13 Haziran 2016 Pazartesi

yarım elma...

YARIM ELMA…  
           

Bir yarım elma gönül alma hikâyesi ile düzeltilemeyecek ağır bir pot daha kırıldı. Gafı anlamayacak safı övdükçe başlayan değişimin mutluluğu da pek kısa sürer. Zamanla gerçekleşemeyecek hayallere tutsaklık başlar. Sonra ne sessizlik bu sensizlik türünde bir matem havası eser. Tozu dumana katan yol gözlemeler sinek vızlaması gibi tedirgin eder tüm beyin hücrelerini. Teslim olur gizli geçitte hiç eskimez denilen aşklar ve yarım kalır. Beş paraya eşlikçilik edenler yaren eşiği geçende kurşun vınlamalarıyla test eder aklın testisini.

Oysa kulpu kırık bir toprak testiden dökülendir assalar bile dönülmeyecek olan doğruluk.

 “ Bir kadın tuttu elimden, yarımdı, yarıydım. Doğrulduk. Bir tuttu pir tuttu tamam olduk. Gönüllerden akan lavlar pik demiri eritti. Yaşlı koca şehir bir göz odaya kilitliydi. O odanın lavanta esintisiyle gökyüzüne savrulduk. Sıcak anılar kaldı geriye yer elması hamlığında. Yarım kalmış bir aşkla iki can bir beden uçtu gitti. Hala tadı damaklarda o tutkulu anların…”

Zaten dost doğruluk derecesi yüksek ve ödenmeyecek bedeller ödemeye mahkumluktur. Bitik bedenler kimin gördüğü önemsiz düşlere üşüşürler. Üşür düşler, üşenir akıl ve anında biter sahipsizlik.

“Sahiplenme duygulu bir kadın tuttu elimden, dilimden, belimden. Bellek yorgunluğu diyeti yürüdü damarlarıma doğru. Göğe ve yeryüzüne belendi tüm yakınmalarım. Yanmalar. Bir sabah horozunun ötüşüyle uyandım sensizlikten. Gürültüyle eklendim yarım kalmış sabırsızlığa. Sonra nice köz döküldü, söz döküldü avuçlarıma. Derledim topladım ve tamamlandım. Şen şakrak daha ötesi olmayan zamanlara aktık birlikte. Baskın bunalımlardan çıktık sahteliğe değer değmez kadın sihri. Gülen gözlerde yaşlanmışlığın ağırlığına yuvarlandık. Yuvalandık geç kalmışlığın telaşıyla…”

Yarmaca odunu derler kuzey Karadeniz’de yarıldıkça sulanır. Ak sulu akşamlarda sıkılmaktan dökülmüş dişler arasında bir dil vardı. Lal olmuş ve pörsümüş. Sade ve bir hoş sada arzusuyla kendiliğinden dile geldi. An geldi anılar kalpaklandı. An geldi anlar kapaklandı. Öyledir işte bir yarımın diğer bir yarımı elinden tutup yerden kaldırması.

“Bir yarı melek tuttu elimden, bir melek doğdu aniden. Bir doğdu pir doğdu. Tamamlandı eksik kalmış hikâye. İşte o vakit dünya başımı döndürdü. Tek göz odaya savrulduk. İki ruh tek beden. Ve içimde göğün yüzünü gözünü öpen kaleler yıkıldı. Yalnızlaştıkça yaslandığım hayallerimdeki fildişi kuleler de…”

Meğer dakikasında gerçeğe boğulmak bir lafa bakarmış. Söz meclisten dışarı sarfı sakat bir yakıştırmaya. Kadının adı yarım akıllı oldu. Ölmeye yakın el değiştirirmiş akıl zaten. Başkasının ipiyle kuyuya inmeler başlarmış. İşte zaman o zaman…

 “Bir kadın tuttu yüreğimden tutuldum. Durdum doldum ve yeniden doğdum. Meğer ölmek de doğmak da er veya geç oranda mucizevî biçimde aklanmakmış. Bir aldanışın doğrultusunda uzlaşmakmış. Yeniden doğmakmış. Bir kadın tuttu elimden eridim. Demirdim tavlandım demlendim. Şimdi gidiyorum yoluma yolcu. Hüzün kahkahalarıyla alçak gönüllü ve yüksek görüşlü. Pirler divanına yakın yaştayım. Ey elimden tutan kadın bana öğrettiğin bir yıkılış değil yok oluş. Aslında varış, varlığın özünden yeniden doğuş. Ömürlük bir armağan…”

Yıllarca aceleci adımlarla gözümü kırpmadan gecelerin duvarına yazdım adını, şanını. Okudum yazdıklarımı ak korlara. Akıyorum bu sessizlikte bu sensizliğe. Direniyorum şu densizliğe. Özlemle. Yarım yamalak.

“Bir kadın tuttu elimden, bir tuttu pir tuttu ayıldım. Aydım tutuldum, güneştim kurudum. Semaya savrulduk iki tin bir ten. Ucundan tutulan tutku ötesi yalnızlaşan yalınlıktı. Alabora olmuş hayatın masal bunalımındaki kadınlarından biri tuttu elimden. Sezgisi ezgisi altıncı duyusu dumura uğrattı canımı. Darlandım arlandım damar damar. Beden Türkçesiyle cinsine çarpıldı tüm karşıtlıklar. Karıştık. Sel gibi sellenmeler topluyor beyin içi dağınıklığımı. Yarım kalmış üçgen temelli piramitler. Niçin yaradılmışım? Yaratılmışlığımı sorguluyor dürtülerim. Harala gürele içinde havalanıyor mahşerin dört atlısı. Topuna sallıyorum, İşsiz güçsüzlükten veya mutluluktan belki de. Yarım kalmışlıktan veya yarım kalmış yaftalamasından…”

Elbet bir gün ay müziği çalınır viran köylerde, dağlardan dağlara denksiz bir romantikleşmeyle. En uç anıların dağınık öfkesi suskunluk çekirdeğini patlatır. O patlamayla yaz yoz geleneğine ayarsız işgaller vurur. Vurgusu, duygusu, durgusu altıncı hissi sırtına dokunacak soğuk yabancı bir el beklentisi ve iç baskısıdır.

“ Bir kadın vardı yok oldu, bir kadın yoktu var oldu. Ve bir kadın tuttu elimden yarımdım tümlendim. Oldum. Bir tuttu pir tuttu kırklandım. Kaygısızca karanlığı deler akıl denen bacasız bacaksız. Peşin fikir kurgulamasından yoruldum. Öteki yarım, ölümsüz yarim seninle yoğruldum. Tipi tufan nice vurgunlardan kurtulmuşluk lekesi var ciğerimde. Dönmüşlük asla. Bu kez bir çiçek tuttu elimden kadın kadın. Çiçek çocukları’nı çok özlediğimin farkına vardım…”

Yarım yamalak ölürken ölmemek, ölüp de yeniden doğmak neymiş bir yarımdan öğrendim. Yarım aklımla öteki yarımdan…

Hiç yorum yok: