GÜVENGE...
Bir gün pek de yabancı
olmayan bir yaban, kapıya kul bahanesiyle yanaşır, art niyetliliğini de
gizlerse tüm kurulu düzen bir anda altüst olur. Sağlıklı sistem çöker. Bir
zaman gelir en güven duyulan, hatta hayat emanet edilen bu dipsiz kukla, her
kim olursa olsun güvenilmesi gereken en son cibiliyetsize dönüşür. Arsızca mala
cana kast eder. Kan donduran güvenç yitimi, güvenge geriliği...
Düşünüldüğünde en son
akla gelebilecek kişiler en trajik olaya ve çeşitli olaylara sebep olurlar.
Öyle ki bir anda kılıksızlaşırlar. Bu keskin viraj dönekliği, ani gidişleri
hazırlar, dönüşü ise imkansızlaştırır. Yani birileri gider, diğerleri gelir,
devinim sürer. Geri bakılmaz...
Nedeni yoktur veya
vardır, sudan sebeplerle var sayılıyorsa tümden, külliyen yalandır. İşte o
yüzden güvene dair ne varsa, hayata geçmiş ne kadarıysa geçmişte kalır ve
değersizleşir. Değmez yakınmaya...
Çünkü daha veda
yemeğinin ara sıcağı tüterken, kütlenin tabiyatına ters eşyanın tekrarını
sınamak veya sunulanı reddedip dönmeyi ertelemek veya öngörüsüz öncelemek asla
başarı getirmez. Sadece haşarı haşeretliğidir aşılanan. Kaşınan karşılanan. Kaç
tam geceden önce veya kutsandıktan kaç gün sonra gidişlerin nedeni hep aynı boş
nakarat. Çünkü sırlar sarpa sardığında anlamsız sözcükler gölcük oluşturur. Ve
bir kez güvenç yitimi söz konusuysa nafiledir gitmeler, gelmeler, ölmeler
dönmeler. Yalvarılar yakarışlar. Güven tazelemek ve güvenge geliştirmek ise
hepten olanaksızdır...
Kalender duruşla on
yıllarca, yozlaşmanın her türüne karşı yıkılmaz kale olanların bir kalemde
yakışıksızca surları yıkılabiliyorsa kişiliksizlik elbette pik yapar. Ama bir
gün gelir, bu kaleyi içten fethettiğini zanneden zatlar nedensiz hedef
ettiklerine canlı hedef olurlar. Sonra cansız zigotlar, gatlar durağı. Soru
sorgu biter, tek söz kalır geriye, akla işleyen tek yanıt, sıradaki gelsin...
O yüzden kız kızan,
bir yabancı yaban kapıyı çaldığında, neler çalabileceğinin hesabını yapmayı bu
en doğru hamleyi gözden kaçırmamalı. Eğer kaçırıyorsa altüst olur bütün kurallar.
Kuryelik çöreklenir bir anda hayatın içine içine. İnanılmaz derecede korkunç ve
kabus gibi saran ve de sabrın sınırlarını zorlayan bir yabancılaşma sarar
evreni. Bu yabancılaşmayla bir zaman gelir güven, güvence, güvenge biter.
Kapıdan dışarı dilenenler diz dibinde biter. Aklın yaratıcılığı dahi altüst
olur. Ve muhtemel sona yaklaşılmaz, apansız gelinir...
Sırf denizi
dünyalardan çok sevmek ve üzerine parlayan yıldızı biraz daha söndürmemek
adınadır bilinen sonu ertelemek. Kızıl gövdeli çınar maharetiyle. Mazeretsiz
mahiyeti değişenler, maliyeti ne olursa olsun sırf güvenç tılsımını
kaybettirişin mali tablosuna kesinlikle çarpılırlar...
Bu çarkı çarpılanlar
elbette anlamaz ferman dinlemez kallavi direnci...
Ayrıca sonu gelmez
ayak oyunlarıyla kapı çalanlar, nihayetinde yaban ellerde bir kara delik olur,
simsiyah bir nokta. Ve kırmızıdan içeri hapsolurlar...
Kelime haznesi tek bir
cümleyi sıralar, her son bir başlangıçtır, her başlangıç bir sondur...
Bir gün pek de yabancı
olmayan tabansız bir yabancı, çapsız bir yaban, türlü yalanlar kapıdan içeri
adım atınca, adamlık sarsılır. Ustalık altüst olur. Kurulu düzen çöker.
Kuşkusuz naylon çöp torbalarını tıka basa dolduran bir yüzsüzlüktür geciken
yüzleşme. Nedir ne değildir sonucunda saygısızlığın, kırgınlığın neticesi
kızgınlığın söze dökülmüş hali bulunmaz. Yazımı hiç gerek yokken güvenç
duvarlarını yıkan yazlık otlak halidir. Otağda telaş, ortamda ateş çemberidir.
Düşen yanar...
Yolunu yitirmiş, soy
sopunu bitirmiş bir yabancı yabanla kapı dışarı yol yandaşlığı ise bu toprağın
temel kurallarını, ezeli kardeşliğini ters yüz eder. Hele hanlı kavşağı dönünce
yüz müz kalmaz. Hemde yasak yollardan pek de akılcı olmayan biçimde uçurumlara
akmak, kaypakça resim vermekten başka bir şey değildir...
İşte bir gün pek de
yabancı olmayan bir yabancı yabansı, karayobaz yaban, külliyen kötü niyetle
kapı çaldığında, çalmak lazım tepeden tırnağa. Sıralamak. Tüm kurulu düzen
altüst olsa da. Çökse de tekrar tekrar zifiri karanlık.
Salt güven tazelemek
için, güvenç için güvenceyi ge noktasından...
İLK VE SON
Tüm ölümlülere,
ölümlere ve ölüme gelsin ölüm. İlk ve son kez bakarkörlere. Gözlerde keder,
aklın karanlık duvarlarında sonbahar. Zihinde bulanık bulaşık silüetler. Tümü
ilk ve sona dair...
Hayatın sonbaharında
mutluluktan vazgeçmek, Bermuda Şeytan Üçgeninde kaybolmak ve okyanusun dibini
boylamak gibi. Belki de yeniden diriliş, Denize bakan adam modunda. Modası
geçmiş ıslak bir limana tüm yorgunlukları bırakmak, sonra Denizin çıplak sahile
vurduğu yerde sona yuvarlanmak gibi sonbahar.
Belki de kışa karakışa
hazırlanmak. Son mektup Tanrı katından gelinceye dek dramları unutup
ferahlamak. Son bir gayret çiçek gibi bir patlamayla, hayatın sonbaharında
mutluluğu içmek. En tutkulu yavukluya kavuşmak...
İstediği gibi olacak
diye veya istenmediği gibi oluveren şeylere yerinmekle çok zaman harcanıyor
hayatta. Hatta koca bir ömür. Oysa hayat treni raydan ansızın çıkabilir. Onun
için zaman kazanmak ve her anı doğru kullanmak elzem. Issız sahipsiz bir odada
mahsur kalmaktansa, sonbaharı kışa çevirmek evla. Evlattan vazgeçmek ise
Bermuda Şeytan üçgeninde sır olmak.
Deşifre olmuş sırlarla
sızlanmak, Denize bağlanan insan mayasına hiç yaraşmaz. Yalnızlık asla ıslıkla
dile gelen yaşam garantisi olmaz. Çünkü kıvrak tuzlu bir rüzgar çarpar limana,
tuzla buz olur hayatlar. Diriliş kalır sonsuza...
Doğuştan ölüme özrü
ifade edilemez, illaki hissizleştiren özel dokunuşlar beklentisi apaçık
korsanlık. Yemyeşil dekorda erdem
kaybı...
Hayatın sonbaharında
ucuz bir korsan hikayesinde, sapkın kasırgayla yüzleşen meçhule giden bir
gemiye binmek sırrın gereği. Gemi enkazı görmek hiç de kolay değil ama. Aslında
bunalım. Çünkü ölümlüler diyarında çok tuhaf ve beter ürkütücü bir derinlik
yaşanan. Zaten söylemek istenenler, söylenilemeyince ne görmek istenirse o
görülür, o dinlenir. Ve duyarsızlaşarak yaşanır. Sonra ince ince bir kar yağar.
Sonbahar kışa dönmüştür yüzünü, tüm yüzsüzlere rağmen...
Bir ömürlük tecrübe,
buz keser sonbahar ile kış arasına sıkışan ayazda. Karanlık bulutlarla kaplı
gökyüzünde ölüm meleği. Ve üzüm karası bir gece çöker ilk ve son kez. Sırnaşık
rüyaları ağırlayanda uğurlayanda uçsuz bucaksız bir boşluk. Doğanın kutuda
beklettiği ise doldurulacak son öncesidir. Başlangıcın hemen ertesi...
Okyanusun derinliğinde
güçlü kanatlarıyla martılar, Denizlerin üstünde kartallar. Hepsi, tüm doğa,
dünyalıktan vazgeçen dünyalılar, sonbahar yağmurlarıyla serinleyen kara
toprakla buluşma peşinde...
Hayatın son deminde,
elde balçık çamur ve ortadan ikiye yarılma görüntüsü. Kopmuştur yazı, yazgı
alev topundan kırılgan gülleler, hırçın dalgalarla vurur limana. Umursanmayan
sert uyarılarla. Gören gözleri bakarkör eden benzersiz bir çöküştür yaşanan.
Her şeyden vazgeçmek, sonsuzdan esinlenilen yeni güzelliklerin müjdecisidir.
Kara güller, ateştopu
gülleler yağarken Gök tanrının emriyle, Denize bakan adam pozisyonundakine
sunulur. Sunaklardaki aynalara vuran aksi, karabasanın habercisidir. Evren
nefessiz, hinoğluhin yaygaracılar nefessiz kalır. Nemrut nefislerin
yalvarışlarıysa yalandan ve sessiz.
Sona devrilmenin hemen
arefesindedir mevsim. Mevsim sonbahar...
Karanlık duvarlarda
atarlanan sonbahar. Zihinde saygısız avlanmalar, tinsel sarsıntı, dinsel
bağlantı, bulaşı günleri ve bulanık silüetler...
Silme hürriyet ilk ve
sona dair...
PRAG'DA SONBAHAR...
Prag, Prag'da
sonbahar, şimdilik hesabı sonsuzda görülecek dava ve büyük dönüşüm. Durgun
duruşma sonrası gelişim. Kendini, kendi haline bırak akşamları. Ve Prag ile
kesinkes özdeşleştirilemeyen anılarla vuruşma vakti. Anılar diyarında sonbahar yolculuğu. Son durak Prag, külfetli hesabı
asla ödeyemeyeceklere bırak, seansları...
Prag'a pragmatik bir
yolculuk. Herşeye karşın teori ile pratik birlikte güzeldir heyecanıyla
eylemsel bir görev. Görevsel bir görsel. Tek ölçüt deneyimsel öğreti. Ölçülü
mevsim sonbahar.
Pratisyen kontrolünde
yanılmışlık, dünya iyisi piyanist eşliğinde duygusallık. Ve sahip çıkılacak son
gün, son yemek, son gömü. Gömülen aklın kontrolden çıkışı ile yanlış partener
partisinin analizi. Buzlu camlara yansıyan, bir baba kız gölgesi. Prag'ın
yakıcı soğuk, goncagül kokulu akşamlarını tütsüleyen ise prangalı utanç...
Elinin körü
çöreklenmiş, Prag'ın boş ver bırak akşamlarına. Proje tertibin terkisinde ve
veda nöbetinde pigmeler. Saf altın renkli ambalaj kağıdına sarılı hayatlar. Sel
gibi su gibi hediye. Birlikte yaratılanların anısına, arsız ve zamansız profil
değişikliğinin yarattığı çözülmeye biraz daha zaman. Elin kiri paragraf
başlığıyla...
Prag'dan süzülen
koşulsuz cömertlik veya koşullu bencillik. Karşılıksız dava aşkı. Son satıra
denk düşen ise beklenmedik kopuş. İkisi
bir arada yalancılığı ve tatsız buharlı bir fincan. Belgelere düşen apaçilik,
gölgelerde hiçlik kaydı. Hayatın birinde nabızsızlık, birinde arsızlık. Mavi
hızmalı gökyüzü şahit. Bırak akşamlarında kaçamak. Kapılar kilitli, kapı
kollarında çaresizlik. Kapışılan devasa yalnızlık hissi, katmerli karışıklık.
Çözmeye Prag günleri de yetmez.
Eğer bir şeylere
ihtiyaç duyarsınız? Yanıtı ihtiyaçlar sınırsız. Güzelim, soğuk Prag bile
ihtiyaç fazlası, ihtiyatlı bir kent. Çatılarda kışın çelik kılıncı. Harcı
purcunu karşılamaz bir punduna gelmeyle harcanış. Kırılan kırılana. Karma
akılla tam kararsızlık ve hayatın özünü irkilten cayırtı. Pembe bir uçan balon.
Dünyalar kadar konuşma balonları. Mutlaka dolaşırlar gezegeni. Bir şeylere ihtiyaç
duyarsanız? Cevabı Kırmızı balık sendromu. Ve Prag...
Prag'da bırakılan
sonsuza dek ulu manitu edebiyatıyla, gamlı baykuş klasiği. Obsesif kompülsif
ortaklığının abuk subuk seçimleri sonrasında hemen. İniş ve çıkış bezeli tarif
edilemez bir etkileniş transferi ama çabuk atlatılır. Prag'a olağandışı
düşkünlük belki de bu yüzden. Yüzleri ağartan bir kucaklamayı kabulleniş.
Prag'a özgü puslu insan hikayeleri usulünce, yaslı masallarıyla doğrulma. Hadi
bırak da görelim dercesine, sıfırın altı derecelerde içsel yangın...
Vitava'da aheste
çekilen küreklerin şavkı, nahoş bir esintiyle şişen yelkenler ve eksi bakiyeyi
denkleyen vitamin gibi bir şarkı. Parke taş zeminde kafa karışıklığı, pencere
önü sataşmalar ve camların kırılmasıyla tuz buz kırlar. Kırklara ayıpların en
ayıbı. Bir kenara bırakılması güç kayıplar,
kıl kırk yarılsa da uzayan dava. Acil yardım talepleri de bir başka
muamma. Lakin muazzam bir şehir Prag, Prenses Di...
Prag'da bırak gitsin
akşamları süs bulutlarıyla kaplı sema. Dört bir yan cılız karla kaplı. Kapılar
pencereler kapalı. Tahta kapaklı. Kapana sıkışmış konutlar kışkırtıyor kazan
dibi hayatı. Hayatın geri kalanı akıl bırakılmadık kafayla, Prag kadar kasvetli. Kasvetli şehrin
köprüleri efsunlu, bırak yakasını gitsin pozunda. Kara taş kıldırımlar ıslak
ıslak, peşinde anıların. Ağır bombalanmış yılların...
Prag öğretisi belki de
koşullu koşulsuz gelişen bir takım şeylerin, bireysel veya takım oyunu halinde
yaşanmasına bırak gitsin, giden görür örekesini nasihatı...
Pir aşkına Bir aşkına,
vakitsizce iliklere işleyen illüzyonu alaşağı düşüren ve yılanlara yoğunlaşan
isyanı Prag çağrışımlı çare gören, öğütleyen...
Kafka'nın şehri Prag,
kafa yapar dönüştürür, dava aynı dava kalır. Altın yolun yolcusu olmak hesabı
sonsuza bırakmaktır, bıraktırır. Böceğe dönüşenleri telkinle uyarmaktır uyarır.
Uymayanları da uydurur...
Kafada Prag ile
yüzleşen anılar, kontrolden çıkmış hayatları dizginler. Hesabı keser. Öyle
hesaplar vardır ki ebediyete bırakılmaz...
Ödenir Prag'da, her
sonbahar..
GÜL DİYARI...
Gül diyarına tatlı bir
tebessümle göçmek arzusudur, vade dolduğunda son arzu. Son nefeste kuruyan
dudaklara bir damla suyla. Her ölümlüyü çeken diyara gülerek, gül diyarına...
O yüzü soğuk an gelip
çattığında, acı tebessüm ölmekten, öldürmekten beterdir. Çünkü en güzel
intikamdır tebessüm. Gülüp geçmek, zpraki gülümsemek hak edenlerin topuna ölüm
meleğidir. Doğanın en değerli kanunlarının gereği. Yolculuğun son durağında
belki de dirilmek...
Diri ve en güzel
renkler, gökkuşağında saklıdır. Görülesi ve övilesidir her rengi. İşte öven ve
övülenlerden olmaktır gül diyarında olabilmenin şartı...
Kuraldır, kurak mevsim
getirisidir susuzluk. Çorak toprak meyvesidir suskunluk. İkiside havayı
sonlandır vaktidir. Vakitli vakitsiz, vadeli vadesiz yerden fışkıran sudur
hayat. Su berekettir duru ve berrak. Çünkü suların molekülünde saklıdır
güllerle bezenen gül diyarı. Tanrısal sıvı ve cennetten bir fideyle çoğalır
tatlı tebessümler. Ve gizemli vadiler. Gül bahçesine dönüşür evren. Kulağa
çalınır kainatı süsleyen gülbeste şarkılar...
Bir damla sudur hayat.
Bir zerre suda canlanır taşlı tarlayı renklendiren kuvvet. Kara göğü kızıla
boyayan görkem. Suyun serinliğidir gülü besleyen. Yarını hoş kokulara garkeden.
Çünkü tez geçer ömür. Unutulmaz zannedilen anılar son nefesden çok önce
unutulur. Gülmek bile unutulur. Yaşama tutkusu tutuklulaşır ve acı tebessümler.
Zehirli sırıtmalar gül
diyarını dize getiremez asla, bitecek sanılan güzellikler dizginlenemez. Dünya
durdukça sürer gider, gül ahengi..
Güllük gülistanlık da
olsa hayat, bir damla suyun kaybıyladır ölüm. Kaygısı bir zerre sudur.
Ölümsüzlük, yasak meyve sofraya sürüldüğünde azap ve gazap tohumlarını eker.
Yeni sürülmüş toprağa serpilir anılar ve su gibi akar ömür. Ve gül diyarında
hasat zamanı, tırpanlar sonsuzluğu biçer...
Çatık kaşlı asık
suratlı insafsızlık, tatlı tebessümleri çalınca vade dolar. Ölüm melekleri
arzulanır, son nefes düğmesine basılır ve şalter kapatılır. Yer Gök kapanır,
musluklar tıslar. Gül Diyarı kavrulur çatal akıllar yüzünden...
Gülü seven dikenine
katlanır ama katlanmayanlar şöyle bir kanatlanır. Sonra dünya varoldukça gül
diyarında olamayacakları da kanıtlanır. Tabutlu tebessümlerden sarkan ölümün
sıcak yüzü yakar geçer her şeyi. Gül diyarında çekici kalan işte bu ölümcül sağaltıdır.
Hastalıkları salan da, sağaltan da mistik kilitlenmeden kurtulma arzusudur.
Mesele gül diyarına hasretlik çekmektir. O kadar büyük bir hayaldir ki sevgi
seli, sular seller gibi ezer geçer her şeyi...
Mesele içte
hissetmektir güle özgü dünyanın gürültüsünü ve içindeki o tatlı ezgiyi.
Duymaktır. Görmektir. Söylemektir. Gül diyarından olmaya üzgü, özgünlükte...
Hele arşivlere
dokundukça, belgesel tatlar bırakacak gülümsemelerle buluşunca, gül diyarına
göçmek en sade haliyle bile mutluluk verir. Zamanı gelmiştir. Başka hangi
huzurdur dünyayı kuran ve kıran. Yaman çelişki anlarında anlaşılır tevazulu
muhalifliğin özü. Özü dünyaya değen, güle saygı duyan, uyandıran ve şeklini
veren bir damla sudur...
Tanrısal sırlar
unutulduğunda, bir su zerresinde macera aramak, tesadüflerle mayın tarlasında
çıkış yolu aramaya dönüşür. Güle yarenlik biter, umut tükenir...
Yakalanan acı
tebessümler hangi pencereden doğan öyküler olursa olsun, inadına güldürür.
Yarını öyküleyen öyküler, öyle ki ölümden beter kurak mevsimleri yaşatır. Çünkü
çıplak arzular karsuyuna karışır. Ve...
Ve Güneşin
topladığınca, gül motifli ateş topundan kar yağar, gül diyarına...
KEŞKE...
Hayatın gerçekleriyle
asla örtüşmeyen, örtülü gelgitlerle gerçeği karartmak iflah olmaz iflastır.
Keşke donatılı, keşif maksatlı bahanelerle hafifletilemez büyük hatalar. Çünkü
daha ilk hatayla keşik el değiştirmiştir...
Zaten sıra değişince
üzerinde pek az düşünülenler akla takılır, iğreti ihtimallerle, yaprak
kıpırdamaz günlere geçilir.
Kıpırtısız kalıp
kökten budanışa sebep olanlar, meseleyi keşkelerle çözmeye yeltenir. Çözme bir
yana, çözmeyi düşünme hareketlenmesi dahi kötü istek ve hain arzularla gelişen
sahteliktir. Başına buyrukluk. Ama gerçeğe buyruk geçmez. Laf işlemez. Çok
ısrar edilirse eğer kıyas kıvamında işler süreç...
Sır saçılınca sümen
üstü seçenekler bir bir gözden geçirilir. Temelli sessizliğe haykırıdır, ufacık
bir iz, minicik bir işaret. Ilıman iklimi bozan, mevcudun devamını tepetakla
ettirenlere hayat tatlı sert yüzünü mutlaka gösterir...
Ve yüzeyde tutunma
güçlüğünü tadanlar ve gerçekleri göremeyenler, bir gün keşke görseydim
pişmancalığına düşerler. Hayatları arsızca ters düz edenler, peş peşe vuran
darbelere de hazırlıksız yakalanırlar. Çünkü bu dünya dile kolay dünyası ve
salt dilemekle olmaz. Dev gibi dik durma dünyasıdır...
Denizler kabarınca
töre türküleri inceden, mavi küreyi kendine özgü ve özel donanımla döndürür.
Asıl gerçekliği gözlerden kaçıranlar gezegenleşip, güneş döngüsüne girer. Ve
yanyana kurulu düzen aksar. Akşamdan sabaha dik durmak da güçleşir. Gün olur
hiç dilemezken, dilenmek zorunluluğu ile başbaşa kalınır.
Çünkü asıl gerçeği
umursanmayanlar yüzünden, gün gelir soluklanmasına değmeyecek şeylerin ortadan
kaldırılmasına tam yol verilir. Belki dünya biraz olsun rahatlar. Ancak asıl
çözüm objektif ve perspektif dayanışmasıyla gelir. İşte en dayanılmaz şeydir o
beklentiyle yaşamak ve yaşatmak...
Çözümsüzlüğe sürüklenen
süreç kapsamlı yalnızlığı yaşatır. Amansız ağırlığı taşıtır. Gerçekleri
hissedemeyenlere çapsız çözülmeyi getirir. Sonra asri çözüm..
Çünkü ah keşkeler hiç
nedensiz doğmaz. Boşuna ifrit olunmaz. Nefret kıvılcımları haybeye çakmaz. Heybeler doldukça keşke o yaygın hatanın
hattına düşülmeseydi çalınır dudaklara. Akla yanlış tercihsel utanmalar dadanır
kuytulara. Bu yozyobaz keşfin sonrası da, atarlanması da olmaz. Çünkü yaşanan
kısacık bir andır ama yarınları karartır. Ve hiç mevsimi başlar...
Oysa hiç kılavuz
gerektirmeden görkemli hatıralar çok şey anlatır, anlayanlara. Tüm anlatılar
bir gecede biter. Gece karanlığında duygu paneli son diyalogla çözülür. Belge
bırakan bir saygısızlıktır ormaniçi çiftliğini merakta bırakan gidişler. Bir
keresi yeter. Çok keresi hayatı tersten dokur ve yaz ortası kar yağar. Saklı
gerçekleri göremeyenlerin üzerine üzerine kanlı pazar...
Atarı tutarı bellidir.
İlgisizce, bilgisizce atarlanışlar boştur. Çünkü gerçekler eninde sonunda su
yüzüne çıkar. Yüzsüzlüklerde. Ve akla kara birbirinden ayrışır. Görülmezleri
görenler büyür büyür, büyülenmişçesine
görmezden gelenler ve keşkeciler küçüldükçe küçülür...
Keşke eşlik edilen
hayat pişman olunmayacak denli devam ettirilse, dahası daha da küçülmemek için
sürdürülebilse pişmancalığı basar piyasaları. Dile kolay, akla zor gelenlerden
uzak durulsa temennisi. Küçük bir adımın nelere mal olacağının hesabının doğru
yapılması gerekliliği. Hiç gereksiz hesaplar şaşar ve kedi kaplana dönüşürse
ansızın keşkecilik doğar...
Ancak dünü tekrarlamakla
ve keşkecilikle yarınlar kurtulmaz. Yarın hangi davetler mutluluk verir,
hangileri eza cefa çektirir, geç de olsa anlaşılır. Hangisi vurgulu duruş
eksikliğidir, hangisi hayasız göndermelerle can yakar, niye kan akar bizzat
görülür. Ve tersyüz olmanın hangi yıkıcı ve kırıcı darbelere sebep olabileceği
bizzat öğrenilir ve bilinir...
Herşey bilindiği
halde, hayata biraz olsun dikkat çok görülür. Ve sahte dünya düpedüz
dilenenlerden, dilediklerini kandırır. Kandırmaca bittiğinde ise, keşke...
Keşke...
İHATA MERKEZ...
Atadan beri, merkez
bilir akşamdan sabaha güven. Ama güven uçucudur ve atmosferde dolaşan en kirli
gazdır. Yaşamdan ölüme salınır ve tasarruflu kullanılması gerekir. Tersine
durumda ihanet başlar, hıyanet ihatayı başlatır...
İhanet, hıyanet öyle
bir meyvedir ki ne ney bırakır, ne mey bırakır meşkte. Tekrarlama eğilimiyle
tescillenir hayat. Süreklilik arz eder. Bu arzı endam edişin unutması olmaz.
Unutulmaz. Çünkü ihata vurur ve kişilik sınırları bozulur. Öyle ki riya asla
kabul edilemez. Son çizgiye kadar ilerler, sırtından bıçaklanmaya kadar gider.
Güven, çekinmden sırt dayanacaktan gelen son darbeyle yıkılır. Kurulu dünya
yıkılır, yıkılır tekrar kurulur.
Bile isteye ilk
fırsatta aynı terane. Sonsuza dek öyle süreceğine kanma embesilliği ve siya
siya ihlale devam. İhlale devam şuursuzluğu. Ve ihtilale yakalanma korkusu,
panikleme ve kaçış...
Güveni kıranı, kökten
güven bunalımına sokacak afyon patlaması her an. Kökünden patates çiçeğini
sökme her zaman. Kan damlasına işlemek kırmızıyı her vakit. Alı al moru mor
noktaya basmak, hatayı nota oburluğuyla doldurmak eşref saatini her saat...
Çünkü ederini değerini
bulma noktasında, güvenmeye orantılı hayat aritmetiği şart. Sarsıldı mı seçim
ağırdır, ağır yükler yükler insana. O yüzden bu ağır değeri taşımayı bilene
emanet etmek gerekir. En değerliyi en ehline. Taşıyabilecek olana. Çünkü en
küçük bir taşkınlık güven seyrini değiştirir. Sonrası keş keşiş havasında
kıpkırmızı ışığa göz kırpma.
Boş hayallere budalaca
göz kırpanları budamak ise ustalık...
İhanet, beklentiler
karşılanamaz denli yüksek ve yüreği alçak olanlara mahsus bir yatkınlık. Zil
zayıflık. Rastgele, rüyada haliyle hızlı adımlarla aksak yolculuğa devam.
Yataklık. Düşüş. Güçten düşme ve en dibte arsız masumiyet. Felfecir fenalığı
tetikleyen güvensizlik...
Fevkalade duygularla
pik yapıldığı sanılırken çürük zemine çakılma. Güncelleştirilen ihlal ve yoğun
tasa. Oysa körolası ihtilal, ince ince inceledikçe yakınlaşır...
Günübirlik nefret ve
bencillikle güvensizlik uçurumuna yuvarlanmak, toptan lafta mutlusun
aldatmacası. Hep birşeyler eksik kalır. Akla zarar sabote edilen hayat,
ihanetin zehrini sürekli zerk eder damara. Afyon gibidir, uyuşturur. Daha ileri
gitmek ise aşkın ihmal halidir. Bir hata bahtı tahtalar. Tahtı kayganlaştırır.
İlmeği yağlar. Bilmeyi sakatlar. İhata, sızan pis kokulu havayı sağar ve derin
mezar kazdırır.
Güven kaybı afyondur,
mutlaka bir neden bulur buluşturur. Aklı bedeni tutuşturur. Kimse nedenini
öğrenemeyecek olsa da ihanet uçucudur. Konar geçer, bir yerlere tam gaz
ilerler. Yaşamı hiç yaşanmaz hale getirir ve sonuçta iyi niyete toslar.
Soluk renkli bir
andır, yaz başı dağılan boğuk sesin duyulması anı. Metalik gri bir seyahattir
ilkin farkedilen. Ve atmosferi kirleten kesik nefesler. Sonuçta nefesleri
kesilir ihanete bulaşanların. Bulaşı taş kesilir, egzoz patlar...
Siyah benek noktalar
uçuşur sonra havada, hiç güven kalmaz. Kuvvetle ihtimal ihanet pıhtılaşır.
Kılcal damarlarda ilerleyemez. Kalp basmaz, akıl basmaz. Dizlerde derman
dillerde ferman kalmaz...
Canını yakanı yak,
yaralarını sar, çağlayanı dağla odaklanmayla dolar beyin odaları. Beyin aynı
hatta çifte ihanete gebe hainliği, düşmanca bilgi aktarımlarını beller. Beyne hapsolmuş ihbar baloncuklarını
günceller. Ve ihtarlarla dolan günler, ihatayı sonlandırır.
Güveni suistimal ve
sırttan vurmak yeni ihatayı hazırlasa da..
Bencamin bir yere
kadar çünkü afyonu patlayan sırtlan mırtlan tanımaz. Sırttan değil tam alnının
çatından. Ozon tabakası delinmiş atmosferde...
KUTSAL ÖZGÜRLÜK
Özgürlüğün gücü,
kılıktan kılığa girmeden aklına takılanlara takılmadan, doğabilecek fırtınaları
en başından bertaraf eden bir güçtür. Normal hayatın, özü kirletilmemiş
yolculuğun, sahteleşmeyen duruşun, acımasızlaşmayan vicdanın ve kutlu iyi niyetin
dışa vurumudur. Bu duygu zoraki hiçbir güçle engellenemez. Zaten özgürlüğün kutsanmışlığı
daima özgürlüğe koşmaktan gelir. Ama küçülmeden, kötüleşmeden, soğumadan, çirkefleşmeden,
çirkinleşmeden…
En kutsal gizler düşmana
açıldığında, düşmanla el ele, dil dile, bön bön kutsal topraklara gömülü ve aklın
sınırlarına dek ulaşan yayılan kaderciliği oynayışlarla alanları daralır. Kutsiyeti
de kaybolur. İşte o yüzden sorumluluk gerektiren bir olgudur kutsal özgürlük. İstenmeyen
işlere organizelik, vahşileşen ciddiyetsizlik, kutlu görülen ne varsa yer
bitirir. Sonra yeni yaşam tarzlarına havalanmalar da çare olmaz…
Havası civası, çöpü sapı,
toplumsal ahengi yakından ilgilendiren, ilişkilendiren ilişkilerden uzaklaşıldıkça,
bozgunculuk kısa süre pik yapar. Pirlerin vereceği teneffüse dek, taze kan
derdiyle bir iki zıplanır. Ders bittiğinde yaşama epey ters düşen girişimlerin
ispatı da zorlaşır güçleşir. Üç, günü gelir aklın süzgeci öyle bir eler ki
yaratılan put ve puta tapanlar kafadan kırılır…
Çünkü kutsal
özgürlüğün yerine ikame edilen sınırlı özgürlük var olan gücü de tüketmiştir. Elin
züğürdünün özgürlüksüz yurduna, halkalı halkasız kölelikten başka bir şey
kalmaz elde. Yaşama vurulan kızıldan damga ise hayat boyuncu taşınacak bir iz
olarak kalır alında. Velhasıl alınlarda kara yazı, en aşağıda kalma hali,
bayağı tutkulu tutsaklık…
Haliyle özgürlüğün
doğurduğu kınalı yavru, bu çıkmazda hangi sınırlı özgürlükleri kutsayacak,
kutsal özgürlük çerçevesine nasıl sığdıracak, geç de olsa anlaşılır. Veya
kutsamaz ve de reddeder. İşte o an doğan edilgen şekil, kafaları karıştıramaz. Çünkü
on yıllardan sonra kaybedilen moral değerler ve itibar kaybı, tarihi fırsatları
bir bir harcamışlık, sömürgeciliğe ve sermaye egemenleşmesine yeşil ışık
yakmaktır. Yeminle ant içmelerle yeşil ışık yakıldığı saklanamaz. Güven daha da
sarsılır. Ve verdi girdi fiyatına sütreler yıkılır.
Özgürlükler günden
güne kısıtlandıkça, çatır çatır umutlar parçalandıkça, arsızlık parladıkça eskiye
özlem artar. Etrafı, eşrafı kendi haline çevirme operasyonları da yetersizleşir.
Geçiş dönemi çok kısa sürer ve hızla nitelik kaybı yaşanır. Doğan büyük
çelişkilerle baş etmekte zorlaşır güçleşir. Bu arada güçlenen tek değer insana
yatırımdır.
Bu hamle kutsal
özgürlüğün gücü ile güçlenmedir. Yalan ve talan ağından, hata ve günah
batağından bu sayede kurtulunur. Aynı geminin yolcusu olunmadığı gerçeği de bu
sayede ilan edilir. Ve tek mahkemeyle beraber batanlar tescillenir...
Kutsal özgürlük tüm
psikolojik baskıları, faşizan dayatmaları da robotik travma geçirenlerin başına
geçirir. Kendine getirir. Yola gelmez dippiklere dünyayı dar eder. Çünkü darboğazda
büyük küçük tüm vurguncular, kendi silahlarıyla vurulur. Tebdil-i mekân bir
hayat siner gölge bedenlere. Göçebelik kent krallığından öcünü alır.
Kutsalları elinin
tersiyle iten, doğru yoldan sapanlar on yıllar boyu modern köleciliğe karşı
çıkışın sırrını elbette anlayamaz. Özgür ve mutlu kalamaz, tüm enerjilerini
insani açıdan yozlaşı bağlamında tüketirler. Bu tükenmişler kılıktan kılığa girseler
de aklına takılanların takıntısıyla cebelleşerek, ecel yolculuğunda kızgın fırtınalarla
boğuşurlar.
Denizi geçip, kurak derede
boğulurlar...