30 Ekim 2020 Cuma

ANLAK AVANAK

 

AVANTACI VE AVANAKAV...

 

Hayat hikayesi sil baştan yazılır. Duygusal avarelikle savrulur avanakav, avantacı Avareline. Avanakav genlerine işlenmiş, kurulu tüm tuzakları atlattığının güvencesiyle rahatlar ve en ucuz senaryolu ama pahalı oyuna gelir. Deccaline ve eceline kavuşma pahasına...

 

Sararmış avlakta, donanımlı farz edilen bir kadının hayatına, alçak bir adam girmedikçe, olgun bir kadın sayılmaz hiçbir kadın. Onun için her kadın bu karaktersizi arar ömür boyu. Bulduğunu zannettiğinde o zamana kadar ki kurduğu hayat zehir olur. Zehirlendiğini anladığında uzun süre kahrolur ve de son pişmanlıklar fayda etmez. Keşkeler de kurtarmaz, paramparça olan hayatını…

 

Hayat böyle bir şeydir işte. Acımasız. Bir anda elden kayıp giden. Tatlı hayat girdabına düşen kadın için, sudan sebepler ve uçuk bahaneler daima can simidi olur. Ancak her başvurulan pespaye girişim, salt kendini avutma avanaklıklığıdır.

 

Bir erkeğin hayatına, akıl ve zekâ problemi yoksa, köle ruhlu kadın olarak girmek hayattaki tek otoriteye boyun eğmektir. Müthiş görünen, bu çift ruhlu kadınları da birçok erkek kollar. Bir büyük hataya düşsün diye. Avanakav konumuna getirmek için, tuzağa çekmek ve düşürmek için fırsat kollar.

 

Her efkârlı hal ve çarpık ifade, Avarellerin iştahını kabartır. Bir anlık dikkat dağılması ile avlak kararır. Bataklık dumanlanır.  Merhamet azalır. Hiç yapılmaması gerekenler su yolu olur…

 

Ve yıllardır hayali kurulan gerçeklik, en önemli değerler zerre önemsenmeme gafletiyle tepetaklak olur. Yalnız başına kalmak ve şeytanın avukatlığına soyunmak ise hikâyeye son darbedir. Silik sesler fısıldar, beter sonlar bilinir ama durup dururken ceza hukuku parseline girecek, vandalvari varyasyonlarla avanakça pikus ormanında kaybolunur. Sonrası av olmaktır, avantacılara.

 

Hayatı savruk bir tercih ile kötülerin arasında devam ettirmek, ruhu doğrudan etkileyen bir faktördür. Ruhsuzluk böyle teşkil eder ve tarih değişir. Talih, tahtalıköy masalındaki levhayı okuyamayışın getirdiği yüktür. Tabansız tahayyül, tahammülleri zorlar ve…

 

Bir kadın, kadınların ekseriyetinin çekici bulduğu bir dünyaya sadakatle bağlıyken, kılığı kılıfı masumiyettir. Masallara kandığı andan itibaren, faaliyet odası kalabalıklaşır. Akıl karışır. Zekâ durur. Kanlı kanca atılır. Hayranlık duyulan geçmişe, özgeçmişe rağmen özünü yitirmek, özden kopmak bağlamında sırt dönülür hikâyeye.

 

Ama eşikten geçilse bile avlanmak yasaktır. Yasak çiğnendiğinde, duyusal, duygusal ihanetle başlayan avlak hikayesi, kadın gibi kadın, adam gibi adam olmayanları kesintisiz karanlığın içinde buluşturur. Avanakav, avantacı avarel pozisyonunda, böğürtlen kırmızısı bir sıklıkta, sırdaşlık pik yapar. Ve suyu seyreden kılıksız kadın, kadını seyreden deccal kılığında avantacı, savunusu sıfır bir antlaşmanın, aldatıcı bir kamplaşmanın tarafları olarak hikayeye yerleşir.

 

Kampanalar çalar ve hayatın izleri takip edilir. İzci kampı deneyimi kapmamış pişkinler, en bitkin anında tuzağa düşer. Pişti olurlar. Çifte heyecanlar çiftelenir. Yoğun sevinç donar, boyunu aşan soysuzluk kanlanır, ta kemiklerin iliklerine dek yalımlı ateş yayılır. Uygunsuz uyuşukluk sırınır, sırmalanır.

 

Avanakav, avarel avcı, avantacılar ormanında Adalete tapan avcıların kralına, çok kolay lokma olur. Ve hayat hikayesi sondan başa okunur…

 

ANLAK

 

Anlaşıldı. Anlamsız çırpınışlar için tanınan dostane süre çoktan doldu, kadife perde kapandı. Artık yeni sahne kurulması zamanı. Ve yeni perde. Yanlışta direttikçe toplumsal kuralların ihlali sıklaşır. Sadakat, sadaka derecesinde dilenci maşrapasında. Sıfır seviyede soğuma, olmaz hallere takılma ve kutsuz tapınma. İstiflenir ihanet yükleri. Anlaşılır, iyiliğin hiç öneminin olmadığı. Anlak kaydeder, değersize değer katma çabasını. Mendebur muteberliği. Soru, anlaşıldı mı? Sonunda anlaşıldı…

 

Neler; Bazen güven sonsuz güven duyulanlar, güvenilecek en son kişiler safına geçer. Sırasıyla saygısızlıklar, sevgisizlik peş peşe patlar. Dudak uçuklatan cinsten yalanlar dolanlardan safça başarı umanlar, umulmadık vazgeçişin sırrında her şeyi gizli yapanlar, mahcubiyet duyması gerekirken duymaz. Duyulması gereken cevher aslında yozlaşmış zihinlerin anlayamayacağı türden bir değer. Daha neler anlaşıldı…

 

Anlaşılacak elbette. Öyle bütün suçu kadere yazmakla işin içinden çıkılamayacağı. Anlaşılacak, kısır döngü içindeki yalanların ve yalakalıkların boşa çaba olduğu. Zaten hayat yolculuğunu zora sokan, mevcut düzeni unufak eden, ufak tefek başlayan sonra alışkanlığa dönüşen bariz hatalar. Hele büyük hatayı başkalarına yükleme telaşı baştan yenilgi. Her şeyi kabullenme. Nadiren tutar bu tezgâh, çoğunlukla da bozulur. Anlamayanlar da anlayacak…

 

Çünkü saçma sapan çıkarsamalarla çıkar sağlayabileceğini düşünmek kara cehalet yansıması. Aynaya bakamama vakitsizliği. Sırlı aynada görülenle çamura yatma. Kan kırmızı kadife perde açıldığında aynı sahnede ısrar akıl kuruması. Beylik kurulması. Zamanı geldiğinde geç de olsa anlaşılır. Ansızın anlak kaybı…

 

Anlaşılır, anlak yetersizliğinden hayatın gidişatındaki sapmalar. Hayata yön vermekte zorlanılan kaçınmalar. Sakınmaların sakarlara sakat sunumu. Sakınılan göze kutsanmış muamelesi kıymet kıyımı. O yüzden kıymetsizlik kılı kırk yararak büyür büyür. Küçülür.

 

Anlaşılır elbette hayatta kalanlar, kutlu hayatlara tekrardan girmek için çırpınırlar. Ancak her hayata giren, hayata girmek için değil ders vermek için girer. Anlaşılır, hayattan dersler bir parazit piki, iki bulaşıcı virüs yolculuğu. Tınmadan terki diyar ve emanete hıyanet zor zanaat. zor ve geniş zamanların basitliği ve de acımasız bir süreç. Sürgit elenecekler sırf bu yüzden elenir…

 

Anlaşılacak ki hayalleri tümden terkedişin nedeni korku ile baş edememek. Anıları siliş, kuryesel savrukluk ondan sebep. Korku uçsuz bucaksız uçuruma uçmayı yeğleyişin perde arkası. Tül perdede ya batarız ya çıkarız vaziyeti. Ansızın kediyi kaplanlaştıran ise yalancı cesaret, yalan düşkünlüğü. Düşkünlüğün gizlenmesi. Hatayı tembelleştiren yanılgıyı haklı sayıp, yıkıma gidileceğini bile bile satana teslim olmak iflas.  Ödenemez borç batağı ve büyük iflas.

 

Anlaşılan o ki anlak yoksunluğu, anlaşılması güç peklikle pik yapayım isterken en dibe çöküşün ikiz kardeşliği. Resmen çirkin ve pişkince haramdan beslenme alışkanlığı. Sıradanlığın bitikliği, takıntı derecesinde tepetaklak bitlenme…

 

Ancak asla hatalardan, hele yapılmış büyük hatalardan kaçılamaz. An gelir sonsuz irade, anlak mahrumlarını yakadan yakalar. Mağdurların hesabını sorar. Korkular büyür hançerede, arkadan hançerin izleri aklı yakar. Geçmiş sıfırlanamaz sadece gelecek sıfırlanır. Anlaşılır…

 

Geç de olsa anlaşılır ki, yeniden yürümeyi öğrenmek kadar zordur, gelecekte aynı sahnede aynı anı yakalamak. Kadife perde açılır kapanır, beyazperdeye yansıyan hiçtir…

tapınakçılar

 

tAPINAKÇILAR...           

Tapınakçılar açlık, sefillik, salgın hastalık ve cahilliğin kol gezdiği karanlık dönemlerin, sonradan olma dinci-şövalye kisvesine bürünmüş sakat ürünleridir. Özellikle Haçlı Seferlerinin birincisinden itibaren, lafta kutsal toprakların kurtarılması adına girişilen barbarlığın etkin temsilcisi ve gelecek zamana kalıntılarıdır...

 

Zora düştükçe Papa ve kilise, dönemin en güçlü ve organize silahlı yapısı olan tapınakçıları, kutsallık vakfedilmiş konumda, hemen her işte maddi bedeli karşılığı kullanmıştır. Soyluluk unvanları verilerek tarihin ilk sömürgeci hareketi Haçlı Saferlerine de dahil edilen tapınak şövalyeleri, zamanla krallara ve derebeylerine bile kök söktürmüştür.

 

Karanlık dönemlerde zenginlikleri ve politik gücü dengeleyen en önemli unsur haline gelen tapınakçılar, Haçlı Seferleri'nin özü dini idealler gösterilse de elde edilen ganimetten pay kapmak olduğundan tapınak şövalyeleri, mevcut din ahlakından da uzaklaşmıştır. Sırf maddi varlıklarını artırmak derdindeki soylular sınıfı, büyük küçük her yanlışa ortak çıkarları gözeterek, göz yummuştur. Böylece başı sonu belli bir macera, kutsal kilise çağrısıyla yinelendikçe yinelenmiştir…

 

Tapınakçılar şan ve şöhret kazandıkça, vahşi düzensiz disiplinsiz hareket ve eylemleriyle kontrol edilemez boyuta evrilmiş ve en kanlı katliamların öncüsü olmuşlardır. Haçlı Seferlerinin maddi kazanımlarıyla da hızla yükselmişlerdir. Hayal edilemez boyutta büyük zenginliğe kavuşan Rahip-Şövalye pozundaki tapınakçılar, kilisenin ayrıcalıklı desteğinde, dindışı eğilimleri gelişen, dine düşman eylemlilikle köklü bir tarikat olma yolunda emin adımlarla ilerlemiştir.

 

Yıllar içinde tapınakçı biraderler, kendilerine özel ilgi duyulan ve ayrıcalık tanınan havayı da çok iyi değerlendirmiş ve kilit makamları bir bir ele geçirmiştir. Kral olmasını istediklerine tacını sunan, taht mücadelelerine taraf olan bir güce erişmiştir. Hatta ilk kez Truva konsülü, tapınakçıları da toplantıya davet etmeye mecbur kalmıştır.

 

Payens liderliğinde oldukça gelişen ve geniş coğrafyalara yayılan tarikatın, ördüğü karanlık ağlar yayılmış, tarikata rağbet artmış ve hayran tapınakçı kitle oluşmuştur. Sahte rahip-şövalye tarikatına katılımlar artmış, hatta ağır suçlular hükümlüler dahi aklanmış, gizli yeminlerle tapınakçı yapılmıştır.

 

Çarpık model her zorlandığında sahte dini savaşlar icat ederek sivil halka hücum etmiş, güncel ağırlığını kaybetmemek için büyük savaşları kazanmamak üzere kurgulamıştır. Böylece kilise ve kralları haraca kesen kampanyalar yürütmüş, kasalarını şişirmişlerdir.

 

Servetin uçsuz bucaksız, ganimetin dayanaksız kazanıldığı sürecin son deminde, salt Papaya sorumlu ve bir başka otoritenin asla hesap soramayacağı ayrıcalıklarla, tapınak şövalyeleri tarikatı hepten raydan çıkmıştır. Kilise, krallar ve derebeyleri güdümündeki soylular ile tapınakçılar, ortaçağ karanlığını hazırlamışlar ve kapitalizmin temelini atmışlardır.

 

Kendilerine dindar görüntü vererek itibar ve imtiyaz kazanan tapınak şövalyelerinin, ustalıkla gizlenen gerçek yüzü anlaşıldığında ise Haçlı-tapınakçı zihniyet ve din iflas etmiştir.

 

İflah olmaz derin izler takip edildiğinde Tapınakçı tarikat Rönesans’a kadar açıktan, Rönesans sonrası yeraltına çekilerek yüzyıllar boyunca kirli ve gizemli faaliyetlerini sürdürmüştür.

 

Peki, bu sürdürüm ne zamana kadar, yeryüzünde açlık, sefillik, salgın hastalık ve cahillik pik yaparak devam ettiği sürece, kuleler arası kuryelik karanlık dönemleri peş peşe sıraladıkça, belki de değişik versiyonlarla kıyamet saatine dek…

28 Ekim 2020 Çarşamba

EFENDİLER, ÇÖKÜŞGEN

 

EFENDİLER YARIN CUMHURİYETİ KURTARACAĞIZ...

 

Büyük Ata'nın önderliğinde, kanın su gibi aktığı cephelerde, tayın yerine çarığını ve ağaç kabuklarını kemirenlerin, süngü ucu can pahasına seçimidir istiklal. Bu ülke, bu Cumhuriyet...

Emperyalizme kafa tutan böylesi bir Ulusal Kurtuluş Savaşı, tarihte ilk. Ve kazanılan. Sonrasında Cumhuriyet ile taçlandırılan. Önce vatan ve tam bağımsız bağlantısız bir ülke...

Ümmetten millete tarihsel yolculuk, öyle bir yolculuk ki; Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yıkmak isteyen kapitalizme karşı verilen Bağımsızlık Savaşı..." Uzun, yıpratıcı ve yok edici bir yolculuk. Mazlum ulusların devrimcilerine ilham kaynağı olmaya evrilen bir Kutsal İsyan...

Kutlu yolculuğun ilk günlerinde "Türkler haritadan silinmelidir..." söylemine sert cevap. Yedi düvele atılan unutulmaz tokat. Radikal bağımsız ve barışçı ide, önce niyet sonra diyet harmanı...

Tek cümle ile cümlesini, küllerinden Doğan memleket, yıkılmaz bir devlet ve yılmaz bir millet yaratan Büyük Kurtarıcı Ata'nın tek cümlesinde saklı dünya; "Efendiler Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz..."

Aslı "ya istiklal ya ölüm" iradesi. Keskin iradeli bir önderin, ölümsüz Ata'nın izinde, yokluk yoksulluk ve cahillik bataklığını kurutan bir Cumhuriyet...

Yaklaşık 100 yıl sonra bile dünyada bir başka benzeri kurulmayan, bir türlü yıkılamayan, kökü derinlerde modern bir devlet. Son 10 yıllarda bu vasfı zaafa uğratılsa da hedefinden asla uzaklaştırılamayan sağlam bir kurgu. İçten dıştan kemirgen kurtlara direnen, devrimci yolundan ayrılmayan bir kutsal emanet...

Emanete hıyanet son sürat, sanki 'Efendiler Yarın Cumhuriyeti yok edeceğiz' telaşında bir zihnizifir devrede. Çıkıp 'Efendiler Yarın Cumhuriyeti çok ararız' diyenlerin düşman sayıldığı bir atmosfer. Kaçıncı cumhuriyetçi, hangi saltanatçı oldukları bilinmezler yüzünden harcanan ve kararan bir gelecek. Cumhuriyetin geçmişten geleceğe kutlu yürüyüşüne mani olma yarışı. Nüfusu nüfuzu sahiplikle, öyle hologram seçimlerin, havadan tayinlerin, istiklali sindiremeyenlerin, istikbali  feda edenlerin dayattığı istibdat tutmaz bu bereketli topraklarda...

Çünkü istikbalin ilelebet kendilerine emanet edildiğini bilenler ve hissedenlerin, kayıtsız şartsız Büyük Ata'nın korkusuzluğuyla; "Efendiler Yarın Cumhuriyeti kurtaracağız" haykırışları yeri göğü çok yakında inletir.

Sert adımlarla...

 

ÇÖKÜŞGEN

 

Hayata hazı kıta dolanlar dolar ve hayata dair en kötü senaryolu film çekilir. Kan çekilince en başta sıkı aile bağları zayıflar. Saygı sevgiden itaate, zaaflar artar. Yasal özgürlüğü tanımazlık ve temel hakların ihlali büyük çöküşü hızlandırır. Sıkıntı başlar...

Büyük çöküş filminde pik yapan sıkıntıyla beraber ailede çöker. Ailesel değer sonradan anlaşılır. Çünkü sıradan bir çekimle aynı standart bir daha asla tutturulamaz. Zaman geçtikçe iş işten geçtiği kafalara dank eder, ailenin önemi daha da kavranır. Ancak yıkım katmerlenir, yürek kavrulur. Yaşamboyu çöküntünün suçlusu olma acısından kurtulmaya çabalanır. Dilekçeye derkenar kader, kader ama kadın çöker devlet çöker, faslıdır...

Hasıla toptan çöküşle kırpık, kıytırık hayatın devamında ısrar, kopup gelen tehlikeyi sezgide eksiklikler yaratır. Aksine, dirayet ve direnç gerekmektedir. Yoksa göze alınamaz derecedeki kayıplara, modern usulde aldırmazlık eklenir. Baştan sona adı adresi mezbelelik, seyri eğlencelik mezalim merkeze çekilir. Hızla gelişen banallik her doğanın başına bela motor, motor gücü...

Hayata dolanlar dolar ve en kötü hal başa gelince geleceğe dönük plan proje cerrahi işlem gerektirir. Tüm dengeler altüst olurken neşter işler. Eğrisi doğrusu belliyken farklı uygulamalarla düzene sokulmalıdır hayat. Hiç çekinilmeden akıl ile, arnamus, temiz kutlu bir çözeltiyle...

Elbette kötü senarylu, kötü çekim filmdir motor denilince başlayan. Kan kaynar her gördüğüne ama kanmaz. Gelgeç şevkler insanlıktan çıkış karnesi olmaz. Zaten karın ağrısı arttıkça, sümenaltı edilemeyecek belgeler de senaryolaşır. Çünkü ayağa düşme, bayağılaşma çöküşün bir diğer payandasıdır. Paya düşen mutlaka alınır sahnelerini kodlar üçüncü sınıf film olsa da...

Hangi paylaşıyla iğrençlik kabullenilir, anlaşılmaz biçimde güncel genel gerçekliğe nasıl şaşkınlaşılır ve çıkmaza sürüklenilir, üzerinde hiç düşünülmez. Hangi akıl çökertmesidir, hangi telepati, neyin takibi hangi gerçeklerden kaçıp uzaklaşmadır yüzleşmeye yüz gerek cesaretini iç eden kimdir? Neden hiç sorgulanmaz. Nedendirin cevabı bulunamaz, verilemez. İşte büyük çöküş filminin ana hikayesi...

Hikaye uygunsuzdur ve en kötü hava, havadis ve duyguların hayasızca senaryoya dokunmasıdır asıl uyumsuzluk. Yıl üçyüz gün aynı havayla, sırt dönük solumalar sonrasında, aniden sıklaşan uyurgezer havalanmalar filme çekilir. Çekilen ne varsa sahte cilveyle gereksiz oyalanmalardır. Kusurlu oynamalardır.

Oysa kanunlara uyan bir umursamazlıkla çekilmesi en doğrusudur. Kangreni söküp atmak, kendinden kaçmak, ucuz filmi akıldan resmen silmek de. Kesin silinecek sahnelerin buluşturduğu sırf ihtiyaç karşılama rengine ve renksizliğe karşı koymalar da. Herşey oyunun bir parçasıdır.

Büyük çöküşün çokgenleri, paslı plakası belli araçta, koltuk azabından sonra günügünlük platin plazada kıvranırken, çatkapı hali filmin en çarpıcı sahnesi olabilir. Küçükten büyüğe yaşanan travmalar da. Ama küçüğüne zarar vermekten çekinen, küçük büyük günahlarla asla oynaşmaz, varolan aklını kullanır. Dahası en hassas halleri ve olabilecekleri umursayıp, aynı yere bir daha park etmez. Tümü filmin püf noktasıdır...

Hayata dolanlar dolar belki ama can pahasına yaşananların ve yaşayanların filme çekilmesi çekilmez. Çekilirse en kötü senaryolu film olur...

Çöküşgen irade hayata dair bağları da zayıflatır. Sonra kaçıp gitmek de çare olmaz. Afişleri karaperdeye, ad ve namları beyazperdeye çivilenir...

Yani en kötü hayat en iyi filmlere,  en iyi hayatlar ise en kötü senaryolara konu olur. Artık hangisi, hangi yel akılla çekilirse. Çek edilmemiş roller hangi ruhla veya ruhsuz canlandırılırsa...

Yani kıymeti anlaşılamaz, artı değerli bir çözülmeyle çekilir film ve salt büyük çöküşü resimler. Loş salonlara dolanlar dolar ve bir kaç dolar ederine film başlar...

Perdeye yansıyan kısa filmin adı da çöküşgen olur...

27 Ekim 2020 Salı

EKİM 1

 GÜVENGE...

Bir gün pek de yabancı olmayan bir yaban, kapıya kul bahanesiyle yanaşır, art niyetliliğini de gizlerse tüm kurulu düzen bir anda altüst olur. Sağlıklı sistem çöker. Bir zaman gelir en güven duyulan, hatta hayat emanet edilen bu dipsiz kukla, her kim olursa olsun güvenilmesi gereken en son cibiliyetsize dönüşür. Arsızca mala cana kast eder. Kan donduran güvenç yitimi, güvenge geriliği...

Düşünüldüğünde en son akla gelebilecek kişiler en trajik olaya ve çeşitli olaylara sebep olurlar. Öyle ki bir anda kılıksızlaşırlar. Bu keskin viraj dönekliği, ani gidişleri hazırlar, dönüşü ise imkansızlaştırır. Yani birileri gider, diğerleri gelir, devinim sürer. Geri bakılmaz...

Nedeni yoktur veya vardır, sudan sebeplerle var sayılıyorsa tümden, külliyen yalandır. İşte o yüzden güvene dair ne varsa, hayata geçmiş ne kadarıysa geçmişte kalır ve değersizleşir. Değmez yakınmaya...

Çünkü daha veda yemeğinin ara sıcağı tüterken, kütlenin tabiyatına ters eşyanın tekrarını sınamak veya sunulanı reddedip dönmeyi ertelemek veya öngörüsüz öncelemek asla başarı getirmez. Sadece haşarı haşeretliğidir aşılanan. Kaşınan karşılanan. Kaç tam geceden önce veya kutsandıktan kaç gün sonra gidişlerin nedeni hep aynı boş nakarat. Çünkü sırlar sarpa sardığında anlamsız sözcükler gölcük oluşturur. Ve bir kez güvenç yitimi söz konusuysa nafiledir gitmeler, gelmeler, ölmeler dönmeler. Yalvarılar yakarışlar. Güven tazelemek ve güvenge geliştirmek ise hepten olanaksızdır...

Kalender duruşla on yıllarca, yozlaşmanın her türüne karşı yıkılmaz kale olanların bir kalemde yakışıksızca surları yıkılabiliyorsa kişiliksizlik elbette pik yapar. Ama bir gün gelir, bu kaleyi içten fethettiğini zanneden zatlar nedensiz hedef ettiklerine canlı hedef olurlar. Sonra cansız zigotlar, gatlar durağı. Soru sorgu biter, tek söz kalır geriye, akla işleyen tek yanıt, sıradaki gelsin...

O yüzden kız kızan, bir yabancı yaban kapıyı çaldığında, neler çalabileceğinin hesabını yapmayı bu en doğru hamleyi gözden kaçırmamalı. Eğer kaçırıyorsa altüst olur bütün kurallar. Kuryelik çöreklenir bir anda hayatın içine içine. İnanılmaz derecede korkunç ve kabus gibi saran ve de sabrın sınırlarını zorlayan bir yabancılaşma sarar evreni. Bu yabancılaşmayla bir zaman gelir güven, güvence, güvenge biter. Kapıdan dışarı dilenenler diz dibinde biter. Aklın yaratıcılığı dahi altüst olur. Ve muhtemel sona yaklaşılmaz, apansız gelinir...

Sırf denizi dünyalardan çok sevmek ve üzerine parlayan yıldızı biraz daha söndürmemek adınadır bilinen sonu ertelemek. Kızıl gövdeli çınar maharetiyle. Mazeretsiz mahiyeti değişenler, maliyeti ne olursa olsun sırf güvenç tılsımını kaybettirişin mali tablosuna kesinlikle çarpılırlar...

Bu çarkı çarpılanlar elbette anlamaz ferman dinlemez kallavi direnci...

Ayrıca sonu gelmez ayak oyunlarıyla kapı çalanlar, nihayetinde yaban ellerde bir kara delik olur, simsiyah bir nokta. Ve kırmızıdan içeri hapsolurlar...

Kelime haznesi tek bir cümleyi sıralar, her son bir başlangıçtır, her başlangıç bir sondur...

Bir gün pek de yabancı olmayan tabansız bir yabancı, çapsız bir yaban, türlü yalanlar kapıdan içeri adım atınca, adamlık sarsılır. Ustalık altüst olur. Kurulu düzen çöker. Kuşkusuz naylon çöp torbalarını tıka basa dolduran bir yüzsüzlüktür geciken yüzleşme. Nedir ne değildir sonucunda saygısızlığın, kırgınlığın neticesi kızgınlığın söze dökülmüş hali bulunmaz. Yazımı hiç gerek yokken güvenç duvarlarını yıkan yazlık otlak halidir. Otağda telaş, ortamda ateş çemberidir. Düşen yanar...

Yolunu yitirmiş, soy sopunu bitirmiş bir yabancı yabanla kapı dışarı yol yandaşlığı ise bu toprağın temel kurallarını, ezeli kardeşliğini ters yüz eder. Hele hanlı kavşağı dönünce yüz müz kalmaz. Hemde yasak yollardan pek de akılcı olmayan biçimde uçurumlara akmak, kaypakça resim vermekten başka bir şey değildir...

İşte bir gün pek de yabancı olmayan bir yabancı yabansı, karayobaz yaban, külliyen kötü niyetle kapı çaldığında, çalmak lazım tepeden tırnağa. Sıralamak. Tüm kurulu düzen altüst olsa da. Çökse de tekrar tekrar zifiri karanlık.

Salt güven tazelemek için, güvenç için güvenceyi ge noktasından...

 

İLK VE SON

 

Tüm ölümlülere, ölümlere ve ölüme gelsin ölüm. İlk ve son kez bakarkörlere. Gözlerde keder, aklın karanlık duvarlarında sonbahar. Zihinde bulanık bulaşık silüetler. Tümü ilk ve sona dair...

Hayatın sonbaharında mutluluktan vazgeçmek, Bermuda Şeytan Üçgeninde kaybolmak ve okyanusun dibini boylamak gibi. Belki de yeniden diriliş, Denize bakan adam modunda. Modası geçmiş ıslak bir limana tüm yorgunlukları bırakmak, sonra Denizin çıplak sahile vurduğu yerde sona yuvarlanmak gibi sonbahar.

Belki de kışa karakışa hazırlanmak. Son mektup Tanrı katından gelinceye dek dramları unutup ferahlamak. Son bir gayret çiçek gibi bir patlamayla, hayatın sonbaharında mutluluğu içmek. En tutkulu yavukluya kavuşmak...

İstediği gibi olacak diye veya istenmediği gibi oluveren şeylere yerinmekle çok zaman harcanıyor hayatta. Hatta koca bir ömür. Oysa hayat treni raydan ansızın çıkabilir. Onun için zaman kazanmak ve her anı doğru kullanmak elzem. Issız sahipsiz bir odada mahsur kalmaktansa, sonbaharı kışa çevirmek evla. Evlattan vazgeçmek ise Bermuda Şeytan üçgeninde sır olmak.

Deşifre olmuş sırlarla sızlanmak, Denize bağlanan insan mayasına hiç yaraşmaz. Yalnızlık asla ıslıkla dile gelen yaşam garantisi olmaz. Çünkü kıvrak tuzlu bir rüzgar çarpar limana, tuzla buz olur hayatlar. Diriliş kalır sonsuza...

Doğuştan ölüme özrü ifade edilemez, illaki hissizleştiren özel dokunuşlar beklentisi apaçık korsanlık.  Yemyeşil dekorda erdem kaybı...

Hayatın sonbaharında ucuz bir korsan hikayesinde, sapkın kasırgayla yüzleşen meçhule giden bir gemiye binmek sırrın gereği. Gemi enkazı görmek hiç de kolay değil ama. Aslında bunalım. Çünkü ölümlüler diyarında çok tuhaf ve beter ürkütücü bir derinlik yaşanan. Zaten söylemek istenenler, söylenilemeyince ne görmek istenirse o görülür, o dinlenir. Ve duyarsızlaşarak yaşanır. Sonra ince ince bir kar yağar. Sonbahar kışa dönmüştür yüzünü, tüm yüzsüzlere rağmen...

Bir ömürlük tecrübe, buz keser sonbahar ile kış arasına sıkışan ayazda. Karanlık bulutlarla kaplı gökyüzünde ölüm meleği. Ve üzüm karası bir gece çöker ilk ve son kez. Sırnaşık rüyaları ağırlayanda uğurlayanda uçsuz bucaksız bir boşluk. Doğanın kutuda beklettiği ise doldurulacak son öncesidir. Başlangıcın hemen ertesi...

Okyanusun derinliğinde güçlü kanatlarıyla martılar, Denizlerin üstünde kartallar. Hepsi, tüm doğa, dünyalıktan vazgeçen dünyalılar, sonbahar yağmurlarıyla serinleyen kara toprakla buluşma peşinde...

Hayatın son deminde, elde balçık çamur ve ortadan ikiye yarılma görüntüsü. Kopmuştur yazı, yazgı alev topundan kırılgan gülleler, hırçın dalgalarla vurur limana. Umursanmayan sert uyarılarla. Gören gözleri bakarkör eden benzersiz bir çöküştür yaşanan. Her şeyden vazgeçmek, sonsuzdan esinlenilen yeni güzelliklerin müjdecisidir.

Kara güller, ateştopu gülleler yağarken Gök tanrının emriyle, Denize bakan adam pozisyonundakine sunulur. Sunaklardaki aynalara vuran aksi, karabasanın habercisidir. Evren nefessiz, hinoğluhin yaygaracılar nefessiz kalır. Nemrut nefislerin yalvarışlarıysa yalandan ve sessiz.

Sona devrilmenin hemen arefesindedir mevsim. Mevsim sonbahar...

Karanlık duvarlarda atarlanan sonbahar. Zihinde saygısız avlanmalar, tinsel sarsıntı, dinsel bağlantı, bulaşı günleri ve bulanık silüetler...

Silme hürriyet ilk ve sona dair...

 

PRAG'DA SONBAHAR...

 

Prag, Prag'da sonbahar, şimdilik hesabı sonsuzda görülecek dava ve büyük dönüşüm. Durgun duruşma sonrası gelişim. Kendini, kendi haline bırak akşamları. Ve Prag ile kesinkes özdeşleştirilemeyen anılarla vuruşma vakti. Anılar diyarında sonbahar  yolculuğu. Son durak Prag, külfetli hesabı asla ödeyemeyeceklere bırak, seansları...

Prag'a pragmatik bir yolculuk. Herşeye karşın teori ile pratik birlikte güzeldir heyecanıyla eylemsel bir görev. Görevsel bir görsel. Tek ölçüt deneyimsel öğreti. Ölçülü mevsim sonbahar.

Pratisyen kontrolünde yanılmışlık, dünya iyisi piyanist eşliğinde duygusallık. Ve sahip çıkılacak son gün, son yemek, son gömü. Gömülen aklın kontrolden çıkışı ile yanlış partener partisinin analizi. Buzlu camlara yansıyan, bir baba kız gölgesi. Prag'ın yakıcı soğuk, goncagül kokulu akşamlarını tütsüleyen ise prangalı utanç...

Elinin körü çöreklenmiş, Prag'ın boş ver bırak akşamlarına. Proje tertibin terkisinde ve veda nöbetinde pigmeler. Saf altın renkli ambalaj kağıdına sarılı hayatlar. Sel gibi su gibi hediye. Birlikte yaratılanların anısına, arsız ve zamansız profil değişikliğinin yarattığı çözülmeye biraz daha zaman. Elin kiri paragraf başlığıyla...

Prag'dan süzülen koşulsuz cömertlik veya koşullu bencillik. Karşılıksız dava aşkı. Son satıra denk düşen ise beklenmedik  kopuş. İkisi bir arada yalancılığı ve tatsız buharlı bir fincan. Belgelere düşen apaçilik, gölgelerde hiçlik kaydı. Hayatın birinde nabızsızlık, birinde arsızlık. Mavi hızmalı gökyüzü şahit. Bırak akşamlarında kaçamak. Kapılar kilitli, kapı kollarında çaresizlik. Kapışılan devasa yalnızlık hissi, katmerli karışıklık. Çözmeye Prag günleri de yetmez.

Eğer bir şeylere ihtiyaç duyarsınız? Yanıtı ihtiyaçlar sınırsız. Güzelim, soğuk Prag bile ihtiyaç fazlası, ihtiyatlı bir kent. Çatılarda kışın çelik kılıncı. Harcı purcunu karşılamaz bir punduna gelmeyle harcanış. Kırılan kırılana. Karma akılla tam kararsızlık ve hayatın özünü irkilten cayırtı. Pembe bir uçan balon. Dünyalar kadar konuşma balonları. Mutlaka dolaşırlar gezegeni. Bir şeylere ihtiyaç duyarsanız? Cevabı Kırmızı balık sendromu. Ve Prag...

Prag'da bırakılan sonsuza dek ulu manitu edebiyatıyla, gamlı baykuş klasiği. Obsesif kompülsif ortaklığının abuk subuk seçimleri sonrasında hemen. İniş ve çıkış bezeli tarif edilemez bir etkileniş transferi ama çabuk atlatılır. Prag'a olağandışı düşkünlük belki de bu yüzden. Yüzleri ağartan bir kucaklamayı kabulleniş. Prag'a özgü puslu insan hikayeleri usulünce, yaslı masallarıyla doğrulma. Hadi bırak da görelim dercesine, sıfırın altı derecelerde içsel yangın...

Vitava'da aheste çekilen küreklerin şavkı, nahoş bir esintiyle şişen yelkenler ve eksi bakiyeyi denkleyen vitamin gibi bir şarkı. Parke taş zeminde kafa karışıklığı, pencere önü sataşmalar ve camların kırılmasıyla tuz buz kırlar. Kırklara ayıpların en ayıbı. Bir kenara bırakılması güç kayıplar,  kıl kırk yarılsa da uzayan dava. Acil yardım talepleri de bir başka muamma. Lakin muazzam bir şehir Prag, Prenses Di...

Prag'da bırak gitsin akşamları süs bulutlarıyla kaplı sema. Dört bir yan cılız karla kaplı. Kapılar pencereler kapalı. Tahta kapaklı. Kapana sıkışmış konutlar kışkırtıyor kazan dibi hayatı. Hayatın geri kalanı akıl bırakılmadık  kafayla, Prag kadar kasvetli. Kasvetli şehrin köprüleri efsunlu, bırak yakasını gitsin pozunda. Kara taş kıldırımlar ıslak ıslak, peşinde anıların. Ağır bombalanmış yılların...

Prag öğretisi belki de koşullu koşulsuz gelişen bir takım şeylerin, bireysel veya takım oyunu halinde yaşanmasına bırak gitsin, giden görür örekesini nasihatı...

Pir aşkına Bir aşkına, vakitsizce iliklere işleyen illüzyonu alaşağı düşüren ve yılanlara yoğunlaşan isyanı Prag çağrışımlı çare gören, öğütleyen...

Kafka'nın şehri Prag, kafa yapar dönüştürür, dava aynı dava kalır. Altın yolun yolcusu olmak hesabı sonsuza bırakmaktır, bıraktırır. Böceğe dönüşenleri telkinle uyarmaktır uyarır. Uymayanları da uydurur...

Kafada Prag ile yüzleşen anılar, kontrolden çıkmış hayatları dizginler. Hesabı keser. Öyle hesaplar vardır ki ebediyete bırakılmaz...

Ödenir Prag'da, her sonbahar..

 

GÜL DİYARI...

 

Gül diyarına tatlı bir tebessümle göçmek arzusudur, vade dolduğunda son arzu. Son nefeste kuruyan dudaklara bir damla suyla. Her ölümlüyü çeken diyara gülerek, gül diyarına...

O yüzü soğuk an gelip çattığında, acı tebessüm ölmekten, öldürmekten beterdir. Çünkü en güzel intikamdır tebessüm. Gülüp geçmek, zpraki gülümsemek hak edenlerin topuna ölüm meleğidir. Doğanın en değerli kanunlarının gereği. Yolculuğun son durağında belki de dirilmek...

Diri ve en güzel renkler, gökkuşağında saklıdır. Görülesi ve övilesidir her rengi. İşte öven ve övülenlerden olmaktır gül diyarında olabilmenin şartı...

Kuraldır, kurak mevsim getirisidir susuzluk. Çorak toprak meyvesidir suskunluk. İkiside havayı sonlandır vaktidir. Vakitli vakitsiz, vadeli vadesiz yerden fışkıran sudur hayat. Su berekettir duru ve berrak. Çünkü suların molekülünde saklıdır güllerle bezenen gül diyarı. Tanrısal sıvı ve cennetten bir fideyle çoğalır tatlı tebessümler. Ve gizemli vadiler. Gül bahçesine dönüşür evren. Kulağa çalınır kainatı süsleyen gülbeste şarkılar...

Bir damla sudur hayat. Bir zerre suda canlanır taşlı tarlayı renklendiren kuvvet. Kara göğü kızıla boyayan görkem. Suyun serinliğidir gülü besleyen. Yarını hoş kokulara garkeden. Çünkü tez geçer ömür. Unutulmaz zannedilen anılar son nefesden çok önce unutulur. Gülmek bile unutulur. Yaşama tutkusu tutuklulaşır ve acı tebessümler.

Zehirli sırıtmalar gül diyarını dize getiremez asla, bitecek sanılan güzellikler dizginlenemez. Dünya durdukça sürer gider, gül ahengi..

Güllük gülistanlık da olsa hayat, bir damla suyun kaybıyladır ölüm. Kaygısı bir zerre sudur. Ölümsüzlük, yasak meyve sofraya sürüldüğünde azap ve gazap tohumlarını eker. Yeni sürülmüş toprağa serpilir anılar ve su gibi akar ömür. Ve gül diyarında hasat zamanı, tırpanlar sonsuzluğu biçer...

Çatık kaşlı asık suratlı insafsızlık, tatlı tebessümleri çalınca vade dolar. Ölüm melekleri arzulanır, son nefes düğmesine basılır ve şalter kapatılır. Yer Gök kapanır, musluklar tıslar. Gül Diyarı kavrulur çatal akıllar yüzünden...

Gülü seven dikenine katlanır ama katlanmayanlar şöyle bir kanatlanır. Sonra dünya varoldukça gül diyarında olamayacakları da kanıtlanır. Tabutlu tebessümlerden sarkan ölümün sıcak yüzü yakar geçer her şeyi. Gül diyarında çekici kalan işte bu ölümcül sağaltıdır. Hastalıkları salan da, sağaltan da mistik kilitlenmeden kurtulma arzusudur. Mesele gül diyarına hasretlik çekmektir. O kadar büyük bir hayaldir ki sevgi seli, sular seller gibi ezer geçer her şeyi...

Mesele içte hissetmektir güle özgü dünyanın gürültüsünü ve içindeki o tatlı ezgiyi. Duymaktır. Görmektir. Söylemektir. Gül diyarından olmaya üzgü, özgünlükte...

Hele arşivlere dokundukça, belgesel tatlar bırakacak gülümsemelerle buluşunca, gül diyarına göçmek en sade haliyle bile mutluluk verir. Zamanı gelmiştir. Başka hangi huzurdur dünyayı kuran ve kıran. Yaman çelişki anlarında anlaşılır tevazulu muhalifliğin özü. Özü dünyaya değen, güle saygı duyan, uyandıran ve şeklini veren bir damla sudur...

Tanrısal sırlar unutulduğunda, bir su zerresinde macera aramak, tesadüflerle mayın tarlasında çıkış yolu aramaya dönüşür. Güle yarenlik biter, umut tükenir...

Yakalanan acı tebessümler hangi pencereden doğan öyküler olursa olsun, inadına güldürür. Yarını öyküleyen öyküler, öyle ki ölümden beter kurak mevsimleri yaşatır. Çünkü çıplak arzular karsuyuna karışır. Ve...

Ve Güneşin topladığınca, gül motifli ateş topundan kar yağar,  gül diyarına...

 

KEŞKE...

 

Hayatın gerçekleriyle asla örtüşmeyen, örtülü gelgitlerle gerçeği karartmak iflah olmaz iflastır. Keşke donatılı, keşif maksatlı bahanelerle hafifletilemez büyük hatalar. Çünkü daha ilk hatayla keşik el değiştirmiştir...

Zaten sıra değişince üzerinde pek az düşünülenler akla takılır, iğreti ihtimallerle, yaprak kıpırdamaz günlere geçilir.

Kıpırtısız kalıp kökten budanışa sebep olanlar, meseleyi keşkelerle çözmeye yeltenir. Çözme bir yana, çözmeyi düşünme hareketlenmesi dahi kötü istek ve hain arzularla gelişen sahteliktir. Başına buyrukluk. Ama gerçeğe buyruk geçmez. Laf işlemez. Çok ısrar edilirse eğer kıyas kıvamında işler süreç...

Sır saçılınca sümen üstü seçenekler bir bir gözden geçirilir. Temelli sessizliğe haykırıdır, ufacık bir iz, minicik bir işaret. Ilıman iklimi bozan, mevcudun devamını tepetakla ettirenlere hayat tatlı sert yüzünü mutlaka gösterir...

Ve yüzeyde tutunma güçlüğünü tadanlar ve gerçekleri göremeyenler, bir gün keşke görseydim pişmancalığına düşerler. Hayatları arsızca ters düz edenler, peş peşe vuran darbelere de hazırlıksız yakalanırlar. Çünkü bu dünya dile kolay dünyası ve salt dilemekle olmaz. Dev gibi dik durma dünyasıdır...

Denizler kabarınca töre türküleri inceden, mavi küreyi kendine özgü ve özel donanımla döndürür. Asıl gerçekliği gözlerden kaçıranlar gezegenleşip, güneş döngüsüne girer. Ve yanyana kurulu düzen aksar. Akşamdan sabaha dik durmak da güçleşir. Gün olur hiç dilemezken, dilenmek zorunluluğu ile başbaşa kalınır.

Çünkü asıl gerçeği umursanmayanlar yüzünden, gün gelir soluklanmasına değmeyecek şeylerin ortadan kaldırılmasına tam yol verilir. Belki dünya biraz olsun rahatlar. Ancak asıl çözüm objektif ve perspektif dayanışmasıyla gelir. İşte en dayanılmaz şeydir o beklentiyle yaşamak ve yaşatmak...

Çözümsüzlüğe sürüklenen süreç kapsamlı yalnızlığı yaşatır. Amansız ağırlığı taşıtır. Gerçekleri hissedemeyenlere çapsız çözülmeyi getirir. Sonra asri çözüm..

Çünkü ah keşkeler hiç nedensiz doğmaz. Boşuna ifrit olunmaz. Nefret kıvılcımları haybeye çakmaz.  Heybeler doldukça keşke o yaygın hatanın hattına düşülmeseydi çalınır dudaklara. Akla yanlış tercihsel utanmalar dadanır kuytulara. Bu yozyobaz keşfin sonrası da, atarlanması da olmaz. Çünkü yaşanan kısacık bir andır ama yarınları karartır. Ve hiç mevsimi başlar...

Oysa hiç kılavuz gerektirmeden görkemli hatıralar çok şey anlatır, anlayanlara. Tüm anlatılar bir gecede biter. Gece karanlığında duygu paneli son diyalogla çözülür. Belge bırakan bir saygısızlıktır ormaniçi çiftliğini merakta bırakan gidişler. Bir keresi yeter. Çok keresi hayatı tersten dokur ve yaz ortası kar yağar. Saklı gerçekleri göremeyenlerin üzerine üzerine kanlı pazar...

Atarı tutarı bellidir. İlgisizce, bilgisizce atarlanışlar boştur. Çünkü gerçekler eninde sonunda su yüzüne çıkar. Yüzsüzlüklerde. Ve akla kara birbirinden ayrışır. Görülmezleri görenler büyür büyür, büyülenmişçesine  görmezden gelenler ve keşkeciler küçüldükçe küçülür...

Keşke eşlik edilen hayat pişman olunmayacak denli devam ettirilse, dahası daha da küçülmemek için sürdürülebilse pişmancalığı basar piyasaları. Dile kolay, akla zor gelenlerden uzak durulsa temennisi. Küçük bir adımın nelere mal olacağının hesabının doğru yapılması gerekliliği. Hiç gereksiz hesaplar şaşar ve kedi kaplana dönüşürse ansızın keşkecilik doğar...

Ancak dünü tekrarlamakla ve keşkecilikle yarınlar kurtulmaz. Yarın hangi davetler mutluluk verir, hangileri eza cefa çektirir, geç de olsa anlaşılır. Hangisi vurgulu duruş eksikliğidir, hangisi hayasız göndermelerle can yakar, niye kan akar bizzat görülür. Ve tersyüz olmanın hangi yıkıcı ve kırıcı darbelere sebep olabileceği bizzat öğrenilir ve bilinir...

Herşey bilindiği halde, hayata biraz olsun dikkat çok görülür. Ve sahte dünya düpedüz dilenenlerden, dilediklerini kandırır. Kandırmaca bittiğinde ise, keşke...

Keşke...

 

İHATA MERKEZ...

 

Atadan beri, merkez bilir akşamdan sabaha güven. Ama güven uçucudur ve atmosferde dolaşan en kirli gazdır. Yaşamdan ölüme salınır ve tasarruflu kullanılması gerekir. Tersine durumda ihanet başlar, hıyanet ihatayı başlatır...

İhanet, hıyanet öyle bir meyvedir ki ne ney bırakır, ne mey bırakır meşkte. Tekrarlama eğilimiyle tescillenir hayat. Süreklilik arz eder. Bu arzı endam edişin unutması olmaz. Unutulmaz. Çünkü ihata vurur ve kişilik sınırları bozulur. Öyle ki riya asla kabul edilemez. Son çizgiye kadar ilerler, sırtından bıçaklanmaya kadar gider. Güven, çekinmden sırt dayanacaktan gelen son darbeyle yıkılır. Kurulu dünya yıkılır, yıkılır tekrar kurulur.

Bile isteye ilk fırsatta aynı terane. Sonsuza dek öyle süreceğine kanma embesilliği ve siya siya ihlale devam. İhlale devam şuursuzluğu. Ve ihtilale yakalanma korkusu, panikleme ve kaçış...

Güveni kıranı, kökten güven bunalımına sokacak afyon patlaması her an. Kökünden patates çiçeğini sökme her zaman. Kan damlasına işlemek kırmızıyı her vakit. Alı al moru mor noktaya basmak, hatayı nota oburluğuyla doldurmak eşref saatini her saat...

Çünkü ederini değerini bulma noktasında, güvenmeye orantılı hayat aritmetiği şart. Sarsıldı mı seçim ağırdır, ağır yükler yükler insana. O yüzden bu ağır değeri taşımayı bilene emanet etmek gerekir. En değerliyi en ehline. Taşıyabilecek olana. Çünkü en küçük bir taşkınlık güven seyrini değiştirir. Sonrası keş keşiş havasında kıpkırmızı ışığa göz kırpma.

Boş hayallere budalaca göz kırpanları budamak ise ustalık...

İhanet, beklentiler karşılanamaz denli yüksek ve yüreği alçak olanlara mahsus bir yatkınlık. Zil zayıflık. Rastgele, rüyada haliyle hızlı adımlarla aksak yolculuğa devam. Yataklık. Düşüş. Güçten düşme ve en dibte arsız masumiyet. Felfecir fenalığı tetikleyen güvensizlik...

Fevkalade duygularla pik yapıldığı sanılırken çürük zemine çakılma. Güncelleştirilen ihlal ve yoğun tasa. Oysa körolası ihtilal, ince ince inceledikçe yakınlaşır...

Günübirlik nefret ve bencillikle güvensizlik uçurumuna yuvarlanmak, toptan lafta mutlusun aldatmacası. Hep birşeyler eksik kalır. Akla zarar sabote edilen hayat, ihanetin zehrini sürekli zerk eder damara. Afyon gibidir, uyuşturur. Daha ileri gitmek ise aşkın ihmal halidir. Bir hata bahtı tahtalar. Tahtı kayganlaştırır. İlmeği yağlar. Bilmeyi sakatlar. İhata, sızan pis kokulu havayı sağar ve derin mezar kazdırır.

Güven kaybı afyondur, mutlaka bir neden bulur buluşturur. Aklı bedeni tutuşturur. Kimse nedenini öğrenemeyecek olsa da ihanet uçucudur. Konar geçer, bir yerlere tam gaz ilerler. Yaşamı hiç yaşanmaz hale getirir ve sonuçta iyi niyete toslar.

Soluk renkli bir andır, yaz başı dağılan boğuk sesin duyulması anı. Metalik gri bir seyahattir ilkin farkedilen. Ve atmosferi kirleten kesik nefesler. Sonuçta nefesleri kesilir ihanete bulaşanların. Bulaşı taş kesilir, egzoz patlar...

Siyah benek noktalar uçuşur sonra havada, hiç güven kalmaz. Kuvvetle ihtimal ihanet pıhtılaşır. Kılcal damarlarda ilerleyemez. Kalp basmaz, akıl basmaz. Dizlerde derman dillerde ferman kalmaz...

Canını yakanı yak, yaralarını sar, çağlayanı dağla odaklanmayla dolar beyin odaları. Beyin aynı hatta çifte ihanete gebe hainliği, düşmanca bilgi aktarımlarını beller.  Beyne hapsolmuş ihbar baloncuklarını günceller. Ve ihtarlarla dolan günler, ihatayı sonlandırır.

Güveni suistimal ve sırttan vurmak yeni ihatayı hazırlasa da..

Bencamin bir yere kadar çünkü afyonu patlayan sırtlan mırtlan tanımaz. Sırttan değil tam alnının çatından. Ozon tabakası delinmiş atmosferde...

 

KUTSAL ÖZGÜRLÜK

 

Özgürlüğün gücü, kılıktan kılığa girmeden aklına takılanlara takılmadan, doğabilecek fırtınaları en başından bertaraf eden bir güçtür. Normal hayatın, özü kirletilmemiş yolculuğun, sahteleşmeyen duruşun, acımasızlaşmayan vicdanın ve kutlu iyi niyetin dışa vurumudur. Bu duygu zoraki hiçbir güçle engellenemez. Zaten özgürlüğün kutsanmışlığı daima özgürlüğe koşmaktan gelir. Ama küçülmeden, kötüleşmeden, soğumadan, çirkefleşmeden, çirkinleşmeden…

 

En kutsal gizler düşmana açıldığında, düşmanla el ele, dil dile, bön bön kutsal topraklara gömülü ve aklın sınırlarına dek ulaşan yayılan kaderciliği oynayışlarla alanları daralır. Kutsiyeti de kaybolur. İşte o yüzden sorumluluk gerektiren bir olgudur kutsal özgürlük. İstenmeyen işlere organizelik, vahşileşen ciddiyetsizlik, kutlu görülen ne varsa yer bitirir. Sonra yeni yaşam tarzlarına havalanmalar da çare olmaz…

 

Havası civası, çöpü sapı, toplumsal ahengi yakından ilgilendiren, ilişkilendiren ilişkilerden uzaklaşıldıkça, bozgunculuk kısa süre pik yapar. Pirlerin vereceği teneffüse dek, taze kan derdiyle bir iki zıplanır. Ders bittiğinde yaşama epey ters düşen girişimlerin ispatı da zorlaşır güçleşir. Üç, günü gelir aklın süzgeci öyle bir eler ki yaratılan put ve puta tapanlar kafadan kırılır…

 

Çünkü kutsal özgürlüğün yerine ikame edilen sınırlı özgürlük var olan gücü de tüketmiştir. Elin züğürdünün özgürlüksüz yurduna, halkalı halkasız kölelikten başka bir şey kalmaz elde. Yaşama vurulan kızıldan damga ise hayat boyuncu taşınacak bir iz olarak kalır alında. Velhasıl alınlarda kara yazı, en aşağıda kalma hali, bayağı tutkulu tutsaklık…

 

Haliyle özgürlüğün doğurduğu kınalı yavru, bu çıkmazda hangi sınırlı özgürlükleri kutsayacak, kutsal özgürlük çerçevesine nasıl sığdıracak, geç de olsa anlaşılır. Veya kutsamaz ve de reddeder. İşte o an doğan edilgen şekil, kafaları karıştıramaz. Çünkü on yıllardan sonra kaybedilen moral değerler ve itibar kaybı, tarihi fırsatları bir bir harcamışlık, sömürgeciliğe ve sermaye egemenleşmesine yeşil ışık yakmaktır. Yeminle ant içmelerle yeşil ışık yakıldığı saklanamaz. Güven daha da sarsılır. Ve verdi girdi fiyatına sütreler yıkılır.

 

Özgürlükler günden güne kısıtlandıkça, çatır çatır umutlar parçalandıkça, arsızlık parladıkça eskiye özlem artar. Etrafı, eşrafı kendi haline çevirme operasyonları da yetersizleşir. Geçiş dönemi çok kısa sürer ve hızla nitelik kaybı yaşanır. Doğan büyük çelişkilerle baş etmekte zorlaşır güçleşir. Bu arada güçlenen tek değer insana yatırımdır.

 

Bu hamle kutsal özgürlüğün gücü ile güçlenmedir. Yalan ve talan ağından, hata ve günah batağından bu sayede kurtulunur. Aynı geminin yolcusu olunmadığı gerçeği de bu sayede ilan edilir. Ve tek mahkemeyle beraber batanlar tescillenir...

 

Kutsal özgürlük tüm psikolojik baskıları, faşizan dayatmaları da robotik travma geçirenlerin başına geçirir. Kendine getirir. Yola gelmez dippiklere dünyayı dar eder. Çünkü darboğazda büyük küçük tüm vurguncular, kendi silahlarıyla vurulur. Tebdil-i mekân bir hayat siner gölge bedenlere. Göçebelik kent krallığından öcünü alır.

 

Kutsalları elinin tersiyle iten, doğru yoldan sapanlar on yıllar boyu modern köleciliğe karşı çıkışın sırrını elbette anlayamaz. Özgür ve mutlu kalamaz, tüm enerjilerini insani açıdan yozlaşı bağlamında tüketirler. Bu tükenmişler kılıktan kılığa girseler de aklına takılanların takıntısıyla cebelleşerek, ecel yolculuğunda kızgın fırtınalarla boğuşurlar.

 

Denizi geçip, kurak derede boğulurlar...