ÇOKBİLMİŞLERİN YILI; 2017…
Yıl içinde gün güne yaptığımız gibi her yılsonunda da her attığımız adımın muhasebesini yaparız. Çokbilmişler bizi hazretlerden ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabildi ne de Muhammed'e görürler ve söylerler ama işin aslı hiç de öyle değil. Çıkan bilançoya göre öyle olmadığımızı biliyor, görüyor ve inanıyoruz. Ayrıca kime ne…
Çokbilmişler için yarın 2017. Bize göre 2016 bitiyor, iyi ki de bitiyor. Gerçi 2016’nın gelişi 2015’ten belliydi. 2017'de yaşanacaklar ise 2016'dan belli. Belki de daha beter bir yıl bekliyor şu fakir memleketi. Çünkü ileri gittik diye sevine şişine daha da geriledik sanki. Daha da gerileyeceğiz galiba. Yani hepten gerici bir evrilme yaşıyor evren.
Zalim 2016'nın şu son günleri karakış burnunun ucunu şöyle bir gösterdi, memlekette elektrik yok, doğalgaz var ama tek başına işe yaramıyor. Buz kesti haneler. On yıllar öncesine döndü memleket. Üstelik ince ince bir kar yağıyor fakirlerin üstüne…
Onca gün, koca yıl yazdık çizdik karaladık okuyan yok. En söylenmezleri bile söyledikçe söyledik duyan yok. Yine de yılmadan sürdüreceğiz bu kara sevdayı. Geçen yıllarda özellikle yılsonunda yeni yıla iyi dilekler yolladık hepsi boşa gitti. Elbette 2016'nın bu son gününde iyi temennilerde bulunmak istiyor insan.
Ancak yeter artık diyeceğiz…
Ve alışılageldik yılsonu yeni yıl başlangıcı temennilerinde bulunmayacağız. Bu yılsonunda 2017 adına tüm iyi dileklerimizi saklı tutuyoruz. Ne olacaksa olsun, 2016’dan daha beter olacak değil ya diyerek susacağız. Belki ileriki yıllara da taşabilir bu kesin kararlılığımız. Barış, huzur, mutluluk vesaire kim kime ne dilerse dilesin. Biz dilemeyeceğiz. Dilemeyeceğiz çünkü 2017 daha girmeden hükmünü aynen sürdüreceğini gösterdi bile. Bile bile lades de bir yere kadar.
Kötü fena geçeceği şimdiden besbelli 2017'de azgın kullara yaranmak yerine, Yaradan’a sığınıp mücadeleye devam edeceğiz…
Demek ki bize yine protest nostalji kasetleri dinlemek düşecek. Dinleyeceğiz ve protest olacağız. Aklı sıra milletle kaset saranlara inat ilahi formatında şiirler ve şarkılara mesafeli duracağız. O formata âşık olanlar devam etsinler keyiflerine. Biz keyfekeder konuları irdeleyeceğiz. Kapkara gecelerin kimin suratına çatlatacağını bekleyeceğiz. Hiç belli olmaz ışık canavarı yine çetinceviz geceleri yuttum sanacak, kanacak ve yanılacak. Çokbilmişler yanılacak, biz yanacaksak eğer yanacağız. Dayanırız dayanacağız. Harcamak ve harcanmak üzere kurgulanacaksa bu yeni yıl kurulsun varsın. Biz de protestolarla harmanlanırız…
Madem yeni yıl için iyi dilekte bulunmayacağız o halde boş geçmeyelim şu son dakikaları. Yıllardır dini bir gelenekmiş ve marifetmiş gibi sokaklarda sahnelenen bir oyuna dokunalım. Yalandan yaranmak yerine de Yaradan’a sığınıp gerçeklere odaklanalım…
Öyle veya böyle geçip giden elli küsur yıla bakıyoruz da ortak bir kader paylaşıyoruz sanki bu hasretlerle. İsa, Musa, Muhammed ve diğerleri onca özveriye karşılık yaranamadı gitti şu sıradan insanlara. Yaranamadılar sadece yaralandılar. Biz kimiz ki ‘Bir Garip Bencileyin’ yaranacağız sıradanlara.
Hepsi bir yana biri var ki kurtaramadı yakasını şu sıradanlardan…
Her yeni yıl öncesi şu rabıtasız memlekette İsa’ya reva görülenlere ne demeli. Hazretin öldürülüp öldürülmediği bile muamma. Son kez dünyaya dönüp dönmeyeceği açık seçik. Ama Müslüm'ü gayrimüslimi onu yeryüzüne indirme gayretinde. Çoluk çocuğa karıştıranlar bile var. Binbir türlü ihanetler, safsatalar bir yanda, diğer yanda gencecik kızlar dünyadan elini eteğini çekmişler yolunu gözlüyorlar.
Dini bilmez değiliz, kitabını da yazacağız yakında. Ancak dini hakkınca bilmeyenlerden de Yaradan’a sığınıp dosdoğruları sıralarız…
Kendini yirmi beş bin hazrete inanan son kitap ehlinden sayanlar ve büyüğe Muhammet, ortancaya İsa, küçüğüne Musa ismini Ezan ile birlikte evladının kulağına fısıldayanlar ne oluyor topunuza. Her yeni yıl arifesi tırnak içinde yılbaşı veya noelde elde icraata uydurulmuş metinler bu yola dökülmeler de neyin nesi. Kimin nesi kimin fesi, neyin aklı kimin nefesi. Kutsal metnin dışında sözler aranarak Hazretin 2017 yıl önceki doğumuna, ‘Olduran ve Doğurtan’ gücün hikmetine suistimaller ne için. Resmen doğduğuna pişman ettiler hazreti ve 2017 yıldır da sürüyor yanlış üstüne yanlış.
İster doğumu olsun ister olmasın ki yılsonu ile yılbaşı Hazretin doğumu değil aslında ama her sene sergilenen bu parodi hangi dinin değme versiyonu. Birbirinden ıstıraplı, acı içinde geçen yılı neşeyle, gülerek, eğlenerek uğurlamayı günah saymak ise mesele bir nebze anlaşılabilir. Yine de şahsa ve vicdana özel bir konudur kimseyi de ırgalamaz. Yok, senede bir gün olsun eğlenmek gülmek ve neşelenmek karşıtlığı değilse asıl mesele işte bu anlaşılmaz. Anlatılamaz, maazallah daha da ayıp ve daha da günah sanki.
Ey çokbilmiş muhteremler şu fakir memlekette zaten din adına yığınla çözülmemiş karşılıklar var. Çözülecek gibi de görünmüyor zaten. Her şey karman çorman edilmiş, Yaradan’ın istediklerini yayma görevi yüzünden çarmıha dahi gerilmiş Hazreti sıradanlaştırmak peşine düşülüyor. Bu kimsenin dini tekelinde değil ve olamaz da. Sanki koca Hazret sıradan kullardan daha yakın değil ‘Rahman ve Rahim Olana’. Çokbilmişler ölçmüşler biçmişler mesafeyi çıkmışlar meydana.
Yahu, bu dini ne bilmezliktir, ne aymazlıktır, bu ne gaflettir diyen gerçek bir din adamı çıkmıyor şu yoksul memlekette. Son kutsal kitapta defaatle adı geçer bir hazrettir, her yılbaşı öncesi ve sonrası son dinin mensupları olarak İsa'nın doğum günü kutlamak günahtır demekte günahtır diyemiyor maalesef.
Gerçi bir doğum günü kutlaması değil fındık fıstık çerez ile süslenen bir yılsonu müsameresi bir seramoni ama çokbilmişlerin işine böyle geliyor. Diyelim ki öyle olsun, doğum günü olsun değil mi ki bu hazret seçilmiş kuldur, sıradanların anlayamayacağı ve hayal bile edemeyeceği uzak ara değerlidir. Tanrı katında müstesna yeri vardır. Yanlışa gitmez mi doğum gününde hazreti yaralamak.
Ayrıca dünyada var olan din zaten Onun yaymaya çalıştığı din değil, değildir. Ömrü de vefa etmemiştir görevini sonlandırmaya. Evet, kitabı tahrif edilmiş, dini de bozulmuştur. Öyle olmasa zaten son din de olmazdı. O halde Hazrete bu sahte ve softa düşmanlık nedir, niyedir. Son dine mensup olmak Hazretin doğduğu gün ise eğer yılın son gününde onu hayırla, vefa ile anmaya engel midir?
Madem eğlence ıvır zıvır istenmiyor Hazreti son dinin dini motiflerine uygun yöntemlerle dua ile hu ile Yaradan’a secde sonrası yakarışla yad etmek neden akla gelmez, getirilmez. Huşu içinde böylesi bir divanelik gerçekleştirilir ise günah bunun neresinde. Kim diyebilir ki hazretleri sevmek ve anmak günah. Bu günah tacirliği kime ne fayda sağlar. Ayrıca kimden yetki alınmıştır kim yetkilendirmiştir bu zatları. Günah saptayıcıları olarak her yılsonu niye sokağa dökülür bu zevat. Zaten kayıt altında değil mi her şey. Bu kayıtları aklı sıra sıfırlamak, tersine döndürmek kimsenin haddine değil. Ayrıca sıradan veya sıra dışı sayılan kulların vazifesi de değil. Hele büyük hesap günü hazretin doğum gününe karşı durmak, ona buna çatmak ve çıkışmak günahtan sayılırsa ki muhtemeldir vay haline o çokbilmişlerin.
Bu cevabı zor suallere Allah, din, kitap diyen ellere dillere yaranmak yerine önce Yaradan’a sonra son kitabına sığınırız ve…
Ve kahır yüklü geçen 2016'nın bu son gününde Hazretlerden ne İsa'ya ne Musa'ya yaranmak değil derdimiz, Muhammed zaten bizim. Takıntımız her dinde var olan din ve dincilik adına ortaya çıkanlara ve yapılan zulümler serisinedir.
2017 yılı işte bu çokbilmişlerin yılı olmaya namzet. Biz de yeni yılda o namı değer çokbilmişlerin hali nedir, necedir, nereyedir izlemeyi sürdüreceğiz.
O kadar…
31 Aralık 2016 Cumartesi
30 Aralık 2016 Cuma
BAŞKAN VE BAŞKANIN ADAMLARI…
BAŞKAN VE BAŞKANIN ADAMLARI…
Bir biçimde başkanlığa geçiş sürecinin anayasası, eğer meclisten geçerse ve halk bu anayasaya onay verirse eski işlevselliği kalmayacak meclis üyelerince madde madde müzakere ediliyor…
Alt komisyon, üst komisyon derken çok yakında taslak meclise taşınır. Bir hengâmede orada yaşanır. İş biter. Meclisten geçmeyeceği yönünde açıklamalar olsa da iradenin aslı değil ki meclisi zapdeden. Vekiller. Bu vekâlet sahibi vekillerle de her türlü sonuç çıkabilir. Yani her olasılığa gebe bir siyasi durum var tezgâhta. Yani tek kişiye mahsus çıkarılmış farz edilse de, bu anayasa halkın önüne gelebilir.
O yüzden hazırlıklı olmak lazım. Çıkan sonuç her ne olursa olsun metanetli davranmak lazım. Zaten şimdiden Başkanlık sistemiyle ilgili toplumda tartışmalar alevlendirildi. Aleyhte ve lehte birçok algı yaratılıyor. Her kanaldan algı operasyonları düzenleniyor. İyidir kötüdür göreceğiz veya Allah bilir hiç görmeyiz.
Kuvvetler ayrılığı, kuvvetler birliği söylemleri bir yana, Başkanlık sistemi tek adamlık sistemidir, tek adamlığın özü ise başkanlığın topluma kurtarıcı olduğu hissinin nakşedilmesidir diyenler var. Seçilmiş kişilik tarzına geçişle parlamentonun bu yaptığı müzakerelerin de son olduğu ve Başkanlık modelinin yerleştirilmesi ile en başta müzakere işleminden vazgeçiş olduğunu beyan edenler de var.
Kamuoyuna Başkanlık yetki ve kibrinin dünyaya hâkim olmak, bu zorsa bölgeleri karıştırmak, bu da zorsa kendi ülkesine yıkım derecesinde hükmetme biçiminde bir sürümdür açıklamaları da egemen. Başta böyle ılımlı ve alımlı şekillenir sonrası da tarihte yaşananlar doğrultusundaki yıkımlardır diyenler de.
Başkanlık teorisi de pratiği de mutlaka bir maskeyle örtülür ve sivil dikta ne kadar uzatılırsa uzatılır ve dikte en ücraya uzanır şeklinde düşünenler de.
Böylesi modeller belli dönemler için geçerliliğini korur, kısıtlı sürelerde otoriter bir rejim olarak etkinliğini sürdürür ancak uzun süreçte hem millet hem devlet adına mahsurlu sonuçları olur beklentisi içinde olanlarda. Öyle bir uygulamadır ki belki gösterişli bir parlamentosu vardır, parlamento sarayları dikilir ancak başkanlık sisteminde parlamenterlerin önemi azalır korkusunu pekiştirenler de.
Tek adam idaresine geçildiğinde Bakanlar Kurulu onun tarafından seçildiğinden tek merkezli bir idari mekanizması kurulacağını da söyleyenler var. Başkanın kabinesini illa milletvekili olanlardan kurmayacağı, kurula her istediğini sormadan danışmadan atayacağını bildirenlerde. Ayrıca bu tip uygulamayla yasamada toleransın sıfırlanacağını, liyakatin gömüleceğini belirtenlerde.
Zamanla başkana güven ve başkanlık rejimi zayıflasa da muhafazakârlık sınırında estirilen dini rüzgâra göre yön değiştirmelerin olacağı ve keskin tavrın güce tapınılmasını getireceğinden söz edenler de var.
Her şey tersine dönse bile hele tam isabet kaydıyla din tarihinden kişiliklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan benzerlikler kurmanın da tek adamlığı bir süre daha zirvede tutabileceğini söyleyenlerde. Beklentiler ötesi bir sonuçta başkanlıktan vazgeçilmeyerek her türlü demokratik olmayan enstrümanlar ile yıldırma ve korkutma ve sindirme mekanizması oluşturulacağını görenler de.
Var oğlu var ama gelinen nokta sözde değişimin himayesinde milleti mevcut rejime düşman etmek ve devleti kurucu ilkelerinden uzaklaştırmak ile sağlandı. Bu on yıllarca hiçbir akli dayanağı olmayan meselleri yurt sathına yaymakla şekillendirildi. Asimetrik payandalar kullanıldıkça kullanıldı. Görülmedi, görülse de saklandı. Son kertede ise gözdağı verilerek tek adamlığa zemin hazırlandı. Böyle saptamalar yapanlar da var.
Şimdi var da var ama kısa zamanda her şey ortadan ikiye ayrıldı. Millet ikiye bölündü, ikiye parçalandı, ikiliğe zemin hazırlandı. O yüzden belki de müzakereler sonunda meclisten Başkanlığa geçiş vizesi sağlanabilir. Sağduyulu millet desteğiyle belki halkoyundan da geçebilir. Ama sonuçta birlik ve bütünlüğü dağılmış, dirliği kalmamış yeni devlet modeli ve yeni kimlikler oluşur savını öne sürenlerde var.
Tek adam, iki parti ve tek adamın partisinin düzeni…
Çok partili rejime geçildiği günden bu yana işi bozulanların veya işleri bozanların her fırsatta her olayda memleketin tek parti dönemine yağdırdıkları bir gerçek. Yıllarca at tut, salla sarmala şimdi de memleketi tek bir adama bağla, bağlamaya çalış çabala, her şeyin teminatı olarak da onu gör diyenler var. Bu ne perhiz ne lahana soranlar var.
Varlar yoklar diyarında görülen odur ki halk desteği gerçekleşirse, memleketin geleceğini üstün melekeli bir başkan ve başkanın adamları yönlendirecek. Başkanlık sistemi gelirse gelir. Gelse bir şey diyen çıkmaz ama gelmezse çatlayanı, patlayanı çok olur diyenler de çok. Ayrıca Başkan tamam da, ya başkanın adamları, şimdiden başkanın adamlarına takanlar da var.
İşte asıl tehlike de budur başkanın adamları…
Bir biçimde başkanlığa geçiş sürecinin anayasası, eğer meclisten geçerse ve halk bu anayasaya onay verirse eski işlevselliği kalmayacak meclis üyelerince madde madde müzakere ediliyor…
Alt komisyon, üst komisyon derken çok yakında taslak meclise taşınır. Bir hengâmede orada yaşanır. İş biter. Meclisten geçmeyeceği yönünde açıklamalar olsa da iradenin aslı değil ki meclisi zapdeden. Vekiller. Bu vekâlet sahibi vekillerle de her türlü sonuç çıkabilir. Yani her olasılığa gebe bir siyasi durum var tezgâhta. Yani tek kişiye mahsus çıkarılmış farz edilse de, bu anayasa halkın önüne gelebilir.
O yüzden hazırlıklı olmak lazım. Çıkan sonuç her ne olursa olsun metanetli davranmak lazım. Zaten şimdiden Başkanlık sistemiyle ilgili toplumda tartışmalar alevlendirildi. Aleyhte ve lehte birçok algı yaratılıyor. Her kanaldan algı operasyonları düzenleniyor. İyidir kötüdür göreceğiz veya Allah bilir hiç görmeyiz.
Kuvvetler ayrılığı, kuvvetler birliği söylemleri bir yana, Başkanlık sistemi tek adamlık sistemidir, tek adamlığın özü ise başkanlığın topluma kurtarıcı olduğu hissinin nakşedilmesidir diyenler var. Seçilmiş kişilik tarzına geçişle parlamentonun bu yaptığı müzakerelerin de son olduğu ve Başkanlık modelinin yerleştirilmesi ile en başta müzakere işleminden vazgeçiş olduğunu beyan edenler de var.
Kamuoyuna Başkanlık yetki ve kibrinin dünyaya hâkim olmak, bu zorsa bölgeleri karıştırmak, bu da zorsa kendi ülkesine yıkım derecesinde hükmetme biçiminde bir sürümdür açıklamaları da egemen. Başta böyle ılımlı ve alımlı şekillenir sonrası da tarihte yaşananlar doğrultusundaki yıkımlardır diyenler de.
Başkanlık teorisi de pratiği de mutlaka bir maskeyle örtülür ve sivil dikta ne kadar uzatılırsa uzatılır ve dikte en ücraya uzanır şeklinde düşünenler de.
Böylesi modeller belli dönemler için geçerliliğini korur, kısıtlı sürelerde otoriter bir rejim olarak etkinliğini sürdürür ancak uzun süreçte hem millet hem devlet adına mahsurlu sonuçları olur beklentisi içinde olanlarda. Öyle bir uygulamadır ki belki gösterişli bir parlamentosu vardır, parlamento sarayları dikilir ancak başkanlık sisteminde parlamenterlerin önemi azalır korkusunu pekiştirenler de.
Tek adam idaresine geçildiğinde Bakanlar Kurulu onun tarafından seçildiğinden tek merkezli bir idari mekanizması kurulacağını da söyleyenler var. Başkanın kabinesini illa milletvekili olanlardan kurmayacağı, kurula her istediğini sormadan danışmadan atayacağını bildirenlerde. Ayrıca bu tip uygulamayla yasamada toleransın sıfırlanacağını, liyakatin gömüleceğini belirtenlerde.
Zamanla başkana güven ve başkanlık rejimi zayıflasa da muhafazakârlık sınırında estirilen dini rüzgâra göre yön değiştirmelerin olacağı ve keskin tavrın güce tapınılmasını getireceğinden söz edenler de var.
Her şey tersine dönse bile hele tam isabet kaydıyla din tarihinden kişiliklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan benzerlikler kurmanın da tek adamlığı bir süre daha zirvede tutabileceğini söyleyenlerde. Beklentiler ötesi bir sonuçta başkanlıktan vazgeçilmeyerek her türlü demokratik olmayan enstrümanlar ile yıldırma ve korkutma ve sindirme mekanizması oluşturulacağını görenler de.
Var oğlu var ama gelinen nokta sözde değişimin himayesinde milleti mevcut rejime düşman etmek ve devleti kurucu ilkelerinden uzaklaştırmak ile sağlandı. Bu on yıllarca hiçbir akli dayanağı olmayan meselleri yurt sathına yaymakla şekillendirildi. Asimetrik payandalar kullanıldıkça kullanıldı. Görülmedi, görülse de saklandı. Son kertede ise gözdağı verilerek tek adamlığa zemin hazırlandı. Böyle saptamalar yapanlar da var.
Şimdi var da var ama kısa zamanda her şey ortadan ikiye ayrıldı. Millet ikiye bölündü, ikiye parçalandı, ikiliğe zemin hazırlandı. O yüzden belki de müzakereler sonunda meclisten Başkanlığa geçiş vizesi sağlanabilir. Sağduyulu millet desteğiyle belki halkoyundan da geçebilir. Ama sonuçta birlik ve bütünlüğü dağılmış, dirliği kalmamış yeni devlet modeli ve yeni kimlikler oluşur savını öne sürenlerde var.
Tek adam, iki parti ve tek adamın partisinin düzeni…
Çok partili rejime geçildiği günden bu yana işi bozulanların veya işleri bozanların her fırsatta her olayda memleketin tek parti dönemine yağdırdıkları bir gerçek. Yıllarca at tut, salla sarmala şimdi de memleketi tek bir adama bağla, bağlamaya çalış çabala, her şeyin teminatı olarak da onu gör diyenler var. Bu ne perhiz ne lahana soranlar var.
Varlar yoklar diyarında görülen odur ki halk desteği gerçekleşirse, memleketin geleceğini üstün melekeli bir başkan ve başkanın adamları yönlendirecek. Başkanlık sistemi gelirse gelir. Gelse bir şey diyen çıkmaz ama gelmezse çatlayanı, patlayanı çok olur diyenler de çok. Ayrıca Başkan tamam da, ya başkanın adamları, şimdiden başkanın adamlarına takanlar da var.
İşte asıl tehlike de budur başkanın adamları…
26 Aralık 2016 Pazartesi
LEB DENMEDEN LEBLEBİ ANLAMAK; HALEP…
LEB DENMEDEN LEBLEBİ ANLAMAK; HALEP…
Leb denmeden leblebi anlayan ama leblebi yerine kavrulmamış nohut geveleyenler son günlerde tutturdular; Halep. Halep’te katliam var.. Türkmen ve Müslüman kardeşlerimize kıyıyorlar… Aç açıkta koyuyorlar…. Kış kıyamet topraklarından sürüyorlar…..
On yıllardır öz yurdunda insanlıktan, kardeşlikten ve Müslümanlıktan sınıfta kalındığı hiç düşünülmeden açılmış çadırlar, kurulmuş tezgâh; Zaman yardım zamanı. Halep yardımlarınızı bekliyor masalı.
Oysa Halep’te Müslümanı, diğer dinden olanları, Arabı, Türkmeni, Kürdü, her türlü çeşnisi sadece lafta İslami, dinci terör örgütlerinin rejim güçleri ile giriştiği ve sürdürdüğü savaşın bitmesini istiyor. Bitirilmesini bekliyor.
Çünkü egemen güçlerin parmak attığı Suriye’de altı yıldır iç savaş var. Çok canlar yandı, çok kan aktı, ahali bitti tükendi. Savaş bitsin istiyor. Ama emperyal sermaye bu kardeş, din kardeşi kavgasını yıllardır apaçık destekliyor. Suriye’deki sıcak savaş sürerken seyrine dalanlar, rejim düşecek hevesiyle rejimciler kaybediyorlar hayaliyle el ovuşturanlar, iş tersine dönünce dinci terör kendilerine de sıçrayınca, bitti bitecek görülen sınır ötesi savaşa dâhil oldular. Ve her şey sil baştan alevlendi.
Baştan sona Halep’te bir trajedi yaşandığı, çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere sivillerin büyük zarar gördüğü çok doğru. Söylenegeldi hep. Ancak bu trajedi yeni değil. Tam dört yıl boyunca dinci muhalif örgütlerin elinde bulunan Halep’te nece katliamlar yaşandı. Yaşatıldı. Bu yaşanan acılara ilişkin net bilgi akışına karşın gözler kapatıldı. Dayatılan hâkim ideoloji nedeniyle hep susuldu.
O suskunluk sanki bir yerlerden düğmeye basıldı ve ansızın vicdan meselesi seferberliğine dönüştü.Zaman Halep’e yardım zamanı…
Bu fakir millet buna benzer ne kampanyalar, ne kumpanyalar gördü. Gördü de unuttu. Millet dövize çevrilmiş yardım paralarının faize bağlanıp batan bankalarda sıfırlandığını da bilir. Sınır dışı insani yardım gemilerinde hayırseverlerin göz göre göre nasıl harcandığı da. Unutulmaması gerekir ama unutulur. Unutturulur. Halep’te unutulur yakında.
Eğer Halep’e yardım yapılacaksa, insani yardım yapılması lazımsa, kentin rejim güçlerince geri almak için kuşatıldığı ve dinci muhalif terör örgütlerinden temizlendiği bir dönemde değil, acımasızca yakılıp yıkıldığı dönemde gündeme gelmeliydi. Daha en başta bölgede etkili tüm ülkeler ve o etkin ülkelerin kurum ve kuruluşları ‘Halep’e insani yardım koridoru’ açmalıydı. Daha o zaman yapılan her türden yardım çağrılarına kulaklar tıkanmamalıydı.
Nedense dünya son bir kaç haftadır sanki yeniymişçesine kendi kendini aldatarak, haber atlatarak Halep’te yaşananları canlı yayın izliyor.
Emperyalist dünya, Halep’te inisiyatif rejim güçlerine geçince timsah göz yaşları dökmeye başladı. Şimdi 2012 yılında Suriye iç savaşının farklı yollardan çözülebileceği dillendirilmeye başlandı. Resmen günah çıkartılıyor. Sözde aydınlar, ılımlı dinci âlimler de emperyal sermayenin muhalif güçlere destek verip, silahlı mücadeleyi başlatmasının, başka barışçıl yöntem aramayışının Suriye’de yıkıma neden olduğunu yeni fark ettiler.
Halep’te yaşanan trajedileri asla yok saymadan, göz ardı etmeden, hiç taraf tutmadan, en objektif davranarak bu günden yarına asıl sorumluların kim olduğuna kafa yormak gerekir. Hiç değil ise dramlara temkinli yaklaşmak gerekir. Hepsinden önemlisi altı yıldır süren savaş cehennemindeki Suriye bağlantılı Halep panaromasını iyi tahlil etmek gerekir. Yardım seferberliği başlatıp, yardım kanalları kurmak şu garip millete yakışır. Kendine yakışanı da budur. Elbette maddi manevi yardım yapılmalı ama asıl gerçeklerin ortaya çıkarılması için de çalışılmalı.
Zaten tarih yazdı her şeyi, sadece iyi okumak gerekir. Suriye'de rejim aleyhtarı protestolar 2011 Mart ortası başladı. Başlatıldı. Üç beş ay sonra hükümet karşıtı protestolar ülkenin ikinci büyük kenti Halep'e de sıçradı. Halep'in çeşitli ilçelerinde yüzlerce rejim muhalifi protesto gerçekleştirildi. Sakhour'daki bir gösteride iki protestocu güvenlik güçleri tarafından vuruldu. İki ay sonra Saadallah Al-Jabiri Meydanı'nda hükümet yanlısı bir gösteri yapıldı. Bu mitinge rejim yanlısı bir buçuk milyon kişinin katıldığı iddia edildi. Ve karşıtlık tırmandırıldı.
2012 yılı başlarında güvenlik güçlerine yönelik bombalama olayları arttı. Şiddet gündelik hayata girdi. Ve iki yıl boyunca rejim güçleri ile dış destekli dinci terör örgütleri Halep’te birbirlerine girdiler. Bu arada Halep'teki 1.000 fabrika talan edildi, çalınan mallar komşu ellere transfer edildi. 2014 Şubatına gelene dek muhalif İslamcı terör örgütleri Adalet Sarayı da dâhil Halep’in en önemli tarihi binalarını yakıp, yıkıp yok ettiler. Etmeseler sorumluluğu üstlenirler miydi? Üstlendiler…
Temmuzdan itibaren Halep'te ki çatışmalar ciddi boyutlara ulaştı. Sivilleri direkt etkileyen en yıkıcı yakıcı bombalamalar ile ateşli mücadeleye sahne oldu tarihi kent. Uluslararası insani kuruluşların tahminine göre en az on beş bin kişi öldü. Ayrıca iç savaşta Halep’in Dünya mirası eserlerinden Ulu Camii, antik kentteki diğer ortaçağ binaları, El-Medine Çarşısı'na ait bölümler tahrip edildi, harabeye çevrildi veya yakıldı. Ve tarihi kent tamamen İslamcı terör örgütlerinin hâkimiyetine geçti. Dört yılda ortaya çıkan acı tablo oluştu.
Şu garip memlekette nedense her şeye herkesten farklı bakılıyor. Çünkü akıllar ve gözler yanlı ve de yandaş medya gücüyle etkin biçimde doyuruluyor. Dolduruluyor. Manipülasyon olduğu apaçık stüdyo üretimi fotoğraf kareleri, videolar ve asparagas haberlerle milletin algısı ile oynanıyor. Meseleye resmen ideolojik bakılarak, Suriye’de meşruluğunu sağlamaya adım adım yaklaşan rejim güçlerine Halep üzerinden saldırılıyor, saldırtılıyor.
Halep’ten geldiği iddia edilen ancak Halep’te yaşananlarla ilişkisi olmayan görüntüler ve bilgiler pompalanarak bir potansiyel taban oluşturuyorlar. Bu minval üzere leb der denmez leblebiyi anlayan ancak sarı leblebi yerine kavrulmamış nohut geveleyenler her çürük hikâyeye sertçe tutunuyorlar; Halep’te katliam var, Türkmen ve Müslüman kardeşlerimizi katlediyorlar, rejim güçleri vahşet yaşatıyor…
Altı yıldan fazladır Suriye’de yaşananlara, dört yıldır da Halep’te olan bitene aldırmazlık birden bırakılıyor. Suskunluktan vaz geçilip, sanki istenen oymuşçasına güncel fatura rejim güçlerine kesiliyor. Yıllarca ötelenen insani, dini ve vicdani sorumluluk hareketlendiriliyor. Dini, ırki olabilir mazur görülebilir belki ama hiç te ahlaki ve vicdani değil milleti galeyana getirmek. Topla yardımını gönder sağlam kanallardan. Yardım topluyoruz mahlasında bahanelerle hala yalan yanlış siyaset gütmek ne için. Maalesef hala bu yapılıyor.
Bölgeyi kana bulayan "Arap baharı" aldatmacasına asla inanmayan, bu iş coğrafyanın haritası ile oynamaktır diyen ve işin ucu eninde sonunda herkesten çok şu fakir memlekete dokunur uyarısı yapanlara ve bu emperyal tezgâha karşıtlığını her fırsatta gösterenlere şimdi de Halep üzerinden baskılama var. Yıllardır Suriye'deki iç savaşın yalnızca kurşunlarla bombalarla yapılmadığını, çoğunlukla süzme fotoğraf, oynama videolar, senaryolu çekim kısa filmler ve uydurma haberler ile safların dizayn edildiğini söyleyenlere çevrildi ibre. Şu leb denmeden leblebiyi anlayan ama kavrulmamış nohutları leblebi görenlere helal olsun.
Öyle durup vurup, iç dış enformasyon operasyonlarını bilmeden, savaş plânlarının bu enformasyonlar üzerine kurulduğunu görmeden, göremeden veya görmezden gelerek çözülemez tarihi çarpıklık. Üstelik bilgisayar uzmanları ve hackerlar ile psikolojik savaş planlamacılarının birlikte çalıştıkları bir şeytan üçgeninde. Böylesine iç veya dış savaş pazarlanan bir bölgede her gösterileni doğru sanmak yanlışına da çok kolay düşülür. O yanlıştan ise sonradan yine yanıldık ve kandırıldık bağlamında sıyrılmak belki günü kurtarır. Ama ileride aklanmak güç olur.
Elbette dünya genelinde paylaşıma giren fotoğraf, video ve filmlerin Halep’te yaşananları gösterenleri var. Haberlerin bu güne dair olanları da muhtemel. Ancak çoğu eski tarihlere ait. Yani zaman çelişkisi var. Yer mekân durumu değerlendirildiğinde ise çoğunluğu Suriye’nin değişik bölgeleri ve başka şehirleri olduğu görülür. Yani içlerinde mekânsal açıdan Halep harici, Suriye, Yemen, Irak hatta sosyal medyaya pompalanan Mısır’da kurulmuş plato ürünü filmler bile var.
Özellikle son günlerde sosyal ve siyasal medyadan insanlık dışı zulümler içeren öyle paylaşımlar yapılıyor ki hem iki üç yıl öncesine hem de rejim güçleri ile savaşan dinci terör örgütlerine ait olanları var. Örneğin IŞİD’in 2014’te Halep’te 50 kişiyi katlettiği olaya ait fotoğraflar bile bu günün olayıymışçasına kullanılıyor. Özellikle “henüz anne karnında iken topuğundan kurşun yiyen bebek” paylaşımını söylemeye hiç gerek yok. İnternette kısa bir araştırma yapmak menşeini bulmaya yeter. Hele “Mısır İçişleri Bakanlığı’nın Por Said kentinde aralarında çocuk oyuncular, sahte ebeveynler, fotoğraf asistanları ile fotoğrafçıdan oluşan ve ‘Halep'te yaralılar ve yıkım' başlığında kurgusal fotoğraflar çeken bir ekibin yakaladığı” haberi işin nerelere geldiğinin göstergesi.
Yazılı, sözlü ve görsel medyadan, sosyal sanal medyadan, hemen her gün, en hafif şekliyle bir sürü yalan yanlış fotoğraf, video, film, yanıltıcı kurgu haber, şu fakir memleketin beynine beynine boşaltılıyor. Böylece hiç kimse az biraz düşünmeye bile gereksinim duymadan kendini istenilen biçimde olaylara kaptırıyor.
Şu garabete hiç dikkat edilmiyor bile; Halep’te devam eden çatışmaları bitirecek olan ateşkes ilan edilmiş, tahliye konusunda anlaşılmış, sivillerin ve dinci terör örgütü muhaliflerin tahliyesi için dünya kamuoyu karşısında sözleşilmiş. Ama rejim ordusu ile rejim karşıtı dinci örgütler arasında çatışmalar yeniden başlamış. Ve rejim ordusuna ait askerlerden keskin nişancılar tahliye olan zavallı sivilleri bir bir kurşunlamış. Ver ayarı, ver gazı.
Son tahlilde Halep’e yardım toplamak, yardım toplamak için çadır kurmak olur, olmalıdır da. Böylesine insani bir duyguya kim karşı olabilir, hangi hümanist karşı çıkabilir. Ama dün yok sayılarak, bu gün katliam var, vahşet var, kıyım var babında şu fakir millete yönlendirme yapılıyor ise ki yapılıyor, işte bu olmaz. Olmamalıdır da.
Leb demeden leblebiyi anlamak bazen doğruyu tutturmayabilir. Gün gelir leblebinin kavrulmamış nohut olduğu ortaya çıkar. Çıkacak da. O zaman kim utanacak…
Leb denmeden leblebi anlayan ama leblebi yerine kavrulmamış nohut geveleyenler son günlerde tutturdular; Halep. Halep’te katliam var.. Türkmen ve Müslüman kardeşlerimize kıyıyorlar… Aç açıkta koyuyorlar…. Kış kıyamet topraklarından sürüyorlar…..
On yıllardır öz yurdunda insanlıktan, kardeşlikten ve Müslümanlıktan sınıfta kalındığı hiç düşünülmeden açılmış çadırlar, kurulmuş tezgâh; Zaman yardım zamanı. Halep yardımlarınızı bekliyor masalı.
Oysa Halep’te Müslümanı, diğer dinden olanları, Arabı, Türkmeni, Kürdü, her türlü çeşnisi sadece lafta İslami, dinci terör örgütlerinin rejim güçleri ile giriştiği ve sürdürdüğü savaşın bitmesini istiyor. Bitirilmesini bekliyor.
Çünkü egemen güçlerin parmak attığı Suriye’de altı yıldır iç savaş var. Çok canlar yandı, çok kan aktı, ahali bitti tükendi. Savaş bitsin istiyor. Ama emperyal sermaye bu kardeş, din kardeşi kavgasını yıllardır apaçık destekliyor. Suriye’deki sıcak savaş sürerken seyrine dalanlar, rejim düşecek hevesiyle rejimciler kaybediyorlar hayaliyle el ovuşturanlar, iş tersine dönünce dinci terör kendilerine de sıçrayınca, bitti bitecek görülen sınır ötesi savaşa dâhil oldular. Ve her şey sil baştan alevlendi.
Baştan sona Halep’te bir trajedi yaşandığı, çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere sivillerin büyük zarar gördüğü çok doğru. Söylenegeldi hep. Ancak bu trajedi yeni değil. Tam dört yıl boyunca dinci muhalif örgütlerin elinde bulunan Halep’te nece katliamlar yaşandı. Yaşatıldı. Bu yaşanan acılara ilişkin net bilgi akışına karşın gözler kapatıldı. Dayatılan hâkim ideoloji nedeniyle hep susuldu.
O suskunluk sanki bir yerlerden düğmeye basıldı ve ansızın vicdan meselesi seferberliğine dönüştü.Zaman Halep’e yardım zamanı…
Bu fakir millet buna benzer ne kampanyalar, ne kumpanyalar gördü. Gördü de unuttu. Millet dövize çevrilmiş yardım paralarının faize bağlanıp batan bankalarda sıfırlandığını da bilir. Sınır dışı insani yardım gemilerinde hayırseverlerin göz göre göre nasıl harcandığı da. Unutulmaması gerekir ama unutulur. Unutturulur. Halep’te unutulur yakında.
Eğer Halep’e yardım yapılacaksa, insani yardım yapılması lazımsa, kentin rejim güçlerince geri almak için kuşatıldığı ve dinci muhalif terör örgütlerinden temizlendiği bir dönemde değil, acımasızca yakılıp yıkıldığı dönemde gündeme gelmeliydi. Daha en başta bölgede etkili tüm ülkeler ve o etkin ülkelerin kurum ve kuruluşları ‘Halep’e insani yardım koridoru’ açmalıydı. Daha o zaman yapılan her türden yardım çağrılarına kulaklar tıkanmamalıydı.
Nedense dünya son bir kaç haftadır sanki yeniymişçesine kendi kendini aldatarak, haber atlatarak Halep’te yaşananları canlı yayın izliyor.
Emperyalist dünya, Halep’te inisiyatif rejim güçlerine geçince timsah göz yaşları dökmeye başladı. Şimdi 2012 yılında Suriye iç savaşının farklı yollardan çözülebileceği dillendirilmeye başlandı. Resmen günah çıkartılıyor. Sözde aydınlar, ılımlı dinci âlimler de emperyal sermayenin muhalif güçlere destek verip, silahlı mücadeleyi başlatmasının, başka barışçıl yöntem aramayışının Suriye’de yıkıma neden olduğunu yeni fark ettiler.
Halep’te yaşanan trajedileri asla yok saymadan, göz ardı etmeden, hiç taraf tutmadan, en objektif davranarak bu günden yarına asıl sorumluların kim olduğuna kafa yormak gerekir. Hiç değil ise dramlara temkinli yaklaşmak gerekir. Hepsinden önemlisi altı yıldır süren savaş cehennemindeki Suriye bağlantılı Halep panaromasını iyi tahlil etmek gerekir. Yardım seferberliği başlatıp, yardım kanalları kurmak şu garip millete yakışır. Kendine yakışanı da budur. Elbette maddi manevi yardım yapılmalı ama asıl gerçeklerin ortaya çıkarılması için de çalışılmalı.
Zaten tarih yazdı her şeyi, sadece iyi okumak gerekir. Suriye'de rejim aleyhtarı protestolar 2011 Mart ortası başladı. Başlatıldı. Üç beş ay sonra hükümet karşıtı protestolar ülkenin ikinci büyük kenti Halep'e de sıçradı. Halep'in çeşitli ilçelerinde yüzlerce rejim muhalifi protesto gerçekleştirildi. Sakhour'daki bir gösteride iki protestocu güvenlik güçleri tarafından vuruldu. İki ay sonra Saadallah Al-Jabiri Meydanı'nda hükümet yanlısı bir gösteri yapıldı. Bu mitinge rejim yanlısı bir buçuk milyon kişinin katıldığı iddia edildi. Ve karşıtlık tırmandırıldı.
2012 yılı başlarında güvenlik güçlerine yönelik bombalama olayları arttı. Şiddet gündelik hayata girdi. Ve iki yıl boyunca rejim güçleri ile dış destekli dinci terör örgütleri Halep’te birbirlerine girdiler. Bu arada Halep'teki 1.000 fabrika talan edildi, çalınan mallar komşu ellere transfer edildi. 2014 Şubatına gelene dek muhalif İslamcı terör örgütleri Adalet Sarayı da dâhil Halep’in en önemli tarihi binalarını yakıp, yıkıp yok ettiler. Etmeseler sorumluluğu üstlenirler miydi? Üstlendiler…
Temmuzdan itibaren Halep'te ki çatışmalar ciddi boyutlara ulaştı. Sivilleri direkt etkileyen en yıkıcı yakıcı bombalamalar ile ateşli mücadeleye sahne oldu tarihi kent. Uluslararası insani kuruluşların tahminine göre en az on beş bin kişi öldü. Ayrıca iç savaşta Halep’in Dünya mirası eserlerinden Ulu Camii, antik kentteki diğer ortaçağ binaları, El-Medine Çarşısı'na ait bölümler tahrip edildi, harabeye çevrildi veya yakıldı. Ve tarihi kent tamamen İslamcı terör örgütlerinin hâkimiyetine geçti. Dört yılda ortaya çıkan acı tablo oluştu.
Şu garip memlekette nedense her şeye herkesten farklı bakılıyor. Çünkü akıllar ve gözler yanlı ve de yandaş medya gücüyle etkin biçimde doyuruluyor. Dolduruluyor. Manipülasyon olduğu apaçık stüdyo üretimi fotoğraf kareleri, videolar ve asparagas haberlerle milletin algısı ile oynanıyor. Meseleye resmen ideolojik bakılarak, Suriye’de meşruluğunu sağlamaya adım adım yaklaşan rejim güçlerine Halep üzerinden saldırılıyor, saldırtılıyor.
Halep’ten geldiği iddia edilen ancak Halep’te yaşananlarla ilişkisi olmayan görüntüler ve bilgiler pompalanarak bir potansiyel taban oluşturuyorlar. Bu minval üzere leb der denmez leblebiyi anlayan ancak sarı leblebi yerine kavrulmamış nohut geveleyenler her çürük hikâyeye sertçe tutunuyorlar; Halep’te katliam var, Türkmen ve Müslüman kardeşlerimizi katlediyorlar, rejim güçleri vahşet yaşatıyor…
Altı yıldan fazladır Suriye’de yaşananlara, dört yıldır da Halep’te olan bitene aldırmazlık birden bırakılıyor. Suskunluktan vaz geçilip, sanki istenen oymuşçasına güncel fatura rejim güçlerine kesiliyor. Yıllarca ötelenen insani, dini ve vicdani sorumluluk hareketlendiriliyor. Dini, ırki olabilir mazur görülebilir belki ama hiç te ahlaki ve vicdani değil milleti galeyana getirmek. Topla yardımını gönder sağlam kanallardan. Yardım topluyoruz mahlasında bahanelerle hala yalan yanlış siyaset gütmek ne için. Maalesef hala bu yapılıyor.
Bölgeyi kana bulayan "Arap baharı" aldatmacasına asla inanmayan, bu iş coğrafyanın haritası ile oynamaktır diyen ve işin ucu eninde sonunda herkesten çok şu fakir memlekete dokunur uyarısı yapanlara ve bu emperyal tezgâha karşıtlığını her fırsatta gösterenlere şimdi de Halep üzerinden baskılama var. Yıllardır Suriye'deki iç savaşın yalnızca kurşunlarla bombalarla yapılmadığını, çoğunlukla süzme fotoğraf, oynama videolar, senaryolu çekim kısa filmler ve uydurma haberler ile safların dizayn edildiğini söyleyenlere çevrildi ibre. Şu leb denmeden leblebiyi anlayan ama kavrulmamış nohutları leblebi görenlere helal olsun.
Öyle durup vurup, iç dış enformasyon operasyonlarını bilmeden, savaş plânlarının bu enformasyonlar üzerine kurulduğunu görmeden, göremeden veya görmezden gelerek çözülemez tarihi çarpıklık. Üstelik bilgisayar uzmanları ve hackerlar ile psikolojik savaş planlamacılarının birlikte çalıştıkları bir şeytan üçgeninde. Böylesine iç veya dış savaş pazarlanan bir bölgede her gösterileni doğru sanmak yanlışına da çok kolay düşülür. O yanlıştan ise sonradan yine yanıldık ve kandırıldık bağlamında sıyrılmak belki günü kurtarır. Ama ileride aklanmak güç olur.
Elbette dünya genelinde paylaşıma giren fotoğraf, video ve filmlerin Halep’te yaşananları gösterenleri var. Haberlerin bu güne dair olanları da muhtemel. Ancak çoğu eski tarihlere ait. Yani zaman çelişkisi var. Yer mekân durumu değerlendirildiğinde ise çoğunluğu Suriye’nin değişik bölgeleri ve başka şehirleri olduğu görülür. Yani içlerinde mekânsal açıdan Halep harici, Suriye, Yemen, Irak hatta sosyal medyaya pompalanan Mısır’da kurulmuş plato ürünü filmler bile var.
Özellikle son günlerde sosyal ve siyasal medyadan insanlık dışı zulümler içeren öyle paylaşımlar yapılıyor ki hem iki üç yıl öncesine hem de rejim güçleri ile savaşan dinci terör örgütlerine ait olanları var. Örneğin IŞİD’in 2014’te Halep’te 50 kişiyi katlettiği olaya ait fotoğraflar bile bu günün olayıymışçasına kullanılıyor. Özellikle “henüz anne karnında iken topuğundan kurşun yiyen bebek” paylaşımını söylemeye hiç gerek yok. İnternette kısa bir araştırma yapmak menşeini bulmaya yeter. Hele “Mısır İçişleri Bakanlığı’nın Por Said kentinde aralarında çocuk oyuncular, sahte ebeveynler, fotoğraf asistanları ile fotoğrafçıdan oluşan ve ‘Halep'te yaralılar ve yıkım' başlığında kurgusal fotoğraflar çeken bir ekibin yakaladığı” haberi işin nerelere geldiğinin göstergesi.
Yazılı, sözlü ve görsel medyadan, sosyal sanal medyadan, hemen her gün, en hafif şekliyle bir sürü yalan yanlış fotoğraf, video, film, yanıltıcı kurgu haber, şu fakir memleketin beynine beynine boşaltılıyor. Böylece hiç kimse az biraz düşünmeye bile gereksinim duymadan kendini istenilen biçimde olaylara kaptırıyor.
Şu garabete hiç dikkat edilmiyor bile; Halep’te devam eden çatışmaları bitirecek olan ateşkes ilan edilmiş, tahliye konusunda anlaşılmış, sivillerin ve dinci terör örgütü muhaliflerin tahliyesi için dünya kamuoyu karşısında sözleşilmiş. Ama rejim ordusu ile rejim karşıtı dinci örgütler arasında çatışmalar yeniden başlamış. Ve rejim ordusuna ait askerlerden keskin nişancılar tahliye olan zavallı sivilleri bir bir kurşunlamış. Ver ayarı, ver gazı.
Son tahlilde Halep’e yardım toplamak, yardım toplamak için çadır kurmak olur, olmalıdır da. Böylesine insani bir duyguya kim karşı olabilir, hangi hümanist karşı çıkabilir. Ama dün yok sayılarak, bu gün katliam var, vahşet var, kıyım var babında şu fakir millete yönlendirme yapılıyor ise ki yapılıyor, işte bu olmaz. Olmamalıdır da.
Leb demeden leblebiyi anlamak bazen doğruyu tutturmayabilir. Gün gelir leblebinin kavrulmamış nohut olduğu ortaya çıkar. Çıkacak da. O zaman kim utanacak…
21 Aralık 2016 Çarşamba
ROMANYA’DA BİR İLK; TÜRK, MÜSLÜMAN VE KADIN BAŞBAKAN…
ROMANYA’DA BİR İLK; TÜRK, MÜSLÜMAN VE KADIN BAŞBAKAN…
Yılın en uzun gecesinin yaşanacağı tarihte öğleden sonra Romanya resmen çalkalandı. Gerçekten siyaseten tarihi bir gün yaşadı. Romanya farklı ve yeni bir başlangıca imza atacak gibi sanki. Gün içinde 11 Aralık genel seçimini kazanan PSD Lideri Liviu Dragnea Cumhurbaşkanı Klaus Johannis’e çıktı ve Başbakan adayını açıkladı.
Seçim sonuçlarının belli olmaya başladığı gece PSD ile ALDE’nin yani Sosyal Demokrat Parti ve Liberaller ile Demokratlar İttifakının koalisyon kuracakları hemen hemen belli olmuştu. Nitekim öyle de oldu; 330 sandalyeli parlamentoda PSD 154, ALDE 20 milletvekili çıkartarak salt çoğunluğu almışlardı. Hakeza 136 sandalyeli senatoda da 67 ve 9 senatörlüğü alarak yarıyı geçmişlerdi.
Ancak Başbakanın kim olacağı bu uzun güne kadar belirsizdi. Cumhurbaşkanı’nın PSD Başkanı’nı hükümeti kurmak üzere başbakan atayıp atamayacağı noktasında tereddütler vardı. Bunda PSD Lideri Liviu Dragnea’nın iki yıllık kesinleşmiş cezasının bir olması da bir etkendi. Cumhurbaşkanı Klaus Johannis’in Başbakan olarak Dragnea’yı ataması sonrasında cezai mahkûmiyetin etkinleşmesi başka bir siyasi kriz yaratabilirdi. Muhalefette bu konuyu ağırdan işlemeye başlamıştı zaten. Romanya’nın bir daha hükümetsiz kalmaya ve yeni bir erken seçime ayıracak zamanı yoktu. Sosyal demokratlar başka bir isim üzerinde uzlaşmalıydılar.
Tüm bunlar beklenen ve bilinen durumdu. Ancak PSD lideri Dragnea ve Cumhurbaşkanı Johannis zirvesinden bir sürpriz çıktı. Kurulacak koalisyon hükümeti için PSD’nin tek bir başbakan adayı belirlediği ve o ismin de Sevil Canbek Shhaideh olduğu.
İşte bu şaşırtıcı ve aşırı yürekli kararla birlikte Sevil Canbek Shhaideh’in kim olduğu önem kazanıyordu. Başbakanlığa önerilen bu isim öncelikle Romanya’nın ilk kadın başbakanı olmaya adaydı. Ayrıca bir Romen Türkü idi. Ve asıl önemlisi Müslümandı.
Bu isim öğle saatlerinde gündeme düştüğü andan itibaren Romanya kamuoyuna yansıyan ilk izlenim Dragnea’nın iktidarı elinde tutmak istediğinden ya da denetleyebileceği, yönlendirebileceği en uygun siyasi kimlik olduğundan Sevil Canbek Shhaideh’ı başbakanlık için önerdiğiydi. Bir diğer yansıma da Dragnea’nın çok güvendiği çalışma arkadaşı olduğu, o kadar ki ikinci evliliğinde nikâh şahitliğini de bizzat yaptığı yönündeydi. Böylece PSD lideri bir Paskalya Hükümeti'ne de yol açacak plan kurmuştu ve plan da işlemeye başlamıştı.
Üzerinde durulması gereken bir başka gerçek de PSD Başkanı Liviu Dragnea’nın başbakanlık görevinde işgalci bir tavır göz önünde bulundurmadığı ancak siyasi bir krizi önlemek adına böylesi imtiyazlı bir öneriyi yaptığıydı.PSD’nin geçici alternatif olarak bu ismi önerdiği noktasında da görüşler bildirildi. Ayrıca Sosyal Demokratlar bu kez sabıkası bulunanların hükümete girmesine izin vermemeye kesin niyetli şeklinde de. Anayasa Mahkemesi kararları sonucuna göre Victoria Sarayı için ibrenin Liviu Dragnea üzerine dönmesi de muhtemel biçiminde de. Bu arada, Liviu Dragnea’nın Temsilciler Meclisi başkanı seçildiğini de unutmamak gerekir.
Romanya medyası, açıklanan Başbakan adayını büyük sürpriz olarak nitelerken Liviu Dragnea Cumhurbaşkanına sunulan ismin desteklenmesi yönünde argümanlar ortaya koydu; Sevil Canbek Shhaideh’in Kalkınma Bakanlığı yaptığını, halen Bölgesel Kalkınma ve Kamu Yönetimi Bakanlığı danışmanı olduğunu, Avrupa fonları konusunda deneyim sahibi bir ekonomist olduğunu, 15 yıldır kendini yerel makamlardan başlayarak geliştirdiğini ve en önemlisi de PSD seçim kampanyası döneminde sunulan hükümet programı üzerinde çalışmış, hükümet programını PSD’de içinde uygulayabilecek yeterliliğe sahip, en güvenilebilecek kişi belki de tek kişi olduğunu vurguladı. Üzerine; ‘Bazı meslektaşlarının görüşüne göre tek kusuru var. O da çok çalışmak, çok çalışıyor’ betimlemesini de yaparak.
Eğer Sevil Canbek Shhaideh Cumhurbaşkanı Klaus Johannis’in onayından geçerse ve mecliste güvenoyu alırsa Romanya’nın ilk kadın başbakanı olacak. Hem de bir Romen Türkü ve Müslüman bir siyasetçi olarak. Ve kutsal kitaplar üzerine yemin edecek, yani İncil ve Kur’an a birlikte el basacak. İlk evliliği bir kenara, ikinci evliliğini Romanya’da yaşayan ve çalışan Suriye kökenli bir mühendisle yapmış olması da diğer bir ayrıntı.
Peki, kimdir Sevil Canbek Shhaideh? Sevil Shhaideh’ın annesi Kırım kökenli babası da Anadolu'dan Romanya'ya giden Türklerdendir. 4 Aralık 1964'te Romanya'nın Köstence şehrinde doğmuştur. Romanya'nın Ekonomik Bilgiler Akademisi'nden 1987'de mezun olmuştur. Sonrasında Kamu yönetimi (USAID, Washington DC, SUA, 1995), STK yönetimi (USAID, Washington DC, SUA, 2001), proje yönetimi (Oracle University, 2002 ve PM Solutions Romania, 2004) ve denetçilik (TUV Institution, 2003) ile ilgili çeşitli programlarda eğitim almıştır. 2015'te Bölgesel Kalkınma ve Kamu Yönetimi Bakanı olarak da görev yapmıştır.
Uluslararası basın, Sevil Canbek Shhaideh isminin önerilmesi hakkında: Romanya’da ilk kez bir kadın başbakan olabilir hem de Müslüman duyurusunu yaptı. Türk ve tatar kökenli olduğunu da ekledi.
Şu fakir ülkenin, Romanya seçimleri ile Türk-Tatar kontenjanı boş kaldı diyerek tek tornadan çıkmışçasına ‘Romanya’da aşırı sol eğilimli Sosyal Demokratlar-PSD kazandı’ formatında ilgilenen basını Sevil Canbek Shhaideh Başbakan adayı gösterilince siyasal literatüre geçecek yeni tarifler peşine düştüler.
Hemen daha şimdiden bir Türklük ve Müslümanlık yarışı başladı bile. Daha kesin değil ki hanımefendinin başbakanlığı. Olsun varsın. Ancak bu habere bin bir takla attıran yandaş medya Romanya’yı ne kadar biliyorlar orası meçhul. Ayrıca Sevil Canbek Shhaideh’ın PSD’li yani sosyal demokrat, kendi deyimleriyle aşırı sol eğilimli sosyal demokrat bir politikacı olması ile pek ilgilenmiyorlar, önemsemiyor görüntüsü veriyorlar.
İçeride sosyal demokratları harca ki harca dışarıda küçük bir fırsat bul yarat ve destekle. Bu da Şu fakir ülkenin kötü kaderi…
Yılın en uzun gecesinin yaşanacağı tarihte öğleden sonra Romanya resmen çalkalandı. Gerçekten siyaseten tarihi bir gün yaşadı. Romanya farklı ve yeni bir başlangıca imza atacak gibi sanki. Gün içinde 11 Aralık genel seçimini kazanan PSD Lideri Liviu Dragnea Cumhurbaşkanı Klaus Johannis’e çıktı ve Başbakan adayını açıkladı.
Seçim sonuçlarının belli olmaya başladığı gece PSD ile ALDE’nin yani Sosyal Demokrat Parti ve Liberaller ile Demokratlar İttifakının koalisyon kuracakları hemen hemen belli olmuştu. Nitekim öyle de oldu; 330 sandalyeli parlamentoda PSD 154, ALDE 20 milletvekili çıkartarak salt çoğunluğu almışlardı. Hakeza 136 sandalyeli senatoda da 67 ve 9 senatörlüğü alarak yarıyı geçmişlerdi.
Ancak Başbakanın kim olacağı bu uzun güne kadar belirsizdi. Cumhurbaşkanı’nın PSD Başkanı’nı hükümeti kurmak üzere başbakan atayıp atamayacağı noktasında tereddütler vardı. Bunda PSD Lideri Liviu Dragnea’nın iki yıllık kesinleşmiş cezasının bir olması da bir etkendi. Cumhurbaşkanı Klaus Johannis’in Başbakan olarak Dragnea’yı ataması sonrasında cezai mahkûmiyetin etkinleşmesi başka bir siyasi kriz yaratabilirdi. Muhalefette bu konuyu ağırdan işlemeye başlamıştı zaten. Romanya’nın bir daha hükümetsiz kalmaya ve yeni bir erken seçime ayıracak zamanı yoktu. Sosyal demokratlar başka bir isim üzerinde uzlaşmalıydılar.
Tüm bunlar beklenen ve bilinen durumdu. Ancak PSD lideri Dragnea ve Cumhurbaşkanı Johannis zirvesinden bir sürpriz çıktı. Kurulacak koalisyon hükümeti için PSD’nin tek bir başbakan adayı belirlediği ve o ismin de Sevil Canbek Shhaideh olduğu.
İşte bu şaşırtıcı ve aşırı yürekli kararla birlikte Sevil Canbek Shhaideh’in kim olduğu önem kazanıyordu. Başbakanlığa önerilen bu isim öncelikle Romanya’nın ilk kadın başbakanı olmaya adaydı. Ayrıca bir Romen Türkü idi. Ve asıl önemlisi Müslümandı.
Bu isim öğle saatlerinde gündeme düştüğü andan itibaren Romanya kamuoyuna yansıyan ilk izlenim Dragnea’nın iktidarı elinde tutmak istediğinden ya da denetleyebileceği, yönlendirebileceği en uygun siyasi kimlik olduğundan Sevil Canbek Shhaideh’ı başbakanlık için önerdiğiydi. Bir diğer yansıma da Dragnea’nın çok güvendiği çalışma arkadaşı olduğu, o kadar ki ikinci evliliğinde nikâh şahitliğini de bizzat yaptığı yönündeydi. Böylece PSD lideri bir Paskalya Hükümeti'ne de yol açacak plan kurmuştu ve plan da işlemeye başlamıştı.
Üzerinde durulması gereken bir başka gerçek de PSD Başkanı Liviu Dragnea’nın başbakanlık görevinde işgalci bir tavır göz önünde bulundurmadığı ancak siyasi bir krizi önlemek adına böylesi imtiyazlı bir öneriyi yaptığıydı.PSD’nin geçici alternatif olarak bu ismi önerdiği noktasında da görüşler bildirildi. Ayrıca Sosyal Demokratlar bu kez sabıkası bulunanların hükümete girmesine izin vermemeye kesin niyetli şeklinde de. Anayasa Mahkemesi kararları sonucuna göre Victoria Sarayı için ibrenin Liviu Dragnea üzerine dönmesi de muhtemel biçiminde de. Bu arada, Liviu Dragnea’nın Temsilciler Meclisi başkanı seçildiğini de unutmamak gerekir.
Romanya medyası, açıklanan Başbakan adayını büyük sürpriz olarak nitelerken Liviu Dragnea Cumhurbaşkanına sunulan ismin desteklenmesi yönünde argümanlar ortaya koydu; Sevil Canbek Shhaideh’in Kalkınma Bakanlığı yaptığını, halen Bölgesel Kalkınma ve Kamu Yönetimi Bakanlığı danışmanı olduğunu, Avrupa fonları konusunda deneyim sahibi bir ekonomist olduğunu, 15 yıldır kendini yerel makamlardan başlayarak geliştirdiğini ve en önemlisi de PSD seçim kampanyası döneminde sunulan hükümet programı üzerinde çalışmış, hükümet programını PSD’de içinde uygulayabilecek yeterliliğe sahip, en güvenilebilecek kişi belki de tek kişi olduğunu vurguladı. Üzerine; ‘Bazı meslektaşlarının görüşüne göre tek kusuru var. O da çok çalışmak, çok çalışıyor’ betimlemesini de yaparak.
Eğer Sevil Canbek Shhaideh Cumhurbaşkanı Klaus Johannis’in onayından geçerse ve mecliste güvenoyu alırsa Romanya’nın ilk kadın başbakanı olacak. Hem de bir Romen Türkü ve Müslüman bir siyasetçi olarak. Ve kutsal kitaplar üzerine yemin edecek, yani İncil ve Kur’an a birlikte el basacak. İlk evliliği bir kenara, ikinci evliliğini Romanya’da yaşayan ve çalışan Suriye kökenli bir mühendisle yapmış olması da diğer bir ayrıntı.
Peki, kimdir Sevil Canbek Shhaideh? Sevil Shhaideh’ın annesi Kırım kökenli babası da Anadolu'dan Romanya'ya giden Türklerdendir. 4 Aralık 1964'te Romanya'nın Köstence şehrinde doğmuştur. Romanya'nın Ekonomik Bilgiler Akademisi'nden 1987'de mezun olmuştur. Sonrasında Kamu yönetimi (USAID, Washington DC, SUA, 1995), STK yönetimi (USAID, Washington DC, SUA, 2001), proje yönetimi (Oracle University, 2002 ve PM Solutions Romania, 2004) ve denetçilik (TUV Institution, 2003) ile ilgili çeşitli programlarda eğitim almıştır. 2015'te Bölgesel Kalkınma ve Kamu Yönetimi Bakanı olarak da görev yapmıştır.
Uluslararası basın, Sevil Canbek Shhaideh isminin önerilmesi hakkında: Romanya’da ilk kez bir kadın başbakan olabilir hem de Müslüman duyurusunu yaptı. Türk ve tatar kökenli olduğunu da ekledi.
Şu fakir ülkenin, Romanya seçimleri ile Türk-Tatar kontenjanı boş kaldı diyerek tek tornadan çıkmışçasına ‘Romanya’da aşırı sol eğilimli Sosyal Demokratlar-PSD kazandı’ formatında ilgilenen basını Sevil Canbek Shhaideh Başbakan adayı gösterilince siyasal literatüre geçecek yeni tarifler peşine düştüler.
Hemen daha şimdiden bir Türklük ve Müslümanlık yarışı başladı bile. Daha kesin değil ki hanımefendinin başbakanlığı. Olsun varsın. Ancak bu habere bin bir takla attıran yandaş medya Romanya’yı ne kadar biliyorlar orası meçhul. Ayrıca Sevil Canbek Shhaideh’ın PSD’li yani sosyal demokrat, kendi deyimleriyle aşırı sol eğilimli sosyal demokrat bir politikacı olması ile pek ilgilenmiyorlar, önemsemiyor görüntüsü veriyorlar.
İçeride sosyal demokratları harca ki harca dışarıda küçük bir fırsat bul yarat ve destekle. Bu da Şu fakir ülkenin kötü kaderi…
20 Aralık 2016 Salı
VE DÖNEMİ ARTIK
VE DÖNEMİ ARTIK
Ekşimiş renkler öpüşüyor
cambazla gergin tel arasında
şemsiye gölgesinde kırmızıyla mavi.
Can tatlı.
Metan gazı uygarlığı şarkılarla ölüyor
titiz uğraşıların canısı vurgun yemiş
deniz sıcağında akıyor zaman.
Örümcek kafalılar pazarında bit arıyorum
bit pazarında yeniyi
çene çalmak için koyun çobanlarını.
Tavus kuşu kanadı ekşimiş renkler karası
kavalla oksijen elleşiyor çam gölgesinde.
Cam buzlu.
Çınaraltı sarhoşluğu sarmış memleketi
bir fiskelik her şey
paramparça uygarlık.
Semiz beslemelerin dünyasına yuvarlanmış
vurgun yemiş seçme anılar.
Akıntıya kapılmışım denize doğru
yeni yetmeler diyarında akıl arıyorum.
Kaval çalmak için koyunları
çam sakızı çoban armağanı ateşi.
Ekşimiş renkler öpüşüyor
Cambazla gergin tel ölümüne savaşıyor
renkler donuk mavi.
Kan tuzlu.
Havagazı duyarlığında şarkılarla dirilmişim
Denizin sofrasında altı alem görmüşüm
tırol yemiş balık hafızam.
Ne dönemi artık seçemiyorum
ve karanlık zifiri
ve dönemi ama dönemiyorum
göremiyorum canısı.
Kurtlar pazarında canımı arıyorum
Can küskün...
OLİGARŞİK DÜZEN
OLİGARŞİK DÜZEN
İnsanlık tarihi veya uygarlık tarihine bakıldığında yönetim şekilleri monarşi, oligarşi, teokrasi, cumhuriyet, demokratik cumhuriyet ve sosyalizm yolunu izler. İzlek böyleyken bugünün dünyasında zar zor yaşayan cumhuriyetlerin her türlüsünden sapma, tepede anında oligarşi ve teokrasiyi birleştiriyor. Resmen dinsel oligarşiler türüyor.
Bilimsel gerçekliktir; çıkara dayalı gruplaşmaların arttığı, çıkar ilişkileri ve çatışmaların ayyuka çıktığı her dönem her ülkede, her bölgede ve her coğrafyada oligarşi egemenleşir. Küresel oligarşik düzenek içinde yer alan veya yer bulmaya çalışan her ülke de kendi oligarşik düzenini yaratır. Hem de başlangıçta oligarşik düzen yıkılmalı diye diye iktidara gelinir. İktidarı ele geçirmenin hemen ertesinde dayatılan oligarşik düzen ise yıkılmaya çalışılan cumhuriyetin nimetlerine sığınılarak daima halkın oy desteğine bağlanır.
Geniş oy potansiyeline karşın oligarşik düzende kesin buyruk azınlığın elindedir ve izlenen rota da en keskin yöntemlerle çoğunluğa hükmediştir. Günün doğu coğrafyasında ise yerleştirilmeye çalışılan oligarşik düzen, din destekli veya dini takımların emrinde. Bu yüzden daha acımasız ve vahşi…
Geri kalmışlığın alametifarikasıdır oligarşik düzen. Dünyadaki işleyen sistemden kopuk bir şeyler yapmak yalnızlaşmaktır yanlışı, ayrıca da mümkün değildir yalanı ve kısa yoldan paraya ulaşma hevesi üzerine kurulmuş bir dinsel sömürü mekanizması çarkı parlatılıyor. Parlatılıyor ve palazlandırılıyor çünkü geri bırakılmış ülkelerin insanlarını öyle veya böyle din ile kandırmak ve din temelli oligarşik bir düzende yönetmek en kolayıdır. Kral çıplak diyerek kanmayanları ve direnenleri ise hizaya getirmek kurulu kurumlu oligarşinin temel görevidir. Bu düzende görevliler kraldan çok kralcıdır veya görevlendirilecekler de kraldan çok kralcı olanlardan seçilir.
Dünyada kalan son örnek, şu saf memlekette bile kapitalizme kökten bağlı yerli tekelci burjuvazinin devlet egemenliği son yıllarda dinsel bağlamda kurulan iktidarlarla sürdürülüyor. Kökten dincilikle beslenen bu yeni model, demokrasinin daraltılmışlığı ve teokrasinin genişletilmesi temelinde kurgulanmış. Çokuluslu paraya hükmedenler kenara çekilmiş, ayrıcalıklı olmak, ayrıcalıklı sınıftan sayılmak sadece dine ve dinin mezheplerine bağlanmış. O tek yanlı genleşme son on yıllarda oligarşik networkunu kurmuş ve o kurgu gizli bağlantılarla sevk ve idarenin başına geçmiş. Geçmişin delik zırhını kuşanarak aklı sıra olaylara yön verdikçe veriyor. Mevcut oligarşik düzenin çekirdeğinde dini temaya tamamıyla zıt benlik, bencillik ve görevi kötüye kullanma var. Yine de mevcut iktidarın din tandanslı olarak hükmettiği varsayılıyor. Lafta referans din oldukça da tüm yanılmalara ve yanlışlara rağmen içte aşırı destek görüyor.
Ancak en baba tavra rağmen hem içeride hem de dışarıda egemen sermayeye ürkek baş eğişin nedeni hizmetin asıl boyutunun göstergesi. Bu öyle bir üç boyut ki her dönemde sadece maske değişir, deri atar, gömlek değiştirilir ama işlev hep ayni kalır. Yani oligarşik düzen insanlık dışı zulümlerle devletin tarafsızlık veya eşit oluş ilkesini hep bozar. Güç odakları ile anında birleşir ve kapitalist sömürünün devamını sağlar. Zamanla en has yöneticiler zalim, yönetilenler ise kaderci olur.
Ayrıca din temelli oligarşik düzenin her toplu kesiminden, sıradan sayılan küçük, en küçük parçasına kadar kadercilik saplantısı, dinsel paranoya ve parapsikoz ile sorumlu gördüğü herkese silahlı veya silahsız saldırılarla hesap kesme üzerine şartlanır, şartlandırılır. Hem de hesap kesmek, Yaratana mahsusken, Dine, dinin temel prensiplerine asla uymazken. Şu yüce Dine yapılanlar bir yana, menşei muallak menkıbelere dayanarak kıble şaşırılır. Bir dini öyküde geçtiği rivayet olunan ‘Bizler yaşadığımız sürece daima cihâd etmek üzere Muhammed'e biat edip söz vermiş kişileriz’ sözü din gereği sayılır, pusula kaybedilir, cana ve canlara kastedilir.
İşte bu yüzden Emperyalizmin direktifindeki burjuvazinin ve onun oluşturduğu oligarşik dini düzenin yıkılmasına yönelik her ciddi tavır büyük riskler taşır. Demokrasinin burjuvaziye endekslendiği ve burjuvazinin kollektivizm yerine oligarşiyi benimsediği böylesi bir düzene karşı muhalif duruş ve her türlü mücadele devrimciliktir. Ve gereklidir. Ama başa gelecek her şeyi de göze almak demektir. Zaten genel yargıdır, her türlü bozuk düzene karşı durmak solcu, sosyalist ve komünist olmak demektir. Devrimcilik ülkeyi yıkmak, rejimi değiştirmek, istikrarı bozmak ve sermaye düşmanı görülmektir. Ve olağanüstü gerekçeler gösterilerek de suçtur.
Oysa acı bir gerçektir, oligarşik düzende inanç ve düşünce özgürlüğü yoktur. Tek tip inanç ve tek tip düşünce vardır. Özgürlükler yok derecesinde kısıtlıdır. Antiemperyalist ve Antikapitalist tabanlı her girişim isyan, ayaklanma, darbe ve direniş olarak nitelenir. Faşizme karşı her masumane itiraz eylemsel tehlike, planlı başkaldırı sayılır. Yasal olsun olmasın tüm hak arama eylemleri bir zamandan sonra şiddetle bastırılır. Karşıtlığın tümü bariz biçimde din dışı olmakla özdeşleştirilir. Sadece düşünce tarzlı destekleyenler bile dört duvar arasında susturulur.
Yani oligarşi işine gelen biçimde, büyük sermayenin çizgisinde her şeyi ters yüz eder. Toplumsal karşıtlıkları öyle dinsel içerikli yakıştırmalarla ve acımasızca körükler ki saflar kemikleştirilir. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek din çerçevesinde resmen ayrıştırılır. Etraflıca etnisiteye dayalı radikalleşen kamplar oluşturulur. Bağlar iyice zayıflayınca, bağımsızlık ve sulh duygusu iyice zayıflatılınca da hiç birini ayırmaksızın tümünün tepesine binilir. Yeniden on yıllar boyu büyük sermayeye hizmeti devam ettirecek başka bir oligarşik çeşni yaratılır.
Oysa göz önünde yaşananların tamamı bumerang döngüsüdür. Nedendir bilinmez hissedilmeyen dejavu etkisidir. Bu gün için geçerliliğini koruduğu biçimde gözler din ile bağlanır, bağlanmıştır. Bu kısır döngü ve dejavu yok sayılır çünkü oligarşik düzen her türlü çirkin politikayı, politikada kıvırmayı gerekli kılar. Kendine öylesine politikacılar ayarlar ki en doğru görünenler dahi olduğu, öğrendiği, bildiği güzergâhtan anında uzaklaşır. Uzaklaşmayanlar da uzaklaştırılır.
Son tahlilde solculuk bitti diyenlere açık duyurudur. Madem sol ve solculuk bitti, din bazlı bozuk sisteme veya mevcut oligarşik dinsel düzene yönelik en küçük eleştiriler bile neden solcu olmakla savuşturuluyor. Demek ki tüm dünyada hala emperyal sermayeye dayalı oligarşik bir düzen işliyor ve şimdilik din temelli işletiliyor.
İnsanlık tarihi veya uygarlık tarihine bakıldığında yönetim şekilleri monarşi, oligarşi, teokrasi, cumhuriyet, demokratik cumhuriyet ve sosyalizm yolunu izler. İzlek böyleyken bugünün dünyasında zar zor yaşayan cumhuriyetlerin her türlüsünden sapma, tepede anında oligarşi ve teokrasiyi birleştiriyor. Resmen dinsel oligarşiler türüyor.
Bilimsel gerçekliktir; çıkara dayalı gruplaşmaların arttığı, çıkar ilişkileri ve çatışmaların ayyuka çıktığı her dönem her ülkede, her bölgede ve her coğrafyada oligarşi egemenleşir. Küresel oligarşik düzenek içinde yer alan veya yer bulmaya çalışan her ülke de kendi oligarşik düzenini yaratır. Hem de başlangıçta oligarşik düzen yıkılmalı diye diye iktidara gelinir. İktidarı ele geçirmenin hemen ertesinde dayatılan oligarşik düzen ise yıkılmaya çalışılan cumhuriyetin nimetlerine sığınılarak daima halkın oy desteğine bağlanır.
Geniş oy potansiyeline karşın oligarşik düzende kesin buyruk azınlığın elindedir ve izlenen rota da en keskin yöntemlerle çoğunluğa hükmediştir. Günün doğu coğrafyasında ise yerleştirilmeye çalışılan oligarşik düzen, din destekli veya dini takımların emrinde. Bu yüzden daha acımasız ve vahşi…
Geri kalmışlığın alametifarikasıdır oligarşik düzen. Dünyadaki işleyen sistemden kopuk bir şeyler yapmak yalnızlaşmaktır yanlışı, ayrıca da mümkün değildir yalanı ve kısa yoldan paraya ulaşma hevesi üzerine kurulmuş bir dinsel sömürü mekanizması çarkı parlatılıyor. Parlatılıyor ve palazlandırılıyor çünkü geri bırakılmış ülkelerin insanlarını öyle veya böyle din ile kandırmak ve din temelli oligarşik bir düzende yönetmek en kolayıdır. Kral çıplak diyerek kanmayanları ve direnenleri ise hizaya getirmek kurulu kurumlu oligarşinin temel görevidir. Bu düzende görevliler kraldan çok kralcıdır veya görevlendirilecekler de kraldan çok kralcı olanlardan seçilir.
Dünyada kalan son örnek, şu saf memlekette bile kapitalizme kökten bağlı yerli tekelci burjuvazinin devlet egemenliği son yıllarda dinsel bağlamda kurulan iktidarlarla sürdürülüyor. Kökten dincilikle beslenen bu yeni model, demokrasinin daraltılmışlığı ve teokrasinin genişletilmesi temelinde kurgulanmış. Çokuluslu paraya hükmedenler kenara çekilmiş, ayrıcalıklı olmak, ayrıcalıklı sınıftan sayılmak sadece dine ve dinin mezheplerine bağlanmış. O tek yanlı genleşme son on yıllarda oligarşik networkunu kurmuş ve o kurgu gizli bağlantılarla sevk ve idarenin başına geçmiş. Geçmişin delik zırhını kuşanarak aklı sıra olaylara yön verdikçe veriyor. Mevcut oligarşik düzenin çekirdeğinde dini temaya tamamıyla zıt benlik, bencillik ve görevi kötüye kullanma var. Yine de mevcut iktidarın din tandanslı olarak hükmettiği varsayılıyor. Lafta referans din oldukça da tüm yanılmalara ve yanlışlara rağmen içte aşırı destek görüyor.
Ancak en baba tavra rağmen hem içeride hem de dışarıda egemen sermayeye ürkek baş eğişin nedeni hizmetin asıl boyutunun göstergesi. Bu öyle bir üç boyut ki her dönemde sadece maske değişir, deri atar, gömlek değiştirilir ama işlev hep ayni kalır. Yani oligarşik düzen insanlık dışı zulümlerle devletin tarafsızlık veya eşit oluş ilkesini hep bozar. Güç odakları ile anında birleşir ve kapitalist sömürünün devamını sağlar. Zamanla en has yöneticiler zalim, yönetilenler ise kaderci olur.
Ayrıca din temelli oligarşik düzenin her toplu kesiminden, sıradan sayılan küçük, en küçük parçasına kadar kadercilik saplantısı, dinsel paranoya ve parapsikoz ile sorumlu gördüğü herkese silahlı veya silahsız saldırılarla hesap kesme üzerine şartlanır, şartlandırılır. Hem de hesap kesmek, Yaratana mahsusken, Dine, dinin temel prensiplerine asla uymazken. Şu yüce Dine yapılanlar bir yana, menşei muallak menkıbelere dayanarak kıble şaşırılır. Bir dini öyküde geçtiği rivayet olunan ‘Bizler yaşadığımız sürece daima cihâd etmek üzere Muhammed'e biat edip söz vermiş kişileriz’ sözü din gereği sayılır, pusula kaybedilir, cana ve canlara kastedilir.
İşte bu yüzden Emperyalizmin direktifindeki burjuvazinin ve onun oluşturduğu oligarşik dini düzenin yıkılmasına yönelik her ciddi tavır büyük riskler taşır. Demokrasinin burjuvaziye endekslendiği ve burjuvazinin kollektivizm yerine oligarşiyi benimsediği böylesi bir düzene karşı muhalif duruş ve her türlü mücadele devrimciliktir. Ve gereklidir. Ama başa gelecek her şeyi de göze almak demektir. Zaten genel yargıdır, her türlü bozuk düzene karşı durmak solcu, sosyalist ve komünist olmak demektir. Devrimcilik ülkeyi yıkmak, rejimi değiştirmek, istikrarı bozmak ve sermaye düşmanı görülmektir. Ve olağanüstü gerekçeler gösterilerek de suçtur.
Oysa acı bir gerçektir, oligarşik düzende inanç ve düşünce özgürlüğü yoktur. Tek tip inanç ve tek tip düşünce vardır. Özgürlükler yok derecesinde kısıtlıdır. Antiemperyalist ve Antikapitalist tabanlı her girişim isyan, ayaklanma, darbe ve direniş olarak nitelenir. Faşizme karşı her masumane itiraz eylemsel tehlike, planlı başkaldırı sayılır. Yasal olsun olmasın tüm hak arama eylemleri bir zamandan sonra şiddetle bastırılır. Karşıtlığın tümü bariz biçimde din dışı olmakla özdeşleştirilir. Sadece düşünce tarzlı destekleyenler bile dört duvar arasında susturulur.
Yani oligarşi işine gelen biçimde, büyük sermayenin çizgisinde her şeyi ters yüz eder. Toplumsal karşıtlıkları öyle dinsel içerikli yakıştırmalarla ve acımasızca körükler ki saflar kemikleştirilir. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek din çerçevesinde resmen ayrıştırılır. Etraflıca etnisiteye dayalı radikalleşen kamplar oluşturulur. Bağlar iyice zayıflayınca, bağımsızlık ve sulh duygusu iyice zayıflatılınca da hiç birini ayırmaksızın tümünün tepesine binilir. Yeniden on yıllar boyu büyük sermayeye hizmeti devam ettirecek başka bir oligarşik çeşni yaratılır.
Oysa göz önünde yaşananların tamamı bumerang döngüsüdür. Nedendir bilinmez hissedilmeyen dejavu etkisidir. Bu gün için geçerliliğini koruduğu biçimde gözler din ile bağlanır, bağlanmıştır. Bu kısır döngü ve dejavu yok sayılır çünkü oligarşik düzen her türlü çirkin politikayı, politikada kıvırmayı gerekli kılar. Kendine öylesine politikacılar ayarlar ki en doğru görünenler dahi olduğu, öğrendiği, bildiği güzergâhtan anında uzaklaşır. Uzaklaşmayanlar da uzaklaştırılır.
Son tahlilde solculuk bitti diyenlere açık duyurudur. Madem sol ve solculuk bitti, din bazlı bozuk sisteme veya mevcut oligarşik dinsel düzene yönelik en küçük eleştiriler bile neden solcu olmakla savuşturuluyor. Demek ki tüm dünyada hala emperyal sermayeye dayalı oligarşik bir düzen işliyor ve şimdilik din temelli işletiliyor.
18 Aralık 2016 Pazar
GİZLİ KOD; TERÖR…
GİZLİ KOD; TERÖR…
Küresel Krallığın gizli kodu; terör…
Dünyaya terör ihraç eden, egemen sermaye destekli tüm terör odaklı örgütlerin konuşlandırıldığı, manevra kabiliyeti kazandırıldığı ve eğitilip, hazır kıta el altında bulundurulduğu yer Ortadoğu. Ortadoğu İslam coğrafyası.
Peki, neden Ortadoğu ve İslam coğrafyası, sözde İslam ülkeleri terör yatağı;
Örgütsel terörizmin önünde ve arkasında ‘din, dil, ırk, mezhep, meşrep, soy, sop, köken, kabile, bayrak, toprak’ daha başka ne eklense de hiç fark etmez. Hepsi ayni tarz ve hepsini ayni güç yönetiyor. Ve tamamı, özünde ümmetçiliği metheden bu coğrafyada mutlaka taban buluyor.
Aslında dipçik uyarısı yapan dipnotlarında gizli bu coğrafyanın kodları. Ve hiçte gizli değil terörizmin burada rakamsal katlanması.
Bölgede din ve dini değerler evrim geçirmediğinden dinsel idealler ve dini yaşama biçimi değişiyor sadece. Bu değişim de rotasını bin yıllar ötesine çeviriyor. Bu çevreleniş dinci terör örgütlerince sağlanıyor. Sağlatılıyor. Sağlıksız ortam hazırlanışının hemen ertesinde egemen güçler ve cehaletin egemen olduğu bu toprakları modern görünüm altında kutsal mesajın içeriğini de boşaltan bir kurtuluş ideolojisi kuşatıyor. Veya emperyal sermaye böyle bir kurtuluş empoze ediyor, ettiriyor. Ve Küresel Krallık coğrafyaya tamamen egemen olmak, hâkimiyet kurmak için böyle bir projeyi terör ilintili örgütlüyor…
Bu örgütlü yıkımın adı oydu, buydu, Arap baharıydı hiç fark etmez. Küresel krallığın dayattığı bu kurtuluş ideolojisi ile önce sınırlar dizayn ediliyor, haritalar çiziliyor. Cennet cehennem ikileminde daima bir kurtarıcı özlemi duyan İslam coğrafyası, coğrafyanın neden kurtarılacak hale geldiğini, kimler tarafından getirildiğini hiç sorgulamıyor. Sonra küresel güçler tarafından iç kavgalar körükleniyor. Ve içten dışarı sarkan savaşlar tezgâhlanıyor. Gizli kod; terörün yerleştiği bataklık iyice genişletiliyor. Her ortaya sürülen ide, sözde değişim kıpırdanışları bir bir çökünce aksayan durumu kapatmak aksiyon beklentisindeki terörist takımlara kalıyor. Bırakılıyor. Veya bölgesel çıkmaz terörizm satan örgütlere ihale ediliyor. Sallanan coğrafya sorgu sualsiz terörizmin batağına sürükleniyor ve sembolik biçimde sahte cennet vaatlerine kapılma düzeni işletiliyor.
Küresel Krallığın gizli kodu; terör olduğu biline biline bir biçimiyle hepsi Müslüman olan bu ülkeler, ya terörizmle besleniyor, ya da ihraç ediyorlar. Zaten vakti zamanında Ortadoğu’da küresel krallığın kurduğu kurgu devletler yüzyıldır bu gizli kod uyarınca coğrafyada terörizm, terörist ve terör cenneti yaratmış. Yani transfer çok kolay. Ve faşizme yatkın liderler istikballeri uğruna bilerek veya bilmeyerek çokuluslu terörizmin yerli işbirlikçileri vasıtasıyla kendi ülkelerini cehenneme çeviriyorlar.
Bölgesel kodlar ile Küresel Krallığın gizli kodu birleştiğinde veya İslam coğrafyasının ayarlarıyla oynandığında, halklar da ‘cihat’ kapsamında anında terörize ediliyor. Kodlar arası ilişkileri de terör örgütleri düzenliyor. Yani katılmalar ve kapılmalarla coğrafyanın yeniden projelendirilmesi kodları gizlenen bu küresel krallık piyonlarına bırakılıyor. Hepsinin arkasında ya bir bölge ülkesi veya emperyal güçlerden biri var. Destekler açık saçık ama pay kapma telaşından veya elde ettiğini kaybetmek korkusundan gören yok.
Gizlenmeden izlenen tek fikir var. Var olan kurulu devlet sistemine düşmanlık, açılan ve açılacak savaş, vahşi ve cani terörist saldırılar, vur kaç taktikli bitmeyen kavga. Yani açık veya aleni kurulu devletleri sivil veya askeri, eli silahlı, bombalı terörist saldırganlığı ile yıpratmak ve zayıf düşürmek.
O düşkünlükte vakti zamanı gelince de son darbeyi gizli kaydıyla, Küresel Krallık vuruyor. Son yıllarda İslam coğrafyasında yaşananlar son darbenin vurulacağı günlerin geldiğinin habercisi, sonun başlangıcıdır. Göklerden beklenenin yeryüzünde bulunduğu tavrı ve tabusu sistemin kodlarının değişmesine de ilk adımdır. Seçilmiş coğrafyalarda seçilmiş insan kehaneti dinin temel prensiplerine aykırı duruş ve en akıldışı beklenti olmasına karşın coğrafyanın gizli kodları ile resmen alay ediliyor. Resmen kutsanıyorlar. Bu mübareklik hilesiyle teröre asla bulaşmayacak görülen ve terörün sıçramayacağı, teğet geçeceği bölge ülkeleri de ateşin içine çekiliyor.
Kökleri coğrafyanın derinliklerinde gizli Kutsal Metin’in asılsız yorumlarıyla, dayanıksız çevirileriyle insanlığın kaderi değiştiriliyor. Hayatlar teröre endeksleniyor. Aşırı teokratik ve fundamentalist kararlarla saldırıların zaman aralığı kısaltılıyor. Hain ve sinsi planların tamamı kısa aralıklarla tedbir alınamayacak şekilde coğrafyaya kader olarak sunuluyor. Coğrafyanın on yıllardır değişmeyen bu kanaması ve acısı yaşam öykülerinde gizli. Gizli kod; terör katmerleştiriliyor.
Böylece süzme kaderci Ortadoğu ve İslam coğrafyası, sapmaz kadercilikten dem vuran sözde İslam ülkeleri terör yatağına dönüşüyor, teröre yataklık ediyor. Ev sahibi ve yer sahibi olarak hizmet ediyor.
Tüm saklı sunumlar aslında evrensel kaosun ipuçları. Terör yoldan sapmışlığın, raydan çıkmışlığın sayısal değerlerle saptanması. Alakasız birleşimlerle harmanlanması. Ve rejimsel dönüşümün habercisi. Gizli kod gereğince çözülemediğinde coğrafyada hala direnen kurulu devletler çözülür. Beklenti de budur. Çözülsünler. Beklemek yerine baskın karakter çevresinde toplanma ve dağılmayla toplumların dağılmasına, kurulu devlet sistemlerinin çökertilmesine yönelik çeşitli argümanları da içeren bir böl parçala yönet cambazlığı planlanıyor. Bu terör eksenli cambazlığa tutulmak, tutunmak daha beter günleri getirecektir.
Son tahlilde, yarın terörizm Ortadoğu İslam coğrafyasından atılamayacaktır. Ak ile kara ortaya çıkacak, ara çözümlerle, tampon bölgelerle, kapkaç alanlarla, özel güvenli bölgelerle, Çin seddi duvarlarla, temizlenmiş sınır hatlarıyla, akıllı kulelerle, arındırılmış kantonlarla da terör bitirilemeyecektir. Bu kez küresel krallık resmen İslamcı terörist ülkeler kurgulayacaktır.
Sol tahlilde, Küresel Krallık gizli kod; terör ile her zamanki gibi kendi celladını yaratacaktır…
Küresel Krallığın gizli kodu; terör…
Dünyaya terör ihraç eden, egemen sermaye destekli tüm terör odaklı örgütlerin konuşlandırıldığı, manevra kabiliyeti kazandırıldığı ve eğitilip, hazır kıta el altında bulundurulduğu yer Ortadoğu. Ortadoğu İslam coğrafyası.
Peki, neden Ortadoğu ve İslam coğrafyası, sözde İslam ülkeleri terör yatağı;
Örgütsel terörizmin önünde ve arkasında ‘din, dil, ırk, mezhep, meşrep, soy, sop, köken, kabile, bayrak, toprak’ daha başka ne eklense de hiç fark etmez. Hepsi ayni tarz ve hepsini ayni güç yönetiyor. Ve tamamı, özünde ümmetçiliği metheden bu coğrafyada mutlaka taban buluyor.
Aslında dipçik uyarısı yapan dipnotlarında gizli bu coğrafyanın kodları. Ve hiçte gizli değil terörizmin burada rakamsal katlanması.
Bölgede din ve dini değerler evrim geçirmediğinden dinsel idealler ve dini yaşama biçimi değişiyor sadece. Bu değişim de rotasını bin yıllar ötesine çeviriyor. Bu çevreleniş dinci terör örgütlerince sağlanıyor. Sağlatılıyor. Sağlıksız ortam hazırlanışının hemen ertesinde egemen güçler ve cehaletin egemen olduğu bu toprakları modern görünüm altında kutsal mesajın içeriğini de boşaltan bir kurtuluş ideolojisi kuşatıyor. Veya emperyal sermaye böyle bir kurtuluş empoze ediyor, ettiriyor. Ve Küresel Krallık coğrafyaya tamamen egemen olmak, hâkimiyet kurmak için böyle bir projeyi terör ilintili örgütlüyor…
Bu örgütlü yıkımın adı oydu, buydu, Arap baharıydı hiç fark etmez. Küresel krallığın dayattığı bu kurtuluş ideolojisi ile önce sınırlar dizayn ediliyor, haritalar çiziliyor. Cennet cehennem ikileminde daima bir kurtarıcı özlemi duyan İslam coğrafyası, coğrafyanın neden kurtarılacak hale geldiğini, kimler tarafından getirildiğini hiç sorgulamıyor. Sonra küresel güçler tarafından iç kavgalar körükleniyor. Ve içten dışarı sarkan savaşlar tezgâhlanıyor. Gizli kod; terörün yerleştiği bataklık iyice genişletiliyor. Her ortaya sürülen ide, sözde değişim kıpırdanışları bir bir çökünce aksayan durumu kapatmak aksiyon beklentisindeki terörist takımlara kalıyor. Bırakılıyor. Veya bölgesel çıkmaz terörizm satan örgütlere ihale ediliyor. Sallanan coğrafya sorgu sualsiz terörizmin batağına sürükleniyor ve sembolik biçimde sahte cennet vaatlerine kapılma düzeni işletiliyor.
Küresel Krallığın gizli kodu; terör olduğu biline biline bir biçimiyle hepsi Müslüman olan bu ülkeler, ya terörizmle besleniyor, ya da ihraç ediyorlar. Zaten vakti zamanında Ortadoğu’da küresel krallığın kurduğu kurgu devletler yüzyıldır bu gizli kod uyarınca coğrafyada terörizm, terörist ve terör cenneti yaratmış. Yani transfer çok kolay. Ve faşizme yatkın liderler istikballeri uğruna bilerek veya bilmeyerek çokuluslu terörizmin yerli işbirlikçileri vasıtasıyla kendi ülkelerini cehenneme çeviriyorlar.
Bölgesel kodlar ile Küresel Krallığın gizli kodu birleştiğinde veya İslam coğrafyasının ayarlarıyla oynandığında, halklar da ‘cihat’ kapsamında anında terörize ediliyor. Kodlar arası ilişkileri de terör örgütleri düzenliyor. Yani katılmalar ve kapılmalarla coğrafyanın yeniden projelendirilmesi kodları gizlenen bu küresel krallık piyonlarına bırakılıyor. Hepsinin arkasında ya bir bölge ülkesi veya emperyal güçlerden biri var. Destekler açık saçık ama pay kapma telaşından veya elde ettiğini kaybetmek korkusundan gören yok.
Gizlenmeden izlenen tek fikir var. Var olan kurulu devlet sistemine düşmanlık, açılan ve açılacak savaş, vahşi ve cani terörist saldırılar, vur kaç taktikli bitmeyen kavga. Yani açık veya aleni kurulu devletleri sivil veya askeri, eli silahlı, bombalı terörist saldırganlığı ile yıpratmak ve zayıf düşürmek.
O düşkünlükte vakti zamanı gelince de son darbeyi gizli kaydıyla, Küresel Krallık vuruyor. Son yıllarda İslam coğrafyasında yaşananlar son darbenin vurulacağı günlerin geldiğinin habercisi, sonun başlangıcıdır. Göklerden beklenenin yeryüzünde bulunduğu tavrı ve tabusu sistemin kodlarının değişmesine de ilk adımdır. Seçilmiş coğrafyalarda seçilmiş insan kehaneti dinin temel prensiplerine aykırı duruş ve en akıldışı beklenti olmasına karşın coğrafyanın gizli kodları ile resmen alay ediliyor. Resmen kutsanıyorlar. Bu mübareklik hilesiyle teröre asla bulaşmayacak görülen ve terörün sıçramayacağı, teğet geçeceği bölge ülkeleri de ateşin içine çekiliyor.
Kökleri coğrafyanın derinliklerinde gizli Kutsal Metin’in asılsız yorumlarıyla, dayanıksız çevirileriyle insanlığın kaderi değiştiriliyor. Hayatlar teröre endeksleniyor. Aşırı teokratik ve fundamentalist kararlarla saldırıların zaman aralığı kısaltılıyor. Hain ve sinsi planların tamamı kısa aralıklarla tedbir alınamayacak şekilde coğrafyaya kader olarak sunuluyor. Coğrafyanın on yıllardır değişmeyen bu kanaması ve acısı yaşam öykülerinde gizli. Gizli kod; terör katmerleştiriliyor.
Böylece süzme kaderci Ortadoğu ve İslam coğrafyası, sapmaz kadercilikten dem vuran sözde İslam ülkeleri terör yatağına dönüşüyor, teröre yataklık ediyor. Ev sahibi ve yer sahibi olarak hizmet ediyor.
Tüm saklı sunumlar aslında evrensel kaosun ipuçları. Terör yoldan sapmışlığın, raydan çıkmışlığın sayısal değerlerle saptanması. Alakasız birleşimlerle harmanlanması. Ve rejimsel dönüşümün habercisi. Gizli kod gereğince çözülemediğinde coğrafyada hala direnen kurulu devletler çözülür. Beklenti de budur. Çözülsünler. Beklemek yerine baskın karakter çevresinde toplanma ve dağılmayla toplumların dağılmasına, kurulu devlet sistemlerinin çökertilmesine yönelik çeşitli argümanları da içeren bir böl parçala yönet cambazlığı planlanıyor. Bu terör eksenli cambazlığa tutulmak, tutunmak daha beter günleri getirecektir.
Son tahlilde, yarın terörizm Ortadoğu İslam coğrafyasından atılamayacaktır. Ak ile kara ortaya çıkacak, ara çözümlerle, tampon bölgelerle, kapkaç alanlarla, özel güvenli bölgelerle, Çin seddi duvarlarla, temizlenmiş sınır hatlarıyla, akıllı kulelerle, arındırılmış kantonlarla da terör bitirilemeyecektir. Bu kez küresel krallık resmen İslamcı terörist ülkeler kurgulayacaktır.
Sol tahlilde, Küresel Krallık gizli kod; terör ile her zamanki gibi kendi celladını yaratacaktır…
17 Aralık 2016 Cumartesi
TERÖRÜN BU GÜNÜ BU DAKKA
TERÖRÜN BU GÜNÜ BU DAKKA
Belli çevrelerce kabullenilmese de bu gün bu dakka itibariyle, en baştan ayaklara kadar siyasal bir çöküntü yaşayor şu fakir memleket. Daha beteri için de bir yerlerde düğmeye basıldı sanki. Ortadoğu’ya öykünür tarzda çarşı pazar terör hortladı, hortlatıldı. Daha terörist saldırıların biri gereğince kınanmadan diğeri vuruyor. Hem de hiç terör vurmaz varsayılan, lafta terörden arındırıldığı söylenen şehirlerde.
Ve böylesine can acıtan bir atmosferde hala sahte partizanlık, mevcut idarecilerin suçu yok işgüzarlığı...
Her kanlı eylemden sonra çakma terör uzmanı pozunda siyasi ahkâm kesiciliği. Algı operasyonunun dik alası dayatılıyor millete. Söylem, memleket güllük gülistanlık, istikrar ve huzuru bozmak isteyenler var martavalı. Ek olarak kıyısından köşesinden dış mihraklar masalı. Bu partici ahkamcılık mesleğine giydirmek, yandaş platformlara ve bu zübüklere yol verenlere de dokundurmak var ya şimdi sırası değil.
Zaten korku imparatorluğu yüzünden kimse emperyalizmin güdümündeki, çok uluslu terör ve maşaları sinsice dışardan içeri sızmış, terörün en can alıcı yöntemleriyle özellikle bomba yüklü araçlar ile memleketi mesken tutmuşlar diyemiyor. Bunların en kolay girdikleri, yerleştikleri, dolaştıkları ve çıktıkları memleket olmuşluk hiç önemsenmiyor. Yersen, yutarsan babında bir çeşni ve peşinden acılar. Peş peşe olanları önlemek yerine, ocağa her ateş düştüğünde, ilk iş din iman kardeşliği ve bunlar potansiyel teröristtir potasında bir eriyik hazırlamak. Yapılan bu. Şehit şüheda merkezli sunum.
Ancak terör bu gün bu dakka itibariyle memleketin hangi bölgesi, bölgenin neresi olursa olsun, ölüm yağdırıyor, ocaklar söndürüyor. Her kimse bu teröristler her istediklerinde açıktan açığa ölüm kusuyorlar denilebiliyor da, hiç kimse bunların ipleri kimin kimlerin elinde diye soramıyor ve yanıtlayamıyor.
Üzerinde çok özel çalışıldığı, öncesi sonrasıyla incelikli planlandığı besbelli yerlerde patlatılıyor bomba yüklü araçlar. Gören, bilen, duyan, uyaran, önleyen yok. Hatta istihbarat hiç yok. Devletin üst düzey terörizm birikimli, tecrübeyle yoğrulmuş makamları kör ve sus pus. Öyle ki ciddi gözleme, sık araştırmalara dayanan üst akıl terör birikimiyle yapılmış saldırılar bunlar. Bir biçimde farkına varılabilir veya varmak gerekir. Varılmıyor ve bir rehavet anında bomba yüklü araçlar hedefe yaklaştırıyor ve patlatılıyor.
Bomba yüklü araç veya canlı bombalar patlar patlamaz istihbaratlar su gibi akıyor ama. Saldırganlar anında tamamı cinsine cibilliyetine kadar teşhis ediliyor. Uzak veya sınır ötesi bağlantıları bile ortaya çıkarılıyor. Saldırıların şiddetine göre tesadüfen hayatından olan gariplerin kimlikleri ise zar zor belirleniyor.
Bu belirsizlik daha ne kadar sürer bilinmez ama tescilli terör saldırılarına maruz kalmak şu fakir memleketin ve garip milletin kaderi oldu. Memleketin dört bir yanını sarmış terörün bu kafayla önlenemeyeceği malumdu, daha acımasızca içeri taşacağı da kesindi. Ortamı fırsat bilen terörizm azdı ve azgınlaştı. Sonuçları ortada. İktidar zaafı boyutunda iki ayaklı canlı bombalar ve dört tekerlekli bomba yüklü araçlarla yaşamaya mahkûm edilmiş halk. Milletin mağduriyeti günden güne artıyor. Artacak gibi de görünüyor. Canlar yanıyor, gönül rızası devriliyor ama suratlarda ayni pişkinlik; şehitlerimize Allah’tan rahmet. Bir de; teröre verilen her kurbanın peşinden ‘şehitler ölmez, vatan bölünmez’ sloganı.
Oysa uluslararası terörizm baronları şu memleketin bölünüp buharlaşması için, tutmayan eski planların yerine, sanki yeni yeni planlar devreye sokuyor. Memleket yoz politik manzaraların içine hapsedildikçe kaynatılıp devreye sokuluyor. Atışması çatışması bir yana memlekette güven hissi azar azar yok ediliyor. Sanki işini iyi bilir birileri tarafından toplumda infiale yol açabilecek terörist saldırılar memleket sathına yayılıyor. Sanki boş hafızalar iç savaşa resmi veya gayrı resmi yoldan hazırlanıyor. Pentagonvari planlar, bölgesel projeler el altından uygulanıyor.
Emperyal güçlerin ve memleket içinde cirit atan yerli veya yabancı terör odaklı işbirlikçilerin dayanağı hazır; kendin ettin kendin buldun…
Bu düğmeye kim veya kimler basıyorsa, kim ve kimler bastırdıysa bilmeli ki; bu memleket bu adi komplolar neticesinde ‘başka çare kalmadı faşizmi’ne asla geçit vermez. Faşizme karşı omuz omuza direnir…
Böl parçala yönet organizasyonunu görmeyen politikacılarla ve içte dışta sulh dışı politikaları izleyenlerle, gelinen nokta işte budur. Terör iç bünyeye sıçrar, ikbal uğruna kamplaştırılan memlekete gelir kamp kurar. Memleketin istikbali ve istiklalini tehdit eder noktaya evrilir. Zaten memleket politikası evrenselliğini kaybettikçe her köşe başında egemen sermaye emrindeki bölgesel ve yerel terörist uzantılar racon keser. Bitlenip yol keser. Göz karartıp canlı bomba patlatır. Gözden kaçan bomba dolu araçlar yaşamın tam içine yanaştığında ise meydanlar cehenneme döner.
Ahval ve şerait buyken, şu fakir memleket başka şeriat peşinde. Kadrolu veya taşeron devlete çalışanların neredeyse tamamı, devlet kurumları ile devlete kurumlananlar, kamu kuruluşları ile kamuya kurulmuşlar ve siyasi uzantılar, uzantının ucunda bir şekilde sebeplenen ahalinin çoğunluğu tek parti, tek lider rüyasına kapılmış. Gözler başka şey görmüyor oysa koca memleket binmiş bir alamete gidiyor kıyamete…
Bu düğmeye basan baronların maşaları, memleketin dört bir yanında kaosun pimini çekenler artık din, dil, ırk, mezhep, meşrep, soy, sop, köken, kabile bağlamında kendilerini bir an önce çek etmelidirler. Yoksa memleketin hali çekilmez hallere devşirilir. Bu kara körlüğün memleketin ekonomik, toplumsal ve siyasal çözülmüşlüğünü bir yerlere bağlamak olduğu apaçık belli. Bu bağlamda terör saldırılarına son verilmezse, verdirilmezse, dur denilmezse, önlenmez ve her şekliyle zemin hazırlanırsa, yol verilirse sonuç karanlık.
Düğmeye birkaç yerden basıldığı mutlak bu tabloda mutlakıyete yön tayini derecesinde ibretlik senaryolar sahneye koyuldu gibi. Geçmişte bu ve benzer konu çok işlendi. Bu konu, bu oyunlar, bu senaryolar çok oynandı. Özellikle son on yıllarda mevcut iktidar sınır dışı meselelere yoğunlaştıkça, memleket için için yanıyor.
Yaşanan tüm acı olaylar bunlar menfur saldırılar, kan ihtiyacı vardır yoktur, sayı veremeyiz şeklindeki devlet erkânı demeçleriyle geçiştirilemez. Bu kanlı saldırılara ilşkin öyle yapıldıkça daha tehlikeli süreçlere kapılar aralanır. İç, dış veya ilgili bakanların bu menfur ve kanlı saldırıların hemen peşinden uçup olay yerine konması da yetmez. Bu teröre karşı yetersizliğin, resmen hükümetin hâkimiyeti kaybettiğinin göstergesidir. Bu tavırların, ajite söylemler ve kınamalar, küfretmek tarzında yaklaşımların inandırıcılığı da kalmaz sonra. Afaki metazori izahatlar yöneticilik oyunu oynamaktan başka bir şey değildir ayrıca.
Özellikle düşman fotoğraflarının tespiti net ve doğru yapılmadıkça düşman mevzileri de gittikçe artar. Saldırıların her türlüsü çapına, boyutuna bakılmaksızın kanıksanır ve bir şeyler devlet kontrolünden çıkar. Tüm terörist ataklar hükümet bunalımına çöreklenir. Dolayısıyla akıl tutulması ve tutuşması başlar. Memlekete yersiz ve zamansız ölümlerin kara ve kanlı gölgesi vurur. Bu gün bu dakka itibarıyla yaşanan aynen budur. Artık terör namına aklı kurcalayan ne varsa üstüne üstüne gidilmelidir. Yoksa şehir korkuları artarak yaşanır.
Böylesine terörist saldırıların bir daha olmaması için, saldırılar kapsamında acılar yaşamamak için, memleketi bitti biter konuma düşürmemek için, gittiği yere kadar gider çerçevesinde ne ekersen onu biçersin yanlışına kapılmamak için şu zengin toprakların tavı da düşürülmelidir.
Son tahlilde bu terör meselesi çakma terör uzmanı pozunda partizan siyasi ahkâm kesicilerinin kestirdiği gibi değil…
Belli çevrelerce kabullenilmese de bu gün bu dakka itibariyle, en baştan ayaklara kadar siyasal bir çöküntü yaşayor şu fakir memleket. Daha beteri için de bir yerlerde düğmeye basıldı sanki. Ortadoğu’ya öykünür tarzda çarşı pazar terör hortladı, hortlatıldı. Daha terörist saldırıların biri gereğince kınanmadan diğeri vuruyor. Hem de hiç terör vurmaz varsayılan, lafta terörden arındırıldığı söylenen şehirlerde.
Ve böylesine can acıtan bir atmosferde hala sahte partizanlık, mevcut idarecilerin suçu yok işgüzarlığı...
Her kanlı eylemden sonra çakma terör uzmanı pozunda siyasi ahkâm kesiciliği. Algı operasyonunun dik alası dayatılıyor millete. Söylem, memleket güllük gülistanlık, istikrar ve huzuru bozmak isteyenler var martavalı. Ek olarak kıyısından köşesinden dış mihraklar masalı. Bu partici ahkamcılık mesleğine giydirmek, yandaş platformlara ve bu zübüklere yol verenlere de dokundurmak var ya şimdi sırası değil.
Zaten korku imparatorluğu yüzünden kimse emperyalizmin güdümündeki, çok uluslu terör ve maşaları sinsice dışardan içeri sızmış, terörün en can alıcı yöntemleriyle özellikle bomba yüklü araçlar ile memleketi mesken tutmuşlar diyemiyor. Bunların en kolay girdikleri, yerleştikleri, dolaştıkları ve çıktıkları memleket olmuşluk hiç önemsenmiyor. Yersen, yutarsan babında bir çeşni ve peşinden acılar. Peş peşe olanları önlemek yerine, ocağa her ateş düştüğünde, ilk iş din iman kardeşliği ve bunlar potansiyel teröristtir potasında bir eriyik hazırlamak. Yapılan bu. Şehit şüheda merkezli sunum.
Ancak terör bu gün bu dakka itibariyle memleketin hangi bölgesi, bölgenin neresi olursa olsun, ölüm yağdırıyor, ocaklar söndürüyor. Her kimse bu teröristler her istediklerinde açıktan açığa ölüm kusuyorlar denilebiliyor da, hiç kimse bunların ipleri kimin kimlerin elinde diye soramıyor ve yanıtlayamıyor.
Üzerinde çok özel çalışıldığı, öncesi sonrasıyla incelikli planlandığı besbelli yerlerde patlatılıyor bomba yüklü araçlar. Gören, bilen, duyan, uyaran, önleyen yok. Hatta istihbarat hiç yok. Devletin üst düzey terörizm birikimli, tecrübeyle yoğrulmuş makamları kör ve sus pus. Öyle ki ciddi gözleme, sık araştırmalara dayanan üst akıl terör birikimiyle yapılmış saldırılar bunlar. Bir biçimde farkına varılabilir veya varmak gerekir. Varılmıyor ve bir rehavet anında bomba yüklü araçlar hedefe yaklaştırıyor ve patlatılıyor.
Bomba yüklü araç veya canlı bombalar patlar patlamaz istihbaratlar su gibi akıyor ama. Saldırganlar anında tamamı cinsine cibilliyetine kadar teşhis ediliyor. Uzak veya sınır ötesi bağlantıları bile ortaya çıkarılıyor. Saldırıların şiddetine göre tesadüfen hayatından olan gariplerin kimlikleri ise zar zor belirleniyor.
Bu belirsizlik daha ne kadar sürer bilinmez ama tescilli terör saldırılarına maruz kalmak şu fakir memleketin ve garip milletin kaderi oldu. Memleketin dört bir yanını sarmış terörün bu kafayla önlenemeyeceği malumdu, daha acımasızca içeri taşacağı da kesindi. Ortamı fırsat bilen terörizm azdı ve azgınlaştı. Sonuçları ortada. İktidar zaafı boyutunda iki ayaklı canlı bombalar ve dört tekerlekli bomba yüklü araçlarla yaşamaya mahkûm edilmiş halk. Milletin mağduriyeti günden güne artıyor. Artacak gibi de görünüyor. Canlar yanıyor, gönül rızası devriliyor ama suratlarda ayni pişkinlik; şehitlerimize Allah’tan rahmet. Bir de; teröre verilen her kurbanın peşinden ‘şehitler ölmez, vatan bölünmez’ sloganı.
Oysa uluslararası terörizm baronları şu memleketin bölünüp buharlaşması için, tutmayan eski planların yerine, sanki yeni yeni planlar devreye sokuyor. Memleket yoz politik manzaraların içine hapsedildikçe kaynatılıp devreye sokuluyor. Atışması çatışması bir yana memlekette güven hissi azar azar yok ediliyor. Sanki işini iyi bilir birileri tarafından toplumda infiale yol açabilecek terörist saldırılar memleket sathına yayılıyor. Sanki boş hafızalar iç savaşa resmi veya gayrı resmi yoldan hazırlanıyor. Pentagonvari planlar, bölgesel projeler el altından uygulanıyor.
Emperyal güçlerin ve memleket içinde cirit atan yerli veya yabancı terör odaklı işbirlikçilerin dayanağı hazır; kendin ettin kendin buldun…
Bu düğmeye kim veya kimler basıyorsa, kim ve kimler bastırdıysa bilmeli ki; bu memleket bu adi komplolar neticesinde ‘başka çare kalmadı faşizmi’ne asla geçit vermez. Faşizme karşı omuz omuza direnir…
Böl parçala yönet organizasyonunu görmeyen politikacılarla ve içte dışta sulh dışı politikaları izleyenlerle, gelinen nokta işte budur. Terör iç bünyeye sıçrar, ikbal uğruna kamplaştırılan memlekete gelir kamp kurar. Memleketin istikbali ve istiklalini tehdit eder noktaya evrilir. Zaten memleket politikası evrenselliğini kaybettikçe her köşe başında egemen sermaye emrindeki bölgesel ve yerel terörist uzantılar racon keser. Bitlenip yol keser. Göz karartıp canlı bomba patlatır. Gözden kaçan bomba dolu araçlar yaşamın tam içine yanaştığında ise meydanlar cehenneme döner.
Ahval ve şerait buyken, şu fakir memleket başka şeriat peşinde. Kadrolu veya taşeron devlete çalışanların neredeyse tamamı, devlet kurumları ile devlete kurumlananlar, kamu kuruluşları ile kamuya kurulmuşlar ve siyasi uzantılar, uzantının ucunda bir şekilde sebeplenen ahalinin çoğunluğu tek parti, tek lider rüyasına kapılmış. Gözler başka şey görmüyor oysa koca memleket binmiş bir alamete gidiyor kıyamete…
Bu düğmeye basan baronların maşaları, memleketin dört bir yanında kaosun pimini çekenler artık din, dil, ırk, mezhep, meşrep, soy, sop, köken, kabile bağlamında kendilerini bir an önce çek etmelidirler. Yoksa memleketin hali çekilmez hallere devşirilir. Bu kara körlüğün memleketin ekonomik, toplumsal ve siyasal çözülmüşlüğünü bir yerlere bağlamak olduğu apaçık belli. Bu bağlamda terör saldırılarına son verilmezse, verdirilmezse, dur denilmezse, önlenmez ve her şekliyle zemin hazırlanırsa, yol verilirse sonuç karanlık.
Düğmeye birkaç yerden basıldığı mutlak bu tabloda mutlakıyete yön tayini derecesinde ibretlik senaryolar sahneye koyuldu gibi. Geçmişte bu ve benzer konu çok işlendi. Bu konu, bu oyunlar, bu senaryolar çok oynandı. Özellikle son on yıllarda mevcut iktidar sınır dışı meselelere yoğunlaştıkça, memleket için için yanıyor.
Yaşanan tüm acı olaylar bunlar menfur saldırılar, kan ihtiyacı vardır yoktur, sayı veremeyiz şeklindeki devlet erkânı demeçleriyle geçiştirilemez. Bu kanlı saldırılara ilşkin öyle yapıldıkça daha tehlikeli süreçlere kapılar aralanır. İç, dış veya ilgili bakanların bu menfur ve kanlı saldırıların hemen peşinden uçup olay yerine konması da yetmez. Bu teröre karşı yetersizliğin, resmen hükümetin hâkimiyeti kaybettiğinin göstergesidir. Bu tavırların, ajite söylemler ve kınamalar, küfretmek tarzında yaklaşımların inandırıcılığı da kalmaz sonra. Afaki metazori izahatlar yöneticilik oyunu oynamaktan başka bir şey değildir ayrıca.
Özellikle düşman fotoğraflarının tespiti net ve doğru yapılmadıkça düşman mevzileri de gittikçe artar. Saldırıların her türlüsü çapına, boyutuna bakılmaksızın kanıksanır ve bir şeyler devlet kontrolünden çıkar. Tüm terörist ataklar hükümet bunalımına çöreklenir. Dolayısıyla akıl tutulması ve tutuşması başlar. Memlekete yersiz ve zamansız ölümlerin kara ve kanlı gölgesi vurur. Bu gün bu dakka itibarıyla yaşanan aynen budur. Artık terör namına aklı kurcalayan ne varsa üstüne üstüne gidilmelidir. Yoksa şehir korkuları artarak yaşanır.
Böylesine terörist saldırıların bir daha olmaması için, saldırılar kapsamında acılar yaşamamak için, memleketi bitti biter konuma düşürmemek için, gittiği yere kadar gider çerçevesinde ne ekersen onu biçersin yanlışına kapılmamak için şu zengin toprakların tavı da düşürülmelidir.
Son tahlilde bu terör meselesi çakma terör uzmanı pozunda partizan siyasi ahkâm kesicilerinin kestirdiği gibi değil…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)