30 Eylül 2020 Çarşamba

KILIÇLARIN GÖLGESİNDE

 

KAPILAR KAPISI...

Hapı yutunca kapılar bir bir kapanır. Gözler kapalı, kapı kolu elde kalır. Sürekli açık kapı aranır ama bulunamaz. Gösterilen kapıdan çıkıp gitmek için hayatın kaidesi kuralı ne varsa peşpeşe çiğnenir...

Çiğlik, daha fazla yersiz çığlık, zamanlı zamansız saygısızlık ve sadakatsizlik biriktirir. İnceldiği yerden kopar akan zaman. Koptuğu yerde ise kapıların kapısı belirir. Asma kilitlidir. Kilidi açma sırasında oluşan stres ve şok, kişiliği kılıksızlaştıran, insan suretinde kişiliksizleştiren, insanlık dışı etkenleri günceller. Ve kontrolü zor, en zor değerdir sadakat, öğrenilemez, öğretilemez bizzat yaşanır.

Ve raydan çıkılır.  Kapalı kapıların ardında veya kapı önünde. Mahalle tarzı. İyiliğin önemi kalmayacak şekilde şuursuz...

Açılır kapanır kapılar ve nedensiz yabancılaşma neticesinde fiziksel sendromlarla yaşamak zorunlu hale gelir. Hapı yutunca da anlam ve değer bunalımına düşülür. Kötüye kapılanmak ikiz kaplar hikayesi gibidir. Yalan dolanla doldurulan kaplardan içilince hayat garantisi var sanılır. Oysa hiç de garantisi yoktur. Dünyada yapılmaması gerekenleri yapanlar için ise hiç...

Dürüst kalmak en zorudur. Kapıların anahtarı yuvasında döndükçe, antika kilit açılacak gibi olur. Ama boşta döndüğünden tırnak tutmaz ve kapı duvar olur. Belki de kapı temelli kapanır. Çünkü gün ışığını anlamsız gereksiz zorlamalar bazen tenin yamacındaki patikaları örter. Ve ertesi gün denemeleri hepten yararsızlaşır. Başka yol kalmaz. Hap yutulur...

Dahası kapı daima aynı yerindedir. Sadece açılmasını dilemek kâfidir. Kaf dağına çıkılmaksızın kolaylıkla alacakaranlığın sonu getirilebilir. Onun için önce kara toprağı öpmek, sonra da elde kalan dökme pikten kapı koluyla hiç uğraşmadan başlangıç noktasına dönmek gerekir. Fakat bir türlü dönülemez.

Böylece sonsuz ahenge açılan kapılar hele de kırmızı benekli haplar yutulunca bir bir kapanır...

İki kapı arası yoz yobaz yontulan sunak, bağrında çembersi kapılar barındırır. Ve hiç kimse bu fasit kapıların arasından doğru kapıyı bulamaz. Sadece yalnızlık kapısı açıktır ardına dek...

Ardında ise sarı sıcak kumlar. Ve ıssız sahilde belirgin ayak izleri. İz bırakanlar, kapıların birinden ötekine geçerek kendi kendilerini kovalarlar sadece. Ve Cennetten kovulurlar...

Hayatın kuralı kaidesi ne varsa işte o zaman yüzleşilir. Boşa çiğnenen toprağın karnı, çığlık çığlığa yarılır. Kurtuluşa tek bir kapı ve kapı kolu kalır geride. Keskin viraja açılan uçurum kapısı. İşte asıl hapı yutmak budur. Cehenneme kabul edilişin ilk adımı...

Bir türlü değerlendirilemeyen fırsatlar fısıldar, uçurumlarda yabanlaşmayı ve yabancılaşmayı. Eski dinginlik kalmaz. Din, iman, mezhep kalmaz. Bir kapı açılır ki cehenneme başka hiçbir yol kalmaz. Girilir yerden içeri. Yumuşacık bir ateş sarmalar belirgin homurtuyla; hapı yuttunuz, hapı yuttunuz...

Öyle bir kapıya hapahap kapılanmaktır ki bu, hep gece, hep zifiri karanlık. Taş kemerli kapıdan geçişle taş kesilen bir yürek ve öyle bir beden ki küllerinden asla doğamayacak, cehenneme direk...

Ve dört duvarı hayata bağlayan masif kapı. Pirinç tokmaklı. Öbür tarafa açılan ve düşlere karabasan gibi çöken. Hiç kapanmaz...

Hapı yutunca her şeyin merkezinde olma kapısı, giriş çıkışlara ebediyen kapanır. Çünkü arzın merkezine yolculuk çoktan başlamıştır. Kapıların kapısına...

 

KILIÇLARIN GÖLGESİNDE...

Kirli ve paslı zırhları iki yüzü keskin eğri kılıçlar parlatır. Yani kor ateşi ateşsiz silah söndürür. Kılıç ağzı, ağzına geleni hiç çekinmeden söyler. Ve çekilen kılıçların gölgesinde selamsızda metezori selamlaşılır...

Kılıç hakkı için kılıç kuşanılır. Kuşak içinde çıplak veya kının içinde belde tutulur. Kılıçların gölgesinde bıçak sırtı bir hayattır yaşanan. Zira can değerli can pahallıdır...

Can bedenden çıkmayınca etrafa yayılan öfke nöbetleriyle kılıçlar çekilir. Meseleyi toptan hallediş faslı kınından sıyrılınca, yüzlere dağılan korku zamanın içine saklanmış boşlukları tek tek doldurur. Artık karşı karşıya kalınan korkak ve silik saklambaç oynanan bir hayattır.  Her an kılıçların gölgesinde körebeye enselenmemek içindir her çaba.

Çatal kılıçlar, zalimce zülfiyare dokunulduğunda bölge, gölge ve ilke tanımaz. Töre iki parçayı birler, sonra da dörde böler. Zül cenahına Cenabı Hak'kı hatırlatır. Ve çeliğe su verilmişliğin hakkını verir. Hayasızca kılı kıpırdamayanlara inat, kılı kırk yarar...

Kılıç yarası kapanır ama zamanla acı verir. Hemde ağlanan, dağlanan ve yağlanan dönemden çok sonra. Riskleri hiçe sayan, kara gözlüklü sırıtışlar da sancıyı katlar. Ayakları bulanık sudaki sırıtkan da çok sonra anlar, kılıcın tersiyle yüzleşmeyi. Sırsıcak ten  kılıcın keskin yüzüyle öpüşünce soğuk soğuk ana damarları dolaşır cansuyu.  Rizikoya girmeden hemen ilk ağızda boşalır. Etrafa dağılan Suç ve Ceza bağlamında acıyla kıvranmadır, ta ki kımıldayan, titreyen tek bir yaprak kıpırtısız kalana dek...

Can bedende soğumayınca her gizemi mutlaka görür. Durmaksızın etrafı kirleten cambazlar kılıçların gölgesinde kılıçtan keskin köprüde konaklar. Çifte kuşanılan kınından çekilir. Kılıçlar Şahına kalkanları yırtan Yatağan hamlesiyle selama durulur.

Kılıç ve kalkan ekibinin yıllar öncesinde kalan su verilmiş çelik tıngırtısıdır hayata bahaneler aramak. Dil, din, iman bahanesiyle bin yılların alın teri ve emeği bir vuruşta silinince, elbette kılıçların gölgesinde bir ömür boyu korku ve ecel ilişkisi kurmak Dünya hali olur.

Kutlanan kiralık konak ve sinik tipleme toptan hakediş formatıdır. Kılıç, yay gibi bir çember çizer ve enseden öper.  Ve kınından sıyrılan tavında dövülmüş demir, kor ateş gibi kabuk bağlamış yaraları yeniden dağlar.

Etrafa sinen tuhaf ve komplocu tavır, toptan yok oluşu simgeler. Kıvamlı öfke çekilen kılıçların tekrar kına dönmesini kolaylaştırır. Ardında tiz ve kılcal izler bırakarak. Aklı kuşatan ihanetçi hüneri aynı hizada köpük köpük köpürterek. Sanki keskin uç nereye dokunursa oradan hayat fışkırır. Kara damgalı ve ıslak mühürlü.

Kılıçların gölgesinde yazı  bile bile zülfikara boyun uzatmaktır.  Nasılsa canlar tende ölesi değil, yazgıyı cesaretle yazmadır...

Zaten kılıç yarası öldürmese bile kalıcı iz bırakır. O izleri takip edenlere kılıçların gölgesi Demokles...

Kılıçların gölgesinde Demokles'in kılıcı...

BİLİNÇALTI KOMUT EKSİKLİĞİ...

Yaşamı salt kendinin sananlar, yapma kır çiçekli tahta bir masada, bir fincan kahve ve yanında badem şekeriyle denize uzaktan bakmayı seçenler, komutlanmayı marifet sayarlar. Ve daima bir komut beklerler, komut verirler, komut alırlar...

Oysaki komut verenler, özünde komut almayı, komutlara itaati özümsemişlerdir. Komut veren de, komut alan da aynıdır, iki ruhlu karakter taşırlar. Temelsiz taşkınlıkları ise otoriter görüntü altına gizlenmiş, asalak ve silik şişinme kompleksinden başka bir şey değildir...

Hele yaşamın yarısından sonrasında, ne kadar ömrü kaldığını bilemeden yakın geleceği bilinmeze sürükleyenler, kırkyılın kutsal değerlerini de komaya sokarlar. Neyi nasıl ve niçin istediğinin yanıtsız çıkmazında kağıttan gemileri yakarlar. Her ıssız limana mutsuz komutların devrik komutanları olarak adım atarlar.

Çünkü bilinçsizce bağışlayanlar ve bağışlananlar itaati, hak ve sorumlulukların yerine taşırlar. O yüzden her şeye karşın bağışlanma, sarsıcı yanlışlar arkasına sinmişlikle ve çok bilmişlikle arzulanır.

Nafiledir çünkü kof komutların ayar çektiği yaşamsal kargaşa önce kaliteyi bozar, sonra evrensel derinliği sığlaştırır. Çakıl taşları üzerine düşer deniz mavisi ve kışa dönük hazırlık günlerinde bal ormanlara aynı komut düşer. Bilinçaltı eksikliği. Bilinçaltı komut eksikliği...

Aslında yaşamboyu sürmesi gerekirken, yarı ömürden sonra mevcut durumdan başka bir duruma, tam belirsizliğe geçiş hiçbir komut ve buyruğu haklı çıkarmaz. Doğal sinyalleri sinirbozanlar ve donuk eylemleri aklı mahmuzlayanlar sırf komut alan hatta hiç komut veremeyen bir alana hapsolurlar. Açıkçası kahve falı bir yaşam kalır elde. Masada ise muamma. Ve kom yaşamı sürdürülür ölüme yakın. Ölmeye yakınlaştıkça...

Karacahil komutla, komut farklılaştırmak, farkındalığı özümsemeden özünü yitirmek açıkça özür dileyecek gücü de kaybetmektir. Bu dosyası hazır bir kitabın önsözüdür. Son sözü de, yaşam benimdir ama aynı zamanda hak edenlere aittir tümcesidir.

Asla tüme varmayacak bilinçaltı ısrarcılığıyla komutlanmak, tümden götüren tutarsızlığa tutkulanmışlıktır. İleride yaşanacaklar ömürden ne kaldıysa geriye, kalanında deneysel dürtülerle asla ispatlanamaz. Dürtüsel travma kesinlikle atlatılamaz. Yanılgılar doğrulanamaz. Yağmalar kesinlikle doğru okunamaz. Kuruntulu komutsal yaşam ve bu kusurlu yaşama kuryelik sürdürülür. Kuru ve eksik yaşanır bilinçaltındakiler...

Bilinçaltı eksikliklerini bilinçsizce giderme  alışkanlığı tekbir komutla, hakları birçok kanıtla ters düz olur. Böylece yaşanmışlığı silip, geri kalan ömürde tepeden görme tavırlı yaşamak ve her şeye kumanda edilebileceğini sanmak ise bilince ihanettir.

Yani bilinçaltı eksikliklerini bilinçsiz giderme girdabına düşenler çoğaldıkça, düşkünlük çağın aymazlığına dönüşür. Daha ön hazırlıkta yalnız kalanlar ise kendine haksızlık etmeme hakkını kullanma bilincine erişir. Kendini günceller. Kendine haksızlık etmeme kararı alır...

Günü güne ekleyip sıradan yaşamak, peynir gemisini yürütmeye Deniz ve lafta gemiden mutlu inmeye liman bırakmaz. Bu uğurda tafralanmak ise açıkça çöküş kompleksidir. Kendini gizlemektir. Bu güç yitirmişlerin bağışlanması da güçtür. O yüzden dikkatli ve iyi bakmak lazım yıldızlara. Güneşe ise bir daha göremeyecekmişcesine...

Çünkü karanlığı resimleyen komutlara aldanmadan, geride bırakılacak özgün değerleri artırmaya özgü yaşamak marifettir...

Yani komutsuz, bilinçli ve başı dik yaşamaktır mesele. Meselenin özü...

Hiç yorum yok: