KONUŞMA SANATI VE YAZGI...
Konuşma diline az biraz şiir dili karışınca gündelik hayatın gürültücülüğü durulur. O dirayetli şair duruşu gece gibi çöken sessizliği bozar. Suskunluğa isyana bozulanlar elbette çıkar ama fevri çıkışlar çıkarlar bozulduğunadır. Çünkü iyi konuşucular, diri koşucuları motive eder ve en kısa veya en uzun koşuların sonucunu belirler. Gün yitimi gibidir güzel konuşmak. Beklentilerin aksine becerilemeyince heyecan yitimi, hedef yitimi ve yön yitimi yaşanır. Kendisi ve eşyaları satışa çıkarılmış harap bir konağın değişen çağa direnişidir belki de susmamak. Konuşmak aklı çağa uydurmak, istilaya ayak diremektir sonsuza dek. Gözü dönmüşlüğün alarmı çaldığında artık beş paraya satın alınamaz hayatlar. Bol resimli cep romanlarından, seriyal filmlerden fışkırır tüm bireysel, evsel ve kentsel dönüşümler, kuşatır toplumları.
“ Dönmeden, çark etmeden dimdirek güzel konuşurdum çok önceleri. Her gece ne şiirler dizerdim tesbihe. Teşbihte hata olmaz ama konuşmalarımın gölgesinde kalırdı hep dizeler. Ne sevinçler yaşardım beyaz örtüyle kaplanan. Ama her biri hayatın içinde örtülüverir, kirleniverirdi. Konuşma denizinde düşler de derin düşmeler de yaşardım şairane. Dizlerimde güç derman, aklımda ferman kalmayana dek izlerdim taşkın buluşmaları. Çift makas güzellemeleri gözlerimde fer kalmayıncaya dek gözlerdim. Sözlerdim. Göç çağrıştıran benzetmelerin içine dışına savrulurdum…”
Söze sağırlaşma konuşma sağaltımı ile düzeltilemez. Göç kuramı gereği ayni yel üst üste yıldızları vurmaz ve dökmez gül bahçesine. Güzel ve iyi, akıllı ve cesur olsa da tüm kürsü konuşmaları mukaddes eksiklikleri barındırır her tümcesinde. Eksiklerin tamlanması üzerine kurulur tüm metinler. Daima da imkânsızlık asasına dayanılır. Elden ele dolaştıkça sınanmalar, ayılır dil ve bezer. Ateşi sönen bir yangındır güzel konuşmak ve yıldızlara açık kara gecelerde ışır.
“ Hayli güzel konuşurdum çok önceleri. Bavullar toplandıkça yad ellere, en intizamlı şiirleri ardımda bıraktım. Konuşmaları da. Düştüm yollara memleket aşkıyla. Vaat edilen cennet çok yakınımdaydı. Veya çok uzaktı hep aradım. Gece yarılarından sonra ve şimdiye dek kısmet ve nispet çizgisinde çilerdim. Yıllardır bir ileri iki geri bir hayat. Hilafsız muhaliflik o günlerden kalma. Düalemi konuşarak öğrendim. Kal göründü kaldım, kürsü aşkıydı gitmek yok denildi geldim. Halifeden icazete gerek olmayan paylaşımlarda anladım, sadece konuşmakla da olmazmış. Veya nalına mıhına konuşarak…”
Saflık saf altın serip, ortalığı gerip laflamayla geçmez. Kalaylamadan saatlerce konuşmak ise bir başka sanat. Çürük çarık, çukur batak sözlerle porselenleşmek iyi satıcılık olabilir. Boyu posu yerindelik yetmeyince, konuşmak tek sayfalık resimli destanlara komik replikler hazırlamaktan öteye geçmez. Farkındalık formaliteyle başlar form devam ettikçe sürer. Ve formika masalarda kelime kelime işlenir sonat. Formülü içinde gizli konuşmaların kürsücüleri arada bir küserler. Ama umursamazlıkla her müzayedeye damgasını vurur kusursuz konuşucular.
“ Güzel konuşabilmek için kum fırtınalı çöllerde divaneliğin kavalını üfledim. Genizden akan ganimete odaklandım. Yalana dolana el sürmedim. Özgürlüğün bedeli kaç batman altın ise ödedim geçtim. Aklı paytak aslı yataklardan olmadım hiç. Ve hiç kollektif ortak aramadım kanmalara, yanılgılara. Çünkü hilafetin kalktığı gün doğdum, Denizin doğduğu gün öldüm. Cüppesine cüplediğim dünyada hakkınca konuşlandım. Konuştukça coşanlarda nece takiyeler gördüm, takunyalılarda düşen takkeleri hiç görmedim. İşte o yüzden susmadım hep konuştum…”
Sakınılmayan söz ağır ise eğer insan olan insanın ağrına gider. Olmayanın da acı gerçeği budur lakin farkına varmaz. Yalanlar çoğaldıkça, yığınla çağladıkça sükut durmak da yetmez. Derdestlenen değerlerden dersler çıkarıp dertlenmek, sözleri sarraf tartısıyla ölçüp tartmaktan başka işe yaramaz. Vicdani sorumluluklar yüzleri somurttukça umut ateşte kömürleşir. Ve kömür karası bulaşır tüm aykırı konuşmalara.
“ Ehline yakın derecede güzel konuşurdum önceleri. Zihniyet gelişi güzel değiştikçe asla gerilemedim. Lanet planet melanetini savurdukça, meliki maliki Allah kerim misali tenekeden plaketlere boğulmadım. Beyin fırtınalarında vahayı yaşadım. Açılsın tüm kara kaftan örtüler, hesaba çekilsin artık ölümlüler diye tarih babaya yazıldım…”
Ateşte açan çiçek damlasıdır söz. Ve konuşmak korkusuzca kor ateşe dalmaktır. Uzun lafın özüne yuvarlamaktır yaslı yaşlı dünyayı. Umut ise kömür gözlerdeki kızıl ateştir. Gözyaşlarına dudak değende ayrılıktan nasiplenmektir. Gözde konuşmacılık aykırı sözcüklerin sehpada sevişmesine veya haklı haykırışların darağacında ilk dansına yakılan ağıttır. Tüm kan çiçek bezeli konuşmalar ise tarihe atılan imzadır.
“ Şair gibi durur şiir gibi konuşurdum çok önceleri. Kürsüyü yar bilirdim nutku tutulmuşlara inat. Söylevlerim intizamlı, nazımlı ve hazmı zor türdendi. Eslerim olurdu susmaksızın. Sinkaflarım kaf dağının ardına taşardı. Sur öttü sanki sabırla sustum. Yoksa sustuk mu susturulduk mu? Bilemedim…”
Bitti denilen izmler saftan görünüp safkan izli bütün kursal cüceleşmelere tur üstüne tur bindirir. Bilinçli konuşmak kalenderaneleri kahırlandıran kara çakıl taşlı kumsal uzadıkça, kara Denize sıfır yaşamaktır. Ve yüzmeyi, iş yüzdürmeyi bilmeden öğrenmeden, kendi ömründen çalmaktır. Uzun sözün kısası güzel konuşmak bir sanattır. İyi pazarlanırsa para eder belki ama oyalanıp boyansa da oya tahvil edilemez. Kara yazgı böyle. Yazıya, yazmaya bulaşınca bu değişmez gerçeği daha da iyi anladım.
Yazmak ise konuşma sanatını gereğince bilerek, daralan anlarda genişleyen anılardan, uzayıp kısalan kıssalardan, kasvetli hayat sahnesinden az çok demeden konuşmalık konu derlemektir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder