22 Ocak 2015 Perşembe

DÜŞMEK, DÜŞKÜNLÜK VE İLAN…

DÜŞMEK, DÜŞKÜNLÜK VE İLAN…

Tarihte örnekleriyle sabittir düşmek, düşkünlük ve düşkün ilan edilmek zor paklanır akıllardan, zor kazınır yüreklerden. Öyle bir itibar kaybıdır ki yüzleşilen, unutulmaya yüz tutmuş yıllardan sonra bile iadesiyle eskisi gibi olmaz hiçbir şey…

Makam ve mevkiden düşmek o denli incitmez belki yüreği asıl milletin gözünden düşmektir insanı yakıp, yıkıp, kahreden. Düşmek demek tel tel dökülmektir pespayeleşerek. Yerli yersiz korkular da düşünce akla nice değerler eğerlerin peşinde berhava olur. Ve keşkeler dolar yüreklere. Ancak nafiledir tüm çırpınış ve çabalar.O saatten sonra insanın kendini temize çıkarması da bir o kadar güçleşir. Fireler verilir alınır ama tüm manzara düşmek, düşkünlük ve düşkün ilan edilmek üzeredir. Elimi sallasam ellisi beğenisiyle dolaşmak, tavırlanmak ve edalanmak elinin tersi görmekle biter.

Oynanan tüm oyunlar, başoyuncuların kendi başına bela olduğu gibi bazen hiç suçsuzları da katar kervana. Ağır oyuncuların en başında başlarken belirlenmiş tutumları zamanla değişince fezlekeler meşru ellerde, püsküllü fezler gayri meşru ellerde fesleğenleştirilir. Pis tüten ama mubahlaştırılan kokular festleşince bitkileşsin diye el yakan gayrimenkullerde, yürek yakan kasalarda, can sıkan karton kutusu dairelerde film gibi izlenir.

Aykırı sorular soruldukça peşpeşe örgütlülüğün ağa babasına da sırnaşır telaş ve yargıçlara da sirayet eder yarış. Dibi başı oynayan bu saf sıkılaşmasında edep yahu serzenişleri suçların şahına desturu şakır. Ama şimdi ve sonrasında konuşmak sanattır ama konuşmamak daha sanattır şeklinde tayin edilir şartlanmalar. Ancak her halukarda sabır eninde sonunda ahvaline döner kırına kıvamına kımıldar.

Hantallaşmaktan kurtulamayan bir yönetimde ısrarın suçudur başa gelen bu düşmeler. Bu düşkünlükte hesaba çekilmek ise en makul sonuçlamadır. Gerginlik çoğaldıkça şikâyetler azalacak sanmak, her paydosun yepyeni işbaşlarına başlangıç olabileceğini unutmaktır.

Zaten gereksiz efsaneleşince dilden dile düşer fesane masalları, fes düşünce ise akla kara belirir. Zılgıtlar dünyaya ulaşınca ve sonra zelzele ayakların her bastığı yere değince biter macera. Aynaya akseden tarihsel hayaller gibidir düşmek, düşkünlük, ilanı ve kalkmak. Kalkınca düşmek, düşünce kalkamamak ise gerçekliğin adı sanı hiçe saymasıdır. Nihayetinde zalimin eline geçen mevkiden ikbalden servetten demlenen deyişlerle isyan çiçeği açar.

Beytülpınardan pay ve hisse kapmak için dokunulmazlıklar kaldırılmadığından saçlara ak düşer uykusuz gecelerde. Sanki zaman yetmemiştir uzaktan yakından beslenmişlere ve tüm seslemelere kulaklar tıkanır. Cihaz mihaz kar etmez bu sağırlığa. İnsafsızlık gönül sesi değildir ama düşene lakap takılmasına bile gönül eğlemez. İsmi cismi bir yana ordan buradan düşenlere gönülden gönüle uçmak değil gözden ve gönüllerden düşmek düşer.

Düşülür bir hayale zevkte alınır bir süreliğine ama ‘düştükçe semadan yere mehtap’ düşmenin ne demek olduğu behemal anlaşılır lakin geç kalınmıştır. Elimi sallasam ellisi kendini beğenmişliği ellisinin de elinin tersini görünce film kopar. Kopmasa da pek yakında kopabileceğinin yakın çekim gösterimi olarak tarih sayfalarındaki yerini alır…

‘Yüksekten düşmek kadar korkucudur, göçükler altında kalmak. Boğulmak kadar ürkütücüdür ateş içinde yanmak.’ İşte hiçbir makam ve mevki bu hal ve biçimlere düşmekten asla kurtaramaz düşkünleri. En ihtişamlı zenginliğini haklı haksız düşünmeden edinip coğrafyasına borçlu kalanlar şu memlekette her yeni günü senelerce ağırlığında yaşar sonra. Zehir zıkkım bir dil ile lebinden goncalar dermek de gün güne zorlaşır, kurtulmak ise hayal olur iki cihanda.

Çünkü her şeyin bir haddi hududu vardır ve hadler aşılıp hudutlar geçildiğinde öğretirler kendini adamdan sayanlara veya saymayanlara. Bir kötü alışveriştir hayatı siyasetle yoğurmak politika kazanında. Acayip kötü bir alışkanlıktır siyaset hapını gözü kapalı yutmak. Yuttururlar adama haddi hudutsuzluğuve midelerde yangı başlar, dut yemiş bülbüle dönülür anında. Ondan sonrası ihtişamlı makamlar mevkiler den düşmektir. Makam ve mevki kudurmuşluğu da öyle bir hastalıktır ki yapışır aklın duvarına her düşkünlükte, sorarım ben onlara babında. O aymazlıkta baş siyasi aktörler baş edemeyince sendeleyerek yürütür can kuzularını. ve çıplak beton ve tuzlu zeminler de asla kar etmez. Sonra morlaşmış ayaklar, yüzler, bedenler fotoğraflanır ama bu kez korku imparatorluğunda korku dağları beklemez. Sadece milletin gözden düşürme süreci yansır horozlu aynalara ve delikanlılığın pimi çekilir. Param parçalanma başlar o sürecin metni de tezelden hazırlanmaktadır, yakında tahtaya kazınır.

O düşmeler ki kara deliklerden girip çıkılsa da ak çıkmak zorluğudur. Zordur yakar insanı baştankara, yüreklerini karartır düşenlerin. Türbinlere oynamak ta kurtarmaz o vakit ezberden buyrukçuları ve zevatı. Çünkü her şey elekten geçirilip, elektronikleştirildikçe seyircisi de azalmıştır oyunların. Düşmek mozaik taşlara çarpmaktır en tatminsiz dalgaların eğilmezliğiyle. O arsız düzen günü gelip yıkıldığında üç otuz paraya satılır bütün düşkünlerin küçük hatıraları. Köy kent pazarlarındaki tezgâhlarda bile alıcı bulması zorlaşır. Ve kafaları güdük uydurmalarla, uyduruklarla uydulaştırılanlar bile günü gelir uyanır. Piyasaya zamanla düşkünleşebilecek arzuların ve zayıflıkların sürüldüğü netleşince beyinlerde ki balon patlar. O patlamanın topluma yansımaları da suya yazı yazanların huyunu suyunu anında değiştirir.

Çünkü yüksekten düşmek yüksekten bakanların arınmasıdır, ferman altında kayıp insanların aranmasıdır. O zaman öceği böceği kara gözlük takmışlarca açık düşürmeler açıkça kapanır. Ve gün olur tersine tersine işler deliren kasırgalar ve deniz yutar tüm düşmeleri ve düşkünleri. Düşkün ilanı ise yeterlik sağlanamadığından şimdilik aklansa da karalansa da elimi sallasam ellisi dışındakilerin insafına kalır…

Hiç yorum yok: