TUHAF DOSTLUKLAR
Ne tuhaf şeyler oluyor şu tufaya, turfaya, tafraya gelmiş fakir memlekette. Olacak gibi değil ama hakikat bu. Gönlün olsun varsın diyemeyeceği türden tuhafiye. Ve tuhaf bir dostluk…
Hafiye muafiye sarmalında tuhaf dostluklar vardır üzerine yoğunlaşılan ve yorgunlaşılan. Patlamaya hazır top, pimi çekilmiş bomba gibi hazırda bekleyen tumturaklı bir beraberliktir zor zanaat katlanılan. Her şeyler bir yana çok derin yaralar açar yürekte. Akılda da gedikler. Satıhta da yığınla kesikler. Sınırları zorlasa da, zerine zarına zorlanılır, yine de vazgeçilmez bu tuhaflaşmadan. Nice uzun veya kısa öyküye, anekdotlara dipnotlara, dut yemiş konu mankeni olanlara, dosta düşmana karşı kafa karışıklığıdır bu tuhaflaşma. Drama gibi veya trajedi türünden bu şar köy şaşalaması. Eğrisi doğrusu tuhaflığın turfanda mevsiminde bu tuhaflığın ve tuhaf dostluğun okuması da, okunması da zordur. Hele öylece durup bekleyerek hecelenerek hiç olmaz. Ayar tutmaz.
Bazenöyle tuhaf dostluklar kurulur ki yıllar yıllar geçer hep neden diye sorgulanır. Nesiz nedensiz illa devam eder. Normal gelir her haliyle. Hâlihazırda tuhaflığa başkaldırılınca kontrol elden kaçar. Kaçınca kaçak göçek gider yapılmış, lidere ayıp olmuş sayılır. Hayatla örtüşen ve hayaller ile öpüşen deneyimlerle oluşur karakterler. Karaoke tarzında hayatın içine içine er ya da geç doğarlar. Doygunluk sanki çok derindedir görülmez hiçbir yanlış, yanlış hiçbir şey. Tuhafça da olsa bir sıradışılık, bir teşvik edilen veya bir ruh bunalımını çevreleyen bir yakınlıktır sere zerkedilen.
Öylekarga tulumba kılavuz dostluklar yüzündendir ki; aslında hayal ötesi ve yaradılışı övülür, öngörüler ise dış mekânlarda aranır. Namaz niyaz, ahret mekân, makamla namaz ve asla sansür edilemez aykırılıklar aralığıdır aklı çarpan. Öylesine tuhaf varlıktır, vardır ve devam eder ki pek yakındır ve bir o kadar da uzaktır. Bazen önceden kurgulanmış hissi veren gerilim hikâyesinebile dönüşür.
Sanki komikçe bir kenarda dururgözükür ama asla durmaz. Kendi kendine çizdiği resmi resmiyetlice ve huzurla paylaşır. Kıskanmaz ve sakınmaz görünür ama doğuştan tuhaftır veya sonradan yükseklenenlerdendir. O yüzden hasetlenir. Haslığı yerindedir ama pas tutmuştur tası tarağı tez ve sık hastalanır. Yine de tek başına kalındığında ilk yetişen odur imajı vardır. Verilir ve hamura yedirilir. Bir dolu, dolu tuhaflık barındırır bu dostluk. Dost post ayrımında çok gizli ve acayip tuhaf buluşmaları da bünyesinde barındırır. Vardır veya yoktur babında kısır döngüsü bol maceralara at sürer. Yıkımdan korkar bineklerini yılkıdan seçer. Boz küheylana hevesinden helalleşir ve hararetle eyerinden değerinden düşer. Kobra ayarı bozulur, koçbaşı yamulur ve atlıkarıncaya küser. İşte o an dünyanın tüm yel değirmenleri düşmanıdır artık.
Daraltan hayatın yol ve rol arkadaşıdır bu tufan kaçkını, tuhaf dostluk. Belki saltanat abanıcısı babında absürt, abaküs yabancısı abadan bir yakınlıktır bu tuhaflığı betimleyen betlik. Herşeyin ikinci hayat yoluna adanmışlığını önceleyen ama kaybetmiş bir yoksulluktur bu tuhaf dostluk. Müthiş bir gerilim üstadı, usta birsırdaştır ama tuhaf kayıtlara düşer nefesi. Nefesi yeter ise hep yüksek pencereden konuşur. Tuhaf olmasına tuhaf amakırk kapılı dergâhıntek anahtarı da ona emanet edilir. Tek anahtarla tüm kapıları açan, açma becerisini de gösterebilen bir çilingirdir sanki.
Dere tepe dert sofrasının bereketi de en hareketli müdavimi de odur. Dağ ova duasını da bedduasını da o yapar sadece. Yar ve kar kirişinde asla tükenmeyen turfanda dönemi aşkı ve tuhaflığıdır. Ağızlarda kekremsi bir tat bırakan ayrandır. İyice belirginleşen bir tuhaflık, duygu hasadı ve dönem hasarıdır. Her kes bu tuhaf dostluğa hayrandır. Bu tuhaf dostluktan geriye kalacak olan ise koca bir hiç ve bolca yalandır.
Tuhaf dostluklara doğulur kimi zaman erkenden, çar çarık çaresiz. Muhitlere ahitlere yazılır çalımı. Demli demsiz hazır cevap, alicenap ve sanata dair paylaşımlarla, yasaklarla dengelenir her şey veya yahutlanır. Yakut başlı kazlarla çevrilmiş, kızdık bir kere krizi sürgünlüğüdür tüm ayılmalar bayılmalar. Öyle bir tuhaflaşmadır ki herşeyi içine içine çeken ürküyor ve yürüyor ayvanlığıdır.Tüm aykırılıklara el cevap hırsla barışık ortaya karışıktır. Hele ay göğe çakıldığında çapraz ateşlerle de şekerlenir bu tuhaflık.
Tuhaf bir şekilde sere serpe saran karanlıktan inişlerde ve çıkışlar da, girmişsin çıkarsın, elbet çıkılır bazında bir doğrulamayı anımsatır bu tuhaf dostluk. O kadar. Kepengin kapanışı, tuhaflığın uzaması duraklı duraksız yolculuğu perçinlemek ve dost bağımlılığını artırmak üzerine çeşitlenir. Hayat hayatta en çıkışsız kalındığında ise en tuhaf olanı seçmektir. Otokontrol töreninden sonra en zor labirent kıyı köşe dolaşılır. Ama evrensel musluğun gölgesinde de yarı patlak ışığa zor ulaşılır. Tuhaflık ve tuhaf dostluk işte burada başlar ve biter.
Hak hukuk derken kalantorca köprüden geçilir ve tuhaf bir şekilde alacakaranlık kuşağına vasıl olur tüm varlık. Dostluklar öyle tuhaf dostluklar vardır ki tan ağarınca dibe vurmaya ramak kala tuhaf bir şekilde çözülür yarenlik. Bu çöküşün çok öncesinden düşlerde görüldüğü söylenir. En tuhafı küçük bir rolü bulunsa da hayat hikâyesine zum yapılır ve zenginliğe zirve yaptırılır. Ve zillet ile zilyet birbirine dolaşır, milletin de aklı karışır. O çeşnide uz ve muz cumhuriyeti kapışması güncellenir. O kargaşada tuhaf dostluklar tuhafça tüm hikâyeleri en derinden etkiler, parsayı kapar. Ve tuhaf dostluklar ileriye yol verilmişken, gerisingeri uzaklaşır.
Ve şu tafraya tufaya gelmiş garip memlekette gönül gözünün olsun varsın diyemeyeceği türden, hakikatte olacak gibi değil ama bir çırpıda olan, ne tuhaf şeyler oluyor, diye başlayan ve bu ne tuhaf bir dostluk diye biten makale yazılır.
Bak hele…
25 Nisan 2017 Salı
23 Nisan 2017 Pazar
PALAVRACI
PALAVRACI
Palavralar atılır pembe mor palas pandırasher lisanda her aksanda
akşam karasına yerleşen damlarda.
Aksayan akıcılıkta akkor
kim bilir hangi aksan karışır o sabırsız sonsuzluğa
delice esen rüzgar seslerine.
Karmakarışık palavralarla kavranır kutulardaki azınlık
sürekli kaynar cadı kazanı
Dünyanın bin bir hali ve memleket ahvali.
Denizin öte yakasında portakal ağaçları ve portakal kokusu
sarar tüm yalnızlıkları
hüzmeli hüzünleri.
Palavralar sıkılır pembe mor palaslarda palas pandıras
her nedense her seferinde
ayni lafa safi gafa kanmışlık.
Korkulur hangi akıllı anlayacaksa paranın rengini
palazlanmanın paçoz gizemini.
Yanık tenli bir gölge vurur da damgasını kızıl dağlara
rengarenk yalanların üstüne kırbaç gibi iner mavi gökyüzü
taylar vip misali seyirtir erkenden er vakit ekinlere.
Sapsarıdır mısır püskülü dokunuşlu aykırılıklar
hafiften kızarır ara şamara uzatılan yüzler
neyle ölçersen ölç artık palavraların şiddetini.
Aslı paslı kaç karış, kaç kulaç, kaç arşındır arşa doğru anlaşılır.
Yanmak üzerinedir uzaya yayılı tüm atılganlık
Kaptan köşkünde ise Kaptan kırk kırıklığı.
Kırık boşluklarda canavarlar can ötesi canavarlaşmalar.
Çocuklara bir film pazarıdır kurulan sahipsiz semtlerde.
En ucuza iyi pazarlık yapma anıdır korlaşan sahneler.
Küpesi küpte karesi küpüne eklenir
kesilir doğranır bantlanır bir yapıştırma nazıdır palavradan filmler.
Arta kalan açlıktır taş basılı yüreklerde namedir
yüreklerin mühürlenmesidir ilahi tarzda.
Palavralar palasında palas pandıras uyanmaktır mesel.
Mesela dünyanın tüm atıklarından beslenmişliktir dünyayı bırakmak
ama aç ama yarı tok gereksizlere nefes planıdır dünyadan koparılmak.
Kızılca kıyamet kopsun varsın artık kime ne kime fes
kopsun küçükten büyüğe insin inme felçlensin kafes
her lisanda her limanda.
Yoldan çıkmamış yolcular diyarında yolcular hariç.
Kim bilir hangi insan barışır insanca olmayanla
günahları hafifleten günbatımı uğultularıyla
dövünür palas pandıras atılmış palavralarla
arsızlığı anısızlığa yaşar.
Ya da yel değirmenleriyle savaşılır tek tabanca
Tüm tabansızları tek tabanca üç mermiyle önüne katar.
Katar katar palavralar canlanır pembe mor kor kürenin bağrında
pal sokağı palasında.
Yürekleri kor eder akılları koflaştırır satılan palavralar
koparır en kanlı palavraları kılcal damardan
gayet açık ayet gayretli ganimetlenmeler.
Soyu kime hangi kadına dayanır bilinmez purlu palavranın
Pan tanrısına palavracı periye mi dayanır sarmalar sarılmalar ilgilenilmez.
Er veya geç doğan palidelik pelit altı elitliğidir.
Can seli cin salı tabiyetinde taşınır akıllar paravanlar arkasına
akıllar almaz ama uslanılır usa palavraların artığı paravanlar takılır.
İşte kanıtı denizin ötesi karşı yaka ve portakal çiçekleri ve portakal kokusu
Makiliği geçince patikayı takip havası suyu kokusu içine çek
takip et mavi mora kadar korkusuzca.
Her adımda portakal ağaçları çiçek bahçesi ve portakal kokusu
palavraların palasına açılınca sır perdesi
yalansız günahsız palas pandıras orda kal.
Yakalanılan bahar öncesi papaz yortusudur
tortusu topuzunda gizlenmiş pamuk presidir.
Yontulmuş mermerden pembe mor düşlere mezar kaçkınları üşüşür
kim bilir hangi satan şeytanı satan karışır o düşlere.
Sürekli kaynar cadı kazanı dünya
Dünyanın palavrası sıkılır tek atımlık namludan
namlunun sarmal yivli çeliği utanır kendinden.
Palavralar atılır pembe mor palas pandıras
her lisanda her aksanda
ılım ışık palaslarda palas pandıras
Ve zemine çakılır palavracılar çarkında dönen felek.
Çarkı feleğin prangasındaki palavracıların emrinde ve dahi memleket…
"BUGÜN 23 NİSAN, TASA DOLUYOR İNSAN”…
"BUGÜN 23 NİSAN, TASA DOLUYOR İNSAN”…
‘Bugün 23 Nisan, Tasa doluyor insan’. Hem de ne tasa, en okkalısından. Çünkü yaklaşık yüz yıldır süren Cumhuriyet ile orta yaşlılar için çocukluğunun, gençliğinin 23 Nisanları tarih olmak üzere…
Ancak akılda ve yüreklerde öyle anlar ve anılar var ki neredeyse isyanı tetikleyecek türde. Hiç gereği yokken dayatılan, dayatma referandumdan çıkan ‘16 Nisan Sivil Darbesi’ ile emperyalist istilacılarca tırtıklanan haritalardan, acı veren kavuran yaşamın kıyıcığından, ileride karşılaşılacak derin uçurumlardan, çok milletli çapraz ateşlerden kurtulmak şansı yok edildi. Küllerinden doğup topluma tam özgürleşmeyi sunan Cumhuriyet, sözde yeni demokrasiye, yeni Türkiye’ye kurban edildi. Rejim değişti.
Ve 2017 yılı 23 Nisanı şimdilik gelenek tarzında anıldı.
Değişen rejimle Büyük Millet Meclisi pasifleştirilecek. Böylece birçok unsur gibi çocuk bayramı gereksizliği de tartışmaya açılacak veya yerine ikame edilecek uydurma mizansenlere evirilecek.23 Nisanı sadece çocuk bayramı kapsamında görmenin marifetidir bu gün yaşanan ve yarınlarda olacaklar.
Oysa ‘Milletin Kayıtsız Şartsız Hâkimiyetinin’ adıdır; 23 Nisan. Altı yüz yıl süren mutlak hâkimiyetin birleşmiş milletlerce tarih sahnesinden silinme operasyonunun ve ebediyen soyutlanma hamlesinin püskürtüldüğü, direnişler, savaşlar ve diplomasi ile idealizmin sınırlarını zorlayan türden bir dirilişin kutsallaştığı gündür; ‘23 Nisan’.
Bugün hala ezilen uluslar için geçerli tek örnek, her anıldığında her ideolojiden insanı titreten, kendine getiren, mazlumları anında devrimci gerçekliğin içine çeken masumluktur; 23 Nisan...
23 Nisan, asla hafifsenemeyecek öyle bir gündür ki; her yaştan bireyleri daha hecelemeye başlayıp okumayı söktüğü andan itibaren sarar ve ömrünce de yüreklendirir. 2017 yılı 23 Nisanına kadar yürekler ister istemez “ Bu gün 23 Nisan, Neşe doluyor insan” diye çarpardı. Şimdiden sonra, sonraki yıllarda sloganı ayni kalsa da içeriği değiştirilecek sanki. Belki de hepten yok sayılacak. Görüntü o. O yüzden bazı yürekler işte bu nedenle burkuluyor; “Bu gün 23 Nisan, tasa doluyor insan” diye…
Şimdiye kadar şu soyulan, kana boğulan, yoksullaştırılan, dincileştirilen, mezhepleştirilen, yaşlı ve yaslı coğrafyada herkesin kendine göre bir dünyası ve bir bayram havası vardı. O dünya yarınlarda kararacak gibi. Dünyanın hala ilk ve tek "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" allem kallem edilerek sebepsiz yere tarihten silinecek gibi. Silemezler belki ama yörüngesi değiştirilecek.
Zaten ‘Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ olan bu bayram, 12 Eylül faşist darbesi sonrası Faşist Milli Güvenlik Konseyi tarafından kanunda yapılan değişikliklerle çocuklaştırılmıştı. Bayramın Ulusal egemenliği tırpanlanmış, 23 Nisan sadece çocuklara kalmıştı.Ulusal egemenlik temeline dayanan, halk hükümetinin kurulması ve Cumhuriyetin ilanına öncülük etme gerçeğine asla uymayan türde müsamerelerle resmen panayırlaştırılmıştı.
Yaklaşık kırk yıl sonra yıkılıştan, küllerinden kuruluşa kutsal isyan ve başkaldırış hiçe sayılarak; yediden yetmişe, yetmiş küsur milyona asla yakışmayan bir ayıp ve günah işlendi. Artık ‘16 Nisan Sivil Darbesi’ ile değişen rejim işi oralara kadar vardırabilir. En ücralara kadar uzanacak kollarını harekete geçirebilir. On yıllarca hakkınca okumadan, okuyup anlamadan veya görmezden gelinerek bilinçlendirilen ve yapılandırılan siyasal tutum istediğine ulaştı nasılsa. O geçirgenlikle elbette Kurtuluş Tarihinden 21, 22, 23 Nisan günlerinin önemini siperleyebilir.
Özünde ülkenin nasıl kurulduğu gerçeğine ışık tutan ve tarihsel gerçekten doğan, emperyalizmi sarsıcı ve kallavi bir bayram ve kutlama olan 23 Nisan; yarınlarda özüne ters alternatif programlarla da kutlanabilir. Kutlanmayabilir de. Şu bereketli topraklar üzerinde kim istemez, hak ettiğince mutlu ve kutlu günler yaşamayı. Onca badireden sonra bu içli ve merhametli memleket hak etmiyor mu acaba, hürriyet ve tam bağımsızlığı. Kim istemez, emperyal istilacılara hesap vermeden yaşamak. Biz sizinle hesabı 23 Nisan’da kestik demek.
Ama ‘16 Nisan Sivil Darbesi’ sonrası bir akıl fikir tutulması yaşanacağı muhtemel. Sonu nereye varacağı tam belirsiz çılgın bir heves yayılıyor akıllara ve gönüllere. Peşinden planlı programlı bambaşka tutkular da serpiştirilicek tüm kutsallara. Kutsal sayınlara. Aslında belli başlı hassasiyetler değiştirilirken iş bayram seyrana da denklenir. Bu ulusu var eden kutsallar da resmen unutulur, unutturulur.
Oysa tarihle sabittir: 21 Nisan ile başlayan 22-23 Nisan ile noktası koyulan kutlu yürüyüş…
Büyük Nutuk’tan: ‘Büyük Millet Meclisi’nin toplanışını ve açılmasını sağlamaya çalıştığımız günlerde bizi en çok uğraştıran bazı bölgelerde başlayıp, bazı yerler üzerinden Ankara’ya yaklaşacak kadar genişleyen ‘gericilik ve isyan dalgaları’ olmuştur.
Ben bir taraftan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken, bir taraftan da Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu daha iyice bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamak ve böyle durumların ortaya çıkmasıyla Meclis’in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini düşünüyordum. Bunun için Meclis’in açılmasına acele ediyordum…’
22 Nisan 1920’de Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal kısa bir tebliğ yayınlar. Tebliği; bütün valiliklere, müstakil sancaklara, ordu ve kolordu komutanlarına, tümenlere telgraf çektirir. ‘Dakika geciktirilmeyecektir.’ talimatıyla çekilir telgraf; ‘Tanrı’nın lütfuyla Nisanın 23. günü Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından, o günden itibaren askeri ve sivil makamlarla, bütün ulusun tek merciinin ‘Büyük Millet Meclisi’ olacağı bilgilerinize sunulur.’
Ve ‘23 Nisan’ ile çakılır yüz yıla yakın Cumhuriyet’in ilk kıvılcımı. Yeni Türkiye’nin neler getireceğini ise zaman gösterecek. O yüzden;
“ Bugün 23 Nisan, Tasa doluyor insan”…
‘Bugün 23 Nisan, Tasa doluyor insan’. Hem de ne tasa, en okkalısından. Çünkü yaklaşık yüz yıldır süren Cumhuriyet ile orta yaşlılar için çocukluğunun, gençliğinin 23 Nisanları tarih olmak üzere…
Ancak akılda ve yüreklerde öyle anlar ve anılar var ki neredeyse isyanı tetikleyecek türde. Hiç gereği yokken dayatılan, dayatma referandumdan çıkan ‘16 Nisan Sivil Darbesi’ ile emperyalist istilacılarca tırtıklanan haritalardan, acı veren kavuran yaşamın kıyıcığından, ileride karşılaşılacak derin uçurumlardan, çok milletli çapraz ateşlerden kurtulmak şansı yok edildi. Küllerinden doğup topluma tam özgürleşmeyi sunan Cumhuriyet, sözde yeni demokrasiye, yeni Türkiye’ye kurban edildi. Rejim değişti.
Ve 2017 yılı 23 Nisanı şimdilik gelenek tarzında anıldı.
Değişen rejimle Büyük Millet Meclisi pasifleştirilecek. Böylece birçok unsur gibi çocuk bayramı gereksizliği de tartışmaya açılacak veya yerine ikame edilecek uydurma mizansenlere evirilecek.23 Nisanı sadece çocuk bayramı kapsamında görmenin marifetidir bu gün yaşanan ve yarınlarda olacaklar.
Oysa ‘Milletin Kayıtsız Şartsız Hâkimiyetinin’ adıdır; 23 Nisan. Altı yüz yıl süren mutlak hâkimiyetin birleşmiş milletlerce tarih sahnesinden silinme operasyonunun ve ebediyen soyutlanma hamlesinin püskürtüldüğü, direnişler, savaşlar ve diplomasi ile idealizmin sınırlarını zorlayan türden bir dirilişin kutsallaştığı gündür; ‘23 Nisan’.
Bugün hala ezilen uluslar için geçerli tek örnek, her anıldığında her ideolojiden insanı titreten, kendine getiren, mazlumları anında devrimci gerçekliğin içine çeken masumluktur; 23 Nisan...
23 Nisan, asla hafifsenemeyecek öyle bir gündür ki; her yaştan bireyleri daha hecelemeye başlayıp okumayı söktüğü andan itibaren sarar ve ömrünce de yüreklendirir. 2017 yılı 23 Nisanına kadar yürekler ister istemez “ Bu gün 23 Nisan, Neşe doluyor insan” diye çarpardı. Şimdiden sonra, sonraki yıllarda sloganı ayni kalsa da içeriği değiştirilecek sanki. Belki de hepten yok sayılacak. Görüntü o. O yüzden bazı yürekler işte bu nedenle burkuluyor; “Bu gün 23 Nisan, tasa doluyor insan” diye…
Şimdiye kadar şu soyulan, kana boğulan, yoksullaştırılan, dincileştirilen, mezhepleştirilen, yaşlı ve yaslı coğrafyada herkesin kendine göre bir dünyası ve bir bayram havası vardı. O dünya yarınlarda kararacak gibi. Dünyanın hala ilk ve tek "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" allem kallem edilerek sebepsiz yere tarihten silinecek gibi. Silemezler belki ama yörüngesi değiştirilecek.
Zaten ‘Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ olan bu bayram, 12 Eylül faşist darbesi sonrası Faşist Milli Güvenlik Konseyi tarafından kanunda yapılan değişikliklerle çocuklaştırılmıştı. Bayramın Ulusal egemenliği tırpanlanmış, 23 Nisan sadece çocuklara kalmıştı.Ulusal egemenlik temeline dayanan, halk hükümetinin kurulması ve Cumhuriyetin ilanına öncülük etme gerçeğine asla uymayan türde müsamerelerle resmen panayırlaştırılmıştı.
Yaklaşık kırk yıl sonra yıkılıştan, küllerinden kuruluşa kutsal isyan ve başkaldırış hiçe sayılarak; yediden yetmişe, yetmiş küsur milyona asla yakışmayan bir ayıp ve günah işlendi. Artık ‘16 Nisan Sivil Darbesi’ ile değişen rejim işi oralara kadar vardırabilir. En ücralara kadar uzanacak kollarını harekete geçirebilir. On yıllarca hakkınca okumadan, okuyup anlamadan veya görmezden gelinerek bilinçlendirilen ve yapılandırılan siyasal tutum istediğine ulaştı nasılsa. O geçirgenlikle elbette Kurtuluş Tarihinden 21, 22, 23 Nisan günlerinin önemini siperleyebilir.
Özünde ülkenin nasıl kurulduğu gerçeğine ışık tutan ve tarihsel gerçekten doğan, emperyalizmi sarsıcı ve kallavi bir bayram ve kutlama olan 23 Nisan; yarınlarda özüne ters alternatif programlarla da kutlanabilir. Kutlanmayabilir de. Şu bereketli topraklar üzerinde kim istemez, hak ettiğince mutlu ve kutlu günler yaşamayı. Onca badireden sonra bu içli ve merhametli memleket hak etmiyor mu acaba, hürriyet ve tam bağımsızlığı. Kim istemez, emperyal istilacılara hesap vermeden yaşamak. Biz sizinle hesabı 23 Nisan’da kestik demek.
Ama ‘16 Nisan Sivil Darbesi’ sonrası bir akıl fikir tutulması yaşanacağı muhtemel. Sonu nereye varacağı tam belirsiz çılgın bir heves yayılıyor akıllara ve gönüllere. Peşinden planlı programlı bambaşka tutkular da serpiştirilicek tüm kutsallara. Kutsal sayınlara. Aslında belli başlı hassasiyetler değiştirilirken iş bayram seyrana da denklenir. Bu ulusu var eden kutsallar da resmen unutulur, unutturulur.
Oysa tarihle sabittir: 21 Nisan ile başlayan 22-23 Nisan ile noktası koyulan kutlu yürüyüş…
Büyük Nutuk’tan: ‘Büyük Millet Meclisi’nin toplanışını ve açılmasını sağlamaya çalıştığımız günlerde bizi en çok uğraştıran bazı bölgelerde başlayıp, bazı yerler üzerinden Ankara’ya yaklaşacak kadar genişleyen ‘gericilik ve isyan dalgaları’ olmuştur.
Ben bir taraftan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken, bir taraftan da Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu daha iyice bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamak ve böyle durumların ortaya çıkmasıyla Meclis’in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini düşünüyordum. Bunun için Meclis’in açılmasına acele ediyordum…’
22 Nisan 1920’de Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal kısa bir tebliğ yayınlar. Tebliği; bütün valiliklere, müstakil sancaklara, ordu ve kolordu komutanlarına, tümenlere telgraf çektirir. ‘Dakika geciktirilmeyecektir.’ talimatıyla çekilir telgraf; ‘Tanrı’nın lütfuyla Nisanın 23. günü Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından, o günden itibaren askeri ve sivil makamlarla, bütün ulusun tek merciinin ‘Büyük Millet Meclisi’ olacağı bilgilerinize sunulur.’
Ve ‘23 Nisan’ ile çakılır yüz yıla yakın Cumhuriyet’in ilk kıvılcımı. Yeni Türkiye’nin neler getireceğini ise zaman gösterecek. O yüzden;
“ Bugün 23 Nisan, Tasa doluyor insan”…
22 Nisan 2017 Cumartesi
ANALİZ, KATALİZ, KATALİZATÖR…
ANALİZ, KATALİZ, KATALİZATÖR…
Bu referandumda sahil boyu memleketin geleceğini oyladı. Anayasa değişiklikleri ve o değişime koşut yüzlerce yasadaki değişmelerin kabulü veya reddini değil. Hat boyunda ise lafta direkt halkın iradesine başvuruldu. Ancak milli irade refereye ramak kala neyi, niçin ve nasıl kabul ettiğini açıkça bilmiyordu. Varsa yoksa mezder önder aşkı. Reddedenler ise makul düzeyde olaya vakıftı. Kendini mevcut güce bedelli vakfedenler şimdilik gülen taraf. Yakında hıçkırık romansları duyulur. ‘Hâkimiyetin Kayıtsız Şartsız’ kimde olması gerektiğini içselleştirenler ise gücenen taraf.
Bu referandum ve sonuçları daha çok analizlere gebe…
İşin gerçeği tüm ana sözleşmeler yeri gelince çağın gelişen koşullarına göre yenilenir. Yenilenmelidir de. Ancak bu yenilenme; tek düzen hesap çerçevesinde tek adama düzenleme, demokratik mekanizmayı düzleme şeklinde ise olmaz. Bu analizleri kıt ve kısır yasal taslak ise anayasa olmaz. Bu temelde cereyan eden referandum taraflarca çeşitli propaganda yöntemleri bulunarak veya taklit edilerek olanaklar ölçüsünde kullanılarak veya devletin tüm imkânları harekete geçirilerek geçti gitti. Sonuç memleket battı. Veya bitti.
‘Referandum; Korkaklık, cesaret ve sosyal budalalık’ Bermuda şeytan üçgeninde biçimlenir iddiası doğru idi…
Cesur görünüp, korkaklık ile cesaret ve sosyal budalalık arasında medcezir yaşayan kolpacı karakterler sahip oldukları tüm avantajları seferber ederek veya sonuca etki edecek sahte tavrın bedelini iç ederek geleceği belirlediler. Yani dürüstler ve dürüst olmayanlar arasında sıkışan ve ezilen sosyal budalalar tarihi bir kez daha yine yanılttı. Sosyal budalaca eziklikten böyle kurtulacaklarını farz ettiler. Böylece hiç de yazı veya yazgı olmayan ve hiçbir kutsi kitaba asla uymayan alan-satancı bir dağılışa yol verildi.
‘Sağduyu, Solun Argümanlarına Kanabilirdi’ kanmadı…
Sağduyu toplumsallık duygusunun yansıtılması iken bireylerin karakter özelliklerine takıldı. Doğru değişkenlik gösteremedi. Yanılgı sağduyunun bir duyu eksikliği olduğunun dikkatlerden kaçmasıydı. Toplum yoğurulurken hamuruna katılmış bir gelişim bozukluğu. Zihne şırıngalanmış bir ilerleyiş yoksulluğu. Ve kılcal damarlarına dek dolaşan bir hoşgörü yoksunluğu. Bunlar da pek önemsenmedi. Bileşenleri bu olan total tutkudan kısır dönemlerde duyusal, duygusal bir sağlama yapmasını beklemek yanlıştı. Çünkü bu tutukluk daima mantık dışı davranıp siyasetin sağına saplanır. Sağlak ve muğlak gölgelere sığınır. Aynen bu sığıntılık hayata geçti. Yani Sağduyu, Solun Argümanlarına kanmadı.
‘Hayırlısıyla Düşüş Başlar’ Sanıldı, Aldanıldı…
Birikmiş malum kanunsuzluğu doğanın kanunlarına da uyduran bu düşkünlük Hayırlısıyla sona erecek savı tersine döndü. Hayatta düş görmem, görmedim diyenler de bu düşüş masalına direnemedi. Asalcılar da masalcılar da alı al moru mor kaldı.
‘Yetmez Ama Hayır’ Milyonlarca Hayır İşe Yaramadı…
Halkın karar vermeyle baş başa kalması ve bırakılması her zaman aklı yetmezler ve yetmezciler arasında tıkanıklığa neden olur. O yüzden yetmez ama Hayır iddiası rağbet görmedi. Çünkü aklı yetmezlerden parsayı toplayanların inandığının peşine daha ağırı, daha beterini ekleyeceği belliydi. Belli cenahlar toplumsal ve siyasi baskılarla olumlu görüşün belirlenmesine olumsuz katkı yapan idari erkin tarafı oldular. Referandumun önünü, arkasını, geleceğini ve özünü de zedelediler.
‘Hayırda Hayır Var’ Kavramı da Çöktü…
Eğer Hayır çıkarsa. Memleket yarınlara Hayırla çıkacak.. Elbette Hayır, milyonlarca Hayır… Hayır… Dillendirilişi memleketi esenliğe taşıyamadı. Geleneğin tüm mirası kısa zamanda çarçur edildiğinden umarsızca ciddi hayal kırıklıkları yaşanacak dönüm noktasına gelinmişti. Tüm dikkat minyatürleştirilerek özü değiştirilerek akla sokulan defolu hayat tarzının kuralsızlığına çevrildi. Geleceğe dönük en son tercih şansı da bu yüzden iyi kullanılamadı. Tezgâhlanan ne ise iş oraya vardı.
‘Şımarık Güç, Çekiç Güce Dönüştü’, Dönüşüm Görülmedi…
Kuklaların iplerini elinde tutan şımarık güç çekiç güce dönüştüğünün sinyallerini meydanlarda verdi. Hiç bilimsel olmayan, tabansız saldırmalar, tutmayan sağlamalar ile çekiç güç güncellendi. Soyuttan somuta geçiş, yetersizlik ve değersizlikten kurtulmaya yöneliş başlatıldı. Toplumsal, siyasal ve kültürel bölünmelerin kışkırtıldığı ve derinleştirildiği coğrafyalardaki gibi şımartılan erk maalesef tanrılaştı.
‘Hayırla Anılmak, Tarihi Yanılsamalar ve Devletin Bekası’ ile cakalanıldı, akıllar Sözde Devletin Bekasına çalındı…
Zar zor kazanılmış hürriyet ve kurulmuş Cumhuriyet ve ağır aksak işleyen demokrasinin emanet edildiği eller modernleşme tarihine bu referandumla şerh düştü. Kutsal uyanış ve kutsal isyanın ve ebedi aydınlanmanın kapısına asma kilit astı. ‘Atatürk ve Cumhuriyet’ Hayırla anılacak ve hayırla devam edecek, ettirilecek bir değer iken, ilelebet sürecek tarihi bir gerçeklik devrildi.
Bu Kez ‘Ön Kestirim Ve Kesicilik’ Dibe Vurdu…
Ön kestirme sanatı ve kesicilik her şeyi bilme veya geleceği görme maharetidir. Onlar da anı, tanı, tanım ve Tanrı bağlamında kıvrak manevralara aldandılar. Süslü ve pürüzlü ön kestirimlerin çoğu aklı kapattı, akılcılığı köreltti. İşte bu yüzden olmadık işlere kapılar aralandı. Hasılayı ve hasılatı öncesinden bilme ustalığı ve marifeti de çözüldü. Yarıcıları felakete sürükleyecek sonucu bu kez algılayamadılar. Yarım yamalak yönettikleri algı operasyonu şimdi memleketi yıkıma götürecek.
‘Memleket Etkiyi Yetkiyi Tek Kişiye Vermeyecek Hayırlı Ellerde’ Denildi; Sonuç Hayra Alamet Çıkmadı…
Memlekette on yıllardır şiddet arttı, feci kıyımlar kayıtlandı, cemaatler paralandı, çulsuzlar palazlandı, Dine imana tehdit oluşturacak nice dinci akımlar türedi. Kelle almaya kadar kalkışmalar doğal sayıldı. Önce yakın farz edildi. Sonra aforoz edildi. Derken memleket çıkışı olmayacak sınır ötesi acılara sürüklendi. İş anayasa ve baba yasaya kadar dayandı. Referandum çakılıştan önceki son çıkıştı, çıkılamadı. Memleket yetkiyi tek adama yükledi.
‘Önyargılar da Hayırlısıyla Değişir’ denildi değişmedi. Şimdi rejim değişecek…
On yıllardır önyargılarla bezenmiş bir memleketi sessiz sedasız kuranlar, insanları gericiliğe ve gerileyişe adapte edenler son düzlükte kıl payı önde sayıldı. Çalımlı bozulmaya baktıkça gerilen ve böyle sürgit gitmeyeceğini savunanların ise sıdkı sıyrıldı. Çünkü fikri sabitlik yaşamın tek amacına dönüştürülmüş ve sinir harbi körüklenmişti yıllardır. Yani tersine akıntı önü alınamaz biçimde güçlenmişti. Yarınlarda daha da güçlenecek görünüyor. Yüzyılın önyargısıyla düşmanlaşılan rejim de değişecek. Değiştirilecek.
Bu ‘Sağlıksız Sağduyu’ Memleketi İkiye Böldü…
Asla doğru sağlamasına, akılcı sağlama yapılmasına izin verilmeyecek bu referandumun. Şaibeli bir hava estirse de hesap kapanacak. Zaten sağduyu sağlıksız. Ayrıca YaSaKçı zihniyet ürünü YSK tüm itirazları apar topar reddedince sadece tarihe not düşülmüş oldu. Sağlıksız sağduyu milletin toplam zekâsı farz edilince ilk anormallik de kendiliğinden doğdu; ikiye bölünmek.
Kim Ne Derse Desin ‘Artık İki Türkiye Var’…
Söz meclisten içeri referandum sonuçları iki Türkiye yarattı. Bayrağı, dini, dili, toprağı aynı veya benzer fakat iki ayrı Türkiye. Misakı milli bütünlüğünde tek devlet iki millet. On yıllarca pervasızca kamplaştırılan, kutuplaştırılan Türkiye, elmanın iki yarısı gibi artık. Memleketin kardeşliği, birlik ve beraberliğini kim tesis edecek, edebilecek mi ileri de görülecek.
Doğru Okumak Lazım Ama “Bu Kitap Okunmaz”…
Referandumla belirginleşen bu iki Türkiye olma çatlağını kimse doğru dürüst okumayacak, okuyamayacak. Okumak da istemiyor zaten. Çok yakında memleketin başına bu belayı açanlar da birbirine düşerler. Memleket ikiye bölünmüş hala unutuşun kitabı yazılıyor. Herkes kıytırık işlerine bakıyor. Daha bir ömür kitaplar yazılır, yazılır ve susulur. Yazgı deyip geçilir yine. Bu bekleniyor memleketten.
Oysa ‘Her şeyi Satmak Mevsimi’…
Sömürü çok uluslu şirket çıkarlarıyla örtüşünce rejim ve demokrasi de rafa kaldırılır. Kaldırıldı. Hiçbir mahkeme bu davayı kabul etmez. Ülfeti külfeti bir başka dava. Şimdilik gittiği kadar, çokuluslu egemen sermayenin arzusu derecesinde rejim değişti. Değiştirildi. Devlet malını çarçur eden, satan taraf dönemi yasalaştı. Yasallaştı. Karanlığın gölgesini takip eden milletler iliklerine dek sömürülür. Sömürü daha da artacak. Yani yaşlı dünya ve şu garip memleket, özellikle belli coğrafyalardaki gibi her şeyi satanlarla, satmak mevsimini yaşıyor. Sözün özü sattıkça yaşanacak.
‘Analiz, Kataliz, Katalizatör’ derken ‘Dik, Dikta, Diktatör’ Töre kuruldu…
Bu referandumun en basit ve yalın sonucu; bu yeni bir yaşam tarzına uyumun veya uyumsuzluğun ve o yaşam felsefesine ölümüne hizmetin davranışsal analizinde gizli. Hatta ileride hangi rotanın izleneceğine kafaların hiç yorulmayışı meselenin özü. Bu sonuç Dini ritüellerle açıklanan ve açılımlanan hayat tarzının mükemmelliğine tapınmanın resmi elden tabulaşması. Tabulaştırılması. Bu kurgusal tapınma duyarsızlaşan memleketi daha ne hallere, ne törlere oturtacak tabii ki görülecek.
Yine de ‘Yılmak Yok’...
‘Atı alan Üsküdar’ı geçer’ denir ama ilahi sinyal; bu kez Üsküdar’ ı geçemedi…
Bu referandumda sahil boyu memleketin geleceğini oyladı. Anayasa değişiklikleri ve o değişime koşut yüzlerce yasadaki değişmelerin kabulü veya reddini değil. Hat boyunda ise lafta direkt halkın iradesine başvuruldu. Ancak milli irade refereye ramak kala neyi, niçin ve nasıl kabul ettiğini açıkça bilmiyordu. Varsa yoksa mezder önder aşkı. Reddedenler ise makul düzeyde olaya vakıftı. Kendini mevcut güce bedelli vakfedenler şimdilik gülen taraf. Yakında hıçkırık romansları duyulur. ‘Hâkimiyetin Kayıtsız Şartsız’ kimde olması gerektiğini içselleştirenler ise gücenen taraf.
Bu referandum ve sonuçları daha çok analizlere gebe…
İşin gerçeği tüm ana sözleşmeler yeri gelince çağın gelişen koşullarına göre yenilenir. Yenilenmelidir de. Ancak bu yenilenme; tek düzen hesap çerçevesinde tek adama düzenleme, demokratik mekanizmayı düzleme şeklinde ise olmaz. Bu analizleri kıt ve kısır yasal taslak ise anayasa olmaz. Bu temelde cereyan eden referandum taraflarca çeşitli propaganda yöntemleri bulunarak veya taklit edilerek olanaklar ölçüsünde kullanılarak veya devletin tüm imkânları harekete geçirilerek geçti gitti. Sonuç memleket battı. Veya bitti.
‘Referandum; Korkaklık, cesaret ve sosyal budalalık’ Bermuda şeytan üçgeninde biçimlenir iddiası doğru idi…
Cesur görünüp, korkaklık ile cesaret ve sosyal budalalık arasında medcezir yaşayan kolpacı karakterler sahip oldukları tüm avantajları seferber ederek veya sonuca etki edecek sahte tavrın bedelini iç ederek geleceği belirlediler. Yani dürüstler ve dürüst olmayanlar arasında sıkışan ve ezilen sosyal budalalar tarihi bir kez daha yine yanılttı. Sosyal budalaca eziklikten böyle kurtulacaklarını farz ettiler. Böylece hiç de yazı veya yazgı olmayan ve hiçbir kutsi kitaba asla uymayan alan-satancı bir dağılışa yol verildi.
‘Sağduyu, Solun Argümanlarına Kanabilirdi’ kanmadı…
Sağduyu toplumsallık duygusunun yansıtılması iken bireylerin karakter özelliklerine takıldı. Doğru değişkenlik gösteremedi. Yanılgı sağduyunun bir duyu eksikliği olduğunun dikkatlerden kaçmasıydı. Toplum yoğurulurken hamuruna katılmış bir gelişim bozukluğu. Zihne şırıngalanmış bir ilerleyiş yoksulluğu. Ve kılcal damarlarına dek dolaşan bir hoşgörü yoksunluğu. Bunlar da pek önemsenmedi. Bileşenleri bu olan total tutkudan kısır dönemlerde duyusal, duygusal bir sağlama yapmasını beklemek yanlıştı. Çünkü bu tutukluk daima mantık dışı davranıp siyasetin sağına saplanır. Sağlak ve muğlak gölgelere sığınır. Aynen bu sığıntılık hayata geçti. Yani Sağduyu, Solun Argümanlarına kanmadı.
‘Hayırlısıyla Düşüş Başlar’ Sanıldı, Aldanıldı…
Birikmiş malum kanunsuzluğu doğanın kanunlarına da uyduran bu düşkünlük Hayırlısıyla sona erecek savı tersine döndü. Hayatta düş görmem, görmedim diyenler de bu düşüş masalına direnemedi. Asalcılar da masalcılar da alı al moru mor kaldı.
‘Yetmez Ama Hayır’ Milyonlarca Hayır İşe Yaramadı…
Halkın karar vermeyle baş başa kalması ve bırakılması her zaman aklı yetmezler ve yetmezciler arasında tıkanıklığa neden olur. O yüzden yetmez ama Hayır iddiası rağbet görmedi. Çünkü aklı yetmezlerden parsayı toplayanların inandığının peşine daha ağırı, daha beterini ekleyeceği belliydi. Belli cenahlar toplumsal ve siyasi baskılarla olumlu görüşün belirlenmesine olumsuz katkı yapan idari erkin tarafı oldular. Referandumun önünü, arkasını, geleceğini ve özünü de zedelediler.
‘Hayırda Hayır Var’ Kavramı da Çöktü…
Eğer Hayır çıkarsa. Memleket yarınlara Hayırla çıkacak.. Elbette Hayır, milyonlarca Hayır… Hayır… Dillendirilişi memleketi esenliğe taşıyamadı. Geleneğin tüm mirası kısa zamanda çarçur edildiğinden umarsızca ciddi hayal kırıklıkları yaşanacak dönüm noktasına gelinmişti. Tüm dikkat minyatürleştirilerek özü değiştirilerek akla sokulan defolu hayat tarzının kuralsızlığına çevrildi. Geleceğe dönük en son tercih şansı da bu yüzden iyi kullanılamadı. Tezgâhlanan ne ise iş oraya vardı.
‘Şımarık Güç, Çekiç Güce Dönüştü’, Dönüşüm Görülmedi…
Kuklaların iplerini elinde tutan şımarık güç çekiç güce dönüştüğünün sinyallerini meydanlarda verdi. Hiç bilimsel olmayan, tabansız saldırmalar, tutmayan sağlamalar ile çekiç güç güncellendi. Soyuttan somuta geçiş, yetersizlik ve değersizlikten kurtulmaya yöneliş başlatıldı. Toplumsal, siyasal ve kültürel bölünmelerin kışkırtıldığı ve derinleştirildiği coğrafyalardaki gibi şımartılan erk maalesef tanrılaştı.
‘Hayırla Anılmak, Tarihi Yanılsamalar ve Devletin Bekası’ ile cakalanıldı, akıllar Sözde Devletin Bekasına çalındı…
Zar zor kazanılmış hürriyet ve kurulmuş Cumhuriyet ve ağır aksak işleyen demokrasinin emanet edildiği eller modernleşme tarihine bu referandumla şerh düştü. Kutsal uyanış ve kutsal isyanın ve ebedi aydınlanmanın kapısına asma kilit astı. ‘Atatürk ve Cumhuriyet’ Hayırla anılacak ve hayırla devam edecek, ettirilecek bir değer iken, ilelebet sürecek tarihi bir gerçeklik devrildi.
Bu Kez ‘Ön Kestirim Ve Kesicilik’ Dibe Vurdu…
Ön kestirme sanatı ve kesicilik her şeyi bilme veya geleceği görme maharetidir. Onlar da anı, tanı, tanım ve Tanrı bağlamında kıvrak manevralara aldandılar. Süslü ve pürüzlü ön kestirimlerin çoğu aklı kapattı, akılcılığı köreltti. İşte bu yüzden olmadık işlere kapılar aralandı. Hasılayı ve hasılatı öncesinden bilme ustalığı ve marifeti de çözüldü. Yarıcıları felakete sürükleyecek sonucu bu kez algılayamadılar. Yarım yamalak yönettikleri algı operasyonu şimdi memleketi yıkıma götürecek.
‘Memleket Etkiyi Yetkiyi Tek Kişiye Vermeyecek Hayırlı Ellerde’ Denildi; Sonuç Hayra Alamet Çıkmadı…
Memlekette on yıllardır şiddet arttı, feci kıyımlar kayıtlandı, cemaatler paralandı, çulsuzlar palazlandı, Dine imana tehdit oluşturacak nice dinci akımlar türedi. Kelle almaya kadar kalkışmalar doğal sayıldı. Önce yakın farz edildi. Sonra aforoz edildi. Derken memleket çıkışı olmayacak sınır ötesi acılara sürüklendi. İş anayasa ve baba yasaya kadar dayandı. Referandum çakılıştan önceki son çıkıştı, çıkılamadı. Memleket yetkiyi tek adama yükledi.
‘Önyargılar da Hayırlısıyla Değişir’ denildi değişmedi. Şimdi rejim değişecek…
On yıllardır önyargılarla bezenmiş bir memleketi sessiz sedasız kuranlar, insanları gericiliğe ve gerileyişe adapte edenler son düzlükte kıl payı önde sayıldı. Çalımlı bozulmaya baktıkça gerilen ve böyle sürgit gitmeyeceğini savunanların ise sıdkı sıyrıldı. Çünkü fikri sabitlik yaşamın tek amacına dönüştürülmüş ve sinir harbi körüklenmişti yıllardır. Yani tersine akıntı önü alınamaz biçimde güçlenmişti. Yarınlarda daha da güçlenecek görünüyor. Yüzyılın önyargısıyla düşmanlaşılan rejim de değişecek. Değiştirilecek.
Bu ‘Sağlıksız Sağduyu’ Memleketi İkiye Böldü…
Asla doğru sağlamasına, akılcı sağlama yapılmasına izin verilmeyecek bu referandumun. Şaibeli bir hava estirse de hesap kapanacak. Zaten sağduyu sağlıksız. Ayrıca YaSaKçı zihniyet ürünü YSK tüm itirazları apar topar reddedince sadece tarihe not düşülmüş oldu. Sağlıksız sağduyu milletin toplam zekâsı farz edilince ilk anormallik de kendiliğinden doğdu; ikiye bölünmek.
Kim Ne Derse Desin ‘Artık İki Türkiye Var’…
Söz meclisten içeri referandum sonuçları iki Türkiye yarattı. Bayrağı, dini, dili, toprağı aynı veya benzer fakat iki ayrı Türkiye. Misakı milli bütünlüğünde tek devlet iki millet. On yıllarca pervasızca kamplaştırılan, kutuplaştırılan Türkiye, elmanın iki yarısı gibi artık. Memleketin kardeşliği, birlik ve beraberliğini kim tesis edecek, edebilecek mi ileri de görülecek.
Doğru Okumak Lazım Ama “Bu Kitap Okunmaz”…
Referandumla belirginleşen bu iki Türkiye olma çatlağını kimse doğru dürüst okumayacak, okuyamayacak. Okumak da istemiyor zaten. Çok yakında memleketin başına bu belayı açanlar da birbirine düşerler. Memleket ikiye bölünmüş hala unutuşun kitabı yazılıyor. Herkes kıytırık işlerine bakıyor. Daha bir ömür kitaplar yazılır, yazılır ve susulur. Yazgı deyip geçilir yine. Bu bekleniyor memleketten.
Oysa ‘Her şeyi Satmak Mevsimi’…
Sömürü çok uluslu şirket çıkarlarıyla örtüşünce rejim ve demokrasi de rafa kaldırılır. Kaldırıldı. Hiçbir mahkeme bu davayı kabul etmez. Ülfeti külfeti bir başka dava. Şimdilik gittiği kadar, çokuluslu egemen sermayenin arzusu derecesinde rejim değişti. Değiştirildi. Devlet malını çarçur eden, satan taraf dönemi yasalaştı. Yasallaştı. Karanlığın gölgesini takip eden milletler iliklerine dek sömürülür. Sömürü daha da artacak. Yani yaşlı dünya ve şu garip memleket, özellikle belli coğrafyalardaki gibi her şeyi satanlarla, satmak mevsimini yaşıyor. Sözün özü sattıkça yaşanacak.
‘Analiz, Kataliz, Katalizatör’ derken ‘Dik, Dikta, Diktatör’ Töre kuruldu…
Bu referandumun en basit ve yalın sonucu; bu yeni bir yaşam tarzına uyumun veya uyumsuzluğun ve o yaşam felsefesine ölümüne hizmetin davranışsal analizinde gizli. Hatta ileride hangi rotanın izleneceğine kafaların hiç yorulmayışı meselenin özü. Bu sonuç Dini ritüellerle açıklanan ve açılımlanan hayat tarzının mükemmelliğine tapınmanın resmi elden tabulaşması. Tabulaştırılması. Bu kurgusal tapınma duyarsızlaşan memleketi daha ne hallere, ne törlere oturtacak tabii ki görülecek.
Yine de ‘Yılmak Yok’...
‘Atı alan Üsküdar’ı geçer’ denir ama ilahi sinyal; bu kez Üsküdar’ ı geçemedi…
21 Nisan 2017 Cuma
HERŞEYİ SATMAK MEVSİMİ
HERŞEYİ SATMAK MEVSİMİ
Kim hangi mahkemeye giderse gitsin epey yüksek bütçeli çekilen film son yazdı bir kere. Ülfeti külfeti bir başka dava jenerik de akmaya başladı. Şimdilik gittiği kadar gidecek. Egemen sermayenin arzusu boyutunda sihir sürecek biçimde rejim değişti. Yani devlet çıkarlarını çarçur eden, satan tarafın gölgesini takip eden milletler iliklerine dek sömürülür. Ve sömürü çok uluslu şirket çıkarlarıyla örtüşünce rejim ve demokrasi de rafa kaldırılır. Kalkışmalarla tava getirilir ve anında kaldırılır. Aynen bu senaryo gerçekleşti. Kaldırıldı…
Yaşlı dünya resmen, özellikle belli coğrafyalarda her şeyi satanlarla, satmak mevsimini yaşıyor.
Çağdaş, modern hayatın ve geleceğe etkisinin büyüsüne kapılan insanlık sürekli devrimci dönüşümleri dengeler. İktidar erki de bu fikri hep isyandan sayar. On yıllarca böyle farz edildi. Beter şekilde hazırlanmış planlar peş peşe eklendi. Ve bu beklenen sonuç gerçekleşti. Her fırsatta üzerinde tepinilen rejim tarih oldu…
Bu yeryüzü kime kalacak hep unutuldu. Unutturuldu. Bu sözde mutluluk mutluluğa da, hayra da alamet değil. Olmayacak, dönüşü zor yollara sapıldı.
Bundan gayri satılık her şey. Hava ve su bedava günleri çok gerilerde kaldı. Kirlenen dünyanın ürünü olarak pet şişelere tıkıldı insanlık. İnsanlığın devamını sağlayan bedava unsurlar ha bire tırpanlandı. Her şeyler paraya endekslendi. Kim kime, kim kimi eyledi, peyledi, reyledi. Muhakemesiz söylenenler de eğer ve mutlaka zırhına çarptı. Mühürsüz pulsuz dilekçeler babında gelecek sandukalara hapsedildi. Oysa hapsedilen, işlemeyen, işletilmeyen akıldır.
Tüm dünyada bu her şey satılır mevsiminde, kızışan ortamı on yıllarca yaygınlaştırılan Kapitalizm olgusu idare etti. Sahte gereksinimler ve kar güdüsü insanlık tarihinin son yıllarına edildi. Sınırlı kaynaklar sınırsız gereksinimler yaratılarak bitirildi. Hortumlandı emildi. Yeryüzü kaynakları kimin olacak, kime kalacak spekülasyonları ile çok uluslu şirketler yoluyla yer üstü yer altı zenginlikleri kontrol altında tutuldu. Bu aktif yolmaya, din ve dincilik kotasından yozlaşma maharetli kul beşer şaşar şaşkınları da eklendi. Laf arası aldadılar, aldandılar ve toptan aklandılar. Bu ak karaltılar altın çerçeveli resme cuk oturdu. Sonrası şaş al, şaş sat şişesine doluş, şişeleri doldurulup denize atış mevsimi.
Aslında bir iktidar var; gelecek kuşaklara kurtuluş reçetesi babında. Tarafsız bakıldığında denizin dibine batan. Hak geldi batıl zail oldu aykırılığında, tam tersini yapan dirilişi hak eder. Kuruluşu da…
İktidarların tamamı kapitalizm adı kullanılmadan bayağılaştırılmış yöntemlerle, dini inanç yüklü her şeyleri acımasızca kullanarak neyin, niçin ve nasıl satılacağı noktasına odaklandı. Her şeyler satılır olunca ve satılınca en rahat satılacak rejim gereksinimi hâsıl olur. Nasıl ki; Her şeyin bir fiyatı olur ve olmalıdır temelinde hayatlar ve yönetimler yöntemlendirilmiş ise. Planlanan budur. Bu bile anlamıyorsunuz kemikleşmesi. Kemiğe kemikten başlayarak din, mezhep, ahlak, boğa, politika ve insani değerlere kadar her şeye bir fiyat biçiliyor. Bu kısır döngüde bir çift gözün bile göremeyeceği anlarda satılan insanlık olur.
Hayır, çıkmaz bu işten, sonunda anlaşılır. Ne yazık ki; insanlar açıktan açığa satılmasa da ortadan ikiye bölük, bal kürenin iki yarısı olmuş. Olunca da hayatlar satışa gelir veya satışa gelmeye ve dahi kapışmaya yatkınlaşır. Hale hazırda hazır da. Bu gidişle ömür ve ölüm arasındaki çizgide ne varsa her şeyler satılacaktır. Her şeyler satılır kapsamına çekilir rejim. Sonra dünyadaki her şeyler savaş yoluyla paylaşılır potasında erime başlar. Çünkü çok uluslu şirketlerin istemleri doğrultusunda güçlünün lehine el değiştirir her şey.
Kim hangi akla hizmet ederse etsin bu işin organizatörü belli. Bellidir. Devlet çarkı çarkına bereket iliklerine dek bu uluslararası satanlara hizmetkârlıkta sınır tanımıyor. Alanlara satanlara hiç aldırmadan, sınırsızca sınır tanımayan bir yıkılışa, rejim aynası tutuyor.
Her ne kadar her şeyi satma mevsimi olsa da bu her şeyi satma aynasızlığı bir yere kadar. Bu rejime bünye dayanmaz. Satan dünyasına bu yeni yüz bir süre...
Kim hangi mahkemeye giderse gitsin epey yüksek bütçeli çekilen film son yazdı bir kere. Ülfeti külfeti bir başka dava jenerik de akmaya başladı. Şimdilik gittiği kadar gidecek. Egemen sermayenin arzusu boyutunda sihir sürecek biçimde rejim değişti. Yani devlet çıkarlarını çarçur eden, satan tarafın gölgesini takip eden milletler iliklerine dek sömürülür. Ve sömürü çok uluslu şirket çıkarlarıyla örtüşünce rejim ve demokrasi de rafa kaldırılır. Kalkışmalarla tava getirilir ve anında kaldırılır. Aynen bu senaryo gerçekleşti. Kaldırıldı…
Yaşlı dünya resmen, özellikle belli coğrafyalarda her şeyi satanlarla, satmak mevsimini yaşıyor.
Çağdaş, modern hayatın ve geleceğe etkisinin büyüsüne kapılan insanlık sürekli devrimci dönüşümleri dengeler. İktidar erki de bu fikri hep isyandan sayar. On yıllarca böyle farz edildi. Beter şekilde hazırlanmış planlar peş peşe eklendi. Ve bu beklenen sonuç gerçekleşti. Her fırsatta üzerinde tepinilen rejim tarih oldu…
Bu yeryüzü kime kalacak hep unutuldu. Unutturuldu. Bu sözde mutluluk mutluluğa da, hayra da alamet değil. Olmayacak, dönüşü zor yollara sapıldı.
Bundan gayri satılık her şey. Hava ve su bedava günleri çok gerilerde kaldı. Kirlenen dünyanın ürünü olarak pet şişelere tıkıldı insanlık. İnsanlığın devamını sağlayan bedava unsurlar ha bire tırpanlandı. Her şeyler paraya endekslendi. Kim kime, kim kimi eyledi, peyledi, reyledi. Muhakemesiz söylenenler de eğer ve mutlaka zırhına çarptı. Mühürsüz pulsuz dilekçeler babında gelecek sandukalara hapsedildi. Oysa hapsedilen, işlemeyen, işletilmeyen akıldır.
Tüm dünyada bu her şey satılır mevsiminde, kızışan ortamı on yıllarca yaygınlaştırılan Kapitalizm olgusu idare etti. Sahte gereksinimler ve kar güdüsü insanlık tarihinin son yıllarına edildi. Sınırlı kaynaklar sınırsız gereksinimler yaratılarak bitirildi. Hortumlandı emildi. Yeryüzü kaynakları kimin olacak, kime kalacak spekülasyonları ile çok uluslu şirketler yoluyla yer üstü yer altı zenginlikleri kontrol altında tutuldu. Bu aktif yolmaya, din ve dincilik kotasından yozlaşma maharetli kul beşer şaşar şaşkınları da eklendi. Laf arası aldadılar, aldandılar ve toptan aklandılar. Bu ak karaltılar altın çerçeveli resme cuk oturdu. Sonrası şaş al, şaş sat şişesine doluş, şişeleri doldurulup denize atış mevsimi.
Aslında bir iktidar var; gelecek kuşaklara kurtuluş reçetesi babında. Tarafsız bakıldığında denizin dibine batan. Hak geldi batıl zail oldu aykırılığında, tam tersini yapan dirilişi hak eder. Kuruluşu da…
İktidarların tamamı kapitalizm adı kullanılmadan bayağılaştırılmış yöntemlerle, dini inanç yüklü her şeyleri acımasızca kullanarak neyin, niçin ve nasıl satılacağı noktasına odaklandı. Her şeyler satılır olunca ve satılınca en rahat satılacak rejim gereksinimi hâsıl olur. Nasıl ki; Her şeyin bir fiyatı olur ve olmalıdır temelinde hayatlar ve yönetimler yöntemlendirilmiş ise. Planlanan budur. Bu bile anlamıyorsunuz kemikleşmesi. Kemiğe kemikten başlayarak din, mezhep, ahlak, boğa, politika ve insani değerlere kadar her şeye bir fiyat biçiliyor. Bu kısır döngüde bir çift gözün bile göremeyeceği anlarda satılan insanlık olur.
Hayır, çıkmaz bu işten, sonunda anlaşılır. Ne yazık ki; insanlar açıktan açığa satılmasa da ortadan ikiye bölük, bal kürenin iki yarısı olmuş. Olunca da hayatlar satışa gelir veya satışa gelmeye ve dahi kapışmaya yatkınlaşır. Hale hazırda hazır da. Bu gidişle ömür ve ölüm arasındaki çizgide ne varsa her şeyler satılacaktır. Her şeyler satılır kapsamına çekilir rejim. Sonra dünyadaki her şeyler savaş yoluyla paylaşılır potasında erime başlar. Çünkü çok uluslu şirketlerin istemleri doğrultusunda güçlünün lehine el değiştirir her şey.
Kim hangi akla hizmet ederse etsin bu işin organizatörü belli. Bellidir. Devlet çarkı çarkına bereket iliklerine dek bu uluslararası satanlara hizmetkârlıkta sınır tanımıyor. Alanlara satanlara hiç aldırmadan, sınırsızca sınır tanımayan bir yıkılışa, rejim aynası tutuyor.
Her ne kadar her şeyi satma mevsimi olsa da bu her şeyi satma aynasızlığı bir yere kadar. Bu rejime bünye dayanmaz. Satan dünyasına bu yeni yüz bir süre...
19 Nisan 2017 Çarşamba
SAĞLIKSIZ SAĞDUYU
SAĞLIKSIZ SAĞDUYU
Sağlamasına, akılcı sağlama yapılmasına asla izin verilmeyecek bir referandum bitti. Asimetrik paralelci damgası yemişliği iddia edilen bir zatın dilekçesi kabul edilerek çıkan sonuç şaibeli hale getirildi. Halkın öyle veya böyle çerçeve dışına çıkan sağduyusu da böylece görmezden gelindi. Bundan sonra YaSaKçı bir zihniyete bürünen YSK’ya yapılacak tüm itirazlar sonucu değiştirmeyecektir. Sadece tarihe not düşülmüş olacaktır.
Sağduyu milletin toplam zekâsıdır. Sosyal siyasal eğitimle sıkı bir ilişkisi de vardır. Her şeyin sağduyu ile çözülmesi demek özelden genele ortak değerler üzerinden ulaşmaktır. Bazen anormallikler de içerebilir; ikiye bölünmek gibi.
Sıkışınca sağduyuya yönelmenin Evrensel sonuca varan değerlemeyi çıkaracağını beklemek her zaman pek doğru olmaz. Zaten ortak değerlere ulaşacağı hissedildiği an kontür tedbirleri de alınır. Yani mühür kimin elindeyse onun dediği olur. Sandığa yöneltilen garip gurabanın eline verilen mühür ise sadece erkin lehine çalıştıkça mühürdür. Değil ise mühürsüz de idare edilir. Cereyan eden resmen budur.
O mühür; yetersizlik ve yetmezlikler doğrultusunda alınan tavırdır. Belli durumlarda doğru sonuçlar verebilir. Ama koşullarda çok önemlidir. O veya bu haller derken ihlal çemberine, devletin paslı çarkına direnmek de bir yere kadar. O yerlilik yersiz manasız diyetlerle nereli olursa olsun acayip yerlileşir. Yerleşir. Metazori orman kanunlarına hizmete ve hizmetçiliğe dönüşür.
Sağduyu aslında yaşam üslubuna bağlı olarak değişir. Kısa zaman aralığında farklılıklar da gösterebilir. Farkı yaratan farka da çalım atılınca, fabrika ayarları bozulur ve ortadan ikiye ayrılmış üsluplar çatışması güncellenir. Sağlıksız sağduyu değirmenine su taşımakla biter tüm umutlar.
Sosyal ilişkiler ve sağduyu esen rüzgâr ve fırtınalara göre anında yön değiştirir. Fırtına ekilen öfkenin ünlüdür. Esen rüzgârın kıymeti harbiyesi de yelkenleri ne kadar şişirdiğidir. Bu bağlamda ne kadar bağırılsa da bir arpa boyu yol alınmaz. Çünkü geminin ambarı boş, güvertesi ikiye ayrılmış, tayfaları despot, kaptanı deryasız ve filikaların dibi deliktir. Deniz ise küsmüş, yüzü de kapkaradır.
Duvara toslanılacağı hissedilince düşünce derleyip toplamak, gelişim sürecine katkı koymak, dürüst davranış titizliği, Toplumsal olayları algılama, algılamaları şifreleme gerçekliği bir pulsuz nursuz dilekçeyle sıfırlanır.
Aslında sağduyu despotik, statik ve kararsız tutumları eyleminden vazgeçirecek bir eğitmendir. Düpedüz duyular üzerine çalışır. Sağlaması da şarttır. Yaşama ve geleceğe özgüven aşılar. Aşılar ancak sağduyu sağlıksız bir ortamda memleketi ikiye bölmüş, milleti canından bildirecek yarınlara da ışık yakmıştır.
Çıkan veya çıkarılan aritmetiği beğenmeyenler, orantıları orantısız görenlerin sağlama yapma isteğine yanıt ise çoktan hazırdır; YaSaK, ikile…
Sağlamasına, akılcı sağlama yapılmasına asla izin verilmeyecek bir referandum bitti. Asimetrik paralelci damgası yemişliği iddia edilen bir zatın dilekçesi kabul edilerek çıkan sonuç şaibeli hale getirildi. Halkın öyle veya böyle çerçeve dışına çıkan sağduyusu da böylece görmezden gelindi. Bundan sonra YaSaKçı bir zihniyete bürünen YSK’ya yapılacak tüm itirazlar sonucu değiştirmeyecektir. Sadece tarihe not düşülmüş olacaktır.
Sağduyu milletin toplam zekâsıdır. Sosyal siyasal eğitimle sıkı bir ilişkisi de vardır. Her şeyin sağduyu ile çözülmesi demek özelden genele ortak değerler üzerinden ulaşmaktır. Bazen anormallikler de içerebilir; ikiye bölünmek gibi.
Sıkışınca sağduyuya yönelmenin Evrensel sonuca varan değerlemeyi çıkaracağını beklemek her zaman pek doğru olmaz. Zaten ortak değerlere ulaşacağı hissedildiği an kontür tedbirleri de alınır. Yani mühür kimin elindeyse onun dediği olur. Sandığa yöneltilen garip gurabanın eline verilen mühür ise sadece erkin lehine çalıştıkça mühürdür. Değil ise mühürsüz de idare edilir. Cereyan eden resmen budur.
O mühür; yetersizlik ve yetmezlikler doğrultusunda alınan tavırdır. Belli durumlarda doğru sonuçlar verebilir. Ama koşullarda çok önemlidir. O veya bu haller derken ihlal çemberine, devletin paslı çarkına direnmek de bir yere kadar. O yerlilik yersiz manasız diyetlerle nereli olursa olsun acayip yerlileşir. Yerleşir. Metazori orman kanunlarına hizmete ve hizmetçiliğe dönüşür.
Sağduyu aslında yaşam üslubuna bağlı olarak değişir. Kısa zaman aralığında farklılıklar da gösterebilir. Farkı yaratan farka da çalım atılınca, fabrika ayarları bozulur ve ortadan ikiye ayrılmış üsluplar çatışması güncellenir. Sağlıksız sağduyu değirmenine su taşımakla biter tüm umutlar.
Sosyal ilişkiler ve sağduyu esen rüzgâr ve fırtınalara göre anında yön değiştirir. Fırtına ekilen öfkenin ünlüdür. Esen rüzgârın kıymeti harbiyesi de yelkenleri ne kadar şişirdiğidir. Bu bağlamda ne kadar bağırılsa da bir arpa boyu yol alınmaz. Çünkü geminin ambarı boş, güvertesi ikiye ayrılmış, tayfaları despot, kaptanı deryasız ve filikaların dibi deliktir. Deniz ise küsmüş, yüzü de kapkaradır.
Duvara toslanılacağı hissedilince düşünce derleyip toplamak, gelişim sürecine katkı koymak, dürüst davranış titizliği, Toplumsal olayları algılama, algılamaları şifreleme gerçekliği bir pulsuz nursuz dilekçeyle sıfırlanır.
Aslında sağduyu despotik, statik ve kararsız tutumları eyleminden vazgeçirecek bir eğitmendir. Düpedüz duyular üzerine çalışır. Sağlaması da şarttır. Yaşama ve geleceğe özgüven aşılar. Aşılar ancak sağduyu sağlıksız bir ortamda memleketi ikiye bölmüş, milleti canından bildirecek yarınlara da ışık yakmıştır.
Çıkan veya çıkarılan aritmetiği beğenmeyenler, orantıları orantısız görenlerin sağlama yapma isteğine yanıt ise çoktan hazırdır; YaSaK, ikile…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)