23 Temmuz 2013 Salı

HER AHVAL VE ŞERAİTTE RAMAZAN’I İYİ OKUMAK…

HER AHVAL VE ŞERAİTTE RAMAZAN’I İYİ OKUMAK…

İlk önce söz vardı, yazı yoktu. Sonra yazı vardı, okuyan yoktu…

Ve bir gün okumayı öğren, bil ve bildir, “Oku, Yaratan Rabbinin Adıyla Oku.” hitabıyla sil baştan, yeniden başladı her şey.
Öğüt, tavsiye, ihtar, anımsatma ve uyarılarla biçimlendi ve yenilendi cahiliyeden çıkma eski dünya.

Peki, biz gereğince Oku’duk mu, Oku’duğumuzu anladık mı, Oku’duğumuzu anlattık mı her ahval ve şeraitte?

Pekala, Gerçek Müslüman Ol’duk mu, Ol’duğunca olgunlaştıkmı,  Ol’duğumuzu paylaştık mı her ahval ve şeraitte?

Allah’ın indirdiğinde ve Allah indinde makam, mevkii, üstünlük, ancak takva iledir bilinciyle mazlumun bedduasından korkup, komşumuz aç diye aç yattık mı? Paraya pula tapmadan aklımızı, zekâmızı, dilimizi, dinimizi, mezhebimizi, yüreğimizi, sesimizi-sedamızı korudukça koruyup özgürleştik mi, yüceldik mi?

Acaba farkında mıyız, farkına vardık mı; Ramazan da oruç tutmanın, senede bir ay tutulan oruç sayesinde, diğer 11 ay oruç üzerinde, varlık-yoksulluk üzerinde düşünülmesi becerisi kazandırdığının ve vicdanlılık kazandıracağının.

Oku emrine uyarcasına düşündük mü hiç en yakınımızdan en uzağa, bir kutuptan diğer kutba açları? Aymazlığın veya ay parlağı yolculuğun neresindeyiz acaba? Hiç düşündük mü?

Son yıllarda modalaştırıldığı ölçüde, bu Ramazan da fakiri muhtacı, düşkünü zengini, kadını erkeği, genci  yaşlısı, çoluk çocuğu yani cümbür cemaat herkes İstanbul’un dört bir yanında kendi çapında bedavalaşmış iftarlara, eğlenceye, sohbet, dinleti ve konserlere akıyor. Akınca da; Ramazan oruç demek, nefsi terbiye demek, paylaşım ve dayanışma demek realitesi gelecek nesillere anlatılacak bir acıklı masal olarak kalıyor.

Kara-kuru-çatlak-kurak toprağın üzerinde sarı, siyah, beyaz çocuklar, bebeler yıl on iki ay her gün acından susaklığından kıvranıyor, ne çabuk unuttuk…

Kuşkusuz, gücün el değiştirmesiyle, paranın renginin yeşillenmesiyle ülkemizde de açlık sınırı artarken, yoksulluk sınırı yoksulluktan açlık sınırına terfi ederken, enflasyon bir önceki aya göre artış gösterirken, ramazan da bir aylığına topluma her şeyi unutturmak meseleleri çözer mi. Unutturur belki ama Bayramdan sonra hatırlanır nasılsa herşey.

Şu garip ilçede bile ramazan münasebetiyle dernekçisi, değnekçisi, mısırcısı, reklamcısı, televizyoncusu ihalecisi, çaycısı bazlamacısı, sucusu nabız şerbetçisi ile  ufak çaplı bir kasabanın panayır alanına döndürüldü meydanlar, cadde ve sokaklar. Sivil toplum örgütlerinin gelişmesine her daim iyi niyetle bakıyor olsak da, siyaset ve ideoloji şemsiyesi altındaki bu cıngıla katkıları hoşgörü sınırını da zorlamıyor değil.

Gökyüzünde hoş bir seda, geçmiş zamanda kaybolup gittiği sanılan güzelim değerlerin bir kısmı arada sırada mahallelere uğrasa da, mevcut hale şükür dilleri zorluyor, gönülden çıkmıyor hazan.

İhtiyar dünya bazen bir yanda bunca güzellikler içinde ise, diğer bir yanında açlığı da, ölümleri de, sakat kalmaları da gün ve gün yaşıyorsa eğer, üstelik anaysak babaysak, bacıysak kardeşsek, düşmansak yoldaşsak hasbel kader, iftardaki ilk lokmayla bile oh diyemiyor insan canı gönülden.

Düğüm düğüm düğümleniyor boğaza bir şeyler, tıkanıyor. Sözün bittiği yer işte o an. Ve sormak geliyor insanın içinden;

“Siz boşuna aç susuz kalmak yerine, hiç sahiden oruç tuttunuz mu, tutuyor musunuz, tutacak mısınız?...

İslam’da  ‘ibadet de gizlidir suç da kabahat de”. Ancak günümüzde suçlar ve kabahatler gizli kalmadan şöyle veya böyle devam ediyorsa da, maalesef ibadetin gizliliği de kalmaz. aşikare, meydan ortası yol ortası, desinler-görsünler manasında Müslümanlıklar konur masaya…

Ramazan ayına yakışır ölçülülük, yeterince ve dozunda tüketim, asla aşırılığa kaçmayan tutumun yerini, kuşkusuz manevi değerlerimizi rencide edecek biçimde, artık her alanda olduğu gibi bir böbürlenme ve şaşaa almış gidiyor.

Günah ki ne günah, hiç Oku’dunuz mu?...

Ramazan da İbadeti gösteriye dönüştüren etkinlikler gözümüzün önünde seyrediyor. Kimse alınmasın ama yerel yöneticiler için Ramazan ayı varsa yoksa, siyasi rant pastasından nasiplenme yarışı. Benim iftar masam seninkinden uzun, benimki seninkine on basar reklâmı kavgası. Televizyon kanallarında oruç-iftar bahane edilerek boy gösterme telaşlılığı. Hizmet yarışına gelince ise, açıklanan yıllık başarılılar kategorisinde yer alınamayınca, yer bulunamayınca, hafif yollu eleştirilince dahi aslı astarı olmayan bir kırgınlık asılır yüzlerde.

Hakkımızı yemişler teranesi. Ne yaptın bre Müslüman, yaptın da da biz mi göremedik? Onların da cevapları hazır ama mübarek ramazan…

On iki ayda bir kurulan en canlı en verimli pazar, kapital deryası, en diri getiri, en yüksek kar ramazanda mevcut. Mübarekmiş, İbadetmiş, oruçmuş, namazmış niyazmış, yardımmış dayanışmaymış, komşulukmuş insanlıkmış, umursayan yok!

Gelsin paralar. Varsa yoksa şovlarla oruç tutup oruç açmak, halkın içinde halktan imajı verip gariban halkı da kullanarak, göstermelik görkemli iftarlar yapmak.  Caizi bu olmasa gerek ama Erkânı umumi bu yolda.

Bu arada Diyanet İşleri Başkanını dinleyen yok. Oysa güzel vurgulamalar, ciddi ve olumlu uyarılar yapıyor en baştan. Yakında reisliği kalır mı bekleyip göreceğiz.

Velhasıl herkes kendi potasında kendi havasında, kendi dinini yaşıyor ve yaşatıyor, üstelik din-iman adına herşey.

Ulusal ve çokuluslu kapitalist firmaların güdümünde, yeşil kapitalistler ayı oldu ramazan on yıllardır;

İnsanın nefsine hakim olması ve terbiye etmesi için aç, susuz, oruç tutmasının, hatta dünya zevklerinden kendisini mahrum etmesinin tam tersine, Ramazanı her türlü dünya nimetlerinin daha çok tüketildiği tükettirildiği, çok kâr daha çok kar beklenen, bir ılımlı islamik liboş piyasa bayramına dönüştürdüler son yıllarda.

Günahı bu zemini hazırlayanların boynuna…

Ramazanın ve orucun diyalektiğine zıt iftarlar ve sahurlar, iftar sonrası sahura kadar süren boyalı cilalı-cılız cızırtılı programlar, meydanlarda çadırlarda, cadde başlarında sokak aralarında, köprü altlarında köprü üstlerinde, nerde boş yer, saha arsa varsa oraya kurulan derme çatma stantlarda acayip bir maneviyat istismarı, din iman sömürüsü, istismarı aldı başını gidiyor.

Bütün  bu işler parayla olacağına göre inanılması zor bilmem kaç trilyoluk bir maddi ve manevi sömürü de var…

Yapılan tüm bu masrafların, denilenlerin aksine kimsenin babasının cebinden çıkmadığını ama yerel yönetim bütçelerinden karşılandığını ise cümle âlem biliyor. Sesini çıkaran, bir dur diyen, bu israfın durdurulması gerekliliğini söylemese bile hissettiren dahi yok.
Sahte Kabadayılık nerede kaldı acaba?

Oku, Halkın cebinden çıkıyor dağıtılan her lokma, her yudum, her zerre. Onlar ki lokmayı yuvarlıyor, yudumu vuruyor, yuvarlayamadığı yüreklerinde kara leke. İlk ilahi emir gereği oku;

“Oku, Yaratan Rabbinin Adıyla Oku.”…

Hiç yorum yok: