MİNYATÜR MİLLİYETÇİLİK GÜNLERİ
Milli ve yerli masalları bir tarafa, millet ve iktidar
arasındaki ince ve hassas çizgidir milliyetçilik. Çok basit temellidir.
Vazgeçilmez temel, millet ve memleket çıkarlarını üstün tutmadır. Ulusçuluk
tutkusudur. Yurttaşlık bilincidir…
Tutkunun özü ulusların kendi kültürel değerlerini,
ulusal çıkarlarını ve tam bağımsızlığını üstün tutma bilinci, çizilen
sınırlarını koruma ve varlığını sürdürme inancıdır. Gerçek milliyetçilik başka
türden değerler, bölgesel ve uluslararası plan ve projeler üzerinde fazla
durmaz. Duranlar yani öylesine milliyetçilik, minyatür milliyetçiliktir…
Son günlerde bu türden gelişen ve yönlendirilen
minyatür milliyetçilik anlayışı, militer yapılar ve abartılı çokuluslu
ilişkilerden beslendikçe, devlet, varoluş ve kuruluş ilkelerine sıkı sıkıya
bağlı görüntüsü verse de inandırıcılığı olmaz. Bu yalancı bağlılık neticesinde
genel idare çağdan uzaklaşır, çaptan düşerken başka yerlere savrulur. Dinciliğe
sarılırsa da yetmez, minyatür milliyetçiler sokağa salınır. Bir yerlerden
düğmeye basılmışçasına milli ve yerli milliyetçiler, minyatür sahada şimdilik
birbirlerine girerler, girişirler…
Minyatür milliyetçilik zehirlenmesiyle birlikte, idare
ve ahlak daha da zedelenir. Otorite bozgunu yaşanır. Bu arada varlık ve vatan
kargaşasına itilen sade vatandaşlar ise vatanseverlik potasından uzaklaşır.
Milletin en azından yarısı yaratılan yeni imaja tapar. Aslında milliyetçiliğin
minyatürleşmesi ve dini motiflerden esinlenmesi, resmen çoğunluk dostken, sınır
içi ve sınır dışı düşmanları artırmaktır. Düşmanlık sağlanınca lafta bu yeni
modern mikro milliyetçiliğin içi dini ögelerle doldurulur. Böylece minyatür
milliyetçilik gereği, milliyetçi temelde birlik ve vatan düzleminde dirlik,
düşmanda birlik denklemine bağlanır. Bağımlılık yaratılmaya çalışılır.
Yani din ve mezhepsel düşmanlıklarla bezenmiş bu tip
minyatür milliyetçilik, dış düşmanlar ve yerli işbirlikçilerin işine gelen
milliyetçiliktir. Kendi düşmanlarını da önce kendi içinden yaratır. Sonrası
malum. Fe tipi kalkışmalar ve faşizm…
Saf milliyetçiliğin içi dini otorite ve abartılı dinci
hurafeler ile boşaltılınca millet, vatan ve vatanseverlik merkezine oturtulan
milliyetçiliğe karşı da kışkırtılır. Ulusalcılığa karşı saldırganlaştırılır.
Mütemadiyen akınlarla milli ince çizgi kırılır. Minyatür milliyetçilik
kullanılır…
Tam bağımsızlığı öğütleyen ve örgütleyen
milliyetçilik, sıradan iftiralar ve basit saygısızlıklarla dışlanır. Emperyal
hülyalarla her yer bizim veya vaktiyle bizimdi mikro milliyetçiliğine tapılır.
Bu tapınma neticesinde militarist destekli, abartılı dini çelişkilerden
beslenen mikro milliyetçilik tümden hayata geçirilir. Hak yerini buldu misali
iç dış düşmanlar test edilir. Yeni düşmanlıklar tesis edilir. Millet ile
iktidar arasındaki en ince ve keskin bağ olan milliyetçilik özünden
koparıldığından, herkesle doğrudan sokaksal hesaplaşma milliyetçilik farz
edilir…
Yani bu minyatür milliyetçilik, iç dış tehditlere
aldırmadan, iç destek bulmuş dış düşmanlar yok sayılarak, ucuz sebepler
göstererek, lüzum dâhilinde safsatasıyla sıcak savaş, yakın dövüş moduna girer.
Bu emperyal milliyetçiliğe dönüşme isteğiyle, bin yıllık temel birikim
görmezden gelinir. Devleti, milleti, vatanı, Cumhuriyeti sevmek, korumak ve
kollamak olan ulusal duyarlık başka bir çizgiye hapsedilir. Her türlü ciddi tehlikelere
karşı, malı canı pahasına karşı duruş, çok geride kalmış ve gereksiz kitlesel
arzular dozuna indirgenir.
Kurucu ve yaratıcı milli değerler, minyatür
milliyetçiliğe asla uymadığından, uydurulamadığından hemen her fırsatta paragöz
piyonlarca karalanır…
Bu her eve lazım minyatür milliyetçilik, bilince
saplanan yalanlarla, zihne uygulanan dini plan ve beşgen programlarla kitleleri
yakın geçmişinden koparır. Bu kopuşla egemen gücün istediği noktaya gelinir.
Toplum yerli milli derken, hepten erozyona uğrar. Toprak başına günleri yaşar.
Yani dini bağlantısı güçlendirilmiş minyatür
milliyetçiliğe dönüş ve bu milliyetçiliğin yaygın biçimde kabullenilmesi modern
dünyadan açıkça kopuştur. Hatta yersiz kapışmalar kopuşu hızlandırır. Milli
şuur, din ve mezhep birliği ilkesine dayanan, din bazlı milliyetçilik, değişik
etnisiteden dindarları bile asla milletleştiremez. Mezhepler ise sadece
yalnızlaştırır ve ayrıştırır. Zaten istenen de budur.
Dünya genelinde ülkeden ülkeye bulaşan mikro
milliyetçi ümmet politikasının batışı da bu yüzdendir. Egemen dünyanın
palazlandırdığı dinsel tabanlı minyatür milliyetçiliğin, memleketleri,
bölgeleri ve dünyayı getirdiği durum bellidir. Koviti günlerinin, mikro
milliyetçi günlerle çakışması milli ve yerli masallarıyla geçiştirilemeyecek
acı günler yaşanmasına nedendir.
Peki, nasıl bir milliyetçilik, hangi ince çizgide
millet ve iktidar bütünlüğü. İşte koviti belası devam ederken sahnelenen
minyatür milliyetçilik oyunları ve koviti sonrası, geleceğin meselesi makro
düzeyde budur. Nasıl bir milliyetçilik?
yzld-SAVAŞ VE ZARAR
Çekimli çekimsiz fiillerle anlatmak var şimdi
furyaya kapılıp fitillenen
fillerle savaşı.
Afili develer diyarındakini.
Kızgın çöllerde
akışkan kum fırtınalarında
katrana bulanmışlarını.
Flamasında yalandan barış yazanlarını.
Önünde arkasında bir daha yanıldık demekle olmaz
ölmekle kalınmaz olanlarını...
Şehitlik hangi mertebeyse artık her fani şaşkın
tüm savaşlara iskele alabanda yanaşmak şandan
belki asker doğmakla makbul
ama yanmakla eş değer.
Aslı esası kızgın lavlarda kavrulmaktır.
Ben hep savaşa hayır pankartı önündeyim
ellerimde yeni yeşillenmiş zeytin dalı
ve beyaz güvercinler…
Kırık kanatlarda ayni veciz
mavi gözlerde aynı hışım
yurtta sulh cihanda sulh.
Ama son yıllarda tam tersine çevrilmiş.
Hangi rüyadalığın çıkarsaması bu
manasızlığı manidar taş baskı çıkartmalar.
İsteseydim olurdu belki de gerçekten
hiç başlamayan harp ve ebedi sulh.
Mavi sırlı tabakadan
çekseydim uçsuz cigarayı
gümüş kaplama çakmağımla
yaksaydım ucundan tütünü.
Çaksaydım gerçekten
barış çubuğunu gülerekten
ve salsaydım yananın ucuna ucuna ekleyip
ekilseydim toprağa ölümsüz ölümsüz.
Barış ne mana uçsuz bucaksız bir dumandır
çalımlı çalımlı çektikçe savaş narasını
savaş iç çektiren ebedi davadır.
Bir atsana beni eve monoloğuyla bitmez
gelir ardı sıra beyaz kefenliler
enfiye tadında buğulu ölümler
çekti çeker burcu burçlardan,
bizim biraderler nefes nefes.
Ve melül ve malül…
Bakışları kanlı yaşlı analar
patlar ciğerleri.
Acılar uzar uzar ve
çürümüş tütün genizlere dolar
barış bin kanatlıdır dalar maviye.
Savaş rüzgârlarıyla savrulan ise
bin bir bahanedir sarılır azraile.
Atıyorum savaşına karşı hayır sloganlarını
Yetkin yetişkin ellerde tek delikli zarlar
karşımda tek sıra savaş bezirganlığı.
Muharebe dükalığı
muhatara krallığı
zarar ziyan prensliği.
Ben yine savaşa hayır pankartı önündeyim.
İnansaydım gerçekten barış gelirdi belki
eğer savaşsaydım barışına
yine dar ağacına çekilirdim.
Ama biterdi beyhude savaşlar…
Enfiye buharı çekti yine bizim biraderler
ve melül melül
kefeni kanlı veya malul
haybeye ve birileri namına tedbirli.
O birileri ki ata toprağına ihanetin pistonları
topu keyif panayırında muhafazalı.
Peki neden bu fıtratlık yanmalar
bakışlar kanlı pazar akşamında
azar azar ve azaplı.
Çürümüş gezegen
ezberler beyinde bin kanatlıdır.
Atıyorum barışa tek mermilik sevdamı
selamlıyorum savaş tanrısını sakınmadan
çekiyorum tetiği ve tam alnın ortasından
sivrisinek ısırığı ve kızarığı.
Ben ölürken bile savaşa hayır pankartı önündeyim
önümde dimdik vurulan biraderler
bedenime çelik miğfer ellerimi tutarlar...
KABİLELER ARİSTOKRASİSİNDEN DEMOKRASİYE…
Amarka başkanı değişti. Koviti virüsü aynı kalmıyor,
bilineni ötesinde. Aşılama zamanı, acı çok aşı yok. Ve illa demokrasi,
demokrasi şart. Ancak koca dünyada kabileler aristokrasisi öncülüğünde, zor bi
hal çağı yakalamış bir memleketi geriye döndürüp yok etmek, memlekette
ilerletilmiş suni propagandalar ile demokrasi hesaplaşması yapmak moda. Bu
modda gidilirse çok yakında o beğenilmeyen Demokrasi de çok aranır…
Pandemi öncesinde emperyalizmin bölgesel köleleştirme
savaşlarına destek ve ortak olmak, sadece tanrısal değerlere sarılan, bu
kabileler aristokrasisi ile mümkündü. Belki de o nedenle yıllardır vazgeçilmez
gösterilen, daimî adres belletilen bu eşrafın kazanması sağlanıyordu. Her
telden bunca yanlışa, yanılgıya ve başarısızlığa karşın, hala sürdürülen
toplumsal desteğin başka bir açıklaması da olamaz. Salgın geçtiğinde ne olur,
neler olacak muamma…
Çünkü on yıllardır kalkınma hamleleri deyip durup,
sınıfta kalmanın sorumluluğu da bu kabileler aristokrasisinindir. Çünkü her
türlü aristokrasi asimile edilerek, demokrasiden vazgeçme noktasına getirilen
memlekette kaçınılmaz son bu olur. İktidarda tutulanlarla hesaplaşma
geciktirildikçe de, daha çok şeyler elden uçup gider. Ve çağ bir daha zor
yakalanır.
Diğer yandan büyük bir coğrafyaya yayılan kabileler
demokrasisine dahi tahammül edilemeyip, açılan savaşlara ve çıkarılan kargaşaya
birlik olmanın, kabileler aristokrasisine dönüş projelerine destek olmanın da
bir bedeli olur. Hesaplar gün gelir tutmaz. Projeler çöker. Ödeme vadesi
kısalır. İşte çaresiz kalmak da çağdışı kalmak da bu yüzdendir.
Hele koviti saldırısıyla geçen günlerde öyle bir
duruma getirildi ki memleket, öyle bir duruma getirildi ki coğrafya, öyle bir
duruma getirildi ki dünya, öylesine kötü durumlara yol açacak sağlıksız
haritalar ve çizgiler çizildi ki, işler artık kabileler aristokrasisi ile asla
düzeltilemez halde…
Yine de memleketin bir kesimi, koltuğu kutsayan örtülü
bir anlayışta hala ısrarcı. Gerçeğin söylenmesi potansiyel muhaliflik ve
kabileler aristokrasisine hakaret. On yıllarca tehlikeli fikir ve öğütlerle,
örgütlü hale getirilen, kabile aristokrasinin partidaşları her şey pahasına
sistem savunucusu. Elitist yaklaşımlı, inanç militanlığı havasında gözler
hiçbir şey görmüyor. Çağdışı sınanmalara heves hala üst seviyede. Beş maske
dağıtamayanlar rejimini aklama gayreti.
Koviti günleriyle sarsılan memlekette hal öyle böyle
değil, tastamam çekilmez olunca aşırı karakteristik hava çarpıldı. Kabileler
aristokrasisi bölgesel yandaşları ile umursamadan iş tutamaz oldu. Ortak çıkarlara
uyan uymayan ayrımıyla, kendi yarattıkları kanallarda bile bocaladılar. Aksak
titrek ilerliyorlar. Sonu nereye belli değil. Bu kanal öyle bir kanal ki,
gizlenen dünyaya ilişkin ipuçlarını da bir bir veriyor. Ama akılcı olmaktan çok
uzak bir birikime takiyecilikle izler takip edilmiyor. Izler siliniyor,
karartılıyor, kapatılıyor…
Temelsiz birikimleri çağa uydurmaya çalışan bir niyet,
apaçık kötü niyet, hala sorgulamasız kabul ediliyor. Ve hayat kalitesi de
günden güne bozuluyor. Korona virüs tehlikesi bertaraf edilemiyor…
Koviti belasıyla birlikte bozulma her yerde. Bozukluk,
karşılaştırmalı ve çok renkli yorumlarla sürdürülüyor. Sonuçta çağın ötesine
geçme hevesindeki bir memleketin hevesi hepten kırılıyor. Koviti aşı günleri
aşı bekleniyor…
Bu covid ondokuzlu kaygan zeminde, kabileler
aristokrasisinin dünyanın sonunu getirecek hamleleri de ne yazık ki hiç kaygı
uyandırmıyor. Hep haklı kılınıyor. Memleket ne halde hiç önemsenmeden, daha da
dibe çeken hamle üstüne hamle geliyor.
İşte koviti buhranı ve bu kabileler aristokrasisinden
bunalan memlekete, acilen tam demokrasi gerek. Kabileler aristokrasisinden
demokrasiye geçiş gerekli…
Amarka da başkan değişti. Yemin etti başladı. Koviti
virüsü değişti, bilinenin ötesinde mutasyonik. Aşılama devri aşırı acı devri,
acı çok aşı yok. Ve illa ki demokrasi, sağlık ve demokrasi, sağlıklı demokrasi
şart…