15 Eylül 2020 Salı

YILMAZ P...

 YILMAZ PÜTÜN...


Çukurova, bereketli topraklarda kitlesel yoksulluk. Yoksunluk diyarı. Yılmaz'ı doğuran ve besleyen işte bu yaman çelişki. Zengin bir coğrafya, yoksul insanlar. Türk, Kürt, Türkmen, Arap, Fellah, Ermeni, Rum, Alevi, Sünni, Süryani mozaiği. Dinsel ve etnik motif. Ve 1907'den beri bölgede var olan sinema tutkusu. Yaşayan sinema salonları...


Sinema, otoriteye başkaldırışın ve etkin mücadelenin seyirliği. Ve tek eğlencelik o dönemler. Beyazperdeyle ve sinema çerçileriyle başlayan dünya ile buluşma. Buluşma noktası. İşte bu noktadan hareketle Dünya ile bağ kurar Yılmaz ve Güney filmleri...


Yılmaz tanı, tanıma, gözlem yeteneği sayesinde, kişilik ve özlemle kurduğu ve kurguladığı filmleriyle sinema dünyasına damgasını vuran bir yoksul dahi. Her çağda geniş yığınları yakalayan, güzellikleri ve çarpıklıkları harmanlayan çatışmacı bir çirkin kral. Sembol...


Pütün'den Güney'e bir yolculuk. Sinemayı gündelik yaşamın vazgeçilmez parçasına dönüştüren bir sinema yolcusu...


Zamanla toplumsal değişim sinemayı eğlence ve sosyalleşme temelinde görünce, sinema da dönüşmek zorunda kalır. Belirgin sınıfsal farklılık, kalkınan gelişen zenginleşen zümreleri ve derin yoksulluk içindeki kitleleri yarattıkça sinema da bir başka yaratıya gereksinim duyar. İşte Yılmaz daraltılmış kopyalardan, çoğaltılmış kopyalara seyreden bu serüveni tutkuyla sahiplenir. Toplumsal eşitsizliği gidermeyi, sinemaya gitmek ve sinema yapmak bağlamında yaşamına ve yaşamlara endeksler.


Pursantajdan kadraja bu çetin yolculukta Yılmaz, yılmaz bir gayretle Güney'in sesi olur. Sinemanın muhalif, politik ve Çirkin Kral yüzü olur. Yılmaz Güney olur...


Salonlarda ışıklar söner, film başlar ve perdenin karşısındakiler eşitlenir. Kollektif bir paylaşımdır sinema. İdeal toplumu resmeder ve direnci temsil eder bütün sinema salonları. Bu nedenle Yılmaz için sinema politik bir duruştur, siyasal kimliktir. Öyle ki avantür, gangster, macera filmlerinde bile izleyiciye düşünme aralığı bırakan derinlikler mevcuttur. Alıcısı dünden hazır sinema sektörünü asla önemsemez. Bildiğini okur. Ulusal sinemada yepyeni bir dönem başlatıp, çığır açmasında bu isyancı yüreğin ve evrensel aklın büyük payı vardır...


Yılmaz, geçmişle hesaplaşan gelecekle barışık bir sosyalist olarak kimlikli bir Güney Sineması kurmuş, filmler tarihine eşsiz değerler katmıştır. Sürü ile film. Asla Endişe taşımadan bu Yol'da radikal ve onurlu mesafe katetmiştir. Örülen Duvar'ları bir bir yıkmıştır. Sinemaya Umut, Anadolu'ya Ağıt, Hudutlara Kanun olmuştur. En Baba, en Arkadaş, en sevgili, en devrimci olmuştur. Örgütlü kötülük dünyasına karşı yılmadan savaşırken Güney ilkesi bellidir; 'Her şey kendi içinde kendini değiştirecek başkalaştıracak bir öz taşır.' İşte o öz Yılmaz'a göre  Adana'dır, Çukurova'dır, Anadolu'dur, Türkiye'dir...


Yılmaz filmlerinde Karşıyaka'dan şehre bakan, şehirden memlekete uzanan görsel katmanlı biçimsel dönüşümler sunar. Değişimler sınar. Uzak çekim, yakın çekim planlarla yeni form, gelişen üslup deneyimler. Ve estetik kaygıyla oluşturduğu Güney Sineması ulusal sinema tarihine not düşer...


Son tahlilde Çukurova'nın bereketli topraklarından, kitlesel yoksulluk diyarından bir Yılmaz delikanlı, mahpuslara atılsa da, koca dünyayı kamerasına hapsetmemiş, beyazperdede özgürleştirmiştir. Boynu bükük ölmeyi bile göze alarak...


Bakınız, okuyunuz; Yılmaz Güney sineması-Çukurova gerçeğinin estetiği-Şükran Kuyucak Eser, Su Yayınları

Hiç yorum yok: