BARIŞ VE BARIŞI DÜŞÜNMEK…
Ülke sorunları tartışılmaksızın ve uzlaşısız, teslimiyetçi, iktidar etme, hükümet olma mantığıyla asla çözülemez. Hele hele barış hiç. Yepyeni sorunlar açar başa bu açılımlar. Ve bu dar mantık bütün demokratlara yeni bir yol ayrımı getirir. Ancak yıllardır aşılanan ve aşağılanan eziklik ve yenilmişlik duyguları aşılamadıkça barış adına düşünmek bile zorlaşır. Düşünmekle başlayan ve ilerleyen her yolda önce barış zaafa uğrar.
Mücadele günü, direnme günü, aktif siyaset yapma günü ve muhalefet etme günü ülkenin halledilmesi gereken yığınla sorununa endekslenmedikçe çözüm önerileri sunabilme, toplumsal muhalefete öncülük edebilme gününü de güncelden uzaklaştırır. Zaten hükümet edenler mevcut sorunları çok iyi kamufle ediyorlar. Sorunların en önemlilerini bile usta manevralarla değiştirerek, gündem dışında tutarak, yeni sanal gündemler yaratarak unutturuyorlar. Yasalar kısa sürede olmazlar içinde eritilerek, yasaklar çoğaltılıyor ve nice yolsuzluklar dağ gibi büyütülüyor. Ve bu çağda bu yoksunlukta barış çığ gibi planlanıyor. Kimin çığ altında kalacağı da meçhul.
Temel sorun; “ anayasal ve yasal engellerin kaldırılarak yurt düzeyinde kurumsallaştırılması” ise de yok sayılıyor. Sanayi devriminin olmadığı ülkede sanayileşmenin gelişmesi, hızlı kalkınmanın gecikmesi, sosyal adaletsizliğin artması, ulusal gelirin kişiler ve bölgeler arası hakça dağılımının gerçekleştirilememesi de sorunlara eklenince barışı sağlamak iyice güçleşir. Ülkenin kuzeyinde güneyinde, doğusunda batısında tüm sathında yaşananların temel nedeni işte bu çelişkilerdir aslında. Ve sorunlar içinden çıkılamaz hale geldikçe de kısa vade de sözde barış açılımları ve görüşmelerine bel bağlanır.
Çıkar ve çıkarcılık çerçevesinde şekillenen her ne varsa gelip en başa çöreklenmiş ise gelecekte nelerin olabileceği de barışın bir daha bulunamayacak denli kaybedilişiyle hüküm bulur. İnsan hakları ihlalleri, şiddet ve terör, ekonomik gerilik, yoksulluk, yoğun işsizlik, güvensizlik ve kincilik bunalımın genişlemesini getiren sorunsallardır ve barışın başlıca engelleridirler.
Şu bir gerçek ki bir ülkenin uygarlık düzeyi artık bilim ve teknolojideki devrimle değil, insan hak ve özgürlükler açısından devrim sayılabilecek ilerleyişle değerlendiriliyor. Ve bu çağda insan hak ve özgürlükleri ulusal bir sorun olmaktan çıkar ve evrensel bir boyut kazanır. İşte bu realitedir yok sayılan. Ve yoklar cehenneminde barışa tutunmak devlet eliyle ve devlet gözetiminde olacaksa sadece ütopyadır.
Düşünüyorum o halde varım’a inat düşünce özgürlüğü bir yana itilerek, düşündüğü sadece düşündüğü için hala yok edilen, yakılan, yıkılan, kovalanan ve kovulan insanlar ve değerler varsa, ülkede barışı düşünmek ve beklemek lüks kalır. Belli belirsiz tüm kabullenmeler sindirilmeyi, özgürlükler açıklanamaz düşünceyi getiriyorsa açıkçası barışı tesis gerçekleşmez ve hükümet güdümünde asla olmaz.
Düşünceye sahip ol ama asla açıklama, düşünceyi oluştur ama oluşumları destekleme, belli bir düşünce etrafında birleş ama asla örgütlenme kıstasları barışın içeriğini boşaltmaktan başka bir işe yaramaz. Bunun sonu nereye varır sanal barışı programlayanlar bile kestiremez.
Düşünce içeriğine sınırlar koymak, fikri faydalı faydasız, ılımlı aşırı, meşru gayrimeşru ve benzeri çeşitlemeler ile sınıflandırmak fikri sabitin acı şakası gibidir. Bu yanlış mantık ve algılamayla barış içinde yaşamak ve geleceği ilgilendiren incelikli konularda kim fikir üretebilir. Üretemezler üretseler de açıklayamazlar. Çünkü kendileri adına devlet erkini kullananlar bir şeyler bulurlar. Ada ve moda çıkarmaları ile toplumları oyalar ve uyuturlar. Bu kısır döngü ölçütünde toplum demokrasiden nasıl payını alabilir. Halklar, ülke ve devlet nasıl demokratikleşebilir. Hiç. Seçimden sonra her şey unutulur, barış rayından çıkar, gelecek seçimlere kadar barış girişimleri rafa kalkar.
Hukuk devleti denilerek, hukuku bin türlü hali ile bozarak ülkeye barışın geleceğini barışın getirileceğini söylemek hukuk dışı kalmak olur. Barışı hukuk dışında aramak olur. Ülkede barışı düşünmek bile hala güçleştiriliyor ve suç sayılıyorsa bu uğraşılan kimin kime barışıdır anlamak mümkün değil. Şimdi düşünenleri yıllardır gücendirenler toplumlara bir acayip barış süreci dayatıyor ve yaşatıyor.
Devlet düşün ama beyan etme diyorsa, barışı iste ama diretme diyorsa yığınlar adına barışı düşünmek ve beyan etmek sağır serbestîsine bayrak sallamaktan başka bir şey değilse ‘ülkede barış istemek ve barışı düşünmek’ hala en tehlikeli meseledir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder