KAPILAR KAPISI...
Hapı yutunca kapılar bir bir kapanır. Gözler kapalı, kapı
kolu elde kalır. Sürekli açık kapı aranır ama bulunamaz. Gösterilen kapıdan
çıkıp gitmek için hayatın kaidesi kuralı ne varsa peşpeşe çiğnenir...
Çiğlik, daha fazla yersiz çığlık, zamanlı zamansız
saygısızlık ve sadakatsizlik biriktirir. İnceldiği yerden kopar akan zaman.
Koptuğu yerde ise kapıların kapısı belirir. Asma kilitlidir. Kilidi açma
sırasında oluşan stres ve şok, kişiliği kılıksızlaştıran, insan suretinde
kişiliksizleştiren, insanlık dışı etkenleri günceller. Ve kontrolü zor, en zor
değerdir sadakat, öğrenilemez, öğretilemez bizzat yaşanır.
Ve raydan çıkılır.
Kapalı kapıların ardında veya kapı önünde. Mahalle tarzı. İyiliğin önemi
kalmayacak şekilde şuursuz...
Açılır kapanır kapılar ve nedensiz yabancılaşma neticesinde
fiziksel sendromlarla yaşamak zorunlu hale gelir. Hapı yutunca da anlam ve
değer bunalımına düşülür. Kötüye kapılanmak ikiz kaplar hikayesi gibidir. Yalan
dolanla doldurulan kaplardan içilince hayat garantisi var sanılır. Oysa hiç de
garantisi yoktur. Dünyada yapılmaması gerekenleri yapanlar için ise hiç...
Dürüst kalmak en zorudur. Kapıların anahtarı yuvasında
döndükçe, antika kilit açılacak gibi olur. Ama boşta döndüğünden tırnak tutmaz
ve kapı duvar olur. Belki de kapı temelli kapanır. Çünkü gün ışığını anlamsız
gereksiz zorlamalar bazen tenin yamacındaki patikaları örter. Ve ertesi gün
denemeleri hepten yararsızlaşır. Başka yol kalmaz. Hap yutulur...
Dahası kapı daima aynı yerindedir. Sadece açılmasını dilemek
kâfidir. Kaf dağına çıkılmaksızın kolaylıkla alacakaranlığın sonu
getirilebilir. Onun için önce kara toprağı öpmek, sonra da elde kalan dökme
pikten kapı koluyla hiç uğraşmadan başlangıç noktasına dönmek gerekir. Fakat
bir türlü dönülemez.
Böylece sonsuz ahenge açılan kapılar hele de kırmızı benekli
haplar yutulunca bir bir kapanır...
İki kapı arası yoz yobaz yontulan sunak, bağrında çembersi
kapılar barındırır. Ve hiç kimse bu fasit kapıların arasından doğru kapıyı
bulamaz. Sadece yalnızlık kapısı açıktır ardına dek...
Ardında ise sarı sıcak kumlar. Ve ıssız sahilde belirgin
ayak izleri. İz bırakanlar, kapıların birinden ötekine geçerek kendi
kendilerini kovalarlar sadece. Ve Cennetten kovulurlar...
Hayatın kuralı kaidesi ne varsa işte o zaman yüzleşilir.
Boşa çiğnenen toprağın karnı, çığlık çığlığa yarılır. Kurtuluşa tek bir kapı ve
kapı kolu kalır geride. Keskin viraja açılan uçurum kapısı. İşte asıl hapı
yutmak budur. Cehenneme kabul edilişin ilk adımı...
Bir türlü değerlendirilemeyen fırsatlar fısıldar,
uçurumlarda yabanlaşmayı ve yabancılaşmayı. Eski dinginlik kalmaz. Din, iman,
mezhep kalmaz. Bir kapı açılır ki cehenneme başka hiçbir yol kalmaz. Girilir
yerden içeri. Yumuşacık bir ateş sarmalar belirgin homurtuyla; hapı yuttunuz,
hapı yuttunuz...
Öyle bir kapıya hapahap kapılanmaktır ki bu, hep gece, hep
zifiri karanlık. Taş kemerli kapıdan geçişle taş kesilen bir yürek ve öyle bir
beden ki küllerinden asla doğamayacak, cehenneme direk...
Ve dört duvarı hayata bağlayan masif kapı. Pirinç tokmaklı.
Öbür tarafa açılan ve düşlere karabasan gibi çöken. Hiç kapanmaz...
Hapı yutunca her şeyin merkezinde olma kapısı, giriş çıkışlara
ebediyen kapanır. Çünkü arzın merkezine yolculuk çoktan başlamıştır. Kapıların
kapısına...
KILIÇLARIN GÖLGESİNDE...
Kirli ve paslı zırhları iki yüzü keskin eğri kılıçlar
parlatır. Yani kor ateşi ateşsiz silah söndürür. Kılıç ağzı, ağzına geleni hiç
çekinmeden söyler. Ve çekilen kılıçların gölgesinde selamsızda metezori
selamlaşılır...
Kılıç hakkı için kılıç kuşanılır. Kuşak içinde çıplak veya
kının içinde belde tutulur. Kılıçların gölgesinde bıçak sırtı bir hayattır
yaşanan. Zira can değerli can pahallıdır...
Can bedenden çıkmayınca etrafa yayılan öfke nöbetleriyle
kılıçlar çekilir. Meseleyi toptan hallediş faslı kınından sıyrılınca, yüzlere
dağılan korku zamanın içine saklanmış boşlukları tek tek doldurur. Artık karşı
karşıya kalınan korkak ve silik saklambaç oynanan bir hayattır. Her an kılıçların gölgesinde körebeye
enselenmemek içindir her çaba.
Çatal kılıçlar, zalimce zülfiyare dokunulduğunda bölge,
gölge ve ilke tanımaz. Töre iki parçayı birler, sonra da dörde böler. Zül
cenahına Cenabı Hak'kı hatırlatır. Ve çeliğe su verilmişliğin hakkını verir.
Hayasızca kılı kıpırdamayanlara inat, kılı kırk yarar...
Kılıç yarası kapanır ama zamanla acı verir. Hemde ağlanan,
dağlanan ve yağlanan dönemden çok sonra. Riskleri hiçe sayan, kara gözlüklü
sırıtışlar da sancıyı katlar. Ayakları bulanık sudaki sırıtkan da çok sonra
anlar, kılıcın tersiyle yüzleşmeyi. Sırsıcak ten kılıcın keskin yüzüyle öpüşünce soğuk soğuk
ana damarları dolaşır cansuyu. Rizikoya
girmeden hemen ilk ağızda boşalır. Etrafa dağılan Suç ve Ceza bağlamında acıyla
kıvranmadır, ta ki kımıldayan, titreyen tek bir yaprak kıpırtısız kalana dek...
Can bedende soğumayınca her gizemi mutlaka görür.
Durmaksızın etrafı kirleten cambazlar kılıçların gölgesinde kılıçtan keskin
köprüde konaklar. Çifte kuşanılan kınından çekilir. Kılıçlar Şahına kalkanları
yırtan Yatağan hamlesiyle selama durulur.
Kılıç ve kalkan ekibinin yıllar öncesinde kalan su verilmiş
çelik tıngırtısıdır hayata bahaneler aramak. Dil, din, iman bahanesiyle bin
yılların alın teri ve emeği bir vuruşta silinince, elbette kılıçların
gölgesinde bir ömür boyu korku ve ecel ilişkisi kurmak Dünya hali olur.
Kutlanan kiralık konak ve sinik tipleme toptan hakediş
formatıdır. Kılıç, yay gibi bir çember çizer ve enseden öper. Ve kınından sıyrılan tavında dövülmüş demir,
kor ateş gibi kabuk bağlamış yaraları yeniden dağlar.
Etrafa sinen tuhaf ve komplocu tavır, toptan yok oluşu
simgeler. Kıvamlı öfke çekilen kılıçların tekrar kına dönmesini kolaylaştırır.
Ardında tiz ve kılcal izler bırakarak. Aklı kuşatan ihanetçi hüneri aynı hizada
köpük köpük köpürterek. Sanki keskin uç nereye dokunursa oradan hayat fışkırır.
Kara damgalı ve ıslak mühürlü.
Kılıçların gölgesinde yazı
bile bile zülfikara boyun uzatmaktır.
Nasılsa canlar tende ölesi değil, yazgıyı cesaretle yazmadır...
Zaten kılıç yarası öldürmese bile kalıcı iz bırakır. O
izleri takip edenlere kılıçların gölgesi Demokles...
Kılıçların gölgesinde Demokles'in kılıcı...
BİLİNÇALTI KOMUT EKSİKLİĞİ...
Yaşamı salt kendinin sananlar, yapma kır çiçekli tahta bir
masada, bir fincan kahve ve yanında badem şekeriyle denize uzaktan bakmayı
seçenler, komutlanmayı marifet sayarlar. Ve daima bir komut beklerler, komut
verirler, komut alırlar...
Oysaki komut verenler, özünde komut almayı, komutlara itaati
özümsemişlerdir. Komut veren de, komut alan da aynıdır, iki ruhlu karakter
taşırlar. Temelsiz taşkınlıkları ise otoriter görüntü altına gizlenmiş, asalak
ve silik şişinme kompleksinden başka bir şey değildir...
Hele yaşamın yarısından sonrasında, ne kadar ömrü kaldığını
bilemeden yakın geleceği bilinmeze sürükleyenler, kırkyılın kutsal değerlerini
de komaya sokarlar. Neyi nasıl ve niçin istediğinin yanıtsız çıkmazında
kağıttan gemileri yakarlar. Her ıssız limana mutsuz komutların devrik
komutanları olarak adım atarlar.
Çünkü bilinçsizce bağışlayanlar ve bağışlananlar itaati, hak
ve sorumlulukların yerine taşırlar. O yüzden her şeye karşın bağışlanma,
sarsıcı yanlışlar arkasına sinmişlikle ve çok bilmişlikle arzulanır.
Nafiledir çünkü kof komutların ayar çektiği yaşamsal kargaşa
önce kaliteyi bozar, sonra evrensel derinliği sığlaştırır. Çakıl taşları
üzerine düşer deniz mavisi ve kışa dönük hazırlık günlerinde bal ormanlara aynı
komut düşer. Bilinçaltı eksikliği. Bilinçaltı komut eksikliği...
Aslında yaşamboyu sürmesi gerekirken, yarı ömürden sonra
mevcut durumdan başka bir duruma, tam belirsizliğe geçiş hiçbir komut ve
buyruğu haklı çıkarmaz. Doğal sinyalleri sinirbozanlar ve donuk eylemleri aklı
mahmuzlayanlar sırf komut alan hatta hiç komut veremeyen bir alana hapsolurlar.
Açıkçası kahve falı bir yaşam kalır elde. Masada ise muamma. Ve kom yaşamı
sürdürülür ölüme yakın. Ölmeye yakınlaştıkça...
Karacahil komutla, komut farklılaştırmak, farkındalığı
özümsemeden özünü yitirmek açıkça özür dileyecek gücü de kaybetmektir. Bu
dosyası hazır bir kitabın önsözüdür. Son sözü de, yaşam benimdir ama aynı
zamanda hak edenlere aittir tümcesidir.
Asla tüme varmayacak bilinçaltı ısrarcılığıyla komutlanmak,
tümden götüren tutarsızlığa tutkulanmışlıktır. İleride yaşanacaklar ömürden ne
kaldıysa geriye, kalanında deneysel dürtülerle asla ispatlanamaz. Dürtüsel
travma kesinlikle atlatılamaz. Yanılgılar doğrulanamaz. Yağmalar kesinlikle
doğru okunamaz. Kuruntulu komutsal yaşam ve bu kusurlu yaşama kuryelik
sürdürülür. Kuru ve eksik yaşanır bilinçaltındakiler...
Bilinçaltı eksikliklerini bilinçsizce giderme alışkanlığı tekbir komutla, hakları birçok
kanıtla ters düz olur. Böylece yaşanmışlığı silip, geri kalan ömürde tepeden
görme tavırlı yaşamak ve her şeye kumanda edilebileceğini sanmak ise bilince
ihanettir.
Yani bilinçaltı eksikliklerini bilinçsiz giderme girdabına
düşenler çoğaldıkça, düşkünlük çağın aymazlığına dönüşür. Daha ön hazırlıkta
yalnız kalanlar ise kendine haksızlık etmeme hakkını kullanma bilincine erişir.
Kendini günceller. Kendine haksızlık etmeme kararı alır...
Günü güne ekleyip sıradan yaşamak, peynir gemisini yürütmeye
Deniz ve lafta gemiden mutlu inmeye liman bırakmaz. Bu uğurda tafralanmak ise
açıkça çöküş kompleksidir. Kendini gizlemektir. Bu güç yitirmişlerin
bağışlanması da güçtür. O yüzden dikkatli ve iyi bakmak lazım yıldızlara.
Güneşe ise bir daha göremeyecekmişcesine...
Çünkü karanlığı resimleyen komutlara aldanmadan, geride
bırakılacak özgün değerleri artırmaya özgü yaşamak marifettir...
Yani komutsuz, bilinçli ve başı dik yaşamaktır mesele.
Meselenin özü...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder