Mucizelere davetiye basan, acze davetiye çıkaran bir ekonomik süreç seçim atmosferine yayılacak gibi görünüyor. Yerli yersiz laflar ve lafta kalan ekonomik açılımlar serbest piyasanın yerinde sayan dengesini son zerresine kadar yutacak sanki. Bu anı bekledikçe bekleyen kapitalist pazar canavarı işlek piyasayı yüz kızartıcı fantezilerle silikleştirir bu puslu ortamda. Havada, cilalanmış beyin kıvrımlarında dolaştırılan okkalı salvolar yüzer ve yüzler gerilir. Bu gerileyişte genel seçim sonrasında yüzü de bir araya gelse kurtarılamayacak bir ekonomik durum bekler ülkeyi…
“Ekonomi hayatı belirler” tezi Marksizm ile özdeşleştiğinden uzunca bir dönem kabul görmedi dünya ve ülke ekonomik ekseninde. Kapitalizmin uçan kuştan saklanan iflasıyla ve egemen güçlerin emperyal işgallerine kılıf aranarak çizilen yeni haritalar sonrası bu tezi artık kabul etmeyecek toplum kesimi kalmayacak gibi. Dünyada Marksist kökenli ekonomik kıpırdanışlar kapı komşuda ivmelenip orta ve batı Avrupa ya da sıçrayıverince ülke solu kendini çek etmeli görüşü yaygınlaşıyor alttan üste.
Bugün Sosyal ilişkilerden tutun, siyaset, yarınlar ve ülke geleceği kısacası bütün hayatlar ekonominin ipoteği altında inliyor. Yıllarca serbest piyasa, özelleştirme, şu bu diyerek yüksek rakamlı transferlere bel bağlayan, sözde çarelere esas duruş çeken politikacılar, tek tip ekonomi uzmanları, briyantin yalaklı yandaş sütuncular, seçime kadar bir bir çark ederler bu seçim döneminde yeterince yemlenmezler ise.
Üzerinde yaşanılan coğrafyanın büyük kesimindeki keşmekeşi ve karışıklığını çarpık, bağımlı ve vahşi kapitalizmin suçu, kapitalist ekonomi ve yer altı yerüstü kaynaklarının emperyalist ülkelerce sömürülmesinin dışında nedenlere bağlayanlar pastadan pay kapabilme beklentilerini yükseltseler de durum istedikleri noktaya taşınmadı. Kardeşin kardeşe yaptıkları ayan beyan görüldükçe doğru yoldan gidilmediği, hak hukuk bağlamında yürünmediği anlaşıldı. Alternatifin nedir, bak komünizm de çöktü palavraları ile baskı altında tutulan eli kolu bağlanan ülke solu birden işin içine giriverdi.
Sol tandanslı olsun olmasın toplum düzeninin nimetlerinden yeterince faydalanamayanlar, yararlandırılmayanlar bölgesel trajediye ek olarak, açgözlüce ve delice haksız büyümeleri de görünce atmalara da, satmalara da pek inanmaz çizgiye ilerledi. Bu durumu kader sayan ve değişmez kader yapanlara ne kadar prim tanınacağını genel seçim gösterecek. Ancak gerçek olan bir kez daha prim verilse de verilmese de ayni ülke olarak kalınmayacağıdır.
Çünkü ekonomiyi hayatların sadece ona göre düzenleneceği bir zorunluluk alanı gösterenler ve işbirlikçi dayatmacıları, egemen güçlerin koltuğunda şu çarpık ekonomiyi Tanrı olarak kabul ettiler, İlahlaştırdılar. Oysa yıllarca, öteden beri savunulduğu üzere, ekonomi kontrol altında tutularak insani amaçlara göre dizayn edilecek ve gerekirse ağır yaptırımlarla yönlendirilecek bir toplumsal faaliyet alanıydı sadece. Öyle tanrı falan değildi, ilah falan da sayılmamalıydı.
Ancak bir işe yaradı bu günah tohumlarını yutturan hakim emperyal anlayış. Ne zorlama paketli zorlukların, ne siyaset ekonomisinin, ne de komuta ekonomisinin toplumları düzlüğe çıkaramayacağı açık seçik ortaya çıktı. Bu görüntü kapitalist ve emperyalist modellerin toplumların kurtuluşunu sağlayacağına, demokrasiyi getireceğine toplumları kaoslara ve ülkeleri yok olmaya sürükleyen modeller olduğunu tescilledi. Çok önceden demode görülüp terk edilen karma ve katılımcı ekonomik görüş ve uygulayış biçimi yeniden güncellik kazandı diyenler yok değil. Şimdi yok öyle şey diyecek türden türetmeleri ve işbirlikçi türevlerini de peydahlayabilir egemen güçler ve büyük sermaye. Ama tüm dünyada din, iman, mezhep kullanılarak, haçlı seferlerinden beter bir düzenekte stüdyo ülkeler ve kaptı kaçtı ekonomiler yaratılarak kendi yağıyla kavrulan ülkelere ve insanlara yapılanlar da ortada.
Toplumun sosyo kültürel yapısını da zedeleyen, yok eden ve insan vicdanına asla uymayan nitelikteki idari yapıda ve ekonomik modellerde ısrar ve diretmecilik bağımlı ekonomileri de, gündelik hayatları da perişanlık aşamasına getirdi. Ülkeleri parçaladı, toplumları bitirdi, göçebe etti. Zaten egemen sermayenin ve emperyalist düzenin istediği toplumları bu çerçevede eritmek, zenginliklerine kolayca konmaktı, o proje de şimdilik kısmen tuttu. Yeni büyük uyanmalar yaşanmaz ise bir süre daha çökerler mazlum ulusların başına.
Tüm ekonomistlerin iyi bildiği gibi ekonomik hayat, çokuluslu sermayenin denetiminde, birilerinin direktifiyle değil, dayanışma, özgürlük, eşitlik, adalet, yaratıcılık ve üretim gibi temel insani değerler üzerine inşa edilmeli. Şimdi yine ayni demode anlayış diyenler çıkabilir ancak ortaklığına soyunulan projelerin dibe vurduğunu da dünya alem görüyor ve biliyor. Yani gelinen dibe vuruş noktasında seçilecek en mantıklı yol sosyal temeller üzerine dizayn edilecek devletçi bir ekonomik sistem ve bu sistemin uygulanmasıdır. Her alanda devrim kanunları işletilerek her yıkılışta böylesi bir dirilişe, yenilenişe ve değişime gerek vardır.
Çözüm bire birden başlayarak piramidin en tepesine tüm hiyerarşik yapının değerlemesinin yeniden yapılmasından, yeniden yapılandırılmasından geçer. Yoksa hiçbir ekonomik model bu coğrafyada ülkeler yararına bir bir tutmaz, başarı tutturulamaz, ama egemen dünya iş tutar. Çünkü kaosa sürüklenenlere benzeyip benzeştikçe ne sürekli rotasyon işler, ne de herkese eşit oranda yaratıcılık şansı tanıyacak ve en basitinden rutin işleri yapacak yeni iş bilişimleri geliştirilir. Yine belli başlı ve dar kadro kapsamlı paylaşımlar ekonomiyi belirler.
Hal böyle olunca da ülkeyi dönüştürecek yeni bir ekonomik hayat asla düzenlenemez. Üretimde sabit bir grubun değil çalışanların da katkı verdiği bir konsey düzeneği sağlanmadıkça üretim ile tüketim arasındaki ilişki netliği ve denge de tutturulamaz. Böylece egemen sermayenin kıskacına, ağına ve avcuna düşülür. Özellikle toplum katılımıyla esnek ve demokratik biçimde gelişen ve rasyonel biçimde planlanmayan ekonomik anlayışların bağımlı uygulamaları ülkeyi içinden çıkılamayacak darboğaza sürükler.
En basit şekliyle uygulanan yanlış ise ne Marks ne de başkasının düşüncesi hiç fark etmez aslında. Ekonomide başlıca koşul olan istek ve işlerlik yepyeni mekanizmalarla hayat bulmadıkça, ekonomi hayatın içinde geleceğe yön vermedikçe, planlı programlı sürekli ve katılımcı bir ekonomik sistem uygulanmadıkça, başarı yakalanamaz. Yani başarı öyküsünü sisteme ismini veren veya vermeyenler değil hakkıyla uygulayanlar yazarlar. Öyleyse çalışanların üretimciliğinin yanı sıra belirleyici unsur olarak görülmesi ve yeni ayıraçlarla yeniden tanzimi başka bir başarı öyküsünün konusudur.
Toplum kesimlerinin toplumsal eşitlikten ve insanca yaşamaktan paylarını adaletli biçimde ölçüsünü kendisinin koyduğu şekilde aldığı ekonomik sistem hangisi olursa olsun çeşitlendirilmeli, uygulanması ve yerleşmesi yönünde çaba kaydedilmelidir.
Bu kayıtsızlıkta, ‘Hayatlar ekonomiyi belirler’ ve bu arabesk formda ejderhaya sırtını dönüp uyuyormuş görünmek içinden çıkılamaz sonuçlara gebeliği tetikler. Bu ekonomik süreç ise kuş tüyü hafifliğinde tek tip voltacılara, yüksek voltajla zımbalanmakla biter. O tek tip dünya düzeni denilen ve soydukça arsızlaşan büyük sermayeye kölelik ekonomiyi sadece meclis bahçelerinde tertipler. Tertipler ülke boyutuna ulaştığında ise her türlü siyasallaşmanın resti de kurtaramaz biten yiten hayatları.
Zaten egemen sermayenin kameraları hep kostümlüleri çeker, halk ise bitmeyen çileyi çeker. Ekonomi rayında kör topal bile gitmeyince, Aforoz edilen yine büyük sermayenin denetiminde, partnerlerin gözetiminde halk olur, halk çocukları olur, gören gözler kör olur. Bizim çocuklar denilenler ise darbeleri yaparlar ve parsayı toplarlar, biz yine kör topal kalırız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder