3 Kasım 2016 Perşembe

TARİHİN KISA ZAMANI…


TARİHİN KISA ZAMANI…

Tarihe diretildikçe, tarihin arka sokakları öyle çıkmazlar türetir ki,  tarih yaprakları bölünme ve parçalanma bölümlerine bir yenisini ekler. Tarihin en kısa zamanı işlemeye başlar, bedeli çok ağır olur ve etkisi uzun sürer…

Şu olmazsa, bu gelmezse bölünürüz parçalanırız diyerek değil, çoğunlukla gerilen iktidarla yüzleşememek doğrultusunda pekleşir ve gerçekleşir heyelan. Zaten tarihe mal olmuş tüm yıkımlar kral, sultan, başkan ve saire devri ürünüdür. Devir söylem ve boylam tutarsızlığına eriştikçe de, çelikten çivi kopar. Despotizm yerleşir. Zinhar en küçük özgürleşmelere dahi izin çıkmaz. Tarihten ibret alınmaz.

Yıkılışın alarmı bir kere çaldığında gözü dönmüşçesine hayat satın alma ve akıl kiralama girişimleri de tutmaz. Fazlalıkları ustaca törpüleyen ileri demokrasi iddiası da kar etmez. İşte o yüzden son günlerde başkanlık rejimi martavalına sarıldı sarılır bitkin siyaset. Çok yakında zulmün fermanını yazmak, zalimin mazbatasına tapınmak nasıl bir projenin gereğiymiş anlaşılır. Anlaşılır ama tarih tecelli ettiğinde tekerrüründen sakınmak da güçleşir.

Oysa olur, bu yanaşık düzen, gayri ihtiyarı saf tutmalarla mimlenmek ve ünlenmek üzerine kurgulanan iktidarlar da gün olur biter. Sinsi sistem çöker. Uyduruk tarihi iddialar da bir yere kadar, savlar sokakları öyle bir karıştırır ki tarih yaprakları tersine tersine işler.

Bu başkanlık projeksiyonu biraz da kurgu din merkezli çoğunluğu safında toplayarak, toplayamadığını yedeğe alarak toptan vakfediliş vakasıdır. Eninde sonunda dalavereci kalpazanlar ve duacı kaplanlar evcilleştirilir. Ve atı alan bir yerleri geçer gider. Ve tarih körü körüne adanmışlığı ve adakları fasikülleştirir sadece. Bu çalkalanma başka da bir sona varmaz.

Elbette; “ Geçmişini bilmeyen geleceğini de bilemez. Geçmişini iyi bil ki geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki nereye gideceğini unutmayasın…” tarihi öğüt unutulmamalı. Ama tarihin ağır demir kapılarını kuşkuların ve keşkelerin zayıflattığını da unutmamak gerekir. Gerçi şimdilik bu iktidarı zayıflatan zafiyetin önü bir şekilde alınıyor. Ama bu bodoslama gidiş mutlaka duraksar.

Her türlü allamaya pullamaya karşın, başkanlık mandalında serilip ülkeyi paramparça edebilecek hamleler ile devleti topyekûn ele geçirme çabaları da bir gün mutlaka tarih duvarına toslar.

Son on yıllarda, özellikle son günlerde Tarihin en kısa zamanına gizlenmiş, en iç bunaltıcı bir kesitinde azgınlaşan emperyalizme, büyük sermayeyi yönlendiren yedi düvele, köhnemiş dünya düzenine kutsal isyanın ve haklı başkaldırışın evrensel sürümü bir modele haksızlık var. Haksızlık günleri, tükenmeyen yandaşlık festivali fetbazlığı. Sanki saltanat ve hilafet özlemi tüm aldatmacalarla kıssadan hisse keskinleştiriliyor.  Monarşist hükümranlık cereyanına kapılmışlık kapı kapı dolaşıyor.

Ne hikmetse başkanlık tarzında direndikçe direniliyor. Genleşen bu siyasi tutum, bu tutucu gelenek tarihin en kısa zamanında yayılıp yaygınlaştıkça, yaygınlaştırıldıkça tarih başkaldıranları ve boyun eğmeyenleri yazar. İç ve dış mihraklarca hazırlanmış planlara kuzu kuzu helallik veren, lale severleri değil. Bu gidişle istikrarına istatistikler tutulan, tutup tutup tekleşen iktidarına rey verilen bu bozuk düzen daha da bozulur. Bozukluğu başkanlık da iflah etmez sonra.

Zaten tarih sahnesinde yer aldığı günden bu güne tarihsel yanılgılar, tatminsiz yanıltmalar ve faşizan dayatmalarla şu Cumhuriyetin başı belada. Şu cennet vatan ise tarihin kısa zamanı kurcalandığından daima tarihi bir kavşakta.

Tarih bundan sonra nasıl yazılacak, işin sonu nereye varacak hiç belli değil. Besleme düzenine dönüştürülen bu rejim millete başkanlığı yaslar mı, belki. Ama bu güdümlü diziliş, dirilişin kodlarını içinde saklar mı, asla.

Asla çünkü tarihe aykırı tüm diretmeler tarihin en kısa zamanını işletmeye başlatır ve tarih yanlışı affetmez…

Hiç yorum yok: