Bir siyasi toplantıda yaklaşan genel seçimlerde milletvekili aday adayı olmak isteyen emektar sosyal demokratların kendilerini tanıtımlarını ve siyasi sunumlarını dikkatle izleyince yaşanan akıl tutulmalarına karşı bazı açılımlarla katkıda bulunmak gereği kendiliğinden doğdu. Yılların birikimi bir gerçek var ki şu garip ülkede sosyal demokrasi hangi parti tabelası altında olursa olsun hiçbir zaman kolaylıkla iktidara gelemez, getirilmez.
Doktrini çok iyi bilenler ve inceleyenlerin dışında kalanlar bile, yani denizin dibinde batık hazine arayanlar ile iğneleyici sözlerden incili define çıkaranlar dahil bu değişmez gerçeği çok iyi bilirler aslında. Çünkü “sosyal demokrasi tarafından iktidarın ele geçirilmesi sosyalist devrimin ta kendisidir”, taş baskı resmidir. Onun için tüm emperyal güçler bu iktidarlaşmaya ne pahasına olursa olsun karşı durur. Eğer sosyalist bir devrim değil de demokratik bir değişim hedefleniyorsa o zaten geçici bir devrim olur ve sürekliliği olmaz. Konu da o değil zaten.
Ancak bu devrimci süreç anında tersine de işleyebilir, işletilebilir de. O yüzden çağdaşlığın, bilimselliğin ve demokrasinin temel taşları yerinden oynatıldığında tüm siyasi tasarımların cılkı çıkar ve umulmadık biçimde karşı devrim süreci başlar. Bu gün yaşandığı gibi. Bu saptamalar demir uçlu yazıcının resmi kaydında ise şöyle geçer;
“ Sosyal demokrat devrim boyunca, devrimi ilerletme olanaklarını en iyi biçimde sağlayabilecek, sosyal demokrasinin burjuva partilerinin tutarsız ve çıkarcı siyasetlerine karşı savaşımında kollarını bağlayacak ve devrimi burjuva demokrasisi içinde erimekten koruyacak bir konumu elde tutabilmek için çabalamalıdır…”
Bu çaba öyle yoğun ve keskin harcanmadıkça hele hele dinsel motiflerle süslenmiş bir karşıtlık alabildiğince cazibe kazanıp güçlenince sosyalist devrim yapmak bir yana, mevcut sosyal demokrat devrim bile avuçlardan kayar gider. Bu nedenle ülkede kendine solum diyen tüm partilerin en önemli meşguliyeti iktidar olma arzusu en çekici ve en muhabbetli şekilde bu paragraf çerçevesinde bir daha gözden geçirilmelidir.
Yani; “ Sosyal demokrasi geçici hükümette iktidarı ele geçirme veya ona ortak olma amacını gütmemeli, aşırı devrimci muhalefet partisi olarak da kalmamalıdır…”
Aslında hayatın gerçek anlamını çözmeden, tüm renklerini tanımadan siyaset öngörmek ve yaşamak, politika mezarlığında bol paraya yer ayırtmaya bedel bir tutumdur. Bu tutukluk toplumda hissedildiği an ise güvensizlik artar, devrimci tutku da biter.
O halde; “Sorun şu yada bu sosyal demokrat grubun burjuva demokrasisi içinde erimek isteyip istemeyeceği veya böyle bir şeyi istediklerinin farkında olup olmadıkları da değildir. Erimeyebilir, kişiliklerini ve kimliklerini de koruyabilirler. Ancak burjuvazinin tutarsızlığına karşı mücadelede elleri kolları bağlı kalabilir…”
İşte o vakit, onca emek, onca alınteri, onca sene, önlü arkalı seçimlerde boşa gider. Zaten sosyal demokrasinin biçimsel bağımsızlığına karşın ayrı bir parti olarak tam bir örgütsel yapıya sahip olmasına rağmen gerçekte bağımsız olmadıkları da şimdiden rahatlıkla ortaya koyulabilecek bir gerçekliktir. Bazen olayların akışı içinde kadrolar proleter bağımsızlığın gereğini meydanlara, alanlara yansıtabilir de yansıtamayabilirde. Yansıtsa da yansıtmasa da burada önemli olan siyasi çalkalanışa ve direnişe öncü olmak noktasındaki isteksizlik ve beceriksizliktir. Düşünülenin aksine çoğunlukla öyle zayıf kalınabilir ki bir bütün olarak burjuva demokrasisinin içinde erimeyle yüzleşilir.
Son ve sol tahlilde bu hiç de arzulanmayan eriyiş tarihsel bir olgu, siyasi bir realite haline dönüşerek en kılcal damarlara dahi sıçrar. İşte asıl tehlike budur.
Dört bir yandan kuşatılmışlığın getirdiği aşırı stresin yoğunlaştırdığı ve yorgunlaştırdığı örgütler ve kadrolarla sağa kaymadan devrimci bir duruş sergilemenin kolay görülmeyişi yeni benzeşmelere iter sosyal demokrasiyi. Bu sıkışmanın neticesinde sola açılmadan söz edebilmek bile hiç nedensiz ve gerekçesiz korkuları tetikler. Yani yapılacaklar listesi boşalmadan, boşaltılmadan düşünceyi eyleme dönüştüremeyecek yeni ve gereksiz yüklemelerle boşa zaman yitirilir. Örgüt emekçileri her zamanki gibi yine küstürülür. Zamanla uygulanan takdir yerine tekdir modası da içten dışa tutmaz, fayda vermez ve politbüronun manevra alanı gittikçe daralır.
Öyle ki aşağıdan yukarıya tam özgürlüğe kavuşulamayınca kitlesel boyutta ulaşılamayan her şeyin delisi divanesi olunur. Bu devinimde sosyalist devrimcilerin eylemliliklerinin nesnel niteliği bir nebze de olsa devrimci ve cumhuriyetçi burjuvazinin amaçlarının ve amaçladıklarının gerçekleştirilmesi görevine indirgenebilir. Ancak zamanla bu da kadrosal yenilenme dönemlerinde baş edilemez sıkıntılar yaratabilir. Ayrıca belli zamanlarda en aktif biçimde en ön saflarda yol, yön ve zemin bulma bir dönüşüm veya devrim hevesini tırmandırabilir. Ama iş listelemelere gelip dayandığında kim nerede niçin sorgulandığında başka genel geçer kurallar işletilince yol iz şaşırılır. Her şey yarım kalır.
Şark ve şirk sirkinde cambazlık edenler, canbazları işte tam bu aşamada acımasızca karalamaya başlar. Bir zamana kadar bu saldırılar sürer ve bir partinin ana çekirdeği olmaktan men edilenler çoğu kez kaderine küser. Veya sosyalist aydınlar grubu olarak kalmayı da bir seçenek olarak görür ve vakti zamanın kendilerine de geleceğini boşuna beklerler.
Formüle edilen tüm taktik tavırlar ve sloganlar demokratik devrimci ve cumhuriyetçi burjuvazinin sloganları ile çakışınca gidişatın durdurulması da iyice zorlaşır. Dinci değişimin olacağı gün gibi aşikarken sosyal demokrasi iktidara gelebilir mi, kim bilir?
Bir siyasi toplantıda yaklaşan genel seçimlerde milletvekili aday adayı olmak isteyen örgüt emekçisi sosyal demokratların kendilerini tanıtımlarını ve siyasi sunumlarını dikkatle dinleyince yaşanan akıl tutulmalarına karşı naçizane bilimsel açılımlarla katkıda bulunmak şart oldu…
31 Ocak 2015 Cumartesi
30 Ocak 2015 Cuma
ŞİİR ÇİZGİSİ...
ALTIN RENKLİ ÇİZGİ
Altı yıl var altın renk çizgiyi geçipDevrimin beşiğinde önsözü okuyalı
Dalgalanan pankartlarda çocuksuluğumu
Erken yaşlandım besbelli çok erken
Yeğlediğim buluşmalar ziyaretçi tutkusundan
Manifestosunu çok geç yazdım aşkın
Kavganın kimi ise genç yaşta
Hapse yenik düşünce mayıs başları
Çepeçevre altın varaklı duvar yazıları
Katına ne girişimler sürdürdüm bilsen
Tüm izlerin silinmiş
angaryalar omzumda silindir
Kaygılı bir sürgünde ömrüm
Kayıplardayım yitik zamanlarda
En ücra köşesinde konforun eksikliğinde
Yaşanmışlıklarım var nicesi avucumda
Sonsuzluğu ölçüyorum ellerimde beynim
Ödeyemeyeceğim borç yükü altındayım
Nefesim bedava
Göz görebildiğince zenginlik adatısı yontusu
Kırsalda bir kıvılcım çaktığında sakince
Kaç yıl var acıyla geçmiş saymadım sayamadım
Yer kabuğu sancıyla çatlar
Sensiz bensiz yarsız
Ayaklarım ayaklandı çekincesiz,
Çotanaksız çötensiz
Dalgalanan al bayrakta orak çekiç
Len yoldaş in ovalara dağlara yayıl
O vakit hevesle doğacak kızıl güneş
Öpecek dudağından altın renk çizgiyi seçip
Devrimin eşiğinde öncesi sonrası dalgalı deniz
İyi ki hayatıma girmiş pankart çocuksuluğu
CAN PARAMPARÇA
Paramparça bedeni,
Can paramparça
Şarapnel parçaları ile civara dağılmış umut
Evlerin damında, balkonlarda meraklı gözlerde.
Gözlüğü ve kalemi kırık hatıra.
Duman tütüyor kitapların açılan kapağından
Gözyaşı sel olmuş,
Karadeniz de heyelan ki heyelan.
Karnesi iyi çocuklar huzursuzca uyuyorlar pencerelerde
Yarım yamalak dalgınlıklar siliniyor perdede.
Göz önünde gözler seyiriyor,
acı haber var yolcu!
Koskoca ateş topuna döndü, ayarsız zaman
Cehennem yer yüzüne indi,
Melek meleği kucakladı cennete taşıdı
Kontağı çevirten de ce tipi ameriko yapımı cinayet
Cinayet ki en babasından
Mumcunun yarım asırlık mumu uğursuzca söndürüldü
Uzaktan kumanda kahpelik vurdu sırtından.
Susturamazsan ortadan kaldıracaksın meçhullüğü
İleride bir Memleket
Memlekette yer yerinden oynadı ama
Asırlık çınarlara bir devrik delikanlı daha eklendi.
Vitesi boşa alındı yerli dünyanın,
Gözler dolu dolu, doldu boşaldı, doldu.
Beden parça parça yedi kat göğe savruldu,
Tanrı elini uzattı tuttu elinden,
Kuru karanfile can üfledi
Kıpkırmızı idi Canan yeşillendi
Tek parçaydı bedeni nur…
YAĞMURLUK
Duvardaki paslı çiviye asılı kırıp döktüğüm hayat.
Sarı yağmurluğun tam yanına
Sıcak küllerinden doğuyor benliğim,
Sıska gövdem kocaman koltukta bir avuç köz.
Kucağımda okşadığım gök gürültüsü
kül rengi dağlar
hendekte ölmemiş, siyah beyaz resimdeki o mavi göz
Kaç yıl önceydi?
Nice yıl geçmiş ışıklar kırılalı,
Yenibaştan acı,
izleri hala derin ve yakıcı
baştan sağma baş sallamalar açmazı balyoz gibi,
günler çıkmazında sarsıcı.
boğazını sıktığım kader ölmemiş,
soluğu zehirli sarmaşık.
sırılsıklam dünya, göğe çivilenmiş yağmur
dinmiyor sabahlara yağan ıstırap.
ölüm penceresindeki perde sensin,
beni kayırdın benden benliğimden
aynalara gizlediğim binlerce insan rastlantısı kayıp.
günlerce ne telefon, ne o, ne bu, suur kapalı
ne sen kaldın aklımda ne de
asıldığım gün artık sesini de duyamayacağım.
suspus olmuş günler devrilmiş çamura, batağa
o melun paslı çivide takılı kayıp
kayıp hayatım
sarımsı yağmurluğun. tam yanında…
OSAMET AGAN…
Dağlarına yeni yıl yağmış,
Köyümün kentimin
Bembeyaz ve bir başka güzel pamuksu
Sımsıcak ve özel.
Korkmadan sevgiyi yazarken orada
ayaz da ormanda
Utanmamışlığın ocağında bal ormanı yanmış
Ve bir küçük ahşap, ev
önemli yarınlarda mihrinev
unutkanlıktan sakınım
Bomboş ama alabildiğince istif istif.
Dağlarına yeni yıl yağmış,
Köyümün, kentimin, mahlemin, meftamın başına
Bembeyaz ve bir başka güzel nurumsu
Sımsıcak ve özel.
Sarsmadan aksu da yüzen kara yazgıyı
Bi başka nurlu ve ay aydın tertemiz.
Gül ağacında üç yeni yıl filizlenmiş saygıyla,
Gözlerini köyümün kestaneliğine açmış bahar.
Dallarına yeni yıl tünemiş düşüncelerimin,
Kenarı yırtık bir resmin esas duruşuyla.
Bi fındık kabuğu dolusu yalnızlık baş köşede
Bir Ocak günü lapa lapa yağmış dağlarıma yeni yıl.
İkiçiftsıfırüçlemelere uğramadan geçmiş
sahte ölümlere takılmadan.
Damarlarımı mühürlemiş köyümün muhtarı,
Bir garip imza atılmış erkenden hepimiz için.
Köyümün kentimin, Dağlarına mahlemin meftamın başına
yeni yıl yağmış en insansı.
VASİYETDİR
Bu sana vasiyetim.
Kitaplığım, çekmecelerim, yazdıklarım ve
Ve cebimde ne çıkarsa senin
İşin Fihristimi açık isimlerle yazdım,
Şifresiz kodsuz
Sırayla ara arkadaşlarımı,
kendini bilirsinSen ikincisin, abin, sen ve ablan
Bilmem kim hakkın rahmetine dersin
Kavuştu evet kavuştu
Ve siz arkadaşı olmalısınız
Veya her neyse bir yerden bir tanıdık, dost
Hakkınızı helal edin uyarınca temennilerle
Helal edilmese de kızma, ben de bilirsin
Cenazesi yok, tıp fakültesine bahşedildi, Çapa’ ya
Arta kalanları memleketine,
Giresin içeri, gir gir
Yok yok merasim falan yok öyle,
bilinesi türden yas da
Babasının değil ama anasının köyüne belki
Çünkü mezarlıkları genişmiş, çam ağaçlı falan
Senin görevin de burada bitti,
sağolasın kardeşim
Bir metrekarelik toprakta arsız kavga
Bükten yer alınmaya, tapu verilmeyesi yalandan
Ölüm, yüzümde silik anılar tavlı canlı kanlı
Sırayla değil mi, arada bir hakkınca
Sektirdiğin kurşunlar adına
Ardına bakmadan yiğitçe ölünesi
Cebinde ne çıkarsa vasiyetim
Bu bana çekinmeyeceğin vasiyetindir…
AÇIM VE GÜNEŞ VE YAĞMUR VAR
Açım ve yağmur varAçım ve yağmur yağıyor.
Farkında olmadığım muziplikler
yüreğimde ölürken seninle cumalar
Zihnimde yanaklarına renk veren kirletilmişlik büyüsü.
Mırıldanıyorum
yağmalandıkça nefesler.
Değdikçe dik kafalılığın kırmızısı akla
Bürünmüşüm aşkın zor beğenisine
Çıplak sesler duyuyorum
karataş döşeli doruklarda.
Soluğum tutuluyor,
diz üstü tırmanışların iç çekişinden
Epey uzaklarda
göremeyip de hissedilen yalvarışlarda var
Kışkırtıcı karanlık fırıldak gibi
dönüşlerde damla damla düşler
Midemde bozuk gökgürültüsü
ve ezeli ıslaklıklar
Kollarım iki yana düşmüş yarı gecede,
çıngıraklı yalnızlık başköşede
Acıklı türküler söyler diller,
gözler kapalı açık gönüller
Gizli kapısını tokmakladığım uzak düşler
böcek sevişmesi hırslı
Sırt sırta vermiş sağlıklı bedenler
Aşk çıkmazındalar.
Buz saçan rüzgarlara sığındıkça
kanatlanır ömür.
Avcuna düştüğüm kocamış beden kök saldı içime
İnce incir dallarında,
en uçtaki taze meyveye uzanıyorum, korkulu
Senin yaprağın altında bağışlanmaz kaygılar yaşadım
tepeden inmelikti indik
İyi ki yaşadım sende seni,
arayışın girdabına takılıp kalmadan.
Savrulduğum müzik ilke atılmış imza,
başyapıt, başeser kalem yazdığınca
Güvenle tazelediğim kaçışlar
deniz aşırı hiçliğe övgüdür, adanmışlıktır.
Dönemecine kıvrıldığım bitkinlik aldanması
akan suya tekdüze dalıştır.
Erdikçe eresi geliyor her uzanışın
ballı tılsımından bal
Farkına varamadığım musikişinaslık
yüreğimde canlanırken anılar
Açım ve güneş ağlıyor.
Anladım geç de olsa takvimi
Açım ve güneş var
SORUNLAR VE ÇÖZÜMLER PARTİSİ OLMAK…
SORUNLAR VE ÇÖZÜMLER PARTİSİ OLMAK…
Ülkede muhalefet partilerinin tek sorunu aslında başlı başına sorunlar ve de çözümler partisi olmasıdır. Özellikle solun tam karşılığıdır bu tahlil. İçinde tüm enerjisini kaybettirecek sorunlar türetme kötü alışkanlığından kurtulup ülkenin sorunlar yumağına çözümler üretecek sarmala bir türlü giremeyişidir yaşanan yalnızlık…
Ülkede halklar, sınıflar ve katmanlar arasındaki uçurum giderek derinleşiyor. İşsizlik, gizli işsizlik had safhaya ulaşmış boyutta. Bütçeden yüklü oranda, ilahlanmaya, silahlanmaya, resmi din ve mezhep istismarına, yandaş bulmaya, yandaş yaratmaya, yandaş kurtarmaya ve gizli dev özelleştirmelere resmi bankalar ve ihaleler yoluyla, alış satışlarla dehşet paylar aktarılıyor. Enflasyonist ekonomik sistem gizliden gizliye uygulanıyor, gün güne zamlar ve pahallılık yürek paralıyor. Dün eşitlenen döviz kurları on onbeş yılda yabancılar lehine üçe beşe katlamış. Amerikan parası bugünlerde yılların en yüksek kuruna kurulmuş. Serbest piyasa ekonomisi denetimsizliğin ve vahşi kapitalizmin kucağına itilmiş. Kaptıkaçtıcı, rantçı, hisseci, komisyoncu, ihaleci, ilaveci, hileci, hülleci, mülteci, sükseci bir ekonomik model geliştiriliyor.
Doğu ve Güneydoğu’da barış adına sırlı, silik hamleler demokratik bir program çerçevesinde yürütülmediğinden belli kişi ve kesimleri zenginleştiren, kurumları hırpalatan bir süreç yeğleniyor. İzlenen ve yürütülen siyasi süreç karşıtlarını keskinleştiriyor, yandaşlarını teskinleştiriyor ve sivil halk iki arada bir derede telef oluyor. Çift taraflı baskıların inceden inceye en derine kendini hissettirmesiyle yerinden, yurdundan, köyünden koparılmışlar dışlamışlığın, ezilmişliğin hissini hala taşıyor. Ayrıca Ortadoğu batağından zoraki veya keyfi kaçanların buralarda asil yurttaş durumunda salınmaları ve barındırılmaları ülke halklarının da bir nebze kanına dokunuyor.
Artırılabilecek nice, binlerce sorun siyasilerin işi ve becerisi kapsamında ortadan kaldırılır kaldırılmalıdır beklentisiyle; kısaca ve tek cümleyle ülke sorunları ekonomik geriliğin ve geleneksellikle alakası bulunmayan yozlaşmış hakim bir düşüncenin uzantısı olarak anlayışsızca devlet içinde, devlet adıyla ve devlet eliyle şekillendirilmesi ile büyütmekte denilebilir.
Ülkede bir çaresizlik yaşanıyor, yaşatılıyor ve bellek karışıklığı yaratılıyor. Topluma gelir dağılımı adaletsizliğine koşut yardım kamyonları ve tırlarıyla sözde sosyal devlet yalancılığı ve yabancılığı pompalanıyor. Aslında görünen ama saklanan ve kafeslenen gerçek tüm sorunları çözmek bahanesiyle ya temelinden dinamitleyen ya da durduk yerde üstüne vazife olmadan kaşıyan yine iktidarın ta kendisi olduğudur. Köşeye sıkıştığında ki pek nadir hemen onun zihniyeti bunun zilleti saptırmalarıyla nefes alma gayretinin adı da ustaca politika etmek ve hükümet hüneri sayılmasıdır. Böyle belletiliyor yurttaşa ve taş taş üstüne koymasa da veya bir koyup bin kaldırsa da mubah sayılıyor.
Oysa sorunları çözmekte zorlanan, hevesi ve gayesi meçhul, sorunlarla gereğince baş edemeyen, iç dış meseleleri birbirine karıştıran ve karıştırdıkça çoğaltan, geleceği göremeyen, hala geçmişte yaşayan ve geçmişin azameti ve şatafatına tapan bir kör zihniyet hüküm sürüyor. Bakan oylamasıyla çoktan güvenoyunu kaybetmiş hükümeti ise ayak sürüyor. Hal böyleyken halklar tüm hadsizliğin önlenmesini ve çapsız idarecilerin öngörüsüzlüğünü hala muhalefete ve sola, sol partilere yaslıyor.
Aslında parlamenter demokraside akla gelen gelmeyen ve gelecek bütün sorunların üstesinden gelecek olan parlamentodur. Çözüm mevcut rejimde parlamenter mazbatalı cumhura hizmetkar konumundaki epey yüksek maaşa çalıştırılanların ellerinde eriyor. Eridikçe de ülke geriliyor. Ülke halkları yararına önerilerin tekliflendirilip, projelendirileceği ve yürürlüğe sokulacağı mercidir parlamento.
Parlamenterler ise halka parlamak yerine görevlerini parlatmalıdırlar. Parlak fikirlerle kara makara paralarını parlatanları aklamak, paklamak değildir yüce mecliste bu yüce millete hizmet. Bu hizmet değil illettir illaki ve keşkelerle de olmaz bu işler. Parlamentoda işler organize işler parkındalığında park edip, farkındalık yaratılıyor masalıya işlemez, işletilemez. Kasadan, kutudan, kuytudan dökülenlerin faiziyle iadesine çanak tutmak, iktidar veya muhalif cumhur hizmetçilerini hiç bunaltmıyorsa bu akıl bunalımında bir yalanı daha doğrulamak gerekir; evet ‘Allah’ın sopası vardır’…
İşte bu ahvalde özellikle ve öncelikle sol şarttır ve solun partileri sorunlar ve çözümler partisidir son tahlilinin hakkının verilmesi, mevcut tablonun ve eskimiş şablonun değiştirilmesi gerekiyor. İçerisinde acayip dertler üreterek tüm enerjisini kaybetmekten yakasını kurtarmalıdır sol. Mevcut hükümetin sorunlar türetme alışkanlığından ülkeyi kurtaracak yine de soldur. Sol partilerin sorunlar yumağına çözümler üretecek sarmala giremeyişin önündeki engelleri de bir an evvel kaldırması gerekir…
Herşey anormal seyrinde seyrilirken, hareket durağanlaşmışken, ülke uçurumun eşiğinde iken, hayat yakınma noktasına zımbalanmışken, nedense yelpazeye yayılmış sol ve sol partilerden hiç biri çözümler partisi olduğu bağlamında inandırıcı davranamıyor. Sorunları çözmeye hazırım, çözecek sadece benim deseler de inandıramıyorlar. Herkes kendi tarzında, kendi havasında havanda su dövüyor.
Ülke genelinde her ne kadar sol bitti, battı deniliyorsa da öyle olmadığı tüm dünyada açıkça görülüyor. En son örnek komşu Yunanlılar. Ülke dibe vurmuşken başarı çatısında birleştiler ve kazandılar. Aslında sağ, tıkandıkça tıkanmış, uzun vadeli çözümler üretemeden günü kurtarmaya yönelik gündem yaratma peşinde. Deyim yerindeyse ki tam yerine rast geldi emperyalizmin, çok uluslu sermayenin kuyrukçuluğunu yapıyor yalnızca.
En acı olan ise bu ülkeyi girdaba sokma gayretkeşliğine karşı duracak, ağırlaşan sorunların tümünün halledilmesi ile mükellef olanların yani yelpaze solunun devrim süreci başlatma durağındaki korkaklığıdır. Beklemekle izlemekle olmaz. Bu zorunluluğu yok sayarak, kendi çaplarında türevledikleri siyaseti sadece ülke halklarından alacakları oya endeksleyerek ve temelde bir bölünmüşlük hissi yayarak gelecekten iyice kopuyorlar. Sol değerlerle uzlaşmasızlığı yayarak ve yaşayarak içten dışa sağla ve sağ politikalarla benzeşerek uzun yürünemeyeceğini bilmezden geliyorlar. Art niyet olmasa da bu iç sarsıntılar dışa dönük frekansları da, fraksiyonları da olumsuz etkiliyor.
Parti içi deprem ve erozyonlar, önlenemez kadro kayıpları ve ivme düşmesi objektif yaklaşımlarla da giderilmiyor. Soldan kopuşun ülkenin öznel şartlarına uygunluğu öngörüsü ise yepyeni tahlilleri geciktiriyor ve gerekli gereksiz tahliyeleri de sıklaştırıyor. Bu çekirdeğine sıkışma ise her seçim öncesi zor koşulları güncelliyor. Her daim önseçim yapacağız deniliyor, seçime yakın kalemi birileri kapıyor, kalem bende kahramanlığına soyunuyor.
Tam da kamuoyunda ve halklar nezdinde tüm organlarıyla bir bütünleşme beklenirken zar zor yakalanan bütünselleşme fırsatları da bir bir elden kaçırılıyor. Böylece halkoyuna tutarlı mesajlar, çözüm önerileri ve yöntemler üretmek gitmenin ve yepyeni programlar sunularak yıllarca kaybedilmiş yitik puanları yeniden kazanmanın mantıksallığı da her seçimde çöküyor. Küçük olsun benim olsunlar la varılacak yeri hala öğrenemedi şu sol.
Yılların birikimi güvensizliğe karşın her koşulda destek veren kesimlerin, desteğini hala çekmeyenlerin, geniş kitlelerin sola ve sol partilere umutsuz baktığı dönemlerde umut olanların, siyasi kulvarda önü de hiçbir zaman açılmıyor, açılmalıdır. Yol yol erkan bilenlere bırakılmalıdır. Sorunları çözecek parti olmak demek motivasyonu eksik, ümitsizliğe düşen, kopan, ayrılan, dışlanan, pasif üyeliği benimseyen ve sessizliği seçenlerin söyleyeceklerine ayrımsız kulak kabartmak demektir. Yoksa sol yönetsel kadrolar sadece yaşananları izleyen ve yaklaşımları hiçleyen konumdan çıkarılmadıkça olmaz. Düz mantık, düz kontak sağdan sollamaların solu düzlüğe çıkarmayacağının da artık iyice anlaşılması gerekiyor.
Bu gün bütün yönetim makamlarının ve özelden genele siyasetin her alanının yeterlilik ve yetkinlik yitimi ile özdeşleştiği bir gerçek. Öncelikli sorun ideolojik kayma ise eğer tüm eksiklik ve tutarsızlıklar bir bir giderilmelidir. Değil ise yaşanan iç sorunları programsal eksiklere indirgemek ise kolaycılık ve girişim yanlışlığından başka bir şey değildir. Eğer sorun taban kayması ise yıllardır tabanın sesine kulağını tıkayanlara dönüp son kez bakmak gerekir. Teori değil belki ama pratik kökten yanlıştır.
Yol yordam bilenlerin sorumluluğu işte burada başlıyor. İstensin veya istenmesin, izinli veya izinsiz sol ilkelere dayalı pratiğin işlerlik kazandırılması yolculuğudur başlaması gereken...
Ülkede muhalefet partilerinin tek sorunu aslında başlı başına sorunlar ve de çözümler partisi olmasıdır. Özellikle solun tam karşılığıdır bu tahlil. İçinde tüm enerjisini kaybettirecek sorunlar türetme kötü alışkanlığından kurtulup ülkenin sorunlar yumağına çözümler üretecek sarmala bir türlü giremeyişidir yaşanan yalnızlık…
Ülkede halklar, sınıflar ve katmanlar arasındaki uçurum giderek derinleşiyor. İşsizlik, gizli işsizlik had safhaya ulaşmış boyutta. Bütçeden yüklü oranda, ilahlanmaya, silahlanmaya, resmi din ve mezhep istismarına, yandaş bulmaya, yandaş yaratmaya, yandaş kurtarmaya ve gizli dev özelleştirmelere resmi bankalar ve ihaleler yoluyla, alış satışlarla dehşet paylar aktarılıyor. Enflasyonist ekonomik sistem gizliden gizliye uygulanıyor, gün güne zamlar ve pahallılık yürek paralıyor. Dün eşitlenen döviz kurları on onbeş yılda yabancılar lehine üçe beşe katlamış. Amerikan parası bugünlerde yılların en yüksek kuruna kurulmuş. Serbest piyasa ekonomisi denetimsizliğin ve vahşi kapitalizmin kucağına itilmiş. Kaptıkaçtıcı, rantçı, hisseci, komisyoncu, ihaleci, ilaveci, hileci, hülleci, mülteci, sükseci bir ekonomik model geliştiriliyor.
Doğu ve Güneydoğu’da barış adına sırlı, silik hamleler demokratik bir program çerçevesinde yürütülmediğinden belli kişi ve kesimleri zenginleştiren, kurumları hırpalatan bir süreç yeğleniyor. İzlenen ve yürütülen siyasi süreç karşıtlarını keskinleştiriyor, yandaşlarını teskinleştiriyor ve sivil halk iki arada bir derede telef oluyor. Çift taraflı baskıların inceden inceye en derine kendini hissettirmesiyle yerinden, yurdundan, köyünden koparılmışlar dışlamışlığın, ezilmişliğin hissini hala taşıyor. Ayrıca Ortadoğu batağından zoraki veya keyfi kaçanların buralarda asil yurttaş durumunda salınmaları ve barındırılmaları ülke halklarının da bir nebze kanına dokunuyor.
Artırılabilecek nice, binlerce sorun siyasilerin işi ve becerisi kapsamında ortadan kaldırılır kaldırılmalıdır beklentisiyle; kısaca ve tek cümleyle ülke sorunları ekonomik geriliğin ve geleneksellikle alakası bulunmayan yozlaşmış hakim bir düşüncenin uzantısı olarak anlayışsızca devlet içinde, devlet adıyla ve devlet eliyle şekillendirilmesi ile büyütmekte denilebilir.
Ülkede bir çaresizlik yaşanıyor, yaşatılıyor ve bellek karışıklığı yaratılıyor. Topluma gelir dağılımı adaletsizliğine koşut yardım kamyonları ve tırlarıyla sözde sosyal devlet yalancılığı ve yabancılığı pompalanıyor. Aslında görünen ama saklanan ve kafeslenen gerçek tüm sorunları çözmek bahanesiyle ya temelinden dinamitleyen ya da durduk yerde üstüne vazife olmadan kaşıyan yine iktidarın ta kendisi olduğudur. Köşeye sıkıştığında ki pek nadir hemen onun zihniyeti bunun zilleti saptırmalarıyla nefes alma gayretinin adı da ustaca politika etmek ve hükümet hüneri sayılmasıdır. Böyle belletiliyor yurttaşa ve taş taş üstüne koymasa da veya bir koyup bin kaldırsa da mubah sayılıyor.
Oysa sorunları çözmekte zorlanan, hevesi ve gayesi meçhul, sorunlarla gereğince baş edemeyen, iç dış meseleleri birbirine karıştıran ve karıştırdıkça çoğaltan, geleceği göremeyen, hala geçmişte yaşayan ve geçmişin azameti ve şatafatına tapan bir kör zihniyet hüküm sürüyor. Bakan oylamasıyla çoktan güvenoyunu kaybetmiş hükümeti ise ayak sürüyor. Hal böyleyken halklar tüm hadsizliğin önlenmesini ve çapsız idarecilerin öngörüsüzlüğünü hala muhalefete ve sola, sol partilere yaslıyor.
Aslında parlamenter demokraside akla gelen gelmeyen ve gelecek bütün sorunların üstesinden gelecek olan parlamentodur. Çözüm mevcut rejimde parlamenter mazbatalı cumhura hizmetkar konumundaki epey yüksek maaşa çalıştırılanların ellerinde eriyor. Eridikçe de ülke geriliyor. Ülke halkları yararına önerilerin tekliflendirilip, projelendirileceği ve yürürlüğe sokulacağı mercidir parlamento.
Parlamenterler ise halka parlamak yerine görevlerini parlatmalıdırlar. Parlak fikirlerle kara makara paralarını parlatanları aklamak, paklamak değildir yüce mecliste bu yüce millete hizmet. Bu hizmet değil illettir illaki ve keşkelerle de olmaz bu işler. Parlamentoda işler organize işler parkındalığında park edip, farkındalık yaratılıyor masalıya işlemez, işletilemez. Kasadan, kutudan, kuytudan dökülenlerin faiziyle iadesine çanak tutmak, iktidar veya muhalif cumhur hizmetçilerini hiç bunaltmıyorsa bu akıl bunalımında bir yalanı daha doğrulamak gerekir; evet ‘Allah’ın sopası vardır’…
İşte bu ahvalde özellikle ve öncelikle sol şarttır ve solun partileri sorunlar ve çözümler partisidir son tahlilinin hakkının verilmesi, mevcut tablonun ve eskimiş şablonun değiştirilmesi gerekiyor. İçerisinde acayip dertler üreterek tüm enerjisini kaybetmekten yakasını kurtarmalıdır sol. Mevcut hükümetin sorunlar türetme alışkanlığından ülkeyi kurtaracak yine de soldur. Sol partilerin sorunlar yumağına çözümler üretecek sarmala giremeyişin önündeki engelleri de bir an evvel kaldırması gerekir…
Herşey anormal seyrinde seyrilirken, hareket durağanlaşmışken, ülke uçurumun eşiğinde iken, hayat yakınma noktasına zımbalanmışken, nedense yelpazeye yayılmış sol ve sol partilerden hiç biri çözümler partisi olduğu bağlamında inandırıcı davranamıyor. Sorunları çözmeye hazırım, çözecek sadece benim deseler de inandıramıyorlar. Herkes kendi tarzında, kendi havasında havanda su dövüyor.
Ülke genelinde her ne kadar sol bitti, battı deniliyorsa da öyle olmadığı tüm dünyada açıkça görülüyor. En son örnek komşu Yunanlılar. Ülke dibe vurmuşken başarı çatısında birleştiler ve kazandılar. Aslında sağ, tıkandıkça tıkanmış, uzun vadeli çözümler üretemeden günü kurtarmaya yönelik gündem yaratma peşinde. Deyim yerindeyse ki tam yerine rast geldi emperyalizmin, çok uluslu sermayenin kuyrukçuluğunu yapıyor yalnızca.
En acı olan ise bu ülkeyi girdaba sokma gayretkeşliğine karşı duracak, ağırlaşan sorunların tümünün halledilmesi ile mükellef olanların yani yelpaze solunun devrim süreci başlatma durağındaki korkaklığıdır. Beklemekle izlemekle olmaz. Bu zorunluluğu yok sayarak, kendi çaplarında türevledikleri siyaseti sadece ülke halklarından alacakları oya endeksleyerek ve temelde bir bölünmüşlük hissi yayarak gelecekten iyice kopuyorlar. Sol değerlerle uzlaşmasızlığı yayarak ve yaşayarak içten dışa sağla ve sağ politikalarla benzeşerek uzun yürünemeyeceğini bilmezden geliyorlar. Art niyet olmasa da bu iç sarsıntılar dışa dönük frekansları da, fraksiyonları da olumsuz etkiliyor.
Parti içi deprem ve erozyonlar, önlenemez kadro kayıpları ve ivme düşmesi objektif yaklaşımlarla da giderilmiyor. Soldan kopuşun ülkenin öznel şartlarına uygunluğu öngörüsü ise yepyeni tahlilleri geciktiriyor ve gerekli gereksiz tahliyeleri de sıklaştırıyor. Bu çekirdeğine sıkışma ise her seçim öncesi zor koşulları güncelliyor. Her daim önseçim yapacağız deniliyor, seçime yakın kalemi birileri kapıyor, kalem bende kahramanlığına soyunuyor.
Tam da kamuoyunda ve halklar nezdinde tüm organlarıyla bir bütünleşme beklenirken zar zor yakalanan bütünselleşme fırsatları da bir bir elden kaçırılıyor. Böylece halkoyuna tutarlı mesajlar, çözüm önerileri ve yöntemler üretmek gitmenin ve yepyeni programlar sunularak yıllarca kaybedilmiş yitik puanları yeniden kazanmanın mantıksallığı da her seçimde çöküyor. Küçük olsun benim olsunlar la varılacak yeri hala öğrenemedi şu sol.
Yılların birikimi güvensizliğe karşın her koşulda destek veren kesimlerin, desteğini hala çekmeyenlerin, geniş kitlelerin sola ve sol partilere umutsuz baktığı dönemlerde umut olanların, siyasi kulvarda önü de hiçbir zaman açılmıyor, açılmalıdır. Yol yol erkan bilenlere bırakılmalıdır. Sorunları çözecek parti olmak demek motivasyonu eksik, ümitsizliğe düşen, kopan, ayrılan, dışlanan, pasif üyeliği benimseyen ve sessizliği seçenlerin söyleyeceklerine ayrımsız kulak kabartmak demektir. Yoksa sol yönetsel kadrolar sadece yaşananları izleyen ve yaklaşımları hiçleyen konumdan çıkarılmadıkça olmaz. Düz mantık, düz kontak sağdan sollamaların solu düzlüğe çıkarmayacağının da artık iyice anlaşılması gerekiyor.
Bu gün bütün yönetim makamlarının ve özelden genele siyasetin her alanının yeterlilik ve yetkinlik yitimi ile özdeşleştiği bir gerçek. Öncelikli sorun ideolojik kayma ise eğer tüm eksiklik ve tutarsızlıklar bir bir giderilmelidir. Değil ise yaşanan iç sorunları programsal eksiklere indirgemek ise kolaycılık ve girişim yanlışlığından başka bir şey değildir. Eğer sorun taban kayması ise yıllardır tabanın sesine kulağını tıkayanlara dönüp son kez bakmak gerekir. Teori değil belki ama pratik kökten yanlıştır.
Yol yordam bilenlerin sorumluluğu işte burada başlıyor. İstensin veya istenmesin, izinli veya izinsiz sol ilkelere dayalı pratiğin işlerlik kazandırılması yolculuğudur başlaması gereken...
28 Ocak 2015 Çarşamba
ÇAMURLU GERÇEKLER VE ÇAMUR ATMA YALANLARI...
ÇAMURLU GERÇEKLER VE ÇAMUR ATMA YALANLARI...
Gerçek, nesnel gerçekliğin insan zihnindeki yansımasıdır. Elbette zamanı geldiğinde her şey bilinebilir ve insan zihni bu konuda sınırsızdır. Çamurlu gerçekler ise zihni en çok zorlayan kurmaca yansımalar ve yansıtmalardır.
Çamur lekesi kurumayınca asla çıkmaz…
‘Elleriyle çalışan işçi, elleri ve aklıyla çalışan usta, elleri aklı ve yüreği ile çalışan sanatkârlar’ gerçeğe ve geleceğe yön verirler. Bu yönlendirilmişlik sürecinde restleşilen şiddet temelinde bağımsızlık yatıyorsa da her suret ve şartta haklı sayılmaz. Bu gün için iltifat buyrulanlar ve buyrulmayanlar yarın sıraya dizilse gösterilen şiddetin her türlüsünü kimse affetmez.
Hiddetten kızarmış gözler kimden kaldığı belirsiz tarihin ahşap dolaplarındaki sararmış resim albümlerine takılınca büyük olasılıkla tüm çamurlu gerçekler turkuaz renkli göğe yayılır ve sonsuza dek asılı kalır. Kim o asılmalar eskidendi, ilim ve bilim bu gün ayni telden söylemiyor diyorsa da realite bu. Kara kapakların tutamaçlarından tutmayanlar ve tutunamayıp kopanlar ile saflıkla saflıktan koparılanlar ayni sıkılganlıkla çocuksu heyecanlara kapılabilirler bir süre. Zamanla bu yanlı yön tayini oradan buradan yersiz kurcalamalarla ve en kuytu köşelerin bile tozunu almaya bağlı hırslarla paçavraya döndürür garipleşen hayatları.
Ardından ıvır zıvırlarla silmece dolar kenar köşe, kıyı bucak. Dış yüzeyi karanlık, iç yüzeyi daha da karanlık, ahşap ve beton dikmelerin içinde kıpırdayamayanlar zayıflamış insan saflaşmasına tutulur, güneş tutulması yaşarlar ömürlerince. Bu tutukluluk aslında en gözde olanların bile zamanla, itinalı planlamalarla saf dışı kalmasını şartlar. Bu şartı şurtu kaybetmişlikle halledildi sanılan her türden yakınlaşmalar yepyeni uzaklaşmalardır aslında. Şuur şaşkınlığıyla ise insanı hayatına yabancılaştıran bir dönemeç başlar.
Çamur lekesi anca kuruyunca çıkar…
‘Açıktan kapalıya, beyazdan karaya sellenişte enikonu izlenildiğinin bilinciyle göz alıcı ve akıl bozucu numaralar çekmek çok ucuza kaçmak şeklinde isimlendirilebilir. Ama o numara tekniğini kullanabilme yeteneği ve zekâsı yerli yerine oturtulduğunda bazen pahalıya mal olur. Yine de bu numaracılık geleceğe gerektiğince ve hakça olmasa da önlenemez boyutta yön verir veya yön şaşırtır. Ballı badem bıyıkları titreterek, boy pos sallayarak kırık renkli ve özgün miras modeline sarılıp tüm yasal karşı koymalara tavır almak çekilen numaranın alasıdır. En sonunda toplumu bütünleştirecek ayrıcalıkları bu günden bölünme tarzı ayrışmalara dönüştürmek ise çamurlu gerçeklere kapalı kapılar arkasında göz süzmektir.
Bu süzme ilgisizlikte bilgisizce var olan acı ve acıtan gerçekleri görmezden gelmek, gerileten değişimleri hayra yormak ve resmen kötüye gidişi kısmen ve ismen savunmak bilgisize bilgi olunca gökten çamur yağar yağmur yerine. Çamurlu gerçeklerin, çamlar devirmelerin hiç anlamı da kalmaz. Hükmü de bu gereksiz yoğunlaşmada tam geçerli olmaz. Zaten dik kafalılık dur durak bilmeden, yasa masa tanımadan değdikçe gül kırmızısının alına ve alınlara akıllardaki gerçekler de, hayallerde morarır. Adeta hayaletleştirilen bir atmosferde çıplak ve uyarıcı sesler çıkarılmaz, çıksa da duyulmaz. Yani çıplak gerçekler usulden görülmezleştirilir. Ve aniden çamur at izi kalsın martavalına sürüklenir kışkırtıcı karanlığın gizli kapılarında nöbet tutanlar. Ve Çamur atma, çamur attı yalanları estirilir kurmaca gerçeklik aleminde.
Bu sürüklenmeden kendini kıt kanaat sakınanların arayış girdabına düşerek, numaralara takılıp kalmadan çamurlu gerçeklere güvence tazelemek yerine ilke atılan tüm imzaların metinlerini araştırmak zorundalığı ise tarihe miras olarak taşınır. Deniz aşırı hiçliğe yuvarlanmak yerine şehirlerin beyaz düşlerinde buluşulması gerçeğini çamur at izi kalsın martavalında dışlama zavallılığı ise her halükarda dalga kıranlardan döner. Oysa arayıp bulmak, bulduğunda deşifre etmek gerekir düş bozanları ve başıboş borazancılarını.
Gerçek aslıyla vaki budur, çamurlu gerçekler ise çil çil çamurludur. Çamur lekesi kuruyunca çıksa da öyle bir gerçek vardır ki bolaran yüzsüzlükte yüzler bir daha çamur tutmaz, çamur yüzden kayar…
Hamurunda Tanrı gözetiminde süren hayat düzeneğinde arsızca ve akılsızca yapılanları nasılsa kul görmedi, nerden bilecekler, bilmiyorlar asla bilemezler alışkanlığı ve her şeyi yok saymalar bulunanların günah umursamazlığıyla götürmeleri fazla şaşılası bir durum değildir. Aslında bu hamuduyla götürmeler nesnel gerçekliğe ve Tanrı’ya alenen ihanettir. Ve eleştirileri iftiradır tarzı geçiştirmeler boş itirazdır. İltifata tabilerden yalnızca birinin itirafıyla bile çözülür tüm bilmeceler ve milyonlarca sınırsız insan zihni dakikasında tam tersine döner.
Başta anlaşılmaz sanılan küçük ayrıntılarda ve aykırılıklarda saklıdır kavgalar ve kaygılar. Ellere çamur bulaştığında tortusu da kaldığında iş çığırından akıl zıvanadan bir kalemde çıkar. Üstü üstüne sabır düğümleri atılsa da kopuş başlamıştır bir kere çaresizleşilir. Hayat en istekli görünenlerden dilediğine diler ve bölüştürür kutsal yağmalamadan artanları. İbriğinden nice trajedi dökülse de gerçek acı çamurlu gerçektir ve sırayla abdestler tazelenir. Zaten alt beyinlerde nesiller boyu gizlenmiş kavgalar hüküm sürmese de var oldukça ve durdukça her ileri düzey paylaşım epey can yakar. Ve şüpheler köleleştirir iyi yürekleri.
Utancı arıtacak beyinler bile zor bela yalnızca yalnızlığı hazırlayabilir yersiz ve yurtsuzlara. Ve açlığı dizginlemek üzerine programsız eğilmeler ile gerilir ortam. Gerçekleri saklayanlar milyonları mıhlayınca salon koltuklarına, kutsanmış uyuşukluk kendini hissettirdikçe bütün çamurdan gerçekleri de birileri çıkar minyatürleştirir. Büsbütün hayırdır arkadan hançer bazında bir kazı çalışmasıdır çadırlaşan. O yayılmada fısıldamalar asla azalmaz ama gerçekler şehrinde tüm yollar çamurlanınca yudum yudum geleceğe borçlanılır. Aşırı derecede borçlanmanın sonu ise iflastır, yıkımdır. Gezdiğini, gördüğünü, bildiğini söylemekten korkanlar, çekinenler ise buram buram sadece eski alışkanlıkları tütsüler ve başka bir makaleye konu olacak nesnel gerçeklik ile kurmaca gerçeklik çelişmesine çentik atar.
Çamur lekesi toprak tasta kuruyunca belki çıkar ama güneş balçıkla sıvanmaz ve gerçekler asla çamur tutmaz…
Gerçek, nesnel gerçekliğin insan zihnindeki yansımasıdır. Elbette zamanı geldiğinde her şey bilinebilir ve insan zihni bu konuda sınırsızdır. Çamurlu gerçekler ise zihni en çok zorlayan kurmaca yansımalar ve yansıtmalardır.
Çamur lekesi kurumayınca asla çıkmaz…
‘Elleriyle çalışan işçi, elleri ve aklıyla çalışan usta, elleri aklı ve yüreği ile çalışan sanatkârlar’ gerçeğe ve geleceğe yön verirler. Bu yönlendirilmişlik sürecinde restleşilen şiddet temelinde bağımsızlık yatıyorsa da her suret ve şartta haklı sayılmaz. Bu gün için iltifat buyrulanlar ve buyrulmayanlar yarın sıraya dizilse gösterilen şiddetin her türlüsünü kimse affetmez.
Hiddetten kızarmış gözler kimden kaldığı belirsiz tarihin ahşap dolaplarındaki sararmış resim albümlerine takılınca büyük olasılıkla tüm çamurlu gerçekler turkuaz renkli göğe yayılır ve sonsuza dek asılı kalır. Kim o asılmalar eskidendi, ilim ve bilim bu gün ayni telden söylemiyor diyorsa da realite bu. Kara kapakların tutamaçlarından tutmayanlar ve tutunamayıp kopanlar ile saflıkla saflıktan koparılanlar ayni sıkılganlıkla çocuksu heyecanlara kapılabilirler bir süre. Zamanla bu yanlı yön tayini oradan buradan yersiz kurcalamalarla ve en kuytu köşelerin bile tozunu almaya bağlı hırslarla paçavraya döndürür garipleşen hayatları.
Ardından ıvır zıvırlarla silmece dolar kenar köşe, kıyı bucak. Dış yüzeyi karanlık, iç yüzeyi daha da karanlık, ahşap ve beton dikmelerin içinde kıpırdayamayanlar zayıflamış insan saflaşmasına tutulur, güneş tutulması yaşarlar ömürlerince. Bu tutukluluk aslında en gözde olanların bile zamanla, itinalı planlamalarla saf dışı kalmasını şartlar. Bu şartı şurtu kaybetmişlikle halledildi sanılan her türden yakınlaşmalar yepyeni uzaklaşmalardır aslında. Şuur şaşkınlığıyla ise insanı hayatına yabancılaştıran bir dönemeç başlar.
Çamur lekesi anca kuruyunca çıkar…
‘Açıktan kapalıya, beyazdan karaya sellenişte enikonu izlenildiğinin bilinciyle göz alıcı ve akıl bozucu numaralar çekmek çok ucuza kaçmak şeklinde isimlendirilebilir. Ama o numara tekniğini kullanabilme yeteneği ve zekâsı yerli yerine oturtulduğunda bazen pahalıya mal olur. Yine de bu numaracılık geleceğe gerektiğince ve hakça olmasa da önlenemez boyutta yön verir veya yön şaşırtır. Ballı badem bıyıkları titreterek, boy pos sallayarak kırık renkli ve özgün miras modeline sarılıp tüm yasal karşı koymalara tavır almak çekilen numaranın alasıdır. En sonunda toplumu bütünleştirecek ayrıcalıkları bu günden bölünme tarzı ayrışmalara dönüştürmek ise çamurlu gerçeklere kapalı kapılar arkasında göz süzmektir.
Bu süzme ilgisizlikte bilgisizce var olan acı ve acıtan gerçekleri görmezden gelmek, gerileten değişimleri hayra yormak ve resmen kötüye gidişi kısmen ve ismen savunmak bilgisize bilgi olunca gökten çamur yağar yağmur yerine. Çamurlu gerçeklerin, çamlar devirmelerin hiç anlamı da kalmaz. Hükmü de bu gereksiz yoğunlaşmada tam geçerli olmaz. Zaten dik kafalılık dur durak bilmeden, yasa masa tanımadan değdikçe gül kırmızısının alına ve alınlara akıllardaki gerçekler de, hayallerde morarır. Adeta hayaletleştirilen bir atmosferde çıplak ve uyarıcı sesler çıkarılmaz, çıksa da duyulmaz. Yani çıplak gerçekler usulden görülmezleştirilir. Ve aniden çamur at izi kalsın martavalına sürüklenir kışkırtıcı karanlığın gizli kapılarında nöbet tutanlar. Ve Çamur atma, çamur attı yalanları estirilir kurmaca gerçeklik aleminde.
Bu sürüklenmeden kendini kıt kanaat sakınanların arayış girdabına düşerek, numaralara takılıp kalmadan çamurlu gerçeklere güvence tazelemek yerine ilke atılan tüm imzaların metinlerini araştırmak zorundalığı ise tarihe miras olarak taşınır. Deniz aşırı hiçliğe yuvarlanmak yerine şehirlerin beyaz düşlerinde buluşulması gerçeğini çamur at izi kalsın martavalında dışlama zavallılığı ise her halükarda dalga kıranlardan döner. Oysa arayıp bulmak, bulduğunda deşifre etmek gerekir düş bozanları ve başıboş borazancılarını.
Gerçek aslıyla vaki budur, çamurlu gerçekler ise çil çil çamurludur. Çamur lekesi kuruyunca çıksa da öyle bir gerçek vardır ki bolaran yüzsüzlükte yüzler bir daha çamur tutmaz, çamur yüzden kayar…
Hamurunda Tanrı gözetiminde süren hayat düzeneğinde arsızca ve akılsızca yapılanları nasılsa kul görmedi, nerden bilecekler, bilmiyorlar asla bilemezler alışkanlığı ve her şeyi yok saymalar bulunanların günah umursamazlığıyla götürmeleri fazla şaşılası bir durum değildir. Aslında bu hamuduyla götürmeler nesnel gerçekliğe ve Tanrı’ya alenen ihanettir. Ve eleştirileri iftiradır tarzı geçiştirmeler boş itirazdır. İltifata tabilerden yalnızca birinin itirafıyla bile çözülür tüm bilmeceler ve milyonlarca sınırsız insan zihni dakikasında tam tersine döner.
Başta anlaşılmaz sanılan küçük ayrıntılarda ve aykırılıklarda saklıdır kavgalar ve kaygılar. Ellere çamur bulaştığında tortusu da kaldığında iş çığırından akıl zıvanadan bir kalemde çıkar. Üstü üstüne sabır düğümleri atılsa da kopuş başlamıştır bir kere çaresizleşilir. Hayat en istekli görünenlerden dilediğine diler ve bölüştürür kutsal yağmalamadan artanları. İbriğinden nice trajedi dökülse de gerçek acı çamurlu gerçektir ve sırayla abdestler tazelenir. Zaten alt beyinlerde nesiller boyu gizlenmiş kavgalar hüküm sürmese de var oldukça ve durdukça her ileri düzey paylaşım epey can yakar. Ve şüpheler köleleştirir iyi yürekleri.
Utancı arıtacak beyinler bile zor bela yalnızca yalnızlığı hazırlayabilir yersiz ve yurtsuzlara. Ve açlığı dizginlemek üzerine programsız eğilmeler ile gerilir ortam. Gerçekleri saklayanlar milyonları mıhlayınca salon koltuklarına, kutsanmış uyuşukluk kendini hissettirdikçe bütün çamurdan gerçekleri de birileri çıkar minyatürleştirir. Büsbütün hayırdır arkadan hançer bazında bir kazı çalışmasıdır çadırlaşan. O yayılmada fısıldamalar asla azalmaz ama gerçekler şehrinde tüm yollar çamurlanınca yudum yudum geleceğe borçlanılır. Aşırı derecede borçlanmanın sonu ise iflastır, yıkımdır. Gezdiğini, gördüğünü, bildiğini söylemekten korkanlar, çekinenler ise buram buram sadece eski alışkanlıkları tütsüler ve başka bir makaleye konu olacak nesnel gerçeklik ile kurmaca gerçeklik çelişmesine çentik atar.
Çamur lekesi toprak tasta kuruyunca belki çıkar ama güneş balçıkla sıvanmaz ve gerçekler asla çamur tutmaz…
DEM ŞİİRİ…
ÇEK URGANI VER ATI
Atlantik’ ten And dağlarına
Deneme sınavı örsesinde serçeler uçar
Karakaşlı matem,
Kurşun zengini madem diller sürçer
Akıl meçhule kayar
Kimliğinde “ Gelişigüzel Dolaşır “ yazılı
Nüshasında gelişiveren dostluklar
Devrim düşüne kurban arşivlerde Nurhak dağları
Düzlenmiş künyesi Everest yazılı
Somut cümleler günlüklere sızmış mertçe
Günü birlik keşifler insanca imalı
Hümanist imzalı
Başı fırtınalı efsaneler bebek yüzlü
Deniz altında yakın inci mercan çekim
Batık sevdalar katmerli
Boğulmak esrarengiz tufanı kovalarken
Kararınca ve de kızarınca umman
Balık pazarında mavi buhran
Kırmızıya para basar kuklalar mızıklanarak
Soru sürgünde, parolası çiçek kokteyli
Purosu pasaportu kepi, yaldızlı külçe
Bir yıldız kaydı dilek tutamadım
And içemedim Atlantik’ ten dağlara
Çektim urganı verdim adımı
Ernesto ernesto dediler …
VASİYETİM HAYSİYETİM
Er doğdum geç ölürüm belki
Geç olsun ama güç olmasın
Uykumda
Uy…
Uy adamcaz ölmüş desinler
Ölüme yalnız gidilir sevgilim
Yiğitçe
Ak kefenlere sarıldıkça ruhlar
Sular seller gibi yaşanır
Er doğdum geç ölecem sanki
Geç olsun ama güç olmasın
Yatağımda
Yat…
Yattı adamcaz yatış o yatış desinler
Ölüme ağıtlar yakılır sevgilim
Yakma
Kara toprağa yatırılınca bedenim
Sular seller gibi yaşayabilirsin
Geç doğdun er ölebilirsin
Unutma
Erin öldü diye ölecek değilsin
Alabildiğine yaşa
LİMANSIZ
Denizi tonlarca kara taş doldurulan limanda
Bayramı sordum mavilere son defa
Kartal köprüsüne yetişmeyen yolda acıyla
Bir hiperaktif ve validesi ve hancı
Limon ekşisi kekik buğusu
kör hayat özlemiyle zehirli hap
zamanında seviştiğim dalgalar dalgakıranda
kırık çökük dökük dev kayalar
Bayramı uğurladım al güllerle semaya
Ayrıldım sonra arkama bile bakmadan beyaz bir gemiyle
Kalede bir topal silüet bırakarak kalemlere
Kime ait olduğu bilinmeyen koltukta ağlıyorum
Sılaya sınaya sılaya
Başkasından istemeden git yoluna çocuğum
ballı darıyı bitirmeden
Salalar okunuyor dinle bak minarelerden
Elim yandı yazamadım ağıtları
Manileri Debboy’da şebboylar yeniden
Öyle yeşil gecedeki ilanı bile okuyamadım
Bir sarhoş müzik geldi yanıbaşıma
Uyduruk bir manzarada
Arka sokaklarda bihaber yalnızlıklar kılavuzsuz
Taşındım kara mavilere
tonlarca kayayı taşıyor kar suyu kuytuya
Upuzun pardesülü ben ve boş koltuklar
Deniz gözlerinde o sahilsiz liman kenti
Bayramı görmeden gitmek varmış Memedim
Denize doldurulan tonlarca taş yosun kokulu.
Limanda bir hiperaktif ve validesi ve hancı
Limansız kaldık sılada sınaya sılaya.
AŞIK MAHŞERİ
Peyderpey yattın içerde
Beş paraya korsan devrinde
Kırkbeşlik plaklar dinlesin diye dostların
Beş sene biraz da fazlası var
Kırkbeş senede onbinlerce eser
Bir yel eser hesapsız sabahlara
Çılgın pazarlıklardan sonra susuz yaz
Türkülerden özür diler işkence aletleri
Sırayla utançla koparlar nota nota
Pişmanlık ne kelime yine zevkle vurursun mızrabı
Yürüyüşün hazzı saz üstüneince tellerde
Mayısta kır çiçekleri mahsun
Bahar güdük sevdalı aşık
Yuh olsun örümceğe
Örümceğe de ağına da takılanlara da
Top yekun sevgi kattın gönüllere
Nur ol aşık, nursun insin insansın
Bir peykede benim yüreğim
gel dostum yanıma uzansın yankın
ben yaşadıkça sen de yaşayacaksın
yangınlardayım
dilimden kendiliğinden süzülen ezgilerde
sonrası yok varsa da
sonsuzlukta bir konserinde buluşacağız
sen çalacaksın biz söyleyeceğiz
Tanrı şahit.
O serin derin buluşma gününe aşığım
Gerekçesiz sensiz
Bekliyoruz son nefesimizi…
Vah çocuklarım vah yazık oldu diyerek
Kıydılar gariplere yazık.
O çocukları sonraları epeyce tanıdım
İyiden iyiye anladım, dinledim, bildim
Yandım ciğerim yandı
Ve hiç unutmadım
Çok ağladık.
Zaten unutulası değildiler hiçbiri
Annem ne çok ağlamıştı
onu da babamı da
Unutamadım, unutmadım,
Baktım da tam otuz kırk yıl geçmiş
Ve hay anasına şaşırdım
Deniz doğunca anladım
Meğer o çocuklar annemden üç beş yaş küçüklermiş
Benim canım annem,
Canım cananım
Demek ki sadece üç beş yaş farkla
Tüm analar gibi çocuklarına ağlamışsın
çok ağlamıştın
Denizin bittiği kıyıya ulaştığında ustalık
İnançlar can siperane
Karadenizdir gönüllere
Gözyaşımda annemin ödenmez emeği
Unutamam evet onları
Annem çok ağlamıştı.
Gözyaşları çiçek
Çok ağladık.
Atlantik’ ten And dağlarına
Deneme sınavı örsesinde serçeler uçar
Karakaşlı matem,
Kurşun zengini madem diller sürçer
Akıl meçhule kayar
Kimliğinde “ Gelişigüzel Dolaşır “ yazılı
Nüshasında gelişiveren dostluklar
Devrim düşüne kurban arşivlerde Nurhak dağları
Düzlenmiş künyesi Everest yazılı
Somut cümleler günlüklere sızmış mertçe
Günü birlik keşifler insanca imalı
Hümanist imzalı
Başı fırtınalı efsaneler bebek yüzlü
Deniz altında yakın inci mercan çekim
Batık sevdalar katmerli
Boğulmak esrarengiz tufanı kovalarken
Kararınca ve de kızarınca umman
Balık pazarında mavi buhran
Kırmızıya para basar kuklalar mızıklanarak
Soru sürgünde, parolası çiçek kokteyli
Purosu pasaportu kepi, yaldızlı külçe
Bir yıldız kaydı dilek tutamadım
And içemedim Atlantik’ ten dağlara
Çektim urganı verdim adımı
Ernesto ernesto dediler …
VASİYETİM HAYSİYETİM
Er doğdum geç ölürüm belki
Geç olsun ama güç olmasın
Uykumda
Uy…
Uy adamcaz ölmüş desinler
Ölüme yalnız gidilir sevgilim
Yiğitçe
Ak kefenlere sarıldıkça ruhlar
Sular seller gibi yaşanır
Er doğdum geç ölecem sanki
Geç olsun ama güç olmasın
Yatağımda
Yat…
Yattı adamcaz yatış o yatış desinler
Ölüme ağıtlar yakılır sevgilim
Yakma
Kara toprağa yatırılınca bedenim
Sular seller gibi yaşayabilirsin
Geç doğdun er ölebilirsin
Unutma
Erin öldü diye ölecek değilsin
Alabildiğine yaşa
LİMANSIZ
Denizi tonlarca kara taş doldurulan limanda
Bayramı sordum mavilere son defa
Kartal köprüsüne yetişmeyen yolda acıyla
Bir hiperaktif ve validesi ve hancı
Limon ekşisi kekik buğusu
kör hayat özlemiyle zehirli hap
zamanında seviştiğim dalgalar dalgakıranda
kırık çökük dökük dev kayalar
Bayramı uğurladım al güllerle semaya
Ayrıldım sonra arkama bile bakmadan beyaz bir gemiyle
Kalede bir topal silüet bırakarak kalemlere
Kime ait olduğu bilinmeyen koltukta ağlıyorum
Sılaya sınaya sılaya
Başkasından istemeden git yoluna çocuğum
ballı darıyı bitirmeden
Salalar okunuyor dinle bak minarelerden
Elim yandı yazamadım ağıtları
Manileri Debboy’da şebboylar yeniden
Öyle yeşil gecedeki ilanı bile okuyamadım
Bir sarhoş müzik geldi yanıbaşıma
Uyduruk bir manzarada
Arka sokaklarda bihaber yalnızlıklar kılavuzsuz
Taşındım kara mavilere
tonlarca kayayı taşıyor kar suyu kuytuya
Upuzun pardesülü ben ve boş koltuklar
Deniz gözlerinde o sahilsiz liman kenti
Bayramı görmeden gitmek varmış Memedim
Denize doldurulan tonlarca taş yosun kokulu.
Limanda bir hiperaktif ve validesi ve hancı
Limansız kaldık sılada sınaya sılaya.
AŞIK MAHŞERİ
Peyderpey yattın içerde
Beş paraya korsan devrinde
Kırkbeşlik plaklar dinlesin diye dostların
Beş sene biraz da fazlası var
Kırkbeş senede onbinlerce eser
Bir yel eser hesapsız sabahlara
Çılgın pazarlıklardan sonra susuz yaz
Türkülerden özür diler işkence aletleri
Sırayla utançla koparlar nota nota
Pişmanlık ne kelime yine zevkle vurursun mızrabı
Yürüyüşün hazzı saz üstüneince tellerde
Mayısta kır çiçekleri mahsun
Bahar güdük sevdalı aşık
Yuh olsun örümceğe
Örümceğe de ağına da takılanlara da
Top yekun sevgi kattın gönüllere
Nur ol aşık, nursun insin insansın
Bir peykede benim yüreğim
gel dostum yanıma uzansın yankın
ben yaşadıkça sen de yaşayacaksın
yangınlardayım
dilimden kendiliğinden süzülen ezgilerde
sonrası yok varsa da
sonsuzlukta bir konserinde buluşacağız
sen çalacaksın biz söyleyeceğiz
Tanrı şahit.
O serin derin buluşma gününe aşığım
Gerekçesiz sensiz
Bekliyoruz son nefesimizi…
GÖZYAŞLARI ÇİÇEK
Annem çok ağlamıştıVah çocuklarım vah yazık oldu diyerek
Kıydılar gariplere yazık.
O çocukları sonraları epeyce tanıdım
İyiden iyiye anladım, dinledim, bildim
Yandım ciğerim yandı
Ve hiç unutmadım
Çok ağladık.
Zaten unutulası değildiler hiçbiri
Annem ne çok ağlamıştı
onu da babamı da
Unutamadım, unutmadım,
Baktım da tam otuz kırk yıl geçmiş
Ve hay anasına şaşırdım
Deniz doğunca anladım
Meğer o çocuklar annemden üç beş yaş küçüklermiş
Benim canım annem,
Canım cananım
Demek ki sadece üç beş yaş farkla
Tüm analar gibi çocuklarına ağlamışsın
çok ağlamıştın
Denizin bittiği kıyıya ulaştığında ustalık
İnançlar can siperane
Karadenizdir gönüllere
Gözyaşımda annemin ödenmez emeği
Unutamam evet onları
Annem çok ağlamıştı.
Gözyaşları çiçek
Çok ağladık.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)