31 Temmuz 2018 Salı

ELLERİMDE TERCÜMESİ ZOR ŞİİR

ELLERİMDE TERCÜMESİ ZOR ŞİİR
 
Tercümesi zor eski Türkçe bir şiir gibi yaklaştım içimdeki çocuğa. Yıllarca. Bedenimde sere serpe büyürken zaman kromozom animalisi ile tanıştım. Ve çarpıldım. İşte o günlerden küsmüşüm uykuya, bu bensiz yaşayan şehirde. Yastığım karaca taş soğukluğunda ve Marmara mermerinden yatağımda yapayalnızım. Başucumda çam ağaçlarının bitmeyen uğultusu. Şarkı söylüyorlar, ben dinliyorum. Deli aklım seni özlemiş delicesine. Bir yanım cennet bir yanım cehennem. Hem yanmışım hem serinlemişim. Şimdilik arafta bir yerdeyim…
 
Çıplak ellerimde son nefesini vermiş bir beste. İçimde apansız çekip gitmek arzusu. Güvertesinde bana benzer yığınla insan bulamacı bir gemi. Hayat gemisi. Demirlemiş Yenikapı açıklarına. O gemi ki beni benden çalmış. Ürkütücü düdüğünü öttürüyor ha bire. Meğer sana taşınırmışım en vazgeçilmez rotayla. Bilinmeze. Hırçın köleliğim sanki uslanmış. Zavallı dalgalarla, yıldızsız geceleri ıslamışım. Isladıkça ıslandıkça gözlerim kurumuş. Ve sözler kifayetsiz kalmış.
 
Birden keyfim kaçtı mavi rüzgârlar yüreğime çarpınca. Kilidi kırılmış kalbim dev dalgalı okyanusta yalpalıyor. Yalın kılıç zerre zerre dağılıyorum sonsuza…
 
Aynadaki yüzümü tanıyamıyorum artık. Bu ben, ben değilim sanki. Ne masklar taktım da suratıma sahici ben olamadım bir türlü. Çoktandır unutmuşum aynaya bakmayı ve aşka isyandayım hala. Ruhumu bir daha teslim edersem, ederken gül kokan avcuna bırakacağım can kütlemi. Özümü sana harcadığımdan belki de aynada kendimi bulamıyorum. Aramayı da çoktan bıraktım desem yeridir. Sarılmak kelimesinin anlamını da bilemediğimden o en sevdiğin saatlerde tam teçhizat nöbetteyim. Nöbetlerdeyim. Korktuğumdan değil ama çekindiğimden karanlığı ıslığımla uyarıyorum. Besbelli anladı çökmeyecek gırtlağıma kömür karası.
 
Yok artık. Ardımda “Yok mu Allah’ım yok mu?  Çiçeğin her renginde sevda tüten sonbahar, tütün kokan nefesinde soluklanacağım yaz akşamları, yok mu? “ sorgusu…
 
Sorma otogardan gırgır yaparak insan uğurlamaktan bıktım. Yoruldum el sallamaktan yalnızlığıma. Tüm yalnızlar bir olsun ve bana el sallasınlar istiyorum artık. Ben nasılsa avuturum kendimi bir zamanlardaki gibi, sarı yapraklarıyla beni saran, sarmalayan deli bozması Gırgır’da. Kendimi aşmak hakkımı kullanmak istiyorum, şoför arkası koltukta yolculuk ederek. Keyfimi kaçıran ara nağmeleri bir bir yutarak. Bunca emeğin heba olmasını önlemek adına yumuyorum gözlerimi. Otogarda yolcu yolculayıcı iken yolcu olmak da tam bana yarışır hani. İşim son bir kez olanca olgunluğumla sıralamak seni kıpkırmızı göğe. Hassaten ve üslubunca.
 
Hiç değilse Haydarpaşa garı merdivenlerinden inerek bu aleme ilk adımını atanlar yarım yamalak okuryazarlığıyla seni tanısınlar diye...
 
Çömez ahkâmla çam ağaçlarının en bol kepçeden serpildiği bu isimsiz semte taşınmadan önce her şey bir anda olup bitsin isterdim. Ama olmadı. Soluksuz yan yatırıldığımdan hemen önce Allah’ına kadar soluklanmak senle, tek dileğimdi. Etim budum budur işte. Liğme liğme edildi. Ölmeyi öğrenmeden önce seni öğrenmek ve mehtaba sarılmak senle. Dersim buydu. Sonra acı tecrübe. Ne telef olalım ne de başka bir sınav...
 
Çam ağaçlarından dinliyorum seni, şiir gibisin. Yeter de artar bunca mola. Şoför arkası koltukta çıktığım berbat yolculukta uğramadan edemedim bu mola yerine de. Burada sana. Çam kokuyordu yüzüme çarptığım sular. Buz tutmuştu yüreğim. Tuz buz olmuştu bedenim.
 
Cam gibiydi gözlerin. Seni gördüğümü sanmıştım sanki yıllar sonra. Bir gece yarısına yakın ümitsizliği adımlarken başıbozuk, bir film festivali arifesinde. Upuzun pardösülüydüm. Günlerim babadan kalmış yıpranmışlıklara askı vazifesindeydi. Döşüm sıkıldı. Eteğin açılmıştı bir an, seni fark edişimin yegane sebebi işte o yelpazelenişti. Sabırsızca dolaştım saçlarında. Yorgun gözlerinde içimi yakan bakışlarını yakalayamadım. Sahi belki de sen değildin. Sen olsaydın eğer sende beni görürdün. Tanırdın belki de. Kır düşmüş şakaklarıma başını yaslardın. Baş başa ne filmler izlerdik beyaz perdemizde. Yeniden ve birlikte.
 
Bembeyaz bir yolculuğun son deminde kara denize bakarken o sayfada eksik kalan yan nedir acaba diye düşünüyorum. Taşlar yerli yerine bir türlü oturmuyor. Keşke tutsaydım ellerinden, dur deseydim geleceğe, dur gelme, bırakma beni, al beni de götür gideceksen eğer. Ve mutluluk gözyaşlarıyla boğulsaydı ömrüm. Dolaydın içime sıcacık. Bunca dağlanmanın, horlanmanın ödülü olarak. Ödül sendin mutlaka. Anlayamadım.
 
Veya ödülüm sen olsaydın, ayılsaydım ve sana ayrılmamacasına bağlansaydı deli gönlüm yeniden. Sonra aklım ihanetleri sıraya koysaydı ve tek tek sana açsaydı aşk ihalesini. Ve ben sabırsız şiirler karalamasaydım geceler boyu. İçimdeki çocuğa yakınmasaydım on yıllarca. İşin tuhaf yanı o zaman da ben bugünkü ben olmayacaktım. Olsam da olmasam da, of düşünüyorum da hiç pişman değilim. Pişmanlık duymaktan korkarak yaşamaktansa hiç ama hiç yaşamadığıma seviniyorum.
 
Geçmişimi öyle veya böyle seviyorum. Seni de. Fakat ödülüm sen değilmişsin, değil mi? Artık onu anladım…

Hiç yorum yok: