31 Temmuz 2018 Salı

EY ÖZGÜRLÜK NEREDESİN?

EY ÖZGÜRLÜK NEREDESİN?
 
Ben yol yorgunu garip bir yolcuyum. ya er vakit kendiliğinden doğan dizelerimde gözü dönmüş bahaneler ağırlarım ya da penceremde solan cam güzeline ağlarım. Arada bir lodoslara kapılmış, yarım yamalak balkon sevdaları da düşer kucağıma. Toparlanırım ve tez unuturum…
 
Ey özgürlük, ey ki ey neredesin?
 
Baktım da pencere camında asılı buğulu şiirlere hiç biri sen değilsin. Katarakt inmiş sanki seyrime. Ve canımı adadığım dizelerin hepsi hayırsız ada yolcusu. Demek ki yıllardır boşa seyirtmişim. Yalnızlar rıhtımında selpak satan çelimsiz çocuk gibi ardına. Göz rengimde birikmiş öfkenin soyut resmi. Fırtınanın resmigeçidini, göremedim. Göremeden de gideceğim demek ki. Sen de görünmedin nedense.
 
Belki de sen, sen değildin, ben bendim. Sen oydun…
 
Evet, bir hayli geç kalmış olabilirim. Biraz da erken. Gecikmişim, gecikmişiz belki birbirimizi bulamadığımız bulvarlarda dolaşarak. Sen kendince haklı, ben sessizliğin sesi, sevdalı mı sevdalı. Seni sana bıraktımsa ateşin ortasında affet. Sen affetsen bile ben kendimi affetmeyeceğim yine de. Ve terkedildiği sanılan her şeyi aşkı öğrenmeden, öğretmeden, aşka vedaya bağlayacağım kurşun başlı harflerle. 
 
Seçilmiş nağmeler yağıyor arnavut kaldırımlı yokuşlara. İnadım inat ve yorgunum. Bırak olmuş bitmişleri, asla ve asla tamamlanamaz yapbozlarla resmedilmiş sevgileri. Çünkü külliyen yalan ateşler dağlıyor açılan yaramı. İşe yaramaz adamlar kervanında sürükleniyorum. kararmış ak düşlere dalarken sevdam sistemsizliğe yanıyorum. Sana tam uzanacakken ellerimde derman gözümde fer sönüyor. Ve bir bakıyorum başka boyuttayım.
 
Su gibi akıyor bedenim sonsuza. Gövdem küçülüyor, küçülüyor ve kırmızı bir nokta oluyorum. Hiç bitmeyen kavganın gözbebeğinde fer. Bebeğim de, bak onu anlatamıyorum işte. Yeterince. Bağışlanmak adına Tanrı’dan sonra sana, senin için secdelere varıyor ağrılı başım. Nafile. Anlıyorum çok seferler olacak ucu sana varmayan. Seher yelinde tam buldum derken delice kaybedilen. Sen o. Ben suya akı düşmüş pervane.
 
“Külçe aşklar ağlar, ben de ağlaşırım.  
Hayat ağlaştıkça ağırlaşır.
Yükümü taşıyamam dev gibi ağırlaşırım.
Ve bayrak bezinden barınaklardan
karla kaplı okullardan
çit arkası tek katlı evlerden,
yükseklerden tümseklerden evliyalardan
ülfetli  külfetli hikayeler depolar aklım.
Aklımda kül rengi ormanlar
lal renkli romanlar…“
 
Ey özgürlük, ey ki ey, özüm neredesin?
 
Ağlatır da ağlatır sonsuz ayrılık. Soluklayan sesindeki hüzne kapılıp sellendiğimde tombalak kollarını açarak üstüme üstüme gelir bozuk düzen. Bu derin kucaklaşmalar anıdır. Ve sana ağıt olarak arşa kadar yükselir.
 
Dizeler durup sımsıkı sarıyor dağılmış bedenimi. Kemiklerim sımsıcak birbiriyle yeniden kaynaşıyor. Ve doğuruyorum yeniden. Sen yenidünyaya hamileyken, kıpır kıpır sevinçle yerinde duramazken, ben sanki ölüyorum her doğumla. Ağıtı bağıtı böyle işte. Ölürken sana sende doğuyorum.
 
Devasa bir arenada beyaz elbiseli beyaz bir dev gibi can havliyle koşuşturuyorum. Al desenli kravatım sana bir mesaj için yumuşak bağlanmış. Arenayı dolduran seyirci gül danesi gencecik. Yaşamdan beklentileri her neyse o işte. Çok geç uyanmışım uykudan. Ve hediyeler dağıtıyorum boyuna. Boyumdan büyük işlere yeltenmişim sanki. Demet demet öpücükler savruluyor dört bir yanıma. Çıkartıp atıyorum ceketimi, dev posterler imzalatıyorum ona. Aklım sıra tribünlere atıp sakinleştireceğim çıldırmış seyircileri. Klan boyu gelmişsin davetime, ama bilmiyorum ve o yüzden gözlerim aramıyor içindeki bebeği.
 
Ve bir ateş topu olup yuvarlanıyor arenaya delirtici hayranlıklar. Bilmiyorum gerçekten geleceğe sağırlaştırıcı bir tokat atan bu hastalığı. Haytalığın son perdesindeyim ama haydayamıyorum aklımdan geçenleri. Süzgeçten geçirdiğim onca günün ve anımın bir yerindesin elbet. Ve çok iyi saklanmışsın kuytulara, tutup çıkaramıyorum seni dipsizliğimden. Mavi kelebekler uçuşuyor aklımda tazecik bahar kokularıyla. Halelere dolaşıyor sendeleyen ayaklarım. Keyfini süremediğim ne keyifler varmış meğer. Kesin kaçırmışım. Kesinlikle Eylül akşamları suçlu. Geceleri…
 
“ Ateşi çalma nolur şarabımdan, tütünümden de ölgün şafağı.
   Al şafaklarda yüzer Alsancak.
  Transit madenci geçişlerini de yasaklama
   eylemsizliği sunma kadehime.
   Karşı dururum karşı yakalıyım.
   Direnirim hayatta içmem, kör kuyusunda gönyeyle çizili bir başınalığı
   ve kan uykuda aldanmışlığı…
   Meze yaptırma soframa ölümüne aç kalırım da bir lokma olsun yutmam.
   Nöbete dursa da en azılı düşman, yerleşse de en ücralara düşmanlık
   dünya her dem kardeşliği yaşar.
   Onu bilir onu söylerim…“
 
Evet devasa arenada durdum. Beyaz elbisem üstümde, kefenimdir boynumu vurun dedim. Boğazımda pembe hayallerden boyun bağı. Sıkılıyorum. Artık bir oraya bir buraya çocuklar gibi seğirtemiyorum. Seyyanen kana ve ete bürünüyorum. Tekrar ayrışan kemiklerimi yapıştırıyor sevgi, damarlarımı onarıyor kara sevda. Ama içinde sen yoksun.
 
Ey özgürlük, ey ki ey, özüm neredesin? Yoksunum…

Hiç yorum yok: