21 Ekim 2017 Cumartesi

“KADINLARIMIZ”…

“KADINLARIMIZ”…
 
Önce kadınlar vardı diyebilmek için “Kadınlarımız” adlı kitabı tezelden okumak gerekir. Çünkü son yıllarda yeniden “sofrada yeri ağzında dili olmayan kadınlar” çoğalsın isteniyor ve de erkek egemen çarpık düzen öyle sistemleniyor…
 
Belli belirsiz önermeler, örnekler belli kitlelerin üzerine üzerine boca edilince geçmişin izlerini sürmekte zorlaşıyor. Geleceğe somut veriler, gerçekçi yanıtlar bırakmak da güçleşiyor. Ancak bizim de yakinen tanımakla gururlandığımız, her kitabından dersler aldığımız yazar; dilleri lal hemcinslerini bir güzel konuşturmuş. Güne ve geleceğe hala yaşanması olası acıları anılar yoluyla sıralamış. Kadının genetiğine kodlanmış çaresizliği bir güzel ortaya koymuş.
 
Ezilen kadın çerçevesinde sır dolu kapalı aile hayatlarına yön veren cahillik, dini ve mezhepsel sembollerle tarihsel bütünlük sağlamaya yeltenen feodalite ile yarı tanrı-erkeksi baskıların hizaya çekildiği bir kürsü olmuş bu kitap. Kadınlarımız yıllar içinde kırlardan kentlere göç sıkıntılarının üstüne bir de ataerkil katılaşmaya katlanmışlar sessiz sedasız.  Kentlileşemeden bulduğu ile yetinen bir mahcubiyete çark edilmişler. Sonradan feleğe bile şamarı patlatan o tanıkların örgüsü, görgüsü, anlatımı gösteriyor ki kadınların adları, yöreleri, gelenek ve görenekleri değişmesine karşın baskın ortam hep aynı. Hep aynı kültürel birikim dayatması, hep benzer boyun eğiş.
 
Öyle keskin bir benzerlik ki bu, kadınları tamamen “isimsiz ve cisimsiz bir nesneye” dönüştürüyor. O isimsiz isimler bu eski coğrafyanın hiç değişmez ayıbı ve değişmeyen yarasını sessizce haykırıyorlar. Çekilmişlikler, çileler, yaşananlar veya yaşanmayanlar yazarın söyleşilerde araya girmesiyle tescilleniyor. Eğer yazarımız kadın duyarlığı ile belli anlarda araya girmese tüm anlatımlar sanki amatör öykücülerden hikâyeler izlenimi veriyor.
 
Oysa hepsi de gerçek veya gerçek ötesi. Aradan yıllar geçmiş olmasına karşın asla unutulmamış, unutulamamış. Hepsi de yüreğe dokunur, ciğeri yaralar bir öğreti içtenliğinde. Kitabın kimi kadın kahramanı konuyu “ben öyle bilirdim ve duyardım”a getirse de yakın tarih kadına bakış açısıyla bir bir dillendiriliyor.  Kadınlar anlatıları ile bu köhne kaderciliğe resmen direniyorlar. Kadınlara zamanında en çok çektirmiş olan erkek pozundakiler ise silikleşiyor. Konuşan kadınların en yakınında yer alan koca-erkekler dahi yıllarca azıp kükredikten, asıp kestikten sonra homurdanmanın ötesine geçemiyorlar. Çünkü her şeyden önce insan olmanın altı çiziliyor satırlarda, satır aralarında. Söylenenlerin ardında yığınla söylenemeyecekler gizli aslında. Erkek pozisyonundakilerinin tedirginliği de o yüzden aslında.
 
Ve zamanla “ağlanacak halimize gülüyoruz” boyutuna evriliyor tüm anlatımlar, sıcak yaklaşımlar. İşte tam o anlarda yazar hemcinslerinin kara perdeyi daha da aralamasına yardımcı oluyor. Zaten parça parça hikâyeler birleştiğinde, yazarın usta eliyle birleştirildiğinde resmen bugün güncelleniyor. Bu anısal derlemeler hala inceden inceye işlenen kadın değersizliği ve değersizleştirmesinin önüne dikiliyor. Manasızlığa mani oluyor kendi çapında.
 
Kitap aklın karşısındaki kara gücün bugün geldiği noktayı da bir anlamda perçinliyor. Tam hedeften vuruyor. Yani bu gün kadına verilmek istenen ve reva görülen rol çok önceden yıllar evvelinden deneyimlenmiş biçimiyle ete kemiğe bürünüyor. Ayyuka çıkıyor tüm acılar, ezilmişliğe açılıyor tüm kapılar. Salt bu nedenle bile uzun yıllar sonrası, geçmişin derin izler bırakan toplum modeline sessizce yatay geçiş yaşandığı bu döneme uygun bir kitap; Kadınlarımız…
 
Geçmişin ayak izleri takip edildiğinde çok az göründüğü ve görüldüğü biçimiyle yasak, ayıp, günah, sus denilmese de, dövülmese de ki bin bir çeşidiyle alabildiğine var “dur yavrum senin de sıran gelecek konuşacaksın” günlerinden bugüne değişen hiçbir şeyin olmadığını vurguluyor sanki bu kitap. Kitaptaki samimi tüm ifadeler, akıllarda kalmış ağır ayrıntılar, zihne saplanmış zulüm hep bu günleri işaret ediyor.
 
Kitap ayrıca yarım asırlık bir toplumsal yolculuğu da kadın bakış açısıyla, kadınlar penceresinden gözler önüne seriyor. Ve yaralarına tuz basan o yürekli kadınlar suskunluklarını bozup ilerleyen yaşlarda olsalar da dünyaya direniyorlar.
 
Hepsinin nasırlı elleri öpülesi, başa koyulası. Varol can arkadaşım Akdoğan…

Hiç yorum yok: