16 Aralık 2014 Salı

SEN VARSIN ALLAH’TAN…


Şimdi sen varsın Allah’tan, çok günah işledin hem de çok ama yüce bağışlayıcının gölgesine sığınırsın hala…
İlenç duvarında tek bir tuğla yerinden oynatılınca sırf bu olayı ialemek, olaya tanıklık etmek isteyecekler yine onlardandır ve safa dururlar, sıraya üşüşürler. Her zamanki sonradan görme şıklık ve örtünmelik tarzda dimdik ayakta durur ve etkileyici, yetkili ve yetkeci görünenlere anında akçeci disiplinle eğilirler, itaat ederler. Çünkü uyuşmuşlardır baştan ayağa ilim irfan sahipliğinden, sahibeliğinden bir çırpıda Karunluğa devşirildiklerinden. Tarih hiç yanılmaz ve en sonunda tüm ilenç duvarları utancından tarihi yanıltanların üzerine tüm görkemiyle yıkılır.
Martılar sulu sepkene direnen denizin ayazında yavrularıyla ümitsizce ağlaşırken, ülkenin bağrına doğan ıslak güneş bile malum kuşkuyla akar iskelelere, İskitlere, aldırımlara ve kaldırımlara. Aldırışlar ve Kaldırışlara döşenen kesme parke taşlar da zaman ağır basar ağarır ve ağaran tanyeriyle sancır durur gökyüzünün gözleri. Dost bağında umulmaz ve unutulamaz başkalaşımlar kütlelendikçe kült ilan edilenler işte aralığa kapılanır ve saplanır. Ve bu kültleşmenin ürünü bilgelerin kara gölgesi vurur kaç akıl şaşırtan o saray balkonlarına. Ama bu nimetten sayılan bilgeciklerin bilgisi bilinenin tam aksine tüm bilimsel birikimlere de ihanettir.
Allah’tan Şimdi sen varsın, beter günahlar işledin hemde ne beter ama yeter, canımıza tak etti diyen yok ona güvenirsin hala, hala…
Bilsen bir, bir bilsen en umulmadıkta arkandan yetişir işin başında hiç tuzak saymadığın batıklaşan tuzaklar. Burçlarda ve dahi en uçlarda al bayrak rüzgarla sevişirken, yelkenleri şişiren o güç kesildiğinde, yağmurda ıslanmalar da kurtarmaz zevatı ve zerzevatı. Ve erime başlar en ülemadan, en ücrada, en derinden yedi kat gökteki yıldızlara. Övünçle mimlenen ve içlenen saraylar, kaçak göçek ulamalı ulemalar ile ak palaslarda Akçekocalar palas pandıras kor olur ve ergirler. Bir nevi nefes darlığı yaşanır o bollukta ve ilenç duvarlarında iğrenmeler de artar ahaliye sirayet eder. Çünkü ölümde vardır, nefesi her daim ensede hissedilen veya hissedilmesi gereken.
Ertemli şiirler okumaktan, çokuluslu şirketleşmeye ve Şiranlara mertebelenmeye yükselişin inişi can yakar. Devşirilmenin sonu, son basamakta durup zili durmaksızın çalmaktır. Çaldıkça açsana kapıyı Alemlerin Sultanı açsana deyip durup seyircisi bol makamlarda salya sümük yalvarmaktır, yakarmaktır. Bir garip tanrı misafiri pozundayken er geç alazlanıp, her vakit palazlanıp dibe vurmuşluğun fotokopisidir bu hayatlar ve arap fotografisidir bu zilli zariflik. Ve en umulmadık anda yetişir cellat kapıyı açar onlara bunlara.
Şimdi sen varsın Allah’tan, felaket günahlar işledin hemde ne felaket ama yetinmez uyduruk helalleşmelere güvenirsin, güvenirsin hala ama…
Kaç kez oturup, yatıp, kalkıp, edip gömüp, akal esip çıkıp helalleşildiği unutuldukça unutulur tüm işlenmiş günahlar. Unutulur ama ölümden çok, korkunun kara pençesi yakadan tutunca anımsanır tüm günahlar bir bir ve yeniden. Büyük küçük helalleşme zamanı gelmiş çatmıştır, hesaplar dökülür mermer hazneye ve hepsiyle yüzleşilir birebir. Bu yüz gerdiren, kızartan ve karartan ancak sonu güzel bitecek diye tezgahlanmış, benzer maceralarda yarım veya tam akıllılıktan dünya ganimetleri eşlik edince an be anlara helal haram birbirine karışır. O zamandan sonra karşıtlığın marifetiyle makul kuşkuculuğa sığınmalar da kilitlenen kapıları açmaz. Ve bir bilsen, bilsen bir, en Bir, en Pir Sevgililer de usanır saltanatı saltanlaştırır ve sultanat sultasını da sultalar.
Bir öldüm bin dirilirim babında diriliş kapıları da kapanır yüzlere. Ve sapla saman, mekanla zaman karıştığından açmaz kapıyı Alemlerin Sultanı. O açmazda alınlarda kara leke, zaaflara uğramış akli meleke ve omuzlarda kara melek nedenselliği sorgulamak da nafiledir o vakit. Vakti zamanı gelip çattığında bir kapı açılır ve eşikten geçişler bir ölünür, bin dirilir ve bin ölünür farzı misali misliyle devam eder ilelebet.
Şimdi sen varsın Allah’tan, rezalet günahlar işledin hemde ne sefalet. Ölümü kaç kez gördüm alnımda diyerek dünyaya kazık çakmalara minnet edersin hala ama alın yazısıdır silinmez ve de değişmez asla…
Var mıdır var mola ey sevgili, var mıdır dünyaya kazık çakan. Bir bilsen, bilsen bir, Bir’i bilsen  Pir’i anlasan işler miydin hiç, işlemezdin günah üstüne günah. Son sürat, jet hızı bir kodamanlaşmaya gördükçe şaşanların, baktıkça arlananların,  ilim bilim milim milim ilerleyenlerin, ah çekip darlananların, iletilerinin de, ilenmelerinin de gün olur kabul edilebileceğini de unutmamak, görmek ve bilmek ve de inanmak gerekir.
İşte o zaman ahali kazan kaldıranda ne olacak şu fakir ülkenin hali. Ya ülkeyi gözü kara gücendirenlerin, güdenlerin hali nice olacak. Olacağın biteceğin önünde durulmaz, kazan kaldırılmış ise eğer bir kere ne olacak gül bahçesinin hali. Ülkenin ahvali bu evham, ehval ve şerait bu şerit üzerinde. Dört yan dikenli teller ve malum müphem kuşkular. Kuruntular sarmış etrafı, eşrafı ve zaman her zaman eşref saati. Her şey ortada ve elzem mezem, merakı marekesi kıyamın harekesinde gizli. Yabancı patentli markalı bir müşkülpesentlik kazın ayağına yapışmış gösteriliyor ama kazın ayağı hiçte öyle değil.
Şimdi sen varsın Allah’tan, çok günah,  beter günahlar, felaket rezalet günahlar işledin, işledin hemde ne. Hala, Yeter tak etti cana diyen yok ona güvenirsin, o yetmez uyduruk helalleşmelere güvenirsin. Ve hala ölümü kaç kez gördüm alnımda diyerek böbürlenir, dünyaya kazık çakmalara minnetlenirsin. Ama velâkin alın yazısıdır asla silinmez ve de değişmez asla. Yüce bağışlayıcının gölgesine sığınmalar da kar etmez, milyonlarca kefareti vardır bu kısa zamanlı, eş zamanlı azametin.
Şimdi sen varsın Allah’tan da… 

Hiç yorum yok: