TARİHSEL KLİŞE VE KLİNİK VAKALAR…
Zar zor katlanılan yaklaşık yüz yıllık medeni rahatlamadan sonra rahatsızlar bir kez daha kazandı ve bir nevi bin yıllık anlı şanlı tarihe devam kararı alındı. Yeni model ne derece ve kimlerle uygulanabilir yakında görülecek. Lakin daha şimdiden yüzyılın dahi liderine ayıba ve günaha denk ağız kalabalığı başladı. Otomatikman bir başka posta bürünüldü. Yaban ellerde ‘çizmesinin bastığı yerde ot bitmez’ denilen Ottoman hayranlığı modunda çapsızlıklar sadece seyrediliyor. Bu klinik vakalar tarihsel klişelere saplanarak uygarlık tarihini yazan kişiliklere daima düşmanlık sergilerler. Sergiliyorlar. Bu seyrelti otlarını yeren yok, bu çıkıntıları yeğleyen çok gibi sanki. Bu meyledilen şark çıbanı humması hiç de hayra alamet değil.
O öykünülen bin yıllık tarih son on yıllarda klişe kalıplarla kitaplaştırıldıkça, millete var yemez hiddetiyle yedirildikçe bu makus sona gelindi. İşlendikçe işlenen ve parlatılan dört bir yandan sürülen, sürdürülen heybet, gıybet, seferler, kalelerin fethi ve azamet. Tarih sayılan bir muamma, muhteşemlik makamı hikâyesi. Asla gerçeği, tam gerçekleri saptamayan ve yansıtmayan, kalemi altın okkası çeken tarihçilerin işkembeyi kübradan sallaması. Çok az tarihçi yalan yanlış girilen ve gidilen yoldan çıkılamadığını belirtmiş. O kadar.
O kadar ki, koca tarihten geriye kalan girilen çıkılan, feth edilen, ona buna bunakça hediye verilen topraklarda, oralarda herkesin her açıdan özgür bırakılması masalı. Sözde dil, din, ırk, hürriyet rahatlığı. Ellere serbestlik. Buralarda kuruluş topraklarında ise eli yabanı, beyi yabancısı hariç, kendinden olanlara bile bile dayanılmaz baskılar ve en alasından şiddet. Ağır vergiler ve rüşvet çarkı. En küçük masumane başkaldırı da zulüm, azl ve katl. Süslenip püslenip dayatılan tarih işte bu. Asitane asriliği. Haremi kelamı, şerbeti şarabı, payi tahtı saltanatı, dini imanı, meshi mezhebi, şeri şeriatı, irdelenmesi farz başka konular. Dillere pelesenk bilinen ise her daim ‘ tez urun kellesini’ platformu.
Resmi veya gayri resmi tarih sadece genişleyen ve daralan topraklar ile allanıp pullanan ihtişamın sürmesi edebiyatı. Ve göstermelik, binlerce altın kesesi helallamalık, kelle kurtarmalık inşa edilen yapılar. Çeşme, Camii ve külliye tesisi, tesisatı. Tarih ile divana kurulmuş edebiyatın bu denli iç içe geçtiği bir başka tarih kimde var acaba. Yoktur.
Tarih sanılan taklit ve kopya düzeneği ile egemenlerin, egemenleşenlerin hak hukuk gözetilmeden sınırlı dokümanlarla kayda geçirildiği bir düzenek. Ayrıntıları yok sayan, ezberci ve toptancı bir şekilde tarihe kayıt düşme şaşkınlığı. Gerçekleri görmeme alışkanlığı, el etek yapışkanlığı ile geliştirilen zatı şahaneleri pozisyonu ve ulvileştirilen portre cambazlığı. Deliden veli, caniden cennet ehli yaratan bir aymazlık. Tanrı tanımazlık.
Tarih sayılan söz konusu edilmesi gerekenlerin saklandıkça saklanmışlığı, demir kapağı kapatılmışlığı değersizlikler bütünü. Saklanan, üzeri kapatılmaya gayret bir yığın rezalet ve cümbüş. Geleceğe aktarılan hep sefa hep sefahat. Oysa her dönemi, lalesi kalesi, sarayı şatosu ve binlerce kösemi hürremi itibariyle diğer memleket tarihlerinde görülmeyecek denli insanı hücceten götürecek rezalet, maskaralık ve felaket.
Şimdi top tüfek yüz yılın kurucusuna, tüm ezilenlerin büyük liderine saldırıların temel nedeni tarihin tüm bunalımlarının otomatik ottomancılarca yakinen biliniyor olması ve ortaya döküleceğinden korkulması. Çünkü övülen tarih gerçekten akıl ötesi ve yürek yakıcı olaylarla dolu. Tıka basa dolu. Sultanından kapı kuluna kara başlıklı cellat beklemekle geçen, ahalisine cellat bile gerekmeyen yamağın hallettiği kısa kısacık hayatlar. Yani cilalanan tarih imrenmelik değil safi ibretlik…
Tarih adına arşivlerde hala çözülmeyi bekleyen yüz milyonlarca yazılı belgeler var. Saltanatın yazılı kaynakçaları. İmparatorluk denilen ise bir acayip uydurma gelenek. Nikahı evlenmesi boş, yoz biçimde doğum, sadece erkek çocuğu doğurmak ve doğurtmak üzerinde şekillenen bir kaos. Kıyamet derecesinde başıboş kıyamlanan bir tarih. Büyük oğul varisliği ile küllenen nice olay. Küllük sadabatı. Hanedanın en yaşlısı harala gürelesiyle nice klişe taht kavgası ile oluk oluk akan, akıtlan kan. Can ve kan pazarı. Her fırsatta sınanan kul sadakati. Hazine dibini görünce zengin toprak talanı için çıkılan seferler, sef akınlar. Ve çapul çupul selameti. Ehliyet ve cibilliyet sahibi olmayanlardan kurulan bir hiyerarşi. Anarşi devleti.
İçinde Allah’tan başkasına kulluk edilmesi geçmeyen bir dine kabaca isyan. Egemen sülale çıkarlarını koruyan, millet ümmet düşünmeyen bir sarsak nizam. Âlemlerin nizamı sayılan ve vazgeçilmez görülen bir aklı evvellik. Tanrının yeryüzüne inmiş gücünü karun, kurum, kurul tertibatıyla kullanmak, hiçbir insani, ahlaki ve dini kural kanun tanımayan bir tatbikat. İşte bin yıllık devlet.
Bin yıllık devlet tarihine geçen çoğunlukla güçlü olmak ve tahtta kalmak için öl öldür, saraylarda zevkü sefa yaşa tabayı öldür, öldürmezsen ahaliyi sür, süründür zilleti. Ve ne yap et, en boyun eğilen ol destanı. Kronolojisi kopyalık derecesinde birbirine benzeyen ama hiç de objektif bakılmayan bir mazi. Asla mazeret gösterilmeyecek denli şekli şemali bozuk bir maraza. Bu günün kes kopyala yapıştır ölçeğinde tarihi tekrarlar silsilesi.
Şu son on yıllara ve getirdiğine bakıldığında da durum ayniyle vaki. Ufukta görünen ‘üslubu beyan aynıyla insan’ nakaratı. Bu günlere gelecekte kim nasıl bakacak, neler söyleyecek tarihin görevi, tarihçilerin sorumluluğu. Saray tarihçileri ve geçmişle yüzleşmeyi değerleyen tarihçiler arasındaki klikleşme ileride hangi klinik vakalara yol açacak besbelli.
Tarihsel klişe de olsa dön geri, bak tarihe yeter; bin yılın her devrinde karşılaşılan tarihten asla ibret alınmadığı ve ders çıkarılmadığından sadece şu bereketli topraklar üzerinde geçerli olan “tarih tekerrürden ibarettir…” tekerlemesi ve bu günün tıpkısı tarihi klinik vakalar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder