerini yitiren sözcüklerde gizlidir, vaktiyle verilen sözlerin bozulduğu. Bozukluk ses tonu, tumturaklı yalanlar, her türlü ince mühendislik argümanlarıyla sürer. Aürdüeülür. Ağulu bir dil ve ritmik fiziksel egzersizler, temel insani prensipleri de anında presler. Yani çok sınırlı bilgiyle böbürlenmeler veya rastgele cehaletimsi yersiz yükselmeler, anında karasal enerjiye dönüşür. Bu kara enerji içten dışa, dıştan içe dünyayı karartır. Kalıntıları kuyruklu yıldız misali kara boşlukta gezinir…

Sarı çıyan bu virüs, sarı sıcak iklim yaratısıdır. Kolonivari bir sarmalda, basit usullerle evrenin yaşanırlığını bozmaktır tek gayesi. Gerisi bahane ve fiyakalı ölümler…

Bu doğrusal düzenekte belli belirsiz sabit bir noktaya kitlenip, ters istikamette çıkmaza sürüklenmek ise yapay bir taslak ve kolaycı bir anlak keşmekeşidir. Hayal kırıklığı yaratmak veya karabasanlara uğramak ise daha feci bir seviye. Bu salaş ivmelenmeden ivedilikle vazgeçilmedikçe, virüs bulaşısının kelimelerle ifadesi daha da güçleşir. Sıcak temas eylemlerle, ılıman tavır daha da sertleşir. Çok can sıkılır. Çok canlar yanar. Ve virüs bambaşka çevrelere yayılır…

O yüzden asla hafife alınamaz bir incinmedir, koviti salgını. İncitmedir. Dere geçerken incir çekirdeğinden takıntılarla tafralanmak ve peşinden taklaya gelmek ise incelikli yıkılışın ilk işaretidir. İyiden kötüye değişen alışkanlıklarla, mantıklı çıkarımlardan uzaklaşarak ateşle sınanmak, virüs üzerinden sınırsız ve kusursuz hayata bakış açısını körlemektir her yanlış adım. Sinir lifleri ile oynayarak, kısıtlı girişimlerle ibrişim kuşağı kuşanmaktır. Kuşatmak ve kuşatılmaktır. Kuş misali, hayatı uzak yakın nesnelere çiğnetmektir. Duvar gibi sağırları bile, yaygaraya kulak kabartan zebanilere çevirmektir. Yani kıyasıya kavgaya ve zora indirgenmedir virüsle yaşamak. Kimyası bozuk ayarda ayak diremektir. Ve gök gürültüsünden beter bir gürültüye neden olmaktır…

Bu güçlü güceniklik önünde hiçbir güç barikat kuramaz. Virüs basar geçer, sarsar gider. Tökezletir. Ama tözüne dokunulan köze dönüşür, pik demiri eritir. O nedenle bilinçle dökülen ve dinlendikçe hazineye dönüşen kelimelerde saklıdır keramet.

Ayrıca hazneye mermi sürecek kadar kısadır sinirsel çöküş. Veya diriliş. Ve dahi yüzleşilen şiddet. Yeniden kuruluş. Uğultuyla akan akıl gücü seferber edildiğinde ise bir başka sefer asla olmaz. Tekrarı yoktur kuyruklu yıldız misali var oluşun ve yok oluşun...

O yüzden virüs mirüse rağmen yaşama tutunmak ve direnmekle kalkar enkaz. Keza bir mucize beklemekle de olmaz. Çünkü hayat memat meselesi zihne yeni virüsler ve sözcükler ekler. Ve virüs tuzağından çıkılır ama enkazın altında kalınır… 

Önemli olan mutlak sözün neden bozulduğuna anlam verebilmektir. Aklın derinliğindekileri dışarı vurmaktır. Aksi halde kelimesi kelimesine bilindiği zannedilen ezber bozulur. Hatlar tıkanır. Hatıralar gömülür. Bozuk düzen boş bedeni kanatlandırır. Pandemiye aldırmadan pik dip havariliği pembe rüyaları bile kanatır. Yani kanaatler üzerine kurulu bir paragraf, kimler tarafından temize çekildiyse çekilir ve parazitler bir bir ayıklanır. Kuma çizilen, suya yazılan, ateşe atılan kitap ayaklanır...

Aykırı ve akıldışı fiiliyat ve hitap şekli de, keşke kanatlarım olaydı son tümcesine bağlanır. Yani bir sabah erkenden tüme varılır, tümden gelinir…

Ve her güneş battığında veya her doğduğunda güneşi tekrar görebilmek arzusu, kaderin cilvesi olarak betimlenir. Belki de kader ve keder çıkmazında otoban kenarı bekler sarı kafa, kara virüs. Çok beter bir duygudur, yeter bir duygusuzluktur kovitiden korunmamak. Tedbirler esnedikçe ve esriklik kuyruklu kolpalarla güncellendikçe top yekûn hedeften sapılır.

Hedeften bir kez olsun sapılınca gören gözler, gülen sözler, güzel sözcükler biter. Ve yapmacık gülücükleri tek kelime ifade eder, kuyruklu yalan.

Bu koviti virüs dünyaları vurdu vuralı, kuyruklu yıldızlar, kuyruklu yalanlara sığındı. Devir döndü...

Oysa virüs mirüs bahane. Koviti çıkmazında kuyruklu yıldızlar eğer kendiliğinden iflah olmaz ise bu gidişle iflahı kesilir…

KORONA-V/ONALTI...

Sarı kafa KoronaV, insanlığı vurdu vuralı sandallar yan yattı. Sandallar yanlayınca, yalpalayınca gelecek, masmavi damarlara takıldı. Kalın duvarlar örüldü. Durgun ve dolgun nefti yosunlara yaslanıldı. Akabinde ateşli, silik, terli görüntüler kızgın adalara, adamalara, adanmalara ve adaklara yansıdı. Neredeyse gecenin bir yarısı veya sabahın körü, gizemli yangına açık davetiye çıkarıldı. KoronaV...

Bu gidişle sanki yakın gelecek, geçmişi tümden silecek. Tek kalemde temizleyecek...

Sahiden sarı virüs denizinde, sandallar zar zor iskeleye yanaşır. Küreklere asılanlar sığ sularda KoronaV korkusu ile boğuşur. Maske, çift mask, eldiven, hijyen kolonya ama kongresel kafile topu nafile...

Oysa koronaV vurmuş vuracağı kadar korku hat safhada. Korku ağır. Koku hafif. Ödleklerin yanlarında lafta yardımcı bir Tanrı. Öyle bir Tanrı ki, virüs kaçağı, günah kaçağı, tahta iskeleyi istim üzerinde tutan...

Sanki sabırsız tutkular yamağı. Yağma düzenin kurucusu. Din, iman, inan mezhep görüş farkı da bu yüzden. Genele dair görünüş aldatmacası.

İşte bu alı al, moru mor düzende, uzun yıllardan sonra en uzak limanlara da virüs ulaştı. KoronaV herkese bulaştı. Yan yatmış sandallar ve düzeltilesi kömür iskelelere de. Nasılsa kimse görmez, anlamaz ve bilmez ayıbıyla ömür törpüsü. Boş bahaneler dizgesine yazılan, isim ve cisimlerle virüs patlaması.

Artık tek mesele arafta kayıp geleceği yakalama aşkı. Geçmişi yakma istenci. İğreti tahta iskeleyi tutuşturmak arzusu. Sarı virüs canavarını da...

Ne fütursuz KoronaV imiş, hepten canına susamış. Resmen saldırgan ve av peşinde. Dört bir yan mavi boşluk. Mavi su küre suskun. Ama burası Türkiye...

Virüs çıkmazında dokunulan hayaller ıslak. Steril heyecanı. Sımsıkı tutunulan hatıralar, nezaket dışı tehdit altında. Tanıdık derme çatma bir düzenek. Tuzlu su, zehirli hava. Pis bulaşı. Bir dokunma yeter. Sarı virüs havası. Mide bulantısı. Yüksek ateş. Lifler paramparça, ciğer delik. Laflar ağıza tıkalı. Her dayanaksız, fevri hareket batış reçetesi. Sandallar alabora...

Sarı kafa virüs alacakaranlığında edepsiz vurgun. Skandal. Savurgan alaycı kalabalık, sandalları göğe, arşa mandallar. Mantık biter. Bataklık şarkıları eşliğinde dört koldan virüsler cirit atar. Sabır da bir yere kadar.

Yanyatan sandallar batışa geçtiğinde, sanılanın aksine her şey yeniden filizlenir...

Ustalıkla uçuşa geçer içten içe herşey. Anlık aykırılıklar bile. Kara dalgalarla oynaşır aklın kıvrımları. Aklın ucunda uçsuz bucaksız mavilik. Yüksek etkili dezenfektan ve temizlik. Temiz toplum...

Temennilerle saç örgüleri açılır, örülür. Başa da çoraplar. Boğumlu karışımlar ardına saklanmalar çoklu sessizliği boğar. Durduk yerde keyifler kaçar. Derinden sesler, kokular ve korkularla yüzleşilir. Koç cesaretiyle direnilen, korkudan korkulan, hayatta en çekilmezi sarı sırıtık virüs.

KoronaV hayata bulaştığında, keyif kaçıran her kimler ise budanır.

Yani budur çözüm veya çözümsüzlük. Ve anında sandallara çarpar koronaV. Kürekler kırılır. Oryantal hava tükenir. Soluk yüzler kalır geriye. Soluk baloncuklar çıkaran yüzler. Moraran tenler, soğuk bedenler. Donuk ve onaltı kırat. Ve beklenen karantina kararı...

Çehiz sandukası talanıdır, bu yayılan Korona V yayılması. Sirk veya panayır yüzsüzlüğüdür sarı kafanın yaydığı. Boşalan sepetlerde ise deniz mavisi. Pırıltı pıhtısı. Tur bindiren dalgaların kucağında ise sandallar. Vandal silüeti. Arsızca kaybolma ihtimali. Kayıp ilanı. Liman pencerelerinde ise tüller arkasında iksirler, tılsımlar ve tabansız tasarımlar.

Tek amaç kalır elde, arafta bile virüs kovalamak. Cin çıkarmak, şeytan kovmak. Mahalli düzeyde maksat hazırlığı. Tam tapınış ve tumturaklı yüzleşme gayreti. Yüzleşmeye yüz gerek, yürek gerek çünkü acı günler çok yakında.

Yani dünya büyük, sandal küçük. Küçük aklın infilakı zamanı, zaman. Onaltı ayar, ayarsızlık. Hali hazırda hazırlanılan hayata tutunma çabası...

Sonrası, sarıkafa KoronaV yüzünden sandallar yan yattığından, taşı hazır boş lahitler binbir çeşit virüsle dolar.

Evvel ahir elbette doldurulur...

YASAK BÖLGELER ÇEMBERİ...

Kod adı covid, korona, koviti artık her neyse, işte o virüs yüzünden memleket kan kırmızı. Dünyada kod roşu. Çember genişliyor. Çanlar kimin için çalıyor? Herkes için...

Çünkü yüzyılın hakikatı, kadife örtülü karyolada, yaltaklanan kör virüs. Koviti, kafakolla kariyer yapıyor, yasak bölgelerde avlanıyor...

Bu yasak bölge korunması, yaşlı dünyayı yoldan çıkaran, milleti arsızca kışkırtan, nasıl bir ucube yaratık olduğu bilinemeyen, mutasyonlar yüzünden pek anlaşılamayan virüse ve ölüm davetine kitlesel manada direnmek olmalı. Karşı çıkmak. Tepki koymak ve savaşmak olmalı...

Çözüm, çalıp çırparak, yakıp yıkarak tek karı, mevcut dengeyi bozmak olan virüsü alnının çatından mıhlamak olmalı. Çarpmak olmalı. Ama bu çarpık düzende koronanın ve kasıtlı koroların tek yaptığı ise marifetmiş gibi bilime ve birikime gelişigüzel saldırı. Önüne gelene saldırmakla fiziksel travma yaratmak. Akıl tırpanlamak. İşte en asıl mesele, asil sanılanların bu ucuz oyununa gelmemek olmalı.

Yegane amaç hırsızlığı arsızlığı aşikar, serseri ritimli, sünepe silüet kovitiye kanmamak. Mahalli neresi olursa olsun bu mikroskobik satana, safça takılmamak. Boş yere tapınmamak olmalı...

Gerçekler ortada bu kovitinin başlangıç noktası silme zarar, varış noktası ise zararına satış. Toptan itlaf. Tıplanan itiraf...

İşte o yüzden feci hatalar ve deccal hileleri tekrardan patlamasın, felaket daha da parlamasın diye bir süre daha koca dünya Yasak Bölge olmalı...

Temel amaç anlık düşüncesizlik patlaması ile oluşan kopuk önermeler ve telepatik göndermeler boyutuna girmemek. Parlayan ve parçalayan ölüm girdabına virüs ile birlikte kapılmayı önlemek olmalı.

Artık kim ayakta kalır, kim güçlenir veya kim güvenini kaybeder ise maç onların maçı. Müsabaka şimdilik ortada...

Yani meselenin nereye varacağı henüz belirsiz. Yıkımın hangi mertebeye ulaşacağı da meçhul. Netice nereye dönerse dönecek. Ama sonsuza dek anımsanacak acılı bir süreç olduğu gerçek. Kötü ve fena bir zaman dilimi. Sanki küçük kıyamet...

Razı olunan ise rezervasyonsuz esaret. Arsız abartılı meşguliyet. Ocak söndüren melanet. Ekabir maskesiyle ekimi yapılan ise defolu yaşam aralığında defans. Yani dünya artık koskoca bir yasak bölge. Yasal yasak bölgeler çemberi...

Bu arada benzeri bir daha zor görülür detaylar patlak veriyor her gün. Açıkçası körlüğe, kötülüğe açık teşvik. Tahrik ve tehdit. Hiçbir şeyi hesaba katmadan doğal hayattan kopuş. Zar üzerinde, tül inceliğinde zır cahil kavuşması. Virüs sancısı. Büyük şok ve karantina. Tedbirler karınca kararınca, tesislenen ev hapsi veya Yasak Bölge...

Zaten dünyayı kontrol dışı bir karma karışım yönetiyor. Fantazi fanatiği sıfatlar alt üst yönetici. Sırnaşık koviti tehdidiyle, ezelden virüslü olan sıfatı parlayanlar, bu sayede affı olmayan, dönüşü zor bir noktaya sürükleniyor...

Dün bir bugün iki, koskoca dünya bölük pörçük, dört bir yan Yasak Bölge...

Yasak bölgelerde, sağlık ve güvenlik yüzünden giriş çıkış sınırlandırması. İçsel sıkışma. Yerde, havada, denizde. Yetmez her yerde. Yasak bölgeye girmek ve gayesiz avlanmak en sağlıksız eylem. Katiyyen yasak. Büyük suç. Olmalı...

Sınırlar ve mıntıkalar bir bütün olarak tasarlanıp, yasak bant haline getirilmiş halde. Bant ihlali acayip günah. Çünkü evrensel hukuk, dinler ve kültür açısından farklı detayların işleme koyulduğu bir düzenek işliyor artık. Dünyayı bir uçtan diğer uca koviti virüs havası sarınca, ediktal ve medikal yasaklar kuşatır yasak bölgeleri de. Yasak beyanıyla, eğrisi doğrusu, koca dünya Yasak Bölge.

Taban tabana farklı ve bilinçsiz yönelti ile dünyanın sağlıklı yönetilmediği, koviti ile savaşın yetersizliği açık seçik görüldü. Görülünce de Yasak Bölge kavramı köhnemiş raflardan bir kez daha indirildi. Altın varaklı aynalar da üstünkörü çek edildi. Sonra yöneltici gramerine uygun tarzda yenilendi. Yırtık atmosferine koviti virüs çöken dünya, yıkım karanlığına ultra vires preslendi. Bu saatten sonra artık vites küçültmek, virüse hiç ummadığı şansı tanımak demek.

Kovitiye asla şans tanınmamalı, eline açık çek verilmemeli. Asla geri adım yok, tam yol ileri. İleri...

İşte onun için koca dünya, yüksek frekansta Yasak Bölge...

Yasaklarında yasaklanacağı güzel günler ne yazık ki çok uzakta...

23 Şubat 2021 Salı

ŞUBAT SON

 EKMEK DAVASININ ÇAPI GENİŞLETİLİYOR…

 

Öylesine kötü ve zor günlerden geçiliyor ki, geniş zaman kipleri, pik döküm araziler ve dönemsel dokümanlar tamamen unutuldu. Çünkü Koviti virüs hayatın olağan akışını çok bozdu. Daha ağır virüssel-küresel bozgun kapıda bekliyor. İçeri de sosyal devlet kayıp, dışarıda Millet ekmek derdinde. Ancak resmen, sanki bilinçlice açıktan açığa ekmek davasının çapı genişletiliyor…

 

Memleketin kalbi İstanbul, bunca yoksullaşmayı en yakından hisseden kent. Her şeye karşın millet umutla ve her şey güzel olacak beklentisiyle yaşam mücadelesini sürdürüyor. Ama son zamanlarda peş peşe zamlanan ve özellikle fırınlarda 2 lirayı bulan ekmek fiyatları geniş yığınları uygun ve makul fiyattan ekmek edinme derdine düşürdü. Fırınların ve marketlerde özel ekmek reyonlarının çoğu ekmeği 2 liraya satarken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Halk Ekmek büfeleri 20 kuruş artışla ekmek fiyatını 1 liraya sabitledi. Ekmeğin kilo fiyatı 4 ila 8 lira arasında seyrediyor…

 

Bu bariz fiyat farkı yüzünden doğal olarak Halk Ekmek büfelerinin önünde uzun kuyruklar oluştu. Bu haklı yığılmalar büfelerin yetersiz sayıda olduğu ve talebe yanıt veremez sayısal eksiklikte olduğunu tescilledi. Belediye üst yönetimi bu durumu Belediye Meclisine taşıdı ancak yeni büfeler açılması kararı meclisten geçmedi. Hemen kentin ilçe merkezlerine konuşlandırılan mobil büfeler ile halka belediye ekmeği ulaştırılması sağlandı. Çeşitli çözüm yöntemleri üretildiğini gören muhalefette yersiz ısrarından vazgeçti. Ve gerekli ve uygun görülen semtlere yeni büfeler açıldı.

 

Millet, ekmek kavgasında tam rahatlayacakken bu kez fırıncılar devreye girdi. Dernek ve oda bazında ister İstanbul Halk Ekmek yöneticilerine olsun, ister mülki reise olsun sözlü şikayetler, dilekçeli şikayetler başladı. Halkın makul fiyatla ekmeğe ulaşmasını önleme niteliğinde görüntü veren bu yaklaşımların yanı sıra üç aylarda ve hızır-rızık günlerinde, hayırseverler ve bağışçılar tarafından hayır hasenat niyetiyle bedava halka ulaştırılan ekmekler bile gündeme taşınmaya başlandı.

 

Hatta İstanbul Ekmek Üreticileri Derneği Başkanlığı, İstanbul Valiliği İdare ve Denetim Müdürlüğü'ne verdiği dilekçeyle halka bedava ulaştırılan özünde hayra dönük faaliyetlerin siyasete alet edildiğini öne sürerek şikâyet etti. Dilekçede İstanbul Halk Ekmek'in kamu olanaklarıyla sokak ve caddelere yerleştirdiği büfelerde ekmek satmasının fırınlarla haksız rekabet içerdiği ve adaletsiz olduğu iddia edildi.

 

 

Sanki bir yerlerden düğmeye basılmışçasına falan filan ambalajlı farklı detaylarla akıllar dolduruluyor yine. Köhnemiş akıl raflarında fikir üretemeyenler, altın varaklı aynalarda kendi yüzlerine bakamaz silik portreler şu koviti virüs süzmesi günlerde garip guraba milletin ekmeği üzerinden rant devşirme girişiminde. Hem maddi hem de siyasi rant peşinde. Öyle ki koviti virüsü ile mücadele sürecinde milletin menfaatine ve hayrına her ciddi projeye karşıtlık, tek elden desteklenerek pik yaptırılıyor. Oysa sürmanşete düşen şatafatlı kristal avizelere takılan ampullerin artık etrafı yeterince ışıtamadığı olmalıydı. Ancak anında birileri çıkıyor, çileden çıkmış dünyada ve gittikçe daha ağır çöken ekonomi karanlığında şikâyet peşinde koşuşturuyor...

Ayrıyeten şikâyet dilekçesiyle sabit akıl hocalığı faslı "İstanbul'a yakışmayan görüntüler oluşturan hijyen kurallarına aykırı ekmek satışı yapan büfeler kaldırılmalı, 650 büfenin kaldırılması sonucu; ekmek, 9 bin zincir market ve 150 bin civarındaki bakkal, market ve benzer yerler aracılığı ile satışa sunulmalıdır" önerisi yanında, bu öneri yetmezmişçesine ayrıca, hayırseverlerin ihtiyaç sahiplerine dağıtımları için "İhtiyaç sahiplerine şova yönelik ücretsiz ekmek dağıtımına son verilmeli" deniliyor. Yetinilmiyor ve “İBB Halk Ekmek fabrikasının halkın ekmeğini siyaset malzemesi olarak kullanılmasına karşı yasaların verdiği tüm imkanları kullanarak yargısal ve hukuki süreçleri başlatacağız” hal ve gidişi…

Mülki amir fırıncıların şikâyeti hakkında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden bilgi istiyor. İstanbul Halk Ekmek yönetimi de şikâyete konu iddiaları bir bir yanıtlıyor, “İstanbul Halk Ekmek, fırıncı esnafının mağdur edilmemesi adına her türlü gayreti ve özeni göstermektedir. Büfe kurulumu yapılırken fırınlara mümkün mertebe yakın olmamasına dikkat edilmektedir. Ancak İHE kuruluş amacı doğrultusunda İstanbul halkına hizmet etmek zorundadır.

Pandemi koşullarında artan talep büfelerde kuyruklara sebep olmuştur. Bu nedenle büfelerimizin olmadığı bölgelere vatandaşlarımızın isteği doğrultusunda büfelerin kurulması için çalışmalar yürütülmektedir. Yeni büfelerin kurulmasına kadar geçecek geçiş döneminde lokasyon sabit kalmak koşulu ile mobil büfe hizmeti verilmektedir.

İstanbul Halk Ekmek ‘ücretsiz ekmek dağıtımı' yapmamaktadır. Bu iddia son derece çirkin ve yakışıksızdır. Ücretsiz ekmek sadece İBB Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı tarafından, ihtiyaç sahibi ailelere verilen ‘Sosyal Yardım Kartı' vasıtasıyla dağıtılmaktadır. Mobil ekmek satış araçlarımız; ihtiyaç sahibi ailelere, sokaklarda gezerek ekmek dağıtımı yapmamakta olup yoksulluk haritasına uygun şekilde, İBB'nin ilgili birimleri tarafından sosyal yardım kartı sahiplerinin ulaşımını kolaylaştıracak şekilde konumlandırılmaktadır…”

 

Bu arada belli başlı ilçelerin fırıncı oda temsilcileri de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve İBB Halk Ekmek AŞ Yönetim Kurulu Başkan Vekili Özgen Nama’ya ulaşarak ilçelerindeki mahallelerde yeni açılan veya mevcut Halk Ekmek büfelerinin, fırınlara uzaklığa ölçütünde örneğin 200 metre mesafe gibi, yeni düzenlemelere gidilmesini istiyorlar. Karşılıklı iyi niyet çerçevesinde gerçekleştirilen bu toplantının hemen çıkışından itibaren de, toplantının bir an evvel istemleri doğrultusunda sonuçlar vermesi gerektiği vurgulanıyor.

 

Diğer yandan özel ekmek üreticileri ile komplike bir tavırlılık gösteriliyormuşçasına İktidar Partisi Belediyelerinin bazıları İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Halk Ekmek büfelerini kaldırmaya başlıyor. İstanbul Halk Ekmek ise kaldırılan büfelerin yakınında bulunan İBB'ye ait alanlara büfeleri yeniden koyuyor.

 

Pandemi süreci hiçe sayılarak sürdürülen bu yersiz ekmek kavgasına ilişkin, İBB Halk Ekmek AŞ Yönetim Kurulu Başkan Vekili Özgen Nama "Halkın ekmek davasından asla vazgeçmeyeceğiz" diyor.

 

Bu yanlı kavgayı ve yersiz güdümlenen davayı yakından takip edenler ise sosyal medyada olsun, yüz yüze olsun, “karantina, kar kış demeden halkı, kaliteli ve ucuz ekmekle buluşturmaya çalışan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve İHE Yönetim Kurulu Başkan Vekili Özgen Nama’ya, onların şahsında Halk Ekmek çalışanı bütün emekçilere sonsuz teşekkürlerini” esirgemiyorlar…

 

Bir büyük teşekkür de bizden…

 

TEKDÜZE HAYAT SORGUSU..

Son bir yıldır esrik duygu titreşimleri ve metazori gönüllü esarete kanarak, hiç önemsiz farz edilen koviti virüs tehlikesine ve tekdüze yaşam hevesine yatay geçiş yapıldı. Sorgusız sualsiz dikey aralıkta kimsesiz, sahipsiz ölümlere kapı aralandı. Açıkçası şok dalgası ve doğurgan endişe hanelere konuk oldu. Vahşi kaypak koviti virüs geldi baş köşeye oturdu. Ulaş ulaş gelinen nokta, beterin beteri artık yeter bulaş. Yani yaşam ağır bastı yine...

Aylarca pin kodu besbelli pic koviti virüse yataklık saten sabahları, kara gecelere bağladı. Kara geceleri kan rengi şafağa. Yani pul pul döküldü içgüdüsel ihanet. Fos paylaşımlarla fors düştü. Yoz eylemlerle de itibar zedelendi...

Sözün özü zehirden beter, pis mikrop, bir türlü karakterize edilemez, kategorileştirilemez virüs, sıkıştığında mutasyonlarla dünyayı afallatıkça afalattı. Afatın defi yerine aval ve zaval arasına sıkışmanın neticesi minyatür tutkulara, minyatür milliyetçiliğe bağlanıldı. Kurda kuşa kapılanıldı. Oldum olası can yakan o kap kaç yanaşıklığıyla tekdüzeliğe kapı aralandı. Tekdüze yaşam fenalığı etrafına kontrolsözce zarar verdi. Koviti virüse bir gaflet yakalanıldı ve bir illet hap yutuldu.

Yani yumuk akılla hiç umulmadık bir anda koviti virüsle ciddiyetsiz yakınlaşma gerçekleşti. İlk buluşmadan sonra ise son sürat, hakimiyet yitirildi. Dimdik uçuruma. Kara taş mezara. Pikten en dibe...

Aylarca uydurma açılımlarla, tedbirsel saçılımlarla, uçsuz bucaksız tesellilerle, tutkusal delirişlerle koviti virüsten çalım yenildi. Kovitinin önü hepten açıldı. Ve önlenemez veya zor önlenir büyük tehlike herkeslere belirdi. Dahası duasız defin zamanı...

Tek çare belirgin ve tedirgin bekleyişin tez zamanda kapı dışarı atılması. Beklenti, hayatın ilk adım atılır atılmaz dokunaklı günlerden en güzele evrilmesi.

Yaşlı dünyanın evrensel ölçekte evirilip çevrilmesiyle birlikte, kovitinin çapsız çetelesiz canavarlaşmasının bedelini insanların böylesine acınaklı ödememesi. Umulan ise bu virüssel bulaşının özgüvensiz suratlara tokat gibi şaklamasının artık devam etmemesi.

Şartı şurtu bir yana Allahsız kitapsız koviti virüs daha da azarsa, azgınlığının kendi başını yemesi. Aş biter, baş düşer. Pik dip arası belasını bulması..

Hepsi bu kadarla da kalmayabilir. Vedasız ölümler ve kimsesiz gömütler var sanki inceden hesaplanması gereken. Çünkü hesapsız ayartmalar, havasız kanatlanmalar ve tasvir edilemez yıpratmalarla örtüşen virüs yoğun ıssızlıkta, türünün en bilinmez değişken örneği koviti virüs ile karşılaşmak olasılıkların en acımasızı sayılmaz bile. Daha beterine bulaşmak sahasına girilir bile bile. İşte o yüzden önemli olan koviti ile kolayca kurulabilecek bütün bağların derhal koparılması gerekir. Daha özenle ve önlemle varoluş davası. Aksi halde hayal ötesi metafor gerçekleşir. Üstelik ihmalkarlık ve düşüncesizlik niyetlere yerleşince, art niyet artınca tekdüze hayatlar bile felç olur. Günler geçtikçe mazi aranır, aralıksız arzulanır hale gelir.

Dile kolay sık sık yapılan ve sıradışı olduğu halde sıradanlaştırılan büyük hatalarla olgunlaşan felaket fanus daireler çizerek hayatları hala ablukaya alıyor. Koviti virüs arsızca abanıyor. Açgözlülükle kepazelikle kefereleşiyor. Ruhsuzlukla ruhbanlaşıyor. Tek seçenek bırakıyor insanlara, ilk görüldüğü yerde imha...

Çünkü koviti yeryüzünün gördüğü göreceği kalpsiz bir çılgınlık yaşattı. Kalpazanlık hala yaşanıyor. Resmen çalma derecesinde talan. Çarpık çalım. Affedilemez gaflar. Raflar bomboş. Reyonlar çıplak. Dayanılmaz bir işkence gibi tekdüze hayat. Ve aleni koviti virüs fetbazlığı, koviti fesatlığı, koviti fettanlığı...

Elbette eksik zeka titrekliğiyle reel hayatı tiye almak ve acemi aceleciliği ile akibeti düşünmeden koviti virüse açık gizli yarenlik resmen ölümcül temaşa. Baştan sona ölü kollarda, ölümcül tekdüzeliği yaşamak ve asla iftihar edilemeyecek vurdumduymazlığın getirisini veya götürüsünü görmezden gelmek. Yani göz göre göre intihar. Öz kıyım, öze kıyım. Hem de toplu...

Şimdi esnek tekdüze önlemlerle, nefis kandıran yaklaşımlarla temiz havaya ciddi ölçüde yayılan, yayıldıkça kirleten koviti virüse karşı koyulamayacağı anlaşıldı. Bariz olan, hiç benzeri olmayan bu hain virüs ile baş etmek somut önlemler gerektirdiği. Soyut hilekarlıkla peşin iş gören kovitiyi kendi zayıflığında boğmak gerektiği. Doğrudan imha.

Aksi takdirde düze çıkılamaz ve yürek titreten ölümlere baka kalınır. Zoraki gülümsemek de pek işe yaramaz. İnandırıcı olmaz. İş daha da zorlaşır...

Tüm çaba ve emek, zoru kolay kılmak için. Tekdüze hayatla kapışmak pahasına. Direnmek ölmemek pahasına...

Son bir yılın öğrettiği eğrisiyle doğrusuyla işte bu, Ulaş ulaş, virüssel bulaş ve yaşam ağır bastı yine duygusu...

DOĞA KULÜBÜ VE DOĞANIN ÖLÜMÜ...

Doğa uslanılsın diye daima sonsuz güzellikte renkler sunar kof zihinlere. Fenomenlerin asla algılayamadığı tipte, çeşitli ve capcanlı. Her sunum salt hür kalanların ve her gün yeniden doğanların emrinedir…

Elbette bu esrarengiz ve eşsiz kalıba karmakarışık, basmakalıp boş akıl ermez. Ve sır perdesi onlara sonsuza dek aralanmaz.

Yıllar yılı aranılır ama bulunmaz sanılan yoğun bir derinlik varsa eğer ancak doğanın kanunları çerçevesinde bulunur. Problemler bir güzel çözülür. Bunun için bilgece merak yeterlidir. Sadece soru ve cevaplarla uğraşmak bile kafidir.

Minicik bir akkor kütle damladı mı akla, akla karayı seçmek pahasına sonsuza dek doğayı kirleten virüslerin peşine takılmak vacip olur. Koviti virüs dahil kovuşturmaya, kütlesi ve kuvvet dengesi bozulan doğal hayatın durağanlığı açık delildir. Veya kesinlikle mantıksal izahı olmayan arsız neşeli bir o kadar da basit açılımlar, kaçık saçılımlar yani doğanın ritmik işleyişini zedeleyen her uçuk şey delildir.

Harala gürele her yankı, her harlı yangı da alasından delildir. Gerçi gerçekler bazen yaman yakıcıdır ve çok acıdır ama her biri gizli bir anlam ifade eder. İllaki idrak ve merak pergeli açıldığında, virüsvari medcezirler belirler fiziksel evreni. Bireysel bedeni. Toplumsal düzeneği. Bu görülür ve anlam ifadesini bulur...

Düzenin bunca bozulmasına neden dayanılmaz voltluk ters akıma kapılmak olsa da, asıl koviti virüse kapılmalar çok başlar ağrıtırmış o da anlaşılır...

Anlaşılır çünkü tam bir yıldır günde güne gelişen kızıl alev boşalımı ve dayanılmaz basınç, bilimsel mevcudiyet gereği hemen göze çarptı. Neredeyse topyekun dağılma gerçekleşti. Zaten bu gidişle doğa kulübü, tüm kötücül üyelerini merkezkaç kuvvetle yörünge dışına iter.

Diğer yandan bu koviti virüs bulaşı ortamında, itici kuvvet sayılan bağımlı ve baskın dürtüler, festan fenomenleri mutlaka felakete sürükler. Sonsuza değin süründürür. Bir başka ifadeyle deneysel teyitler zamanla tehdit oluşturur.

Öyleki cılız ama iz bırakan, doğaya ve doğanın kanunlarını ihlal derecesine vardırılan eylemsellik, eşi dostu da tehlike çemberi içine çeker. Çünkü teorisiz pratik sadece ilahi düzeni bozar. Hatta bozmakla kalmaz tüm entellektüel-bilimsel girişimleri de baltalar. Ve önünde sonunda bambaşka formül arayışları devreye girer.

Zaten iki karşıt kuvveti aynı daire içine konuşlandırmak güvenle alakalı bir edimdir. Ancak bu aşırı güven duyumu, bir yılda edinilen izlenimlere göre doğanın mevcut koşullarını da zorlayan, zedeleyen farazi bir durumdur. Farzı kifayedir. Katlanılmaya çalışılan resmen kargaşa tavrıdır. Oysa vaadedilenler ve virüs bazlı değişmeler, süreç içinde tarihi sınırları da değiştirir. Doğa kulübüne ait barınmalık kulübeler de yıkılır. Ve o malum yıkımdan malı mülkü, yarı varidatı yok edecek negatif enerji doğar. Anında çelik duvarlar örülürse de sırf koviti virüse endeksli tema, yanlı atmosferik temsiller göze batar. Kuvvetler ayrılığı aykırılık belletildikçe beter haller katlanır.

İşte bu genel gözlemler ışığında, bariz göze çarpanlar doğanın kanununun doğruluğunu ve gerçekliğini tesciller. Vicdanla ilgili saplamaları da safha safha günceller. Herşey görecelidir ama kolpalar ve yalpalar açık apaçık görülür ki çok bayağıdır. Çünkü koviti virüs bahanesine sığınıldıkça tükenmeye ve tüketmeye dönük bir kısır döngü yaşanır...

Yani yaşama geçen koviti virüs destekli kaypaklık ve kaykılma, doğaya aykırılığı azaltma eğilimlerini de tırmalar. Tepkimeyi törpüler. Yalan yanlış tercihler de sırf ebedi düşmanlaşmayı tırmandırır. Hele ki sabır sınandıkça, çıplak uyarıcılara değer verilmedikçe ihmaller artar. Tedbirler yan yatar. Nasıl akılsa meyil edilen fos fenomenlik sosyal hayatı da belirler zannedilir. Oysa standart sapma ve yapay içgüdü anında dışa taşar.

Elbette yanlıştır bu karasal taşkınlık. Haliyle büyük hatadır. Ana günahlara taşınmadır. Peşi şaşkınlıktır. Velhasıl bu suni tapınma totemciliği, totalde toplu ölümlere vesile olur. Merkezden dışarı müteselsil musibet paylaşımına da. İç yakan ve karartan paslaşmalara da. Ve ezelden beri savunula gelen iyi niyet tamamen körelir. Ve doğa, emanete hiyanet edenlerin, ihaneti tesbih yapıp geleceği yok edenlerin ve güzelim yarınları kirletenlerin başına püsküllü bela olur. Doğanın gazabı ise demir üzümlü bağ hasadı…

Yani ister koviti virüse bağlı olsun veya başka boş bağımlılıklar yüzünden olsun, doğanın sunduğu sonsuz renkler grileştikçe, hoşbeş havalar karardıkça bütün dünya kaybeder. Ve doğanın ölümü doğrultusunda, genel geçer doğrulardan sapan, yaban ve kötücül doğa kulübü üyeleri de kesin hesaba çekilir. Çünkü hiç çekinmeksizin haklarında yeni kararlar alma zorunluluğu doğmuştur.

Ve alınan yeni kararlar neticesinde, hiç kimse bir daha karada ölüm yok tekerlemesini kolay kolay söyleyemez. Feleğin tekerine çomak sokacak ise havada, karada, denizde soluklanan ölüm meleğidir…

YERELDEN GENELE YENİLENİŞ VAKTİ…

Yerelde; belli başlı büyük belediyeler başta olmak üzere, mevcut iktidarın çoğunluğu kaybedişiyle birlikte muhalefet-iktidar için tüm kurum ve kuruluşlarıyla birlikte toptan bir yenileniş vakti geldi çattı. Gerçi koviti virüsü bir yıldır engel ama tüm engeller yakında aşılır. Demokratik değişim genele aşılanır. Aşı tutar mı elbette tutar...

Herşeyin bir vakti zamanı vardır...

Şu koca memlekette on yıllardır yereldeki iktidar yanlıları ve belediye başkanlarından hoşnutlar, “Büyükşehir çalışıyor, belediye çalışıyor, çehre değişiyor, hayat değişecek. Hiç kesintisiz hizmet alıyoruz, almaya devam” dedi durdu. Seçimlerde bu düsturda oy üstüne oy devşirildikçe pusula da şaştı. Belki kimilerine göre şaşmadı. Ama kaleler kaybedildikçe toplu şaşkınlık vurdu zevatı... 

Çıraklık, kalfalık geçti, ustalık birçok yerde üçe dörde yasladı. Bu gidişle üçe beşe de katlar zannedildi ama katlamadı...

Çünkü bunca yıl katlanılan, gizliden amaçlanan misyon, şatafatlı vizyon ve milli kalite imitasyonu maalesef dip yaptı. Halka gerçekçi donelerle yansıtılamayan hükmedişin pik havası çöktü.

Çünkü asla profesyonel olmayan, yarı amatör tavır, payandalı performans ve sistematik stratejik simülasyon planlar doğrultusunda iş olacağına vardı. Projeli muhalefet yerelden ağırlığını koydu. Baş baştan bağlandı. Havuzun başı tutuldu. Şimdi sıra genelde, bu kaderdir, asla değişmez yargısının da kırılmasında. Her ne kadar on yıllardır beyinlere bu algı iyice yerleştirildiyse de ciddi kopuş başladı ve hızlandı...

Şimdi muhalefetinden bağımsızına, en geniş yelpazede estirilmek istenen yele kapılmamak gerekir. Peşin hüküm sanılmasın ama gelecek dönemde mevcudun tekrar mukderliği zor gibi. Reisinden şürekasına oynanan monoloğu dinleyerek şükretmek faslı bitmek üzere. Yani yerelden genele  bu görüntü hakim. Yeter ki muhalefet muhalifliğini doğru dürüst yapsın, kendi içindeki muhaliflerin de işaret  ettiklerini de önemsesin.  En tepeden önlemli boylamlı eylemlilik gözetilsin.

Zaten birleşemeden, baştan savma, aceleye getirilmiş, zoraki çekilmiş feslik fotoğraflarla yenilenme  olmaz. Demode repliklerle değişim hayal olur, bu ve benzer filmlerin gösterimi de hayal perdesinde yediden yetmişe daha çok devam eder. Yani hiçbir şey değişmez. Film arası filmler hiç bitmez...

Oysa yükselen koviti virüs salgını, dibe vurmuş ekonomi ve kılıç gibi kesen pik  yapmış problemlerle her an patlayacak isyan ve kargaşa kapıda zaman kolluyor. Ama tüm bunca olumsuzluklara rağmen bırakın sonuç almayı, kıpırdanma yok siyaset vitrininde. On yıllardır iktidarı muhalefeti aynı pozda. Derin uykulu hazda. Öylesine kabalaşan içeriği bomboş, aleyhte ve lehte konuşmalarla geçiştiriliyor, günler haftalar yıllar. Halka dayatılan disiplinler ise bir çırpıda değiştirilip çeşitlendirilen iktidar cambazlığı. Hilafsız hilafet aşkı. Milleti canından bezdiren, kuruluş diriliş bağlamında yeni cumhuriyet  atraksiyonları...

İktidarı kopyalayan muhalefet ise birbirine muhalefet eder, kendi içinde dahi muhalefet eder seviyeye çekilmiş, kısır atmosfere tutsak. Tabiyatıyla tutturulan yol yol değil...

Yerelden genele söz meclisten dışarı, mecliste  mebusanda on yıllarca ciddi manada bir muhalefet eksikliği. Kimin işine gelir, gelmiş gelecekmiş, besbelli. Neredeyse baştan aşağı benmerkezci eğilim ve baş aşağı gidiş. Ağır bir hastalık bu. Her kademeye nüfuz etmiş, kılcal damar tıkanıklığı. Hele ki içsel çatışmalar, idesiz çarpışmalar artarak sevgiyi yok etmiş. Hatta sevgiye alerjiyi doğurmuş. Saygıyı ve ahde vefayı sonlandırmış.

Bu dağınık ortamda, bağımlı kurumsallıkta gel de değiştir, kolayca değişmez hiçbir şey elbet...

Diğer yandan yenileşme, yenilenme vakti gelmiş, gelmişse gelmiş neyime havasında bir yapılanma. Umutvar ahali beklentide. Tam da tavandan tabana toptan al gülüm ver gülümcülüğü. Sonrası gün yüzü göstermeyenlerin kutsuz egemenliği. Ayrıcalıklı varsayılan dostlar alışverişte görsün siyaseti. Saplantılara sinme ve külah altı siperlenme. Kraldan çok kralcılık ve arsızca sahiplenme...

Oysa yerel iktidarlar ve belediyecilik memnuniyeti veya memnuniyetsizliği artık prim yapmıyor. Kaygı çoktan genele kaymış. Öyle ki, kaç trilyonluk borçtan, kaç trilyonluk bütçe açığından, kaç trilyonluk lafta yatırım deliğinden, kaç trilyonluk faiz ödemeye mahkum edilişten kime ne, sana ne dayılanması da inandırıcılığını kaybetmiş gibi. Çoğunluk bi haberken ufaktan uyarılara kulak kabartılmaya da başlanmış. Zaten yıllar yılı aslolan, istimlenen açıktan açığa parti kayırmacılığı.

Bu günler de öyle böyle geçer, hemen şimdiden itibaren umutlanmalar güme gitti gider olmasın diyedir tüm çaba...

Eğer yanlışların üzerinde pek durulmazsa eski tas eski hemam hali. Çam fidanları kesilir, incir ağaçları sökülür, asırlık çınarlar yapraklarını döker. Ve sokaklar süpürülür. Ve dahi sosyolojik-felsefik özü olmayan, siyaseten amfi-tiyatral dersler, niteliksiz nicelik üzerinden ders vermelerle devam eder siyasi hayat. İlanihaye iş çığırından çıktıkça çıkar. İşte siyaset yolcuları için tüm mesele budur...

Eğer bu mesele kökten halledilmez ise daha çok yıllar, ahlar vahlar arasında geçer gider...

Yüzleşilen başarısızlıklarla her zaman yine yine başa dönülür. Parmakla gösterilen yerel genel yatırımlar orada burada konuşulur. Atılan imzalar tartışılır. Yerel perspektifte dünden daha güzel oldu, yerelde genelde yarınlar daha güzek olacak edebiyatı yapılır. Kapışılır. Sıkışılınca da daha proje aşamasına gelmemiş renkli fotoğraflı karton tablolara sığınılır. Yerelde genele siyasetin  ve siyasetçiliğin geldiği uç nokta böyle gösterilir. Resimlerle  resmedilir. Üst bakış açısının felsefi  temelleri çatışma tezahürüne eklenir. Ve alttan yukarı şehrin idrakı, inşası, ihra ve teberrüzü ilkesel ve eylemsel manada kurumlaşır. Yukarıdan aşağıya kurgulaşır...

Çoğunluk onlarda başka ne ola ki ayrımında, mücadeleye  girmeden, hiç kafa yormadan her şey yine kabullenilir...

Bu depolitik ve deformatik düzende siyaseten  on yıllardır işlenen tema bu. Yerelden genele siyaset, bir istirhamımız var sayın bakanım, emrin olur sayın başkanım, vekilim harcım minval üzere işler. Sürer sarar. İşte yerel ve genel durum böyle şekillendiğinden iktidar erki eskisi gibi hiç değişmeden devam eder; Demek ki bu yol doğru, iyi yoldayız! kanaati baskılayarak yerini yer eder, iyice yerleşir.

İşte o yüzden yerelden genele toptan yenileniş, demokratik değişim vakti geldi de geçiyor vesselam. Ama şimdilik bir avuç kitleden başka hisseden yok…

Yakında, pek yakında...

18 Şubat 2021 Perşembe

PATATES SARISI CİNLİK

 

PATATES SARISI CİNLİK

 

Patates sarısı koviti virüs, hanelerden uzak o tehlikeli sarı çıyan, en çok sabileri, öğrencileri etkiledi. Özellikle çocuklara ve yaşlılara musallat oldu. Zamanında etkin ve çarpıcı önlemler alınamadı. Çıplak uyarılar ve kesin talimatlı tedbirler peş peşe gelmesi gerekirken, gelmedi…

 

Yine de kâğıt üzerinde olsa da kısıtlamalarla doğal hayat bıçak gibi kesildi. Esnek duruştan geç de olsa vazgeçildi. Tatminkâr düzeyde direk indirek önlemler paketi açıldı. Patates sarısı virüsün cüretkârlığını, tahribat gücü yüksek tavrını tırpanlamaya dönük karşı hamleler olabildiğince gerçekleştirildi. Yani beklenen oldu. Bu patates kafaları korkutan, güven tazeleyici ve direnç artırıcı ikaz ve itiraza evrensel riayet bir türlü hakkınca hayata geçmedi.

 

Böylece sıra dışı genişliğin ve sabırlı serbestliğin ağır faturasını, patates sarısı virüs hoyratlığının ceremesini ilk başta çocuklar ve yaşlılar çekti. Çekmesin diye hatalardan ve vakayı büyütecek zaaflardan kurtulma zamanıyken olmadı.

 

Bu minvalde düşünüp taşınanları ve isabetli kararlar verenleri kutlamak gerek. Zaten son çare kutlu ol, temiz kal, mesafe koy perspektifinde prensipler koyulması en doğru reaksiyon. Şimdi bu reaksiyona tam riayet zamanı. Demek ki salt Yaradana sığınmakla bazı işler yürümüyor. Lafla peynir gemisi yüzmüyor…

 

Patates sarısı virüs, ölçüyü kaçıran derecede yeni bir istasyon bulmuş olacak ki, son günlerde önlemler az biraz gevşedi. Ve üzerinde katiyen düşünülmeyen savruk sinyaller peş peşe çakıldı. Koviti yüzünden tepe üstü çakılmaktansa elbette tedbirlere uyulmalı.

 

Mart başı ne kararlar çıkacak muamma ama pusulayı şaşırtan yoğunlukta olsa da tedbirlere uyum devam ettirilmeli. Patates sarısı cinlik artık keyfe keder maharet sergileyemeyecek hale getirilmeli…

 

Öyle görünüyor ki özellikle çocukların ve yaşlıların sarı virüs kıskacından ve bulaşı basıncından kurtarılma girişimi olası diğer handikapları da ortadan kaldıracak. Boğucu girdaba tamamen giriş ertelenecek. Ölümler ötelenecek. Şok dalgası ve gerilim azalacak.

 

Aksi takdirde patates kafa kovitinin, çok daha acı tecrübelere zemin hazırlayacağı açık. Bu kabına sığmaz, nesepsiz sarı çıyan zamanla kendi derdine düşecek elbette. Çünkü fütursuzluğu mimlendi. Adresi, plakası belirlendi. Başta çocuklar ve yaşlılar olmak üzere diğer etkilenme mecraları da patates sarısı cinlikten kurtarıldı. Ezber bozuldu. Mutasyonun nedeni de bu…

 

Patates kafa koviti, yıllarca sarf edilen alın teri, emek ürünü ne varsa tam hiç edecekken şartlar eşitlenmeli. bugünden yarına radikal kararlılık, zihinleri ve bedenleri acı gerçeğe odaklamalı. Kritik eşiğin farkına varılmalı. Ve asrın ifriti karşısında fire verilmemesi için mevcut kapasite daha da zorlanmalı. Hem de seferberlik düzeyinde. Yoksa suçsuz günahsız yavrular başta, yaşlılar ve ahenkli yaşam müdavimleri tehlike çemberinde kalır.

 

Koviti ile baş edecek yeni model için de gecikmeden düğmeye basılmalı. Sınıfta kalındığı açık. Çünkü baskın basanındır. Öylesine beliren, patates sarısı şeytan düşünsün halini ayarsızlığında milletin hali nice olacak? Olacaklar besbelli.

 

O yüzden tek bir gerçek varsa patates kafa koviti bundan böyle, Kordon boyu iştahla salınamayacak şekilde kuşatılmalı. Çünkü başka Türkiye yok.

 

Diğer yandan çocuklar memleketin gerçeği, yaşlılar ise memleketin hafızası…