“ ANKARA’DAN ABİM GELDİ, EVDE BİR BAYRAM HAVASI” VAR AMA…
“ Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası” var ama evdeki sorunlar çok kolay çözülecek gibi görünmüyor…
Evler de devlet kurumları gibi örgütlenip, şube müdürlükleri gibi yönetildikçe, örgütlenme ve yönetim biçimleri çağdaş normlara ve evrensel sol değerlere uygun tasarlanıp dengelenmedikçe elbette değişim kolay olmaz, sonuç solda sıfır olur elbette. “Ankara’dan abim gelince, Evde bir bayram havası esince” estirilince, başka abilerde çıkar, geçmişten bu güne solun sıfırlanması noktasında az çok payı olduğu söylenenlerin ve bilindik yüzlerin yeniden kurtarıcılığa soyunması ve soyundurulması ile olmaz derler.
Ve eklerler; örgüt yorgun ve yılgınsa, ideolojik eksiklikler hala devam ediyorsa, yönetsel hatalar mevcudiyetini eskisinden beter koruyorsa, isteksizlik ve boşverdimcilik bünyeye egemense tüm yeniden düzenlemeler öyle kolay kolay gerçekleştirilemez. Asıl olan bu zor ortamda içte ve dışta hakkınca muhalefet etmedir. Muhalefet olmayı dinlenme dönemi olmaktan çıkarıp üretim alanı yönünde değerlendirmek ve değerlemek, öyle eski yeni kadrosal eklemelerle kısa zamanda olmaz. Çünkü önceden de kısmen denenmiş bu yöntemlerle eve bulaşan aymazlığı gidermek çok ama çok zordur.
Kısacası öncesinde ev gibi ev olma şartı yerine getirilmelidir. Ülke sorunlarına eğilirken yandaş ve destek bulmanın en başlıca koşulu budur bu güvenilir ev olma hali. Sonrasında sorunlara yönelik bir bir çareler öngörmeli ve üretilmelidir. Bu güne kadar ki tüm yapılanlar, bütün uygulamalar devletin demokratikleşmesine engel olacakların işine yaramıştır, gücüne yansımıştır. Öyleyse tüm evsel politikalar evrensel boyutta değiştirilmeli veya güne uyan şekilde yenilenmelidir.
Ayrıca yazgı olarak gösterilen ev içindeki yersiz kavgalar ve yanılgıların körüklediği paraya endeksli tüm seçici, seçmeci ve seçkinci algılar ve yaklaşımlar bırakılmadıkça istenen sonuca yakınlaşabilmek dahi güçtür. Ekonomik yeterlikten, demokratik hak ve özgürlüklere kadar geniş bir yelpazede yönetsel birlik bütünlük, dayanışma ve hoşgörü sağlanmadıkça, eksiklik ve yokluklar tamamen giderilmedikçe uzaktan kumanda oynatmalar ve dayatmalarla yol alınamayacağı gerçeği ağır basar. Veya benzeri gibi eleştirilerin konusu olunur, zamanla tepki verilen ve her fırsatta bahse mevzu edilen başkalarına benzeşilir. Sıfırlanma işte bu kademede ortaya çıkar ve iyice belirginleşir.
Oysa evden beklenen ciddi projeler üretmesi, gerçekçi ve uygulanabilir programların oluşturulmasıdır. Çözümlerin temel dayanağı ise evin, siyasi, ekonomik ve sosyokültürel açıdan sıfırdan sonsuza görüş akışı sağlayabilirliğidir. Uzmanlarca hazırlanmış olmasından öte, üretkenliğin ürünü çözüm ünitelerinin katılımcılığa elverişli ve gelişmenin önünü açacak nitelikte politika üretim merkezlerine dönüştürülmesi de esastır. Böylesi çağsal oluşumlar mevcut kadrosal birimlerin aktif işleyişini iyileştiren, alttan yukarı yukarıdan aşağıya proje ve eylemlilik geçişini kolaylaştıran bir yoğunlaşma kazandırır. Bu yoğunluk kronik yorgunluğu alır, akışkan bir alışkanlık sürecini başlatır. Sıfırlanmanın önünde yeni dönüşümler açarak kadrosal hareketin görüş ve düşünce bunalımından kurtuluşuna zemin hazırlamak şarttır.
Evrensel şekil ve şartlara uymayan bir yavaşlıkla derinden sığa sporlanmak, korkusuzca sollamak yerine hızla merkezden sağa kayarak beklentilere ulaşmanın hayal ötesi olduğu görülmüştür. O halde yetiştirilmiş, eğitilmiş, yetkin parti eğitim kadroları ile içte ve dışta, topluma dönük dayanakları belli, gerçekçi sunumların yaygınlaştırılması gereklidir. Yani evin içinde daima kadro göçeren ve sürekliliği hiç kesilmeyen bir eğitim politikası ve periyodu var olmalıdır.
“ Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası” var ama evdeki sorunlar çok kolay çözülecek, ülkede sorunlar öyle kolay bitecek gibi görünmüyor. “Ankara’dan abim gelince, Evde bir bayram havası esince”, estirilince başka abiler de, geçmişten bu güne solun sıfırlanması noktasında evden kopmuş, depolitize olmuş, dışlanmış ve ötekileştirilmiş tüm donanımlı birikimli kadrolar oluşturulacak yeni politik zemine çekilmelidir diyorlar…
Ve ekliyorlar; halkın evlerine eğilim, katılım, dayanışma ve dönüşleri kolaylaştırılmalı ve özendirilmelidir. Dalında, evinde barkında uzman kariyerli kimlikler sürece kazandırılırken davetler iyice gözden geçirilmelidir. Yani gelenlerin getireceği ve evden götürecekleri enikonu hesap edilmelidir. Siyasal materyal ve yayınların çevresinde bütünleşmiş tüm birikimler ve değerlerden evsel sürece savrulanların savunulması sol sıfırlanmalarına bir engeldir. Yani sol kavramların yerli yerinde hayat bulmasına önderlik etmek en ücra köşelere ulaştırılabildiğinde umut devam eder. Siyasal dağıtım kanallarının işleyişine emek ve yürek koyabileceklerin arttığı ve artışın yanı sıra kabul gördüğü bir süreçte sol sıfırlama ve sıfırlanmaları son bulur.
Evde hayal ötesinden nemalanmak yerine ayni çatı, değişebilir tepe isimler altında prodüksüyonlar geliştirmedikçe işlem tersine işler. Savı, tarzı, usulü, tarihsel kimliği, çapı ölçeği ne olursa olsun, dirilişin sol eli bu sert atmosferde yerle bir olmamak için daha da çoğaltılabilecek öneri ve yöntemlerle zenginleştirilmelidir. Yoksa donma engellenemez ve sona kalan dona kalır.
Her sorunun bir çözümü, her solcunun hiç istemese bile eninde sonunda uzlaşacağı bir üst yapı vardır. Yeter ki istensin veya istemlere gerçekçi yaklaşılsın. Geniş kapsamlı araştırmaların, sorunlar ve sorunlara çözüm sistematiğinin de çokça önemi yoktur bu aşamada. Önemli olan akıl ve mantıkla açıklanamaz şu günlerde, mantık süzgecinden geçirilmiş karanlık yarınları ışığa boğacak, güneş olabilecek olgunluğa, alternatif bir ev-yapı olma erişkinliğine güncellenmektir tüm mesele. Zaten solda sıfırlana sıfırlana bu siyasal birikime erişilmiştir. Evdekilere birilerinin özellikle abilerin bir süredir unutulanları anımsatması yeter de artar. Lider kadrolar dönemi ve dönemselliği çözümleme ve ideolojiyi yeniden değerleme vasfına sahiptirler. Ve o şef kadrolar abi veya abilerin önerdiğine önereceğine bakmadan veya tekdüze yinelenen öğütlere aldırmadan, sadece ‘üretkenliğe, emeğe ve yeteneğe göre yükselişe’ uygun bir kadrosal buluşmada aktif rol alırlar.
“ Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası” var ama evdeki sorunlar çok kolay çözülecek, ülkede sorunlar öyle kolay kolay bitecek gibi görünmüyor. “Ankara’dan abim gelince, Evde bir bayram havası esince”, estirilince başka abiler de geçmişten bu güne evdeki hesap çarşıya uymadığından dem vurarak noktasından virgülüne alışılagelmiş bir tavır ve tutum sergiliyorlar. Tarihi bulandırmak ve sulandırmak zayıflığın göstergesidir. İşin aslı çarşıdaki hesap çoktan şaşmış, dolayısıyla evdekine çoktan beri hiç uymamaktadır.
Belkide sırf o nedenle “ Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası” var ama başka abiler o bildik abiler…
22 Aralık 2014 Pazartesi
18 Aralık 2014 Perşembe
ANKARA’DAN ABİM GELDİ…
ANKARA’DAN ABİM GELDİ…
Değer
yaratanların artık çok gerilerde kaldığı ve değersizleştirildiği şu çetin günlerde
tüm sapmalara, duyarsızlık ve tıkanmalara ek olarak; sol açısından böylesi güç
bir dönemde ama katılımcılığın da çok kolay kotarılabileceği bir süreçte, lafta
kalanların eylemleştirilip özlemle beklenen sonuca vardırılabileceği bir
platformda, savunulan ilkeleri topluma en iyi biçimde yansıtmak üzere, evrensel
siyasi değerlemelerin filizlenip yeşermesini ve kök salmasını daha da ertelememek
için, siyasal yaşamda görev alma onurunu geç de olsa tatmak isteyenlere fırsat
eşitliği yaratmak için, değişim özlemini gelenek ve yenileşme arayışlarını
aktiflemek, bugüne ve geleceğe unutulan tartışma pratiğini perçinlemek edasıyla:
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
Neresinden
tutulsa, neresinden bakılsa geçmeyen acılar ve yokluğa itilmişlikten kurtarmak
için, emeğin gonca gülü ıslandığında fındık kadar da olsa bir umutlanma yüreğe
saplanacağından, anılara öyle bir sarılıştır ki bu kim çığlık çığlığa ayılır hiç
belli olmaz. İşte bu aykırılıkta kişilerin sözlerine ve forsuna göre değil,
düşüncesine, yaptıklarına ve yapacaklarına göre bir atmosfer şekillenmesi için,
bu şemada düşünce ve tavır uyumu gösterenlerin, tutarlılıklarından asla ödün
vermemişlerin ve vermeyecek kadroların değer bulması, buldurulması amaçlı;
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
Bu
gün ülkede toplumsal muhalefetin önü tıkandığından, muhalefetin her nevisi
içeri tıkıldığından, toplumun her kesim ve katmanında özgürlüğünü yaşama,
yaşatma ve temel demokratik haklarını kullanabilme özlemi ve beklentisiyle
kahrolunduğundan, başarıya ulaşma yolunun yalnızca özgürlük ve demokrasi
mücadelesini yükseltmek ile mümkün olabileceğinden:
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
Bir
avuç insan doğruyu sorgulayıp düşünmekte iken çok fazla sayıldığından, küçük
olsun benim olsun mantıksızlığı yelpazesinde davrananların artmasından dolayı,
sıradanlığa teslim oluş hızlandığından, güce ve güçlere boyun eğmeyiş
suçlandığından, baş kaldırış gerekliliğine önem kazandırılması, kitlesel
değerler ve evrensel ilkeler doğrultusunda yürekli birey sayısı artırılarak
örgütlülüğü güçlü kılmak için:
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
Çok
sorunlu ülkenin önceliklerinin sıralanması, içte dışta içinden çıkılamaz özel,
tüzel ve genel problemlerin çözülmesi, zorlukları aşılmaz, ağırlaşmış ekonomik
açmazları giderilmez görenlere inat tüm kapıda bekleyen sorunlara isim koyulup
soy isim önerilerinin sunulması, şu olmadı bu yapılmadı, yapılsaydı edilseydi
biçiminde politikleşme ve politikacılaşmanın sol siyasetin nüvesinde
bulunmadığının hatırlanması, hatırlatılması ve hatırlatmak üzre:
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
Toplumsal
muhalefetin ve içsel muhalefetin önünün iyice tıkandığı, sol değerler içine
asla sığmayan manevraların vazgeçilmezleştirildiği, topyekûn çaresizliğe ve
teslimiyetçiliğe nazire yapılan bu günlerin geride kalması ve sonlandırılmasına
gayret edilmesi ereği, gereği ve gayesiyle:
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
Her
aşılmaz sanılan yıpranmışlığa karşı cesaret ve direnç gösterenlere, özgür
beyinli kadrolara, muhalefet olmanın ürünü temel ve değişmez dayanaklara, hiçbir
iradenin altında ezilmeyeceklere ve yolundan gidilmezlerin yolunda
gitmeyenlere, sadece yaşamın doğurganlığına ve üretkenliğine tapınanlara,
yönetimlere gelme çabasının parti kadrosu olmanın disiplini ve geleceğe borçlu
olmanın erdemi ancak diyet borçlusu kalmamak olduğunu savunanlara ve bilenlere,
on yıllardır dur denildiğinden, ön
vermek, yön tayin etmek, yer bulmak, kulvar açmak, yıllardır emek verenlerin hiç
değilse emek vermeden yükselenlerle ayni havayı solutmak, eşitlik adalet ve
barışı sağlamak ve büyümek ve büyütmek istenciyle:
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
Ülkede
sınıflar ve katmanlar arasında her çeşit uçurum giderek derinleştiğinden,
yetersizliği savunanların yönetimlere geldiklerinde farklı bir şeyler
yapamadıkları görüldüğünden, makamlar yeterlik ve yetkinlik yeri olmaktan çıkıp
yitirmeyle, üğütmeyle özdeşleştiğinden, kişisel ideolojik eksiklik ve
tutarsızlıklar programsal geriliğe atfedildiğinden, emekçi kadrolar dururken
vitrinsel devşirmeler ve dünsüz dönüştürmeler yeğlendiğinden, sıfıra
indirgemeler ve takınılan kolaycılıklar örgütsel kademeler arası iletişimi bozup
kopardığından dolayı yeni bir yol haritasına gerek duyulduğundan:
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
Tabanda
ve tavanda üreten ve düşünenlerin nicel değerlemelerle ötekileştirilmesi ve
ayrıştırılması devamlı güncellenerek, dışlamalar, yıpranmalar, kopuşlar,
uzaklaşmalar, yerli yersiz uluorta dert yanmalar sarmalı gündeme oturduğundan,
aritmetiği temsil edenlerin varlığı niteliği temsil edenlere her ortamda
üstünlük sağladığından, tüm yanlışlamaları sollamak için;
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
Velhasıl
Düşünce atölyelerinin yıllardan sonra işletilerek tarihsel dayanakları belli
kavramlar ve evrensel ilkeler doğrultusunda tepeden tırnağa yenilenmek için, tüm
içinler, niçinler için;
“
Ankara’dan abim geldi. Evde bir bayram havası”…
BOŞLUĞA UNUTMALAR VE HATIRLAMAMALAR EKLENİNCE…
BOŞLUĞA UNUTMALAR VE HATIRLAMAMALAR EKLENİNCE…
Nesnel gerçekler beyne gereğince yansımadıkça, yansıma ve yansıtılması önlendikçe, hayatla ciddi bağlar kurabilme zayıflığı doyurulmadıkça dünyadaki en potansiyel güç beyin bile zamanla boşalır. Böylece, bir demet boşluk olur hep gönüllerde. Yüreklerde belirginleşen bu boşluğa koşut ağır başlar rüzgâr fırıldağı gibi dönünce, daha bir sabitlenir insan kendi boşluğuna.
Akıl o boşluğa belli belirsiz renklerde yepyeni kombinasyonlar düşlese ve işlese de yükleyemez. İzin verildiğince iğreti kompozisyonlar sarar boşluğu. Çünkü hasıraltı edilmiş tüm mükemmellikler buket buket keser zihnin önünü. Yön bulamaz beyin ve zihnin ucuzcu sokaklarda kayboluş süreci başlar gün güne eklenerek. Unutmalar artar ve yeniden hatırlayışlar da unutulur, unutkanlık vurur utkuları.
Hafızaya kodlanmış gerçekler, gerçeküstü ve gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan sözde yeni algılamalarla resetlenir. Şişirilen balonlarla beyin hücreleri tamamen dağılır veya kısmen teslim alınır zihin, tutsak kalır zeka. Bu teslimiyetçilikle balon yapar beyin ve ne versen alacak biçimde boşalır. Bu en korkutucu boşluğa başka tip çözülmeler de eklenince unutmalar acayip kolaylaşır ve hatırlamalar gittikçe zorlaşır.
Boşluğa unutmalar ve hatırlayamamalar eklenince hakikatler ve yaşama ilişkin kayda değer dipnotları da bütün anlamlarını yitirir…
Birlik, dirlik, bolluk ve bereket; düşünenler söylenemedikçe, söylenenler duyulmak istenmedikçe, duyulanlar da anlanmadıkça kaybolur, berhava olur. Ve bertaraf edilebilirlik gölgesinde tüm nesnel gerçekler nefsin uslanmaz inadını asla kıramaz. Böylelikle yetkilendikçe değişen iyiyi kötüyü ayıramayan ve helal haram ayırmayanlara kölelik iyice belirginleşir. Neticede sıkıntı ve utanç denizinde yüzer unutkanlıklar ve unutturulmuşluklar.
Oysa akla şüphe düştüğünde tüm gizlemeler ve alakasız alanlarda gezinmeler mevcut düzen tuzaklarına zamanı geldiğinde yakalanmak demektir. Bu kampanyadan tuzağa tuzak ve malum kuşkuculukla kurtulmak beklentisi ise boşa zaman israfıdır. Ayrıca tüm unutanlar ve hatırlamayanlar bu zaman mekan aralığında boşluğa itilmekle yüzyüze kalır. Yepyeni yüzleşmelere zemindir artık tüm baştan, ortada ve sonda eklemlenmeler.
Nesnel gerçekler beyinlere gerektiğince yansıtılmadıkça, yansıma ve yansıtılması cansiperane önlendikçe, üstelik algı düzeyi ve algılama yetisi zayıflatıldıkça dünyadaki en potansiyel güç olan beyin ilim beldesinin kapısında tevekkeli bekler durur. Yenilmez güç olarak görülenlerle birlikte ayni safta bu safça bekleyiş akla zarar bir harcanıştır aslında. Amir ve memurlar tayfasından sayılanların kupkuru bir çölden layığı üzere vahaya, en üst makamlara yükseliş hikâyesi ise bir bedevi aldatmacasıdır işin gerçeğinde. Bu gelip geçici ün ve ünlenme durumu zamanla nice kırgınlıklara, dargınlıklara ve uzlaşılamaz uyumsuzluğa sebeptir. Ve zamanla makam ve mevkilerin içini ve anlamlarını da boşaltır bu nesnel gerçeklikler.
Boşluk bir noktadan başlamaya görsün, başka başka oyunlara gelmeler ile ve organze işlemelere alet olmayla netleşir bu kapkara boşluğa yuvarlanış. Ve bir müddet sonra şikâyetler ayyuka çıkar. Yalvarıp yakarmalarla, aklayıp karalamalarla dolar boşalır, boşaltılmış beyinler. Varılan sonuç bu kafayla gidişat düzelmez, zulüm def edilemez noktasıdır.
Genişleyen bu boşluğa baştan sona unutmalar, unutturmalar ve hatırlamamalar eklemlenince, gerçekler ve gerçeklere ilişkin tüm dipnotları ve kararan lakin kızarmayan tüm yüzler anlamını ve inandırıcılığını kaybetmelidir. Ama velâkin…
Aması, iması, vekaleti yok bu boşluğun. İşin özü husumeti artıran genellikle stilize edilmiş, simetrisi kaymış tasarımlardır ve bu tasarımların tasarımcıları tasalandırmasıdır. Klasik yaklaşımlarla hizalanan bu yeni türdeşlik gerçekleri iki boyutlu ve perspektifsiz görmek üzerine kodlanmıştır. Unutturmaya çalışanlar, toplumsal aklı kendi görüş ve algılarına göre değiştirenler bu yaklaşım tarzıyla ancak biraz daha zaman kazanabilirler. Çünkü kodlar ile satranç oyunu başlamıştır ve tüm misillemeler boşunadır. Çünkü aması, iması vekaleti çoklar, zaman içinde unutulmuşluğa ve terk edilmişliğe çare değildir.
Dünyadaki en potansiyel güç beynin boşluğuna unutmalar, unutturmalar ve hatırlamamalar eklemlenmesine ve ekleyenlere, Özgürlüğü gönül vermiş, bedel ödemiş ve ödeyebilecek kişi ve grupların yepyeni formlar ile direnç göstermesi gerçekleri ve yaşamsal dipnotlarını alabildiğine anlamlılaştırır.
Ve nesnel gerçekler…
Nesnel gerçekler beyne gereğince yansımadıkça, yansıma ve yansıtılması önlendikçe, hayatla ciddi bağlar kurabilme zayıflığı doyurulmadıkça dünyadaki en potansiyel güç beyin bile zamanla boşalır. Böylece, bir demet boşluk olur hep gönüllerde. Yüreklerde belirginleşen bu boşluğa koşut ağır başlar rüzgâr fırıldağı gibi dönünce, daha bir sabitlenir insan kendi boşluğuna.
Akıl o boşluğa belli belirsiz renklerde yepyeni kombinasyonlar düşlese ve işlese de yükleyemez. İzin verildiğince iğreti kompozisyonlar sarar boşluğu. Çünkü hasıraltı edilmiş tüm mükemmellikler buket buket keser zihnin önünü. Yön bulamaz beyin ve zihnin ucuzcu sokaklarda kayboluş süreci başlar gün güne eklenerek. Unutmalar artar ve yeniden hatırlayışlar da unutulur, unutkanlık vurur utkuları.
Hafızaya kodlanmış gerçekler, gerçeküstü ve gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan sözde yeni algılamalarla resetlenir. Şişirilen balonlarla beyin hücreleri tamamen dağılır veya kısmen teslim alınır zihin, tutsak kalır zeka. Bu teslimiyetçilikle balon yapar beyin ve ne versen alacak biçimde boşalır. Bu en korkutucu boşluğa başka tip çözülmeler de eklenince unutmalar acayip kolaylaşır ve hatırlamalar gittikçe zorlaşır.
Boşluğa unutmalar ve hatırlayamamalar eklenince hakikatler ve yaşama ilişkin kayda değer dipnotları da bütün anlamlarını yitirir…
Birlik, dirlik, bolluk ve bereket; düşünenler söylenemedikçe, söylenenler duyulmak istenmedikçe, duyulanlar da anlanmadıkça kaybolur, berhava olur. Ve bertaraf edilebilirlik gölgesinde tüm nesnel gerçekler nefsin uslanmaz inadını asla kıramaz. Böylelikle yetkilendikçe değişen iyiyi kötüyü ayıramayan ve helal haram ayırmayanlara kölelik iyice belirginleşir. Neticede sıkıntı ve utanç denizinde yüzer unutkanlıklar ve unutturulmuşluklar.
Oysa akla şüphe düştüğünde tüm gizlemeler ve alakasız alanlarda gezinmeler mevcut düzen tuzaklarına zamanı geldiğinde yakalanmak demektir. Bu kampanyadan tuzağa tuzak ve malum kuşkuculukla kurtulmak beklentisi ise boşa zaman israfıdır. Ayrıca tüm unutanlar ve hatırlamayanlar bu zaman mekan aralığında boşluğa itilmekle yüzyüze kalır. Yepyeni yüzleşmelere zemindir artık tüm baştan, ortada ve sonda eklemlenmeler.
Nesnel gerçekler beyinlere gerektiğince yansıtılmadıkça, yansıma ve yansıtılması cansiperane önlendikçe, üstelik algı düzeyi ve algılama yetisi zayıflatıldıkça dünyadaki en potansiyel güç olan beyin ilim beldesinin kapısında tevekkeli bekler durur. Yenilmez güç olarak görülenlerle birlikte ayni safta bu safça bekleyiş akla zarar bir harcanıştır aslında. Amir ve memurlar tayfasından sayılanların kupkuru bir çölden layığı üzere vahaya, en üst makamlara yükseliş hikâyesi ise bir bedevi aldatmacasıdır işin gerçeğinde. Bu gelip geçici ün ve ünlenme durumu zamanla nice kırgınlıklara, dargınlıklara ve uzlaşılamaz uyumsuzluğa sebeptir. Ve zamanla makam ve mevkilerin içini ve anlamlarını da boşaltır bu nesnel gerçeklikler.
Boşluk bir noktadan başlamaya görsün, başka başka oyunlara gelmeler ile ve organze işlemelere alet olmayla netleşir bu kapkara boşluğa yuvarlanış. Ve bir müddet sonra şikâyetler ayyuka çıkar. Yalvarıp yakarmalarla, aklayıp karalamalarla dolar boşalır, boşaltılmış beyinler. Varılan sonuç bu kafayla gidişat düzelmez, zulüm def edilemez noktasıdır.
Genişleyen bu boşluğa baştan sona unutmalar, unutturmalar ve hatırlamamalar eklemlenince, gerçekler ve gerçeklere ilişkin tüm dipnotları ve kararan lakin kızarmayan tüm yüzler anlamını ve inandırıcılığını kaybetmelidir. Ama velâkin…
Aması, iması, vekaleti yok bu boşluğun. İşin özü husumeti artıran genellikle stilize edilmiş, simetrisi kaymış tasarımlardır ve bu tasarımların tasarımcıları tasalandırmasıdır. Klasik yaklaşımlarla hizalanan bu yeni türdeşlik gerçekleri iki boyutlu ve perspektifsiz görmek üzerine kodlanmıştır. Unutturmaya çalışanlar, toplumsal aklı kendi görüş ve algılarına göre değiştirenler bu yaklaşım tarzıyla ancak biraz daha zaman kazanabilirler. Çünkü kodlar ile satranç oyunu başlamıştır ve tüm misillemeler boşunadır. Çünkü aması, iması vekaleti çoklar, zaman içinde unutulmuşluğa ve terk edilmişliğe çare değildir.
Dünyadaki en potansiyel güç beynin boşluğuna unutmalar, unutturmalar ve hatırlamamalar eklemlenmesine ve ekleyenlere, Özgürlüğü gönül vermiş, bedel ödemiş ve ödeyebilecek kişi ve grupların yepyeni formlar ile direnç göstermesi gerçekleri ve yaşamsal dipnotlarını alabildiğine anlamlılaştırır.
Ve nesnel gerçekler…
16 Aralık 2014 Salı
ŞİİR DENİZİ…
DENGE DENİZ.
Yok, yok artık benim ülkem falan…
Çocuk isimleri değiştikçe
Değişti ülkem.
Gerisin geri volta
Hasdur mehteran
Kızımın adı inadına, inadına Deniz
Oğlumun ki Ege imanıma dinime
Kararmasın soyumun soyu,
Değişmesin aslım asaleti
Ülke değişirse değişsin dibine kadar
Çocuklarım ileri daima ileri, en ileri…
Devrimin pirinç levhasında yazılsın ismi
Epey ileride bir çocuk var emekleyen
İsmi Türkiye,
Soy ismi tek yol devrim
İşte o benim ülkem.
Çocuk isimleri değiştikçe değişeni değil artık ülkem
Tok artık karnımız yalanlara
Cilalı karnavallara
Ambalajı açılmamış hicranlara
Ayaklara dolanlara
Yuh artık bu kadar mı değişir
İsimler, çocuklar, ülkeler ve dünya…
Yok, yok artık benim bir ülkem falan.
YOLCU YOLCULANMASI
Kabristanlara uğrar demiryolları
Garlarda ölü vagonlar
Vagonlarda hayat.
Heyhat bela gerisingeri döndüğünde
Leylekler kaçmaya durur erkenden
Sımsıcak memleketlere, ellere
Ve ben şeytani karaltılı geceleri yırtar gelirim.
Hatıralarımın hatırına dönerim..
Sayılı günlerdir, vardır yoktur göreceğim
Yine dillenir köprüleri yakar yıkar gelirim…
Kabristanlara uğrar demiryolları
Ve üzerinde ölü vagonları içinde diriler
Biletim yok hiçbir yere biletsizim
Hiç birine birlemem aklımı
Ve binmem…
Bilinmedik nice korkuları hadım ettim ben
Venüs, Pompei ve Herkülle beraber
Çok tanrılarla savaştım
Ortak noktada Amazonlarla uzlaştım
Denizler aştım, okyanuslarla yarıştım
Ve Kızıl Tanrıçaların hatırına döndüm geldim.
Şimdi mermer taşlı kabristanlara uğrarım
Demiryolcu yolculanması demir yürekli…
DİYARIN Dİ’Sİ
Duvarda deniz,
Denizde duvar var…
Uykum var çok uykum
Ve mevsim mevsimlerden sonbahar.
Son baharını yaşarken diyarın Di’si
Yaprak yaprak savruldum dünyana
Çıldırık dalgalarla
Duvardaki denize, denizdeki duvara
Fildişinden kız kulesine
Deniz kızına…
Deniz duvar,
Duvarda deniz
Deniz masmavi iki göz
Tam öpülmelik bir suret, iki yüz, üç söz
Can kızlar en tatlı uykusunda
Uykularında bir sır
Rüyalarında bir dehliz var.
Kayboldum gittim uğrunda,
Uğurunda bir duvar
Duvarda bir deniz
Denizde yemyeşil iki göz…
YA MUTLU AN
Alınterim dökülür toprağa
Can can…
Bitkinliğin en beter anında
Aşk bitirir hayallerin hayalini
Or or, kor kor…
Alın terim toprağa akar
Sıcak sıcak, sımsıcak…
Acıyla kokladığımda gül bedeni
Canına yandığımın dünyası
Kadın kadın kokar…
Tunanın suyundan içmişim
İşte hayat
Damla damla damladığında hazan
Başım duman ki duman
Denizi beklerken ayılmışım.
Şiir denizinde bir yarı mutlu
Ve yaslı anılar…
Yok, yok artık benim ülkem falan…
Çocuk isimleri değiştikçe
Değişti ülkem.
Gerisin geri volta
Hasdur mehteran
Kızımın adı inadına, inadına Deniz
Oğlumun ki Ege imanıma dinime
Kararmasın soyumun soyu,
Değişmesin aslım asaleti
Ülke değişirse değişsin dibine kadar
Çocuklarım ileri daima ileri, en ileri…
Devrimin pirinç levhasında yazılsın ismi
Epey ileride bir çocuk var emekleyen
İsmi Türkiye,
Soy ismi tek yol devrim
İşte o benim ülkem.
Çocuk isimleri değiştikçe değişeni değil artık ülkem
Tok artık karnımız yalanlara
Cilalı karnavallara
Ambalajı açılmamış hicranlara
Ayaklara dolanlara
Yuh artık bu kadar mı değişir
İsimler, çocuklar, ülkeler ve dünya…
Yok, yok artık benim bir ülkem falan.
YOLCU YOLCULANMASI
Kabristanlara uğrar demiryolları
Garlarda ölü vagonlar
Vagonlarda hayat.
Heyhat bela gerisingeri döndüğünde
Leylekler kaçmaya durur erkenden
Sımsıcak memleketlere, ellere
Ve ben şeytani karaltılı geceleri yırtar gelirim.
Hatıralarımın hatırına dönerim..
Sayılı günlerdir, vardır yoktur göreceğim
Yine dillenir köprüleri yakar yıkar gelirim…
Kabristanlara uğrar demiryolları
Ve üzerinde ölü vagonları içinde diriler
Biletim yok hiçbir yere biletsizim
Hiç birine birlemem aklımı
Ve binmem…
Bilinmedik nice korkuları hadım ettim ben
Venüs, Pompei ve Herkülle beraber
Çok tanrılarla savaştım
Ortak noktada Amazonlarla uzlaştım
Denizler aştım, okyanuslarla yarıştım
Ve Kızıl Tanrıçaların hatırına döndüm geldim.
Şimdi mermer taşlı kabristanlara uğrarım
Demiryolcu yolculanması demir yürekli…
DİYARIN Dİ’Sİ
Duvarda deniz,
Denizde duvar var…
Uykum var çok uykum
Ve mevsim mevsimlerden sonbahar.
Son baharını yaşarken diyarın Di’si
Yaprak yaprak savruldum dünyana
Çıldırık dalgalarla
Duvardaki denize, denizdeki duvara
Fildişinden kız kulesine
Deniz kızına…
Deniz duvar,
Duvarda deniz
Deniz masmavi iki göz
Tam öpülmelik bir suret, iki yüz, üç söz
Can kızlar en tatlı uykusunda
Uykularında bir sır
Rüyalarında bir dehliz var.
Kayboldum gittim uğrunda,
Uğurunda bir duvar
Duvarda bir deniz
Denizde yemyeşil iki göz…
YA MUTLU AN
Alınterim dökülür toprağa
Can can…
Bitkinliğin en beter anında
Aşk bitirir hayallerin hayalini
Or or, kor kor…
Alın terim toprağa akar
Sıcak sıcak, sımsıcak…
Acıyla kokladığımda gül bedeni
Canına yandığımın dünyası
Kadın kadın kokar…
Tunanın suyundan içmişim
İşte hayat
Damla damla damladığında hazan
Başım duman ki duman
Denizi beklerken ayılmışım.
Şiir denizinde bir yarı mutlu
Ve yaslı anılar…
SEN VARSIN ALLAH’TAN…
Şimdi sen varsın Allah’tan, çok günah işledin hem de çok ama yüce bağışlayıcının gölgesine sığınırsın hala…
İlenç duvarında tek bir tuğla yerinden oynatılınca sırf bu olayı ialemek, olaya tanıklık etmek isteyecekler yine onlardandır ve safa dururlar, sıraya üşüşürler. Her zamanki sonradan görme şıklık ve örtünmelik tarzda dimdik ayakta durur ve etkileyici, yetkili ve yetkeci görünenlere anında akçeci disiplinle eğilirler, itaat ederler. Çünkü uyuşmuşlardır baştan ayağa ilim irfan sahipliğinden, sahibeliğinden bir çırpıda Karunluğa devşirildiklerinden. Tarih hiç yanılmaz ve en sonunda tüm ilenç duvarları utancından tarihi yanıltanların üzerine tüm görkemiyle yıkılır.
Martılar sulu sepkene direnen denizin ayazında yavrularıyla ümitsizce ağlaşırken, ülkenin bağrına doğan ıslak güneş bile malum kuşkuyla akar iskelelere, İskitlere, aldırımlara ve kaldırımlara. Aldırışlar ve Kaldırışlara döşenen kesme parke taşlar da zaman ağır basar ağarır ve ağaran tanyeriyle sancır durur gökyüzünün gözleri. Dost bağında umulmaz ve unutulamaz başkalaşımlar kütlelendikçe kült ilan edilenler işte aralığa kapılanır ve saplanır. Ve bu kültleşmenin ürünü bilgelerin kara gölgesi vurur kaç akıl şaşırtan o saray balkonlarına. Ama bu nimetten sayılan bilgeciklerin bilgisi bilinenin tam aksine tüm bilimsel birikimlere de ihanettir.
Allah’tan Şimdi sen varsın, beter günahlar işledin hemde ne beter ama yeter, canımıza tak etti diyen yok ona güvenirsin hala, hala…
Bilsen bir, bir bilsen en umulmadıkta arkandan yetişir işin başında hiç tuzak saymadığın batıklaşan tuzaklar. Burçlarda ve dahi en uçlarda al bayrak rüzgarla sevişirken, yelkenleri şişiren o güç kesildiğinde, yağmurda ıslanmalar da kurtarmaz zevatı ve zerzevatı. Ve erime başlar en ülemadan, en ücrada, en derinden yedi kat gökteki yıldızlara. Övünçle mimlenen ve içlenen saraylar, kaçak göçek ulamalı ulemalar ile ak palaslarda Akçekocalar palas pandıras kor olur ve ergirler. Bir nevi nefes darlığı yaşanır o bollukta ve ilenç duvarlarında iğrenmeler de artar ahaliye sirayet eder. Çünkü ölümde vardır, nefesi her daim ensede hissedilen veya hissedilmesi gereken.
Ertemli şiirler okumaktan, çokuluslu şirketleşmeye ve Şiranlara mertebelenmeye yükselişin inişi can yakar. Devşirilmenin sonu, son basamakta durup zili durmaksızın çalmaktır. Çaldıkça açsana kapıyı Alemlerin Sultanı açsana deyip durup seyircisi bol makamlarda salya sümük yalvarmaktır, yakarmaktır. Bir garip tanrı misafiri pozundayken er geç alazlanıp, her vakit palazlanıp dibe vurmuşluğun fotokopisidir bu hayatlar ve arap fotografisidir bu zilli zariflik. Ve en umulmadık anda yetişir cellat kapıyı açar onlara bunlara.
Şimdi sen varsın Allah’tan, felaket günahlar işledin hemde ne felaket ama yetinmez uyduruk helalleşmelere güvenirsin, güvenirsin hala ama…
Kaç kez oturup, yatıp, kalkıp, edip gömüp, akal esip çıkıp helalleşildiği unutuldukça unutulur tüm işlenmiş günahlar. Unutulur ama ölümden çok, korkunun kara pençesi yakadan tutunca anımsanır tüm günahlar bir bir ve yeniden. Büyük küçük helalleşme zamanı gelmiş çatmıştır, hesaplar dökülür mermer hazneye ve hepsiyle yüzleşilir birebir. Bu yüz gerdiren, kızartan ve karartan ancak sonu güzel bitecek diye tezgahlanmış, benzer maceralarda yarım veya tam akıllılıktan dünya ganimetleri eşlik edince an be anlara helal haram birbirine karışır. O zamandan sonra karşıtlığın marifetiyle makul kuşkuculuğa sığınmalar da kilitlenen kapıları açmaz. Ve bir bilsen, bilsen bir, en Bir, en Pir Sevgililer de usanır saltanatı saltanlaştırır ve sultanat sultasını da sultalar.
Bir öldüm bin dirilirim babında diriliş kapıları da kapanır yüzlere. Ve sapla saman, mekanla zaman karıştığından açmaz kapıyı Alemlerin Sultanı. O açmazda alınlarda kara leke, zaaflara uğramış akli meleke ve omuzlarda kara melek nedenselliği sorgulamak da nafiledir o vakit. Vakti zamanı gelip çattığında bir kapı açılır ve eşikten geçişler bir ölünür, bin dirilir ve bin ölünür farzı misali misliyle devam eder ilelebet.
Şimdi sen varsın Allah’tan, rezalet günahlar işledin hemde ne sefalet. Ölümü kaç kez gördüm alnımda diyerek dünyaya kazık çakmalara minnet edersin hala ama alın yazısıdır silinmez ve de değişmez asla…
Var mıdır var mola ey sevgili, var mıdır dünyaya kazık çakan. Bir bilsen, bilsen bir, Bir’i bilsen Pir’i anlasan işler miydin hiç, işlemezdin günah üstüne günah. Son sürat, jet hızı bir kodamanlaşmaya gördükçe şaşanların, baktıkça arlananların, ilim bilim milim milim ilerleyenlerin, ah çekip darlananların, iletilerinin de, ilenmelerinin de gün olur kabul edilebileceğini de unutmamak, görmek ve bilmek ve de inanmak gerekir.
İşte o zaman ahali kazan kaldıranda ne olacak şu fakir ülkenin hali. Ya ülkeyi gözü kara gücendirenlerin, güdenlerin hali nice olacak. Olacağın biteceğin önünde durulmaz, kazan kaldırılmış ise eğer bir kere ne olacak gül bahçesinin hali. Ülkenin ahvali bu evham, ehval ve şerait bu şerit üzerinde. Dört yan dikenli teller ve malum müphem kuşkular. Kuruntular sarmış etrafı, eşrafı ve zaman her zaman eşref saati. Her şey ortada ve elzem mezem, merakı marekesi kıyamın harekesinde gizli. Yabancı patentli markalı bir müşkülpesentlik kazın ayağına yapışmış gösteriliyor ama kazın ayağı hiçte öyle değil.
Şimdi sen varsın Allah’tan, çok günah, beter günahlar, felaket rezalet günahlar işledin, işledin hemde ne. Hala, Yeter tak etti cana diyen yok ona güvenirsin, o yetmez uyduruk helalleşmelere güvenirsin. Ve hala ölümü kaç kez gördüm alnımda diyerek böbürlenir, dünyaya kazık çakmalara minnetlenirsin. Ama velâkin alın yazısıdır asla silinmez ve de değişmez asla. Yüce bağışlayıcının gölgesine sığınmalar da kar etmez, milyonlarca kefareti vardır bu kısa zamanlı, eş zamanlı azametin.
Şimdi sen varsın Allah’tan da…
SÖZDE KATILIMCILIĞIN SONU…
SÖZDE KATILIMCILIĞIN SONU…
Kararan geleceğin aydınlanması adına tavır koymak kendine demokratım, yurtseverim, solcuyum diyen her bireyin asli görevi. Ancak her platformdaki eylemliliklerde suç olabileceği ya da suç sayılabileceği göze alınmalı…
Dışa dönük güven ve içe dönük özgüvenin hızla yıpratıldığı, sindirildiği ve yok edilmeye programlandığı bir zaman aralığındayız. Ülke gündemini elinde tutanlar, ülkeyi elinde taşıyanlar toplumsal düzeneğin işleyişiyle oynamayı kendilerine görev saydıklarından muhalifliğin her türlüsüne baltayı vuruyorlar. Devlet oligarşisinin içine yerleşen veya yerleştirilen mekanizmayla her canları çektiğinde her çeşit direncin üzerine yürüyorlar. Baltayı taşa vurma zamanı da yaklaşmış gibi sanki.
Çağdaşlaşmanın adresine uğramayan, koynunda devlet barındıran temsili demokrasiden nasiplenen ve nasiplendikleri değerleri göstermeyen ve görülmesini sertçe engelleyenlerin katılımcılığa ters geçişleri yaşanıyor son günlerde. Öylesine bir safkan tırmanış ki bu sonuçları neyi, nerede ne zaman harmanlar belli değil. Oysa bu kötü gidişatın küflü baskısı bir gün herkese ulaştığında son adres bellidir.
O halde yaşanılan ortak hüznü ve sancıyı giderici toplumsal projelerin hazırlığında ve emrinde olmaktan, barikat olmak, barikatlar kurmaktan başka çıkar yol kalmayacak gibi görünüyor. O yolun yolcusu olunacağı aşikâr ama suç ve suçtan sayılıyor artık. Yok artık demeye ne güç yetiyor ne de cesaret var sanki. Üstelik malum şüpheli sıfatına bir çırpıda yakalanma ve eriştirilme kolaylığı da hukuksal çerçeveye alındığından tüm öngörüler en baştan hiçleşiyor.
Dört denizin birbirine karıştığı şu coğrafyada en temel ve yasal haklar kullanılamaz, suçtan sayılır şüphelere ve saptamalarına dönüştürüldüğünden eylemliliğin her şekli fişlenmeyle eş değer bir hale davetiye çıkarmak demek. Zaten zaman oraya doğru akıyor, aktıkça bu mekanizma çok yakında seçimsiz de işleyebilir. Bu seçkide kayıt altına alınmış ama kayıt dışı sayılan her muhalif düşünce silsilesinden olmak ve aidiyet duygusu taşımak aidat borcunun ötesinde akla hayale gelmeyecek borçlanmalara ve nevisi bol bedel ödemelere kadar varacak bir rota çiziyor. Nefis şaşmış bir kere, bundan sonrası nefaset zedelnmesidir.
Dur demek bir anlamda hayat ile ölüm arasında bir yerde durmayı gerektirdiğinden, göğüslenmesi güç olduğundan dur durak bilmezlerin önü açılıyor. Ekran akran budalalığından kalıtsallaşan ne varsa birilerine hizmet ediyor. Hizmet etmeyenler ise sözde katılımcılığın sonundaki hesaplaşmaları gördükçe sıranın kendilerine yakınlaştığını açık seçik hissedebiliyorlar. Katkı, katılım ve katılımcılığın ağır kusurla ihlali ve kısır döngüsü bu günden geleceğe her türlü yöntemleri tersine çeviren önermelere vardırılınca ceryanın zamanı geldiğinde herkesi çarpacağı da iyice belirginleşiyor. Bu geniş zamanlı salvolamalar esinlenilen ve önemsenen tüm öznel nesnel değerlere sahip çıkılmasını da zorlaştırıyor. Öyleyse önünde durulamaz bu devir daim sekterliği ona buna operasyondur bana ulaşmaz ve bulaşmaz mantığı veya mantıksızlığıyla hafife alınamaz ve alınmamalıdır.
İlkesi programı olmayan, olsa da birbirine asla uymayan bu kendini tek yetkili ve en yetkin görme belirtilerinden ülkeyi kurtarmadıkça kurtaramadıkça iş zor. Açıklaması sonradan gelecek veya hiçte gelmeyecek, verdirilen ve verilen tek yanlı tüm kararlara gözü kara bağlılık ve tüm uygulamalara kör bakar bağımlılık ileride kişisel özgeçmişlere de sırım gibi işler. Aslında nitelikleri ve niceliği bir kenara bir kuş cıvıltısıyla başlayan ve sabahları karartan bu derinden sarsıcı kurmacaların iyice incelenmesi gerekir. Mutlaka o zamanlarda gelecektir ama şimdiden beli başlı hususları ve güncel gerçekleri suç sayılabilir olsa da gözden geçirmek bir gerekliliktir. Yaşamsal değerler açısından en önemli görülenleri bir çerçeveye oturtup, resme ayni paralelden bakmadıkça özde katılımcılığın ilk nüvelerine ulaşılır. Özellikle gelecek için en yararlı olacakların seçimi gözetilmedikçe oluşan tabloya bakmaya yürek de dayanmaz.
Merkez organların yetkilendirdiği kurulu düzenin gecikmeli duruşlarıyla yapılanlar bildirgesi ne olursa olsun aykırı açıklamalardan nasibini alır. Alır almasına da bu ne kadar yazılara ve makalelere yansır örneği ortada. Öyle ki vaatlerin ve naatlerin keskin doğrultusunda gedik açamayacak kadar daralmalar yaşanır. Bariz etkenler ve sıcak etkilenmeler etiket yarışına konu mankeni olur. Bu podyumdan yıpranmadan yıpratılmadan arzı endam edip inmek iyice güçleşir. Bu alakasız değerleme ve değerlendirmeler neticede manifestoya uygunluk bağlamında asla ele alınamaz. Ve önemli günler ve haftalar dahi asla tartışılamaz ve tartıştırılmaz.
Bilinmeli ki katılım katılma ve karşı duruş yasalarla belirlenmiştir. Kuralları olan bir eylemliliktir bu kavramlar. Ancak kısıtlandıkça ve yasal zorluklar çıkarıldıkça ilkeler de ülkeler de kilitlenir. Hangi sorun saptanırsa saptansın sonuçta çözümlerde de sapıtılır. Veya bu kavramların içini boşaltan hangi temel yöntemler uygulanırsa uygulansın kabul görüp görmeyeceği de meçhuldür ve zamana bağlıdır. Negatif bir sonuç almamak için doğrucu davranmak esastır ve acil gerekliliktir. Pozitif bir sona ulaşılmış veya yaklaşılmış gibi davranmak ise yanlışta ısrar ve boşa inattır. Yanılışlar ve yanılgılar ise bir başka gerçekliği tetikler.
Şimdi kim ne derse desin realite budur; tüm dünyada sol kazanacak veya ağırlığını hissettirecek, dinamizm kazanacak güven tazeleyecektir ve tazeliyor da. İşin gerçeği şu garip ülkede bin bahaneler bulunarak hissettirilmese, önlenmesi için yoğun çaba ve gerekçe ortaya koyulsa da işleyiş ve akış bu kanalda. İktidarda ve iktidara uzayan yoldaki çetin çekişmelerin ayyuka çıkmasıyla, ciddi yakınlaşmalar yalpaladıkça bu gerçeklik iyice ivmeleniyor. Sol şart. Örgüt yıpranmışlığı ve kısır tartışmaları bir yana koyacak ülke solu tüm danışıklı dövüşleri boşa çıkarır. Ülkeyi de düzlüğe.
Artık şu son günlerde yaşananlara bakıldığında sözde katılımcılığın da sonu gelmiştir diyenler artacaktır. Kurulu veya kurulacak tüm platformlardan sızan değerlendirmeler gösteriyor ki, Kararan geleceğin aydınlanması adına tavır koymaktan çekinmeyecek, kendine demokratım, yurtseverim, solcuyum… diyenler eylemliliklerinin suç sayılabileceğini de göze alarak olgunluğa ulaştıkları zaman eğilmez sanılan eğilimler sola kayar.
Gerçeği görme ve gösterme, halkların isteklenmesini anlamlı bir çaba ile toplumsal bir katılıma dönüştürme meselelerin çözümlenmesidir ve bu tavır demokrat, yurtsever ve solcu olgunluk gereğidir…
Kararan geleceğin aydınlanması adına tavır koymak kendine demokratım, yurtseverim, solcuyum diyen her bireyin asli görevi. Ancak her platformdaki eylemliliklerde suç olabileceği ya da suç sayılabileceği göze alınmalı…
Dışa dönük güven ve içe dönük özgüvenin hızla yıpratıldığı, sindirildiği ve yok edilmeye programlandığı bir zaman aralığındayız. Ülke gündemini elinde tutanlar, ülkeyi elinde taşıyanlar toplumsal düzeneğin işleyişiyle oynamayı kendilerine görev saydıklarından muhalifliğin her türlüsüne baltayı vuruyorlar. Devlet oligarşisinin içine yerleşen veya yerleştirilen mekanizmayla her canları çektiğinde her çeşit direncin üzerine yürüyorlar. Baltayı taşa vurma zamanı da yaklaşmış gibi sanki.
Çağdaşlaşmanın adresine uğramayan, koynunda devlet barındıran temsili demokrasiden nasiplenen ve nasiplendikleri değerleri göstermeyen ve görülmesini sertçe engelleyenlerin katılımcılığa ters geçişleri yaşanıyor son günlerde. Öylesine bir safkan tırmanış ki bu sonuçları neyi, nerede ne zaman harmanlar belli değil. Oysa bu kötü gidişatın küflü baskısı bir gün herkese ulaştığında son adres bellidir.
O halde yaşanılan ortak hüznü ve sancıyı giderici toplumsal projelerin hazırlığında ve emrinde olmaktan, barikat olmak, barikatlar kurmaktan başka çıkar yol kalmayacak gibi görünüyor. O yolun yolcusu olunacağı aşikâr ama suç ve suçtan sayılıyor artık. Yok artık demeye ne güç yetiyor ne de cesaret var sanki. Üstelik malum şüpheli sıfatına bir çırpıda yakalanma ve eriştirilme kolaylığı da hukuksal çerçeveye alındığından tüm öngörüler en baştan hiçleşiyor.
Dört denizin birbirine karıştığı şu coğrafyada en temel ve yasal haklar kullanılamaz, suçtan sayılır şüphelere ve saptamalarına dönüştürüldüğünden eylemliliğin her şekli fişlenmeyle eş değer bir hale davetiye çıkarmak demek. Zaten zaman oraya doğru akıyor, aktıkça bu mekanizma çok yakında seçimsiz de işleyebilir. Bu seçkide kayıt altına alınmış ama kayıt dışı sayılan her muhalif düşünce silsilesinden olmak ve aidiyet duygusu taşımak aidat borcunun ötesinde akla hayale gelmeyecek borçlanmalara ve nevisi bol bedel ödemelere kadar varacak bir rota çiziyor. Nefis şaşmış bir kere, bundan sonrası nefaset zedelnmesidir.
Dur demek bir anlamda hayat ile ölüm arasında bir yerde durmayı gerektirdiğinden, göğüslenmesi güç olduğundan dur durak bilmezlerin önü açılıyor. Ekran akran budalalığından kalıtsallaşan ne varsa birilerine hizmet ediyor. Hizmet etmeyenler ise sözde katılımcılığın sonundaki hesaplaşmaları gördükçe sıranın kendilerine yakınlaştığını açık seçik hissedebiliyorlar. Katkı, katılım ve katılımcılığın ağır kusurla ihlali ve kısır döngüsü bu günden geleceğe her türlü yöntemleri tersine çeviren önermelere vardırılınca ceryanın zamanı geldiğinde herkesi çarpacağı da iyice belirginleşiyor. Bu geniş zamanlı salvolamalar esinlenilen ve önemsenen tüm öznel nesnel değerlere sahip çıkılmasını da zorlaştırıyor. Öyleyse önünde durulamaz bu devir daim sekterliği ona buna operasyondur bana ulaşmaz ve bulaşmaz mantığı veya mantıksızlığıyla hafife alınamaz ve alınmamalıdır.
İlkesi programı olmayan, olsa da birbirine asla uymayan bu kendini tek yetkili ve en yetkin görme belirtilerinden ülkeyi kurtarmadıkça kurtaramadıkça iş zor. Açıklaması sonradan gelecek veya hiçte gelmeyecek, verdirilen ve verilen tek yanlı tüm kararlara gözü kara bağlılık ve tüm uygulamalara kör bakar bağımlılık ileride kişisel özgeçmişlere de sırım gibi işler. Aslında nitelikleri ve niceliği bir kenara bir kuş cıvıltısıyla başlayan ve sabahları karartan bu derinden sarsıcı kurmacaların iyice incelenmesi gerekir. Mutlaka o zamanlarda gelecektir ama şimdiden beli başlı hususları ve güncel gerçekleri suç sayılabilir olsa da gözden geçirmek bir gerekliliktir. Yaşamsal değerler açısından en önemli görülenleri bir çerçeveye oturtup, resme ayni paralelden bakmadıkça özde katılımcılığın ilk nüvelerine ulaşılır. Özellikle gelecek için en yararlı olacakların seçimi gözetilmedikçe oluşan tabloya bakmaya yürek de dayanmaz.
Merkez organların yetkilendirdiği kurulu düzenin gecikmeli duruşlarıyla yapılanlar bildirgesi ne olursa olsun aykırı açıklamalardan nasibini alır. Alır almasına da bu ne kadar yazılara ve makalelere yansır örneği ortada. Öyle ki vaatlerin ve naatlerin keskin doğrultusunda gedik açamayacak kadar daralmalar yaşanır. Bariz etkenler ve sıcak etkilenmeler etiket yarışına konu mankeni olur. Bu podyumdan yıpranmadan yıpratılmadan arzı endam edip inmek iyice güçleşir. Bu alakasız değerleme ve değerlendirmeler neticede manifestoya uygunluk bağlamında asla ele alınamaz. Ve önemli günler ve haftalar dahi asla tartışılamaz ve tartıştırılmaz.
Bilinmeli ki katılım katılma ve karşı duruş yasalarla belirlenmiştir. Kuralları olan bir eylemliliktir bu kavramlar. Ancak kısıtlandıkça ve yasal zorluklar çıkarıldıkça ilkeler de ülkeler de kilitlenir. Hangi sorun saptanırsa saptansın sonuçta çözümlerde de sapıtılır. Veya bu kavramların içini boşaltan hangi temel yöntemler uygulanırsa uygulansın kabul görüp görmeyeceği de meçhuldür ve zamana bağlıdır. Negatif bir sonuç almamak için doğrucu davranmak esastır ve acil gerekliliktir. Pozitif bir sona ulaşılmış veya yaklaşılmış gibi davranmak ise yanlışta ısrar ve boşa inattır. Yanılışlar ve yanılgılar ise bir başka gerçekliği tetikler.
Şimdi kim ne derse desin realite budur; tüm dünyada sol kazanacak veya ağırlığını hissettirecek, dinamizm kazanacak güven tazeleyecektir ve tazeliyor da. İşin gerçeği şu garip ülkede bin bahaneler bulunarak hissettirilmese, önlenmesi için yoğun çaba ve gerekçe ortaya koyulsa da işleyiş ve akış bu kanalda. İktidarda ve iktidara uzayan yoldaki çetin çekişmelerin ayyuka çıkmasıyla, ciddi yakınlaşmalar yalpaladıkça bu gerçeklik iyice ivmeleniyor. Sol şart. Örgüt yıpranmışlığı ve kısır tartışmaları bir yana koyacak ülke solu tüm danışıklı dövüşleri boşa çıkarır. Ülkeyi de düzlüğe.
Artık şu son günlerde yaşananlara bakıldığında sözde katılımcılığın da sonu gelmiştir diyenler artacaktır. Kurulu veya kurulacak tüm platformlardan sızan değerlendirmeler gösteriyor ki, Kararan geleceğin aydınlanması adına tavır koymaktan çekinmeyecek, kendine demokratım, yurtseverim, solcuyum… diyenler eylemliliklerinin suç sayılabileceğini de göze alarak olgunluğa ulaştıkları zaman eğilmez sanılan eğilimler sola kayar.
Gerçeği görme ve gösterme, halkların isteklenmesini anlamlı bir çaba ile toplumsal bir katılıma dönüştürme meselelerin çözümlenmesidir ve bu tavır demokrat, yurtsever ve solcu olgunluk gereğidir…
12 Aralık 2014 Cuma
ŞİİR DİNLER…
BEN ANA SEN FİDAN
Özgürlüğe beleyip
Çıplak büyüttüm ben onu
Dağın etinden
Karın suyundan besledim
Kıç çıplak baş kabak.
Dört duvar komaz ona
Hasreti banadır ben anayım ana
Kanımdan çoğalttım onu
Doğanın eline bıraktım sonra
Tarihe yazdım adını
Tarihi duvardaki musafın en arka sayfasına
Dört duvar yemez onu
Çayır çimen ortasına çıkarttım
Taptaze fidan
Yeşile kırmızı aktı ya oluk oluk
Hasreti banadır, ben anayım ana
Çıplak büyüttüm ben onu
Kışın sıcağından
Yazın soğuğundan esirgedim
Kıç çıplak baş kabak.
Hain gecelerin ayazından bezledim.
Dört duvar yetmez ona
Derdi banadır, ben anayım ana
Canımdan candır olumdur, balamdır
Memem ucundan sızıldayan balımdır.
Düşmanın eline bırakmam onu
Çeker mavzeri vururum onu alnının ortasından
Tarihe andımdır.
Talihi musafın en arka sayfasında
Yaldızla divitlenmiş özenle yazılıp çizilmiştir.
Dört duvar tutamaz onu
Dingin maviler gerek ona
Bulutlar, deniz, güneş
Özgürlüğü içti fidanım ana yüreğinden
Ve büyüdü büyüttüm ben onu
Çırılçıplak kıç açık baş kabak…
İNANÇ MESELESİ
Dört onluğu çoktan geçtik
Kur’an kurgulamış her şeyi ve kuranı anladık
Bir inandık pir inandık
Bizden gayrısı has Müslüman
Yani ham kaldık.
Dört incil’ede inanmam
Gizlenmiş gerçeklere tapsam yeridir
Misyonerlerin kucağında bebek isa’nın gözleri
Gözlerinde tuzağa düşmeyin asılıdır.
Ne isaya ne musaya yaranamadık gitti
Ne isa ne musa ne de Mustafa anlar bu kırklığı
Kırklar kapısında kaldık
Öyleyse kapıdan içeri
Felekten bir gece çalmak lazım…
TÜRKÜCÜ PARTİZAN
Partizan cephede baygın çehreli
Yüzükoyun uzanmış halsiz, toprağa
Demir çubuklar erimiş gitmiş bu kavgada
Radyoda uydurma hakikat cızırtısı
Sarp kayalar utanmış adeta masaldan
Bela gerisingeri dönüş heveslisi
Kuşatmış cephe gerisini
Uykuyu avlıyor fesatça ağır makineli
Hasmına çarpılan sukutla yanıyor mermiler
Yağmur iniyor kuru düşlere zorla
Yağmıyor, asmıyor, kapkara ıslatıyor.
Mutlaka öğretilsin çocuklara yarınlarda
Partizan cephede türkü söylüyor aşkla.
KALPAKLI ŞİİR, KALPAKLI
Kara kalpaklı sarı bıyıklı şiirimi yaz,
Sonra çizilmişinin önünde oku.
Resmin içinde kızgın lavlar aksın dağlardan dağlara,
Önündeki bende çarpsın donsun.
Çatmışım kaşlarımı korkmadan,
Gözlerimin yeşilinde kızıl ötesi ışık görür.
Kara dalgalarda kavrulsun viran vapur,
Acı düdüğünden Karadeniz yansın, memleket uyansın.
Nasılsa biz herkesçe kendince hatırlanırız
Sen bizi bizce hatırlat zor da olsa.
Çekilmişinden çizilmişin resmin önünde oku
Kara kalpaklı, sarı bıyıklı şiirimi yazınca.
Arka fonu kızıla boya,
Çatsın kaşlarımı al kan dolu fırçalar.
Onca zahmete değmemiş dünya, ya memleket?
Gözlerimdeki ışığı kör edici şekle büründür
Gerçeği görenler belli, onlara yol gösterir
Foyası ortadalar zaten kör, onlar yanar.
Yanacaklara yangın evi.
Elimde mavzer soğuğu, yüzyıldır çıplak Anadolu.
Yılanlar kör, yalanlar kor.
Resmime bakanlar değmezmişsiniz sanki.
Sarı bıyıklı, kara kalpaklı bir resmimi çiz...
İLENÇ DUVARI
Rodrigo’ nun gitar konçertosu aşığı demli çay isteyecek,
Her zamanki giyinişiyle dimdik, etkili ve yiğitler yiğidi.
Sırf olaya tanıklık edecek dostlar da hazır
İlaçla ayakta duruyor garipler, temelli uyuşmuşlar.
Devrimci de ölür, ölür ama devrimci gibi diyecekler,
Ölür ama geleceği umutla yazmıştır not defterine.
İşlemiştir hayatı gönülden, ilmek ilmek doyasıya.
Yağlı urgan yığınla kağıdı buruşturamaz,
Sadece düşüncenin boynu kırılır solgun yüzlerde
Tarih yanılmaz, affeder belki ve ilenç duvarı yıkılır.
Ünlü konçerto kulağına çalınır, dudakta son uçlu cigara
Mutluluk gelmiş kapına dayanmış ebedi kavga taze.
İstersen açma, şimdi biraz istirahat, ranzalar boş
Veysel’ in türküsü gece gündüz uzun ince bir yolda.
İşte böyle, beyaz ölüm gömleğini giymeden geleceğe,
Festival onuruna cellatı siktir ederek
Evet onu da, olur ya, yarın boşa konuşur diye.
Vasiyetler ise tek sayfalık mektup, hemen o anda
İzin olursa böyle gideceğim inançla bağırılan bu yolda,
Rodrigo’ nun gitar konçertosu eşliğinde, yolcu yolunda gerek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)