27 Mayıs 2017 Cumartesi

ÖYKÜ DAĞI


ÖYKÜ DAĞI 

Tanrı dağlarında doğan ve er ya da geç tüm dağları da kuşatan bir öyküdendir, göle çalınan diğer tüm öyküler. Ayası mayası bellidir.  İlk baştan ilanihaye yazılmışlardır. Sadece öykü dağında yayımlanma sıralarını beklerler…

Bu ramazan ve son on yıllarda her ramazan öyküsü Tanrı katına yürüyüşün, Tanrı kayrasına kayıtlanışın, miraca çıkışın değil içten içe çürüyüşün öyküsüdür. İçten dışa çürüyüşün öyküsünü yazanları birey utancı ile baş başa bırakacak bir tanıklığa yine gün sayıyor tarih. Sayaç otuz güne ayarlı, maksat mayalanmak tezgâhlı. Kimdir bu doluya boşa mayalayan mayasızlar, bir kısmının balonu patladı. Şimdikilerin menşeinin ve de dileğinin anlaşılması da pek yakındır. Bu sanık tanık dayanışması her seferinde öyle ediyor, böyle ediyor sahte kanıtlarla tarihi yanıltmaya çalışıyor. 

Oysa her bir şeye Tanrı tanık ve Tanrı dağlarında kanıt gerekmiyor… 

Bu kısır öykülü dönemin öykücü koridorları karanlık mı karanlık, zifiri karanlık. Bilimin meşalesi kâğıt üzerindeki afili cümleleri yakıyor. Nice öyküleri de cılız cızlam aydınlatıyor. Dünyada dünden bu güne dirlik kalmadı. Zaten birlik ruhu zedelendikçe son kale öykünmeleri de fayda etmez. Sokağa dökülmeler de her şeyi anlamaya yetmez. Anlatmaya da. Öyle ki öykü küskünleri ve öykücü sürgünleri için devam eder sonsuzluğu yakalamak gayreti. Geride kalanları ise kasar.

Sonra uydurmaca evrensel tarih sol tahlilde asli geçerliliğini yitirir. Tanrı armağanıdır simgeleşen dönüm noktaları. O yüce döngü yıkılmaz sanılan iktidarların denizlere döküldüğü andır. Her an ve zan ayrıntılara hapsedilir. Direnişin en hası kutsalı, bedel ödemişlik öykülerinde bile bazen yer bulamaz kendisine. Tanrıya dua ve yakarışların da içi geçer. Bazen öykü içinde gizli öyküler de kısmen hepsi geçer. Tanrı kitaplarında da başkaları sorgulanır hep, diğerleri. 

Öykünülen son soru, son ile ilgilidir ve şudur aslında; Bu, bugüne nasıl gelindi, dünya memleket bu hale nasıl getirildi? Ne odaklı ise tarihe kazınan tarih, kim kazıdı. Kimin marifeti? Öykü üstüne öyküler yetmez bu kazı kazan çabasına. Oruca, oruç bozma merasimlerine ve oyunbozanlığa kadar kasılma. Marka değeri günden güne yükseltilen zifiri karanlığa sebepsiz ayılmama. Böylesine bir hazır cevap yıvışıklığı ile en ufak bir esintiyle çöker çatılar. Zaten çöküyor. Yani öykü çatısız, öykünülen kapısız, höykürmek bacasız. 

Kapı baca perişan, viran, tutmuyor eller, tütmüyor duman. Hemhal olunan zaman, anlar ve anılar bir yana kayıp zaman.

Tanrı dağlarına hükmeden öyle anlar ve anılar vardır ki zaman zaman acıtır ciğerleri. Yakar. Meraklılarına dualar ile dolar trajediler. İşte işe sıfırdan başlamak dünyayı yeniden keşfetmenin öyküsüdür. Yürüyüşüne bakmadan çürüyüşün öyküsünü yazarlara inat ilahi mısralar okumaktır en kutsalından. Tanrı kelamı tadında şiirleri olmayan bir milletin ilkesi de, ülküsü de, ülkesi de süreksiz olur. Öyküleri de sığabildiğine sığ, renksiz kalır. Olsun varsın makaleleri ile de geçiştirilemez yakalanılan bu yıkık zaman yalpalaması.  Mesele asla kanmamaktır yalanlara. Oraya buraya yeltenilirse eğer yetimleşilir, makaleler de öksüzleşir.

Öyküler, köksüzlük örgüsüne değinilmeden artık öykü nereye akarsa akar, gemi nasıl ilerlerse ilerler hiçliği ile hayata geçirilemez. Öyle çözülemez düğüm. Tanrı dağları arasına sıkışmış deniz bir mucizeye tanıklık eder. Belki de tarih Tanrının krallığından arsızca beslenenleri tanyeri ağarmadan kusar. Tanyeri ağardığında hikmeti mucize gerçekleşir bol kepçeden yalanları sıralayanlar oruca yatar. Belki geç de olsa her öykünün ana fikri net anlaşılır. Ancak her yeri kuşatan öykü buzdan kılıç öyküsüdür. Gönüller buz keser.

Tesadüfen olmaz asla, ölüme bir kala azığı kızağı dil esnekleşir. Bin feda dil ve din destekli bedenler esmerleşir. Ve karanlık en unutulmaz öykü kahramanları ile özdeşleşir. Fani kani davası uğruna ayni tip beslenme her devrin adamını yaratır. Tanrı korusun zamanla toptan tipleşilince günü kurtarma cambazlığına dönüşen, dönüştüren öykülerde öykülerin adamına dönüşülür. Kime ne öykülerin kilerinde raflandırılmışlıktan. Kime ne ki rafineri artıklarından demek daima suç unsuru barındırır.  Öyle öykünmeler, höykürmeler ve öyküler vardır ki; cennetin kapısından döndürür ahaliyi, cehenneme kovalar. 

Oysa en sıkıntılı dönemler ve o dönemleri atlatmak üzere harmanlanmış ne arıza öyküler vardır. Var yemez cimriliği ile onlar da fezaya gömülür. Yine de öyle veya böyle tarihte henüz yazılmamış öykülere savruluyor kelimeler. Biraz terbiye biraz kültür yozlaşması çarpıyor paragraflara. Yontularak yürüyüşe geçiyor harfler. Hepsi Tanrı dağlarına öykünme cilalı. Saf satırlarla kazara Tanrı kelamı dışına taşma aranıyor. Günaha bulaşmalar filan. Hep ayni ramadan davulculuğu. Kraldan çok kralcılık programlanması.

Çürüyüşe bir kala kral çıplak. Geçmiş bin yıllık hayatını en harika yaşayanlara eve dönüş öyküsüdür o kör kitaplar. O kör saatlerde kökleri ile alakasız bir Halley çarpışmasına endekslenir haller. Gelecek yıllar hesabı hiç tutulmaz. Evrenin ruhu acıtır. Tanrı tuzu kutupları tutuşturur.  Öykünmeler ve höykürmeler Tanrı dağlarını kurutur.Zamanın durduğu zaman işte o andır. Öykü sıfırlanır.

Zamanın durduğu zaman ve Ramazan bulanıklığıdır hafızalara yeni öyküler yazdıran. Eski köye yeni adet muğlak bir mutlaklıktır. Öykülerde geçen. Sınırlar Tanrı kelamı ile desteklenince en keskin sınırlar da kalkar, duvarlar çöker. Ancak yine de top yekün kara toprağa koşmadır öykünülen. Kara cahil koşanlar tarih kuşanırlar. Kuşa çevrilip de kuşanılan tarih başlı başına yalandan bir öyküdür. Orucun, unutuşun ve her acıya gülüşün öyküsü ve dahi nicelerini barındırır. Hemen hepsi kutsal yürüyüşün değil dünyevi çürüyüşün öyküsüdür açıkça. 

Öyküler vardır hiç bitmez. Onlar Tanrı dağında doğar, öykü dağında öykü seferlerini bekler. Sırası gelenler ise Tanrı adına… 

Hiç yorum yok: