MEDYANIN BU GÜNÜ BU DAKKA…
Hadiseye gün ay yıl tayin etmek başka kuvvetin döngüsü. Ancak bugün bu dakka itibarıyla medyanın ve medyatörlerin yaşama dokunmak, yaşamı dokumak ve yaşam kurgusunu görüntülemek işi, manşetlemek ve neşretmek işlevi en çetin yolculuk…
“ Medya günden güne Feshane de semazen gösterisine, fesine püskülüne, külüstürüne püsürüne kulak kesiliyor. Felsefeye aldırmaksızın fesfeselere, semada harikalar patlatan hurafelere, el diyarlarından esintilerie, farklı fırıldak rüyalar tabirlerine kamera tutuyor, televizörler. Bir tutukluk bir tutukluluk sirayet etmiş yerelden geneline çanaklara…”
Öyle bir yaygın ve salgın hastalık, sekter sökellik bulaşmış ki zarına zerresine güncele damgasını vuranların, geleceğe imzasını atanların defteri dürülmüş, dünyası daraltılmış. Halkın gözü kulağı, eli ayağı, sözcüsü gözcüsü, öncüsü yöncüsü olmak gri tonlu, renkli fonlu silik anılarda tozu dumana katmak gibi bir şey. Kasırgaların en kasarına ve en kasıtlısına harbisinden karşı durmak ise kavalyesiz harp dansı.
“ Medya, Kâğıthaneden tabakhaneye salınan kağıttan sultan kayığına binmiş fasıla fasıla fosillere altın mikrofon uzatıyor. Sinirleri gerdikçe geren sihir ve fetbazlık istasyonunda duraklayarak il il geziyor canlı yayın kamyonları. Can bedenden çıkmayınca ruhaniler inmeyecek gibi kerevetten. Kiremit gibi kızarsa da kızarmaz arsız yüzler. Yine de ardı arkası pudralanır ehil ellerde. Her yüzsüze yüz mezar taşı mermerinden uydurulur…”
Şu yaşlı dünyaya gösterecek, yaslı dünyalıya öğretecek ve belletecek bir şeyleri olanların bu zemin kaymasında, zer kayganlığında bu gün bu dakka itibarıyla bir bir hangi renklerle karşılaşacağı malum. Durum güvensiz ve güvenliksiz günleri çağrıştırıyor. İş bilenin kılıç kuşananın desturuyla manşetler yerelden genele tepetaklak değişecek gibi.
“ Neyzen görse en gözde mekânlardaki çürümeyi kurardı yer gök mekân gök kubbe altına çilingiri. Sofrasında bin bir çeşit meze. Yani kuru ekmek ile soğan. Sofrasında âlimler ve abitler. Sofasına üflerdi hepisini. Safına softasına. Öküzün boynuzundaki tepside titreyen ve bacadan tüten şehriyarına da. Üflerdi topuna topuzuna. Üflediği ney sorardı neyi niçin üflersin ve ne sebep içer durursun Neyzen?...”
Hadiseye gün ay yıl tayin etmek başka kuvvetin örgüsü ama kırmızı kalemşörlar için tam da neylesin ki demek günü ve dakkası. Elbette mor kadifeden perdeleri aralamak, demir pencere kapaklarını açmak zordan da zor. Özellikle kelime oyunlarına girmeden tarihi tanımlamalarda tınılamak, tarihe tanıklık rikkati hepten kor. Yüreklere kor. Gönüllerde kor ateş…
“ Bir garip memleket bestesi, bir sıra kentler yalnızlığı ve beter derecede yarınsızlıktır günleri ve geceleri vuran. Anadolu’nun en ücra köşesindeki yalkıları da yaldırak beyazcama kilitleyiveren. Üstünü iğne oyalı dantel örtülerle süslenmiş kara camdan yayılan sahte renklere aldanmakla işler, her işe ilişir tehlikeli ilişkiler. Oysa açık büfede sunulanlara bakıp durup, durmadan bulgur aşına kaşık sallamaktır hayat. Hayatın özü. Ve gerektir, gereklidir medyanın dibini görmek…”
Bu gün bu dakka itibariyle yerelden genele gidişata dair, gelişata yönelik mim koymak, şerh düşmek, en doğrusundan çift sütuna manşet atmak sonsuzluğa uğurlanmakla eş. Eşdeğer. Üstelik eş dost çoluk çocuk düşünüldüğünde ise yoldan dönmemek en büyük borç. Bu gün bu dakka itibariyle belki borçlar da ötelenir, vazifeler de ertelenir. Ama medyanın bu günü bu dakkası ileride asla affedilmez. İşte o yüzdendir derisi yüzülenlerle bir anılmak ve sayılmak.
“ Bu gün yerleşik düzen, ritüel bağımlısı saf dizen şaşkınlığa kaçıklık ekleyen ve göçebeliğe zorlayan bir virajı geçiyor medya. Meddahlığı kutsayan bir güzergâhı, harici bir hal çizgisini takip ediyor media şorlatanları. Ve semazenlerin semine fesine, külüne külahına takık, yumru yumuşak koltuklara yerleşmiş yerleştirilmiş geçmişi öven hadsiz çapsızlara çarpılmış antenler. Ayni çanaktan yayılıyor…”
Hadsiz hudutsuz hadiseye gün ay yıl tayin etmek başka kuvvetin örgüsü döngüsü ancak bugün bu dakka itibarıyla neylesin Neyzen? Arkası yarın, devamı gelecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder