“ALLAH’A VE AHRET GÜNÜNE İNANAN KİMSE YA HAYIR SÖYLESİN YA DA SUSSUN.”
Destur diyerek, bu düstur doğrultusunda âcizane hayra ilişkin her daim söyleyeceğiz ve yazacağız bitmeyen sevdamızı. Çünkü herkes yalı boyunda deniz kabuğundan deniz dinliyor gibi sessizliği içiyor ve alkışlayarak konuşuyor yalnızca.
Hasdur çekilende topallıyoruz ve susuyoruz akilâne, vekilane ama olmuyor. Sustukça bakıyoruz bakır sahanlarda açlık çekiyor yaşlı dünya. Ve anlıyoruz ki ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranmak mümkün bu evrende, Muhammed Efendimiz de sanki birilerinin tekelinde, yani boşu boşuna nefes tüketiyoruz, beyhude kafa yoruyoruz şu memlekette.
Kambur üstüne kambur eklenen, özellikle Ramazan ayında şu özel günlerde kentin yoksulluğunu keskinleştiren ve iyice pekiştiren panayırsal, minyatür festivalvari meydan kalabalıklarını gözlemledikçe sabırla şevvalin üç gününü bekliyoruz, aklımız susayarak…
Sabır taşımız çatlayacak neredeyse fakat şevvalin ilk üç gününü beklerken el âlem, elalem, biz ‘kulluk vazifesi’ne kayıtsız kalan veya kalmayanların izini sürüyoruz ramadan ile…
Gurur duyulduğu her fırsatta dillendirilerek, son on yılda her ramazan biraz daha ‘temaşa pınarına’ akıyor akıtılıyor elbirliğiyle. Hüzne boyanmış gölgeler kenara çekilince, sinsice ilerleyen bir hastalık gibi yayılan; gösteriş için iman, şatafatlı imancılık, göstermelik dincilik modası, sınıf atlıyor, sınıf atlattırılıyor yıldan yıla. Geçici bir tiryakilik oluşuyor oluşturuluyor elbirliğiyle din adına, din ve ayette tefsirini arayan.
Ar duygusunu yitirmişlik tabanında resmen, kar hırsıyla, rey hevesiyle İslam kapitalizmi cirit oynuyor, cirit atıyor meydanlarda.
Gâvurinadıyla müneccim lafı üretmeye hiç gerek yok her şey alenen çıplak gözler önünde cereyan ediyor. Kral çıplak, çıplak kral bekliyor, kefeni elinde Azraillini…
Timur aksaklığında tüm şehirlerin en geniş ve şatafatlı meydanları, dar geniş kapatılmış caddeleri, ara ve arka sokaklar, parklar, gezi parkları, hatta okul bahçeleri bile umursamazlığın kırık çizgisinde hantal ve tıkanmış şenliklerle Tanrı’ya ulaşma biçimlerine yeni cüzler ekliyor. Uyar ise eğer, hülasa uyarına gelir ise kaş göz arasında Harmandalı harmanlanıyor.
Obur öylesine obur ki meydanlar; en kutsalın indirildiği ayda dahi haraç mezat satış reyonlarına, bayram önü hemşeri akraba bayramlaşmasına, ahkam kesme podyumlarına, yeniden din keşfetme ve keşfi öğretip yayma sahnelerine, yarım ekmek arası ucuz tavuk dönerine, bedava çay çorba, şerbet ayran sebiline, huşu içinde nargile çekme seanslarına devşirilmiş mübarek.
Kondur kondurabilirsen lafı ama komik panayırlara ve konserve alaturkalıklara dönüştürülmüş bir anda sahalar ve bir aylığına ortalık bu çılgınlığa tutsak edilmiş hayatlar, baştan ayağadur diyen yok şu tamburu nota bilmezliğe.
Otur oturabilirsen ve dayanabilirsen vizyondaki yeri göğü inleten, yerden göğe üçüncü sınıf bu filmi izle, çoluk çocuğuna da izlet. Böylece dışa bağımlı ekonomi ve dışa bağımlı kutsallık versiyonu sürümünü de bedavaya indir cebine. Artık kaçıncı varyant ise bu alim ve zalim bileşke her şeyi olduğu gibi inançları da, inançlıları da hoyratça hırpalıyor. Peşin değil taksitle Dinden imandan çıkma çıkarma turlarını hatırlatan reklam kuşağı gibi dönüyor ilim irfan dünyası.
Tabur tabur insanlara tabldot iftarlar, eşyanın tabiatına aykırı medcezirler, dinin özünü zedeleyen dayatma zorlama alışkanlıklar, lokma lokma bağışlanmanın esrik dağınıklığını depoluyor meydanlara hizmet içi himmet.
Or mevkilerde orucu sadece aç kalmak olmadığını bilen ve gören gövdelere kadar yayılıyor şerbet. Sanki meleklerin duası lazım birilerine köşe kapmaca oynuyor kelli felli mevkii tutmuşlar, üç beş kelime daha fazla etmek için. Hiç kimse oralı buralı, öteki beriki değil, gelsin tabldot iftarlar, gitsin oruçlar. Yutulanın kimlere ait olduğunu düşünmeden çoluk çocuk, konu komşu, akraba talukat açılsın bölge bölge, lokmada gölge iftarlar.
Çukur içine düşülen çukura aldırmadan Ramazanı haşmetin hışmına uğramaktan korkmadan fosilsi yöntemlerle bir ‘eğlence ayına’ çevirenler kara çölde buzullarla yarıştıklarından bir haberler. Oruç sonrasını sahura bağlayarak safiyane inananlardan bir “eğlence toplumu” oluşturma gayretliliği can damarını resmen çatlatmaktır bu neslin ve dinin. Gün olur nur söner zuhal kararır, mahirane tarifler ve halisane fetvalar da işe yaramaz sonra.
Bodur bolluk festivali havasında bu tam tükenmişlik içinde eski ‘direklerarası’ ruhuna da el Fatiha dedirtiyor iftar şölenleri, ardı arkası faaliyetler. Melekler altın tepsilerde son nefesleri sunduklarında ateşe keser yürekler ve böbürlenmeler başlar ise bu günlere ait Allah Allah. Ama nafile, işte o zaman siyaset bacasından tüttürülen dinsel motifli duman karartır ise mahşeri havayı donar ruhlar. O görkemli zafer alaylılarıyla, adamlık taslayan zafer şaşkınlarının soluğunu kesince Hüda, nasılsa aynileşilecek tüm inananlar.
Olur ki olur; “Allah kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez” ve “Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler.”
Doldur küpü doldurabildiğince hissiyatıyla bu kurmaca düzen içinde en muteber ayda en hassas günlerde bile ötekileştirdikçe veya bizimkileştirdikçe düş sever ünlüleri veya ünsüzleri de irkiltir bu ucube manzaralar. Ve çekirdeğinden sahte kutsallık filizlenir ise arşa arşı alem ne der bakarız zamanı gelince.
Sustur sonrasında akıllarda peçe, aradaki perde de kurtaramaz zevatı. Çağ zengini hanelere de uğradığında ağıtlar, çağın renkli fotoğrafları da çıfıt çarşısında satılır üç beş paraya. Elbette böyle sür-gitmez, Sultan Süleyman’a kalmayan size mi bize mi kalır. İllallah dedirten bu adaptasyona, abesle iştigal bu dellenişe ve değerlerin en derine gömülüşüne de vakti zamanı geldiğinde bir son yazılır. Mezbeleliğin göbeğinden acayip feryatlar yükselir ise göğe bu demode öncüler, piyese son perde külliyatı ekleyenler, külyutmazlar da sarsılır ansızın.
Onur duyduklarını dillerden düşürmezler eğer emanetlere… iseler; tarih kütüğüne çivi çivi çakılırlar.
Takdir Allah’tan Ve “Onlar bir ümmetti, geldi geçti” olurlar ilahi makamda…
Tekdir veya nasihat algılayanlar için ise tek cümledir ikinci cihan “Helalin hesabı, haramın azabı vardır”…
Budur deniyorsa hala ve bundan kelli oruç aylarında meclis buysa, biz bu meclise girmeyeceğiz. Uymayacağız, saf tutmayacağız cemlerine. Dâhil olmayacağız bu fır döndü manzaralara. Ramazanı sunulan lokmalarla gerçeklerin gizlenmesi ayına çevirenlerin bal-kaymak küplerini görmezden gelmeyeceğiz. Ortak olmayacağız ulu orta günahlarına. Dinolojik dengesizliğin müsekkin gibi abartılı ve kabartılı açılımlarına yelken açmayacağız. Politik ilahi sırlara, sosyolojik enkazlara ve mecazi düşlerdeki aksakallı dedelere de asla prim tanımayacağız.
Dur duraksız takip edeceğiz lakin onları tarihe not düşmek adına…
Uğur böceği kanadında uğurlamak adına, bundan böyle israf ve taşkınlık güncellemelerine, eksik gedik dayanışma püskürtülerine nüktedan şair birikimimizi katmayacağız. Sakın ola aldanmayın biz aldanmayacağız bu göndermelere diyerek, gösteriş amaçlı ve siyasi çıkar beklentili başka keselerden hayır hasenatçıların, tabldot usulü sokak iftarcılarının, debdebeli depicilerin, bakanlı-bakmayanlı manşetik ev ziyaretçilerinin ve gelip geçici menfaatler peşinde koşanların peşinde koşturmayacağız.
Sur üflenene kadar sıkı takipteyiz. Çünkü “hakka dönüş ve yürüyüş” kaç cilt doldurur az çok biliyoruz. Öyle tenteler gölgesinde söz arası-sur içi gizli gücün sistem sınaması kuru laf kalabalığı ile olmuyor “halka-hakka hizmet”. Halka ve hakka hizmet nasıl olur biliyoruz, yapılanları da görüyoruz
Nur ile nurlanmak ise amaç mülkün zerresine tapmadan hakka yürüyüşle gerçekleşir.
Kur’an hakkı için, Yürekler yeterse şöyle oluyor halka hizmet;
“Allahım beni fakir olarak yaşat, fakir olarak ruhumu kabzet, ahrette fakirle zümresinde haşret”…
Destur diyerek, bu düstur doğrultusunda âcizane hayra ilişkin her daim söyleyeceğiz ve yazacağız bitmeyen sevdamızı. Çünkü herkes yalı boyunda deniz kabuğundan deniz dinliyor gibi sessizliği içiyor ve alkışlayarak konuşuyor yalnızca.
Hasdur çekilende topallıyoruz ve susuyoruz akilâne, vekilane ama olmuyor. Sustukça bakıyoruz bakır sahanlarda açlık çekiyor yaşlı dünya. Ve anlıyoruz ki ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranmak mümkün bu evrende, Muhammed Efendimiz de sanki birilerinin tekelinde, yani boşu boşuna nefes tüketiyoruz, beyhude kafa yoruyoruz şu memlekette.
Kambur üstüne kambur eklenen, özellikle Ramazan ayında şu özel günlerde kentin yoksulluğunu keskinleştiren ve iyice pekiştiren panayırsal, minyatür festivalvari meydan kalabalıklarını gözlemledikçe sabırla şevvalin üç gününü bekliyoruz, aklımız susayarak…
Sabır taşımız çatlayacak neredeyse fakat şevvalin ilk üç gününü beklerken el âlem, elalem, biz ‘kulluk vazifesi’ne kayıtsız kalan veya kalmayanların izini sürüyoruz ramadan ile…
Gurur duyulduğu her fırsatta dillendirilerek, son on yılda her ramazan biraz daha ‘temaşa pınarına’ akıyor akıtılıyor elbirliğiyle. Hüzne boyanmış gölgeler kenara çekilince, sinsice ilerleyen bir hastalık gibi yayılan; gösteriş için iman, şatafatlı imancılık, göstermelik dincilik modası, sınıf atlıyor, sınıf atlattırılıyor yıldan yıla. Geçici bir tiryakilik oluşuyor oluşturuluyor elbirliğiyle din adına, din ve ayette tefsirini arayan.
Ar duygusunu yitirmişlik tabanında resmen, kar hırsıyla, rey hevesiyle İslam kapitalizmi cirit oynuyor, cirit atıyor meydanlarda.
Gâvurinadıyla müneccim lafı üretmeye hiç gerek yok her şey alenen çıplak gözler önünde cereyan ediyor. Kral çıplak, çıplak kral bekliyor, kefeni elinde Azraillini…
Timur aksaklığında tüm şehirlerin en geniş ve şatafatlı meydanları, dar geniş kapatılmış caddeleri, ara ve arka sokaklar, parklar, gezi parkları, hatta okul bahçeleri bile umursamazlığın kırık çizgisinde hantal ve tıkanmış şenliklerle Tanrı’ya ulaşma biçimlerine yeni cüzler ekliyor. Uyar ise eğer, hülasa uyarına gelir ise kaş göz arasında Harmandalı harmanlanıyor.
Obur öylesine obur ki meydanlar; en kutsalın indirildiği ayda dahi haraç mezat satış reyonlarına, bayram önü hemşeri akraba bayramlaşmasına, ahkam kesme podyumlarına, yeniden din keşfetme ve keşfi öğretip yayma sahnelerine, yarım ekmek arası ucuz tavuk dönerine, bedava çay çorba, şerbet ayran sebiline, huşu içinde nargile çekme seanslarına devşirilmiş mübarek.
Kondur kondurabilirsen lafı ama komik panayırlara ve konserve alaturkalıklara dönüştürülmüş bir anda sahalar ve bir aylığına ortalık bu çılgınlığa tutsak edilmiş hayatlar, baştan ayağadur diyen yok şu tamburu nota bilmezliğe.
Otur oturabilirsen ve dayanabilirsen vizyondaki yeri göğü inleten, yerden göğe üçüncü sınıf bu filmi izle, çoluk çocuğuna da izlet. Böylece dışa bağımlı ekonomi ve dışa bağımlı kutsallık versiyonu sürümünü de bedavaya indir cebine. Artık kaçıncı varyant ise bu alim ve zalim bileşke her şeyi olduğu gibi inançları da, inançlıları da hoyratça hırpalıyor. Peşin değil taksitle Dinden imandan çıkma çıkarma turlarını hatırlatan reklam kuşağı gibi dönüyor ilim irfan dünyası.
Tabur tabur insanlara tabldot iftarlar, eşyanın tabiatına aykırı medcezirler, dinin özünü zedeleyen dayatma zorlama alışkanlıklar, lokma lokma bağışlanmanın esrik dağınıklığını depoluyor meydanlara hizmet içi himmet.
Or mevkilerde orucu sadece aç kalmak olmadığını bilen ve gören gövdelere kadar yayılıyor şerbet. Sanki meleklerin duası lazım birilerine köşe kapmaca oynuyor kelli felli mevkii tutmuşlar, üç beş kelime daha fazla etmek için. Hiç kimse oralı buralı, öteki beriki değil, gelsin tabldot iftarlar, gitsin oruçlar. Yutulanın kimlere ait olduğunu düşünmeden çoluk çocuk, konu komşu, akraba talukat açılsın bölge bölge, lokmada gölge iftarlar.
Çukur içine düşülen çukura aldırmadan Ramazanı haşmetin hışmına uğramaktan korkmadan fosilsi yöntemlerle bir ‘eğlence ayına’ çevirenler kara çölde buzullarla yarıştıklarından bir haberler. Oruç sonrasını sahura bağlayarak safiyane inananlardan bir “eğlence toplumu” oluşturma gayretliliği can damarını resmen çatlatmaktır bu neslin ve dinin. Gün olur nur söner zuhal kararır, mahirane tarifler ve halisane fetvalar da işe yaramaz sonra.
Bodur bolluk festivali havasında bu tam tükenmişlik içinde eski ‘direklerarası’ ruhuna da el Fatiha dedirtiyor iftar şölenleri, ardı arkası faaliyetler. Melekler altın tepsilerde son nefesleri sunduklarında ateşe keser yürekler ve böbürlenmeler başlar ise bu günlere ait Allah Allah. Ama nafile, işte o zaman siyaset bacasından tüttürülen dinsel motifli duman karartır ise mahşeri havayı donar ruhlar. O görkemli zafer alaylılarıyla, adamlık taslayan zafer şaşkınlarının soluğunu kesince Hüda, nasılsa aynileşilecek tüm inananlar.
Olur ki olur; “Allah kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez” ve “Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler.”
Doldur küpü doldurabildiğince hissiyatıyla bu kurmaca düzen içinde en muteber ayda en hassas günlerde bile ötekileştirdikçe veya bizimkileştirdikçe düş sever ünlüleri veya ünsüzleri de irkiltir bu ucube manzaralar. Ve çekirdeğinden sahte kutsallık filizlenir ise arşa arşı alem ne der bakarız zamanı gelince.
Sustur sonrasında akıllarda peçe, aradaki perde de kurtaramaz zevatı. Çağ zengini hanelere de uğradığında ağıtlar, çağın renkli fotoğrafları da çıfıt çarşısında satılır üç beş paraya. Elbette böyle sür-gitmez, Sultan Süleyman’a kalmayan size mi bize mi kalır. İllallah dedirten bu adaptasyona, abesle iştigal bu dellenişe ve değerlerin en derine gömülüşüne de vakti zamanı geldiğinde bir son yazılır. Mezbeleliğin göbeğinden acayip feryatlar yükselir ise göğe bu demode öncüler, piyese son perde külliyatı ekleyenler, külyutmazlar da sarsılır ansızın.
Onur duyduklarını dillerden düşürmezler eğer emanetlere… iseler; tarih kütüğüne çivi çivi çakılırlar.
Takdir Allah’tan Ve “Onlar bir ümmetti, geldi geçti” olurlar ilahi makamda…
Tekdir veya nasihat algılayanlar için ise tek cümledir ikinci cihan “Helalin hesabı, haramın azabı vardır”…
Budur deniyorsa hala ve bundan kelli oruç aylarında meclis buysa, biz bu meclise girmeyeceğiz. Uymayacağız, saf tutmayacağız cemlerine. Dâhil olmayacağız bu fır döndü manzaralara. Ramazanı sunulan lokmalarla gerçeklerin gizlenmesi ayına çevirenlerin bal-kaymak küplerini görmezden gelmeyeceğiz. Ortak olmayacağız ulu orta günahlarına. Dinolojik dengesizliğin müsekkin gibi abartılı ve kabartılı açılımlarına yelken açmayacağız. Politik ilahi sırlara, sosyolojik enkazlara ve mecazi düşlerdeki aksakallı dedelere de asla prim tanımayacağız.
Dur duraksız takip edeceğiz lakin onları tarihe not düşmek adına…
Uğur böceği kanadında uğurlamak adına, bundan böyle israf ve taşkınlık güncellemelerine, eksik gedik dayanışma püskürtülerine nüktedan şair birikimimizi katmayacağız. Sakın ola aldanmayın biz aldanmayacağız bu göndermelere diyerek, gösteriş amaçlı ve siyasi çıkar beklentili başka keselerden hayır hasenatçıların, tabldot usulü sokak iftarcılarının, debdebeli depicilerin, bakanlı-bakmayanlı manşetik ev ziyaretçilerinin ve gelip geçici menfaatler peşinde koşanların peşinde koşturmayacağız.
Sur üflenene kadar sıkı takipteyiz. Çünkü “hakka dönüş ve yürüyüş” kaç cilt doldurur az çok biliyoruz. Öyle tenteler gölgesinde söz arası-sur içi gizli gücün sistem sınaması kuru laf kalabalığı ile olmuyor “halka-hakka hizmet”. Halka ve hakka hizmet nasıl olur biliyoruz, yapılanları da görüyoruz
Nur ile nurlanmak ise amaç mülkün zerresine tapmadan hakka yürüyüşle gerçekleşir.
Kur’an hakkı için, Yürekler yeterse şöyle oluyor halka hizmet;
“Allahım beni fakir olarak yaşat, fakir olarak ruhumu kabzet, ahrette fakirle zümresinde haşret”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder