VANTUZ BALIĞI VE VANTUZLANMAK…
Vantuz balığı gibi başköşeye yapışanlar, kendilerini antik dünyaların harikaları zannederler. Ve derya denizde, davetli davetsizlere her türden yaklaşım ve yakınlaşmalarla kendini bağlar, zamanla yakından başlayarak da çarparlar…
Enginde fal taşı açılsa da gözler, sisten hiçbir şey görülmeyince yolculuk dikine başlar. Dikine taşlar da yerli yerine oturtulunca anlatım yasakları haşlar. İşte doğaya ve sanata özgü özgünlük bu yapışkan zeminde en sınırdaki erişilmez güçtür. Güçtür bölük pörçük kayıtlardaki sözde katılımcılık. Değer katıcılar da yere düşünce oynaş sırnaş vantuzcu gölgeleri güneşe çıkarmak gerekir. Gerekir ama cartlağı çekmek pahasına, fettanlığı ve tefecilikle yüz yüzeliği köşe başlarında sıkıştırmak iyice zorlaşır.
O vakit fakirsin bari cellata bulaşma diye başlar, zenginsin bari cellat olma diye biter atadan kalma sözler. Doğanın iki yüzünü göstermek açısından vantuz balığını eni konu bilmek önem kazanır. Ayrıca hangisi kabul görecek ise görsün adabı elden bırakmadan ilim ve bilimde ısrarcılık da şarttır. Çoban kavalından süzülen folklorik ezgiler dinlenmeyi sağlar, dillenmeyi ise sollar. O ezgilerle yağlar erir ve dilenmeyi de önler. Uçan balıklar misali kuşlaşır anılar.
Göçmen kuşlar misali zatıâlilerine methiyeler ve tavsiyeler düzmek şu ortamda genel geçer zanaatkârlıktır. Ama sanat, sanat değildir asla. Alaturka musikinin inzivasına giren sevme kabiliyeti dahi değildir. Sadece vantuz balığı ile özetlenebilecek bir doğa yanılması söz konusudur. Sevgisizlik kayıtlara düşünce dikine dikine ötelenmiş yeni hayat tarzını sürüler halinde seviye zorlamak da hiçbir işe yaramaz zamanla. Eninde sonunda kıyamette karşılaşılacak hasımlardan daha fazla yaratmamak için israf edilen sevgileri insana özgü erdemle tekrar yaşamaya çaba gerekir sadece. Tüm kurgulanmış dost ve düşmanların gözünde ve gönlünde yer etme, yer tutma hikâyelerine de hiç aldırmamak bazen çaredir. Ama bu gerçeği fark etmek bile çoğunlukla işe yaramaz. Çünkü tüm köşe başlarına vantuz balıkları yapışmıştır.
Vantuz balığı gibi başköşeye, köşe başlarına yapışanlar, kendilerini antik dünyaların ve geleceğin harikaları zannederler. Ve derya denizde, balık hafızalı davetli davetsizlere her türden yaklaşım ve yakınlaşmalarla kendini zamklar, zamanla en yakından başlayarak da cin çarpmışçasına çarparlar…
İşe yaramazlık aslında siyaseti mutlu etme ve mutlu olma sanatı olarak görüp, bilip, sayıp gün ortasından başlayarak gece yaralarına kadar karanlığı sayıklamaktır. Ayrıca bilumum çekmecelerin içi boşalınca boşaltılınca ve aklın içi boşalınca boşaltılınca mutluluk bir miktar artar. Ancak mutlu yaşayabilmek ve mutlu kalmak siyasetin tüm dalaverelerine karşın tutmaz. Çünkü sevginin özü kararmış, insan olan insanlar üzülmüştür. İşte tam bu aşamada sinirleri kuvvetlendirmek gerekir.
Zaten yüzsüz kiracılar ev sahiplerini faka bastırınca, siyasetin yüzü astarı, dastarı kilimi birbirine karışınca siyasi aktivitelerin ve siyasi aktivistlerin kimyası da bozulur. Gerçekliğin geçerliliği dağılınca sosyal metobolizma da aksamaya başlar. Yüzlerce binlerce hayale sığmayan, sığdırılamayacak olan acı olaylar zeytinyağı gibi su yüzüne çıkar. O saatten sonra vantuz balığının rengi aktır karadır karşıtlığıyla tartışmak ise boşa zaman harcamaktır.
İşte yapışan yüzsüzlük ile bu algı yönetimi ve kavram kargaşasında dünyanın malı derya deniz yemeyen, hesabı kaldırılır. Fırıldak tipler, fırıldakça fırıl fırıl dönmeye başlar başköşeye zamklanmışların etrafında. Upuzun masalarda kendilerini beyinlerinden yapıştıracak sandalye ararlar. İşin sosyal boyutunda tırnak içinde duygusal gelişime de iyice yol açılınca ilk oturan son kalkar veya kaldıramaz mabatını sandalyeden. Yeryüzünde ve su kürede nice cici, rengârenk topluluklar bu yüzden matlaşır, donuklaşır ve içten en dışa, alttan en üste acayip bir kararma başlar.
Bu öyle bir dengini, rengini kaybetmedir ki, her türlü noksanlık ve fazlalık vantuz balığı ile izah edilebilir. Kendini her akıllıyım sanan, yapışık akılla orta yerde dolanan, orta oyunculuk geleneğine ayıp olmasın ama tüm sahte orta oyuncuları sırtında binlerce vantuz ile bodoslama tırmanışı başlar. Oysa yaşananlar bir tatlı su kıyısında tatlı su canlısı kıyımıdır. Ve masmavi sehpa da yabancılaşma ve yalnızlık hissi üzerine kurulmuş bir hikâye okur denizkızları.
Burnunun ucunu göremeyenlerin gelecekten dem vurmaya, vurguna tempo tutmaya başlamasıyla çarpılma beyinlerden başlar. Vurgun yenir ve çarpıklık önce kollara, bacaklara ve diğer organlara bir çırpıda yayılıverir. Yani vantuzlanma orta yol tutmak yerine mutluluk eşiğinin anında aşılmasını da beraberinde getirir. Dertsizlik, tasasızlık ölçeğinde ödüllendirilmek ise başka baharlara, başka dünyalara kalır. Öyle ki bu çarpılma, vantuzlanma sürecinde geç akıllanmışlığın siniriyle kaptanın hangi sihirli mekana demirleyeceği de hiç belli olmaz. O belirsizliktir ki vantuz balığının inkâr edilemez etkileriyle daha da ağırlaşır ve deniz kararır. İşte o vakit ağır baş ağrı tutmaz ama emir demiri keser ve demirlenilen her liman başa bela olur.
Vantuz balığı gibi başköşeye, köşe başlarına yapışanlar, kendilerini antik dünyaların ve geleceğin ve sonsuzluğun harikaları zannederler. Ve derya denizde, balık hafızalı davetli davetsizlerin sırtına her türden yaklaşım ve yakınlaşmalarla kendini zamklar, zamanla en yakından başlayarak da cin çarpmışçasına çarparlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder