25 Mayıs 2019 Cumartesi

YUNUS DAVASI

YUNUS DAVASI
 
Öyle zaman gelir ki zamanlı zamansız tövbeler de para etmez. Pişmanlıklar da. Son pişmanlıklar da. Kırgınlık inceden inceye artar. Dualar da kızgınlığı serinletmez. Kırgınlığı çoğaltır. Öyle ki kimi vakit Tanrı’ya bile boyun eğilmez.  Çünkü kızaran gözlere ‘Yunus’ karası vurur. Tende Yunus davası durulur. Gözü karalık işte budur. 
 
İşte o mitolojik günlerden kalmadır kutsal isyan. Özgürleşmeye en makul kaçıştır. Diriliştir…

Tanrıça Nin’in kentidir Ninova. Dicle nehrinin doğusuna doğru yayılır. Balık şehridir. Halklar beşiği’dir, Tanrı’nın kapısıdır. 

 
Mezopotamya civarındaki Ninovalılar milattan önce sekizinci yüzyılda tam otuz üç yıl, On ikilerin beşincisi Yunus'a sövdüler. Asur çıkardılar. Süründürdüler. Güvercinin kanatlarını yoldular. Gönderilişine isyan ettiler. Ve göndereni de inkâr ettiler. Top yekûn direndiler. Davete icap etmediler. İnanmadılar.
 
“Biz hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri, 'Biz, size gönderilmiş olan şeyi hemen inkâr ediyoruz, derler.”
 
Yunus çaresizliğinden işi Allah'a bıraktı. Kavminden usandı. Tebaasına ah etti. Çıktı kentten dışarı, dağa çıktı. Kendisini ibadete adadı. Günlerce Tanrıya yalvardı yakardı. Toplumun cezalandırılmasını talep etti. Dağdan indi kırk gün daha halkına yalvardı yakardı. Gece gündüz uğraştı ama nafile. Dönüş gerçekleşmedi.

Yine de Yunus uyarıldı. O da son kez uyardı. Emekler yine boşa gitti. Hırsından hepsini terk etti. Terkle beraber önce derilerin rengi değişti. Kırkıncı gecenin sabahında göğü kapkara bulutlar kuşattı. Azap ve gazap yakındı. Ninovalılar başa gelecekleri çok geç anladılar. Aradılar. Taradılar. Yunus yoktu çekip gitmişti. Bulamadılar. 

 
O meçhule giden bir gemiye binmişti çoktan…

Yunus emri ilahiye uyup Ninovalılara gitmedi. Tanrı buyruğuna da karşı çıktı. Rest çekti. Onlara bir kez daha son kez çağrıda bulunmadı. Denize açıldı. 

 
  ‘O öfkeli bir hâlde geçip gitmişti…’
 
Tanrı yeri göğe, göğü yere yığdı. Tanrı’nın eli,  Mikaelin yeli Yunus’u denizin tam ortasında buldu. Bulduğunda uyuyordu. Mürettebat panik içinde uyandırdı Yunus’u. Kur'a ona çıkmıştı.
 
“Gemide olanlarla karşılıklı kur’a çektiler de Yunus kaybedenlerden oldu.”

Denizi ve karayı yaratan göklerin Tanrısı Rab’tan kaçtığı ortaya çıktı. Kaçış yoktu aslında. Yunus ‘beni denize atın’ dedi. Kıyamadılar. Fırtınadan da kaçamadılar. Fırtına daha da şiddetlendiğinde Yunus'un suçunun ceremesini çekmemek için onu denize salladılar. Ve büyük balık küçük balığı yuttu.

Yunus kırk gün kırk gece ölüler diyarının bağrında hapis kaldı. Tekrar Ninovalılara mesaj iletmek karşılığında koca balık Yunus'u karaya kustu. Üç gün yol yürüdü. Vardığında kenti bir araya topladı. Onlara şehrin kırk günlük ömrü kaldığını iletti.

Yüz yirmi bin insan, binlerce, yüz binlerce, milyonlarca canlı bu kez ilahi çağrıya direnmedi. Gerçeği kabullendi. Mesajı aldı. Zenginliğe sırt döndü. Çala çula büründü. Kral krallığından vazgeçti. Tahtı bıraktı. Küle oturdu. Herkes kötülükten ve zorbalıktan vazgeçti. 

 
Bu seferberlik sayesinde yok olmaktan yırttılar. Kırk günlük süre dolduğunda Tanrı sözünde durdu.
 
“Sonunda O’na îmân ettiler. Bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar yaşattık.”

Yunus bir kez daha gücendi. Tanrısına öfkelendi. Boşa geçen on yıllarına yandı. Ölmek yaşamaktan evlâdır ‘Al Canımı’ diye niyaz etti. gelmeyen azap öfkeyi doğurdu. Ninovalılardan bir kez daha ayrıldı. Koptu. Tepelerden birinde, bir yere çardak kurdu. Kenti kuşbakışı gözledi. Ölümüne öfkesi sönmedi. Ölüm dilemek aşkı da tükenmedi. Kızgın güneş ve alev büklümlü yellerle boğuştu. 

 
“Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkârcı bırakma. Doğrusu Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve çok inkâr edenlerden başkasını doğurmazlar.”
 
Öfkesinin kurbanı olmaya yakın Tanrı aklıyla buluştu. Ve kendisi ile yüzleşti. 
 
Emeksiz hiçbir şeyin değerinin olmayacağını, değerlenmeyeceğini geç de olsa anladı. Tanrısına da hak verdi. Tanrıya yanaştı. Hakka ulaştı.

Çünkü koskoca âlemin, çekilmez görülen hayatın özü ‘asma kabağı ile kurtçuğun’ hikâyesiydi. Asma kabağını kurutan kurtçuğun çabası. Zamanı gelince gerçeği ve hayatın inceliğini anlamıştı.

Yunus kendini böyle kurtardı. Davası sürüyor…

Hiç yorum yok: