19 Haziran 2016 Pazar

HABİTAT VE TOKİ…

HABİTAT VE TOKİ…
 
Habitatı şu yoksul ülkede pek az kişi bilir. Habitat yaşam ortamıdır. Kelime anlamı olarak bir organizmanın yaşadığı ve geliştiği yer neresiyse orasıdır asıl olan. Organizmanın dünyaya gelip, gelişip büyüdüğü ve yaşadığı alanlardır. Bu yer bir coğrafik bölge, yeryüzünde özel bir alan veya hava, toprak, su da olabilir. Yani akan su, göl, deniz, okyanus veya koca bir çayırlık olabileceği gibi çürümüş bir ağaç kökü veya gövdesi de olabilir.Habitat kesin ve sınırları belirli olan alanlarla sınırlandırılamayan canlıların doğal yaşama alanlarıdır.
 
Toki’yi ise şu fakir ülkede bilmeyen yok gibidir. Bilmeyenlerde bilirim der. Ancak ateş düştüğü yeri yakar. Toki özellikle afet ve acil durum nedeniyle sosyal konut üretmeye başladığında veya kentsel dönüşüm cenderesinde vatandaşı sözde uzun vadede düşük krediyle ev sahibi yapacağında çok canlar yakar. Çala kelam çok toprak sahibi alınteriyle edindiği barınma hakkından bir çırpıda mahrum edilir. O gariplerden yaratılan, boşaltılan arsalara da dar ve orta gelirliye nitelikli konut yapacakken karton kutu daireler, yüksek gelirliye ise havuzlu villalar yapan kamu kurumudur Toki. Yani son yıllarda tamamen toklara hizmet eder bir eğilimi oluşturulmuştur.
 
Peki habitat bu metropol kentlere yığılmanın neresinde…
 
Şurasındadır. Habitat insan yerleşimleri ve faaliyetlerinin eşgüdümünü sağlamayı, sürdürülebilir insan yerleşimleri iskan programları konularında bilgi değişimleri sunmayı ve kentlerde karşılaşılan sorunların çözümü yolunda ülkelere teknik yardım ve finansman desteği sağlamayı amaçlayan bir BiM programıdır.
 
Ve Habitat-iki zirvesi merkez statü olarak daha programa dönüştürülmediği haliyle on beş yıl evvel İstanbul’da yapıldı. Kongre sonrası; “Yeni bin yılda şehirler ve diğer insan yerleşimleri” deklarasyonu yayımlandı. O günlerde tüm beş yıldızlı oteller fiyatlarını üçe beşe katladı. Okulları erkenden tatil ettirdi. Otuz bin üzerinde dünya insanı İstanbul’a taşındı.
 
Daha mobil internet turlarının olmadığı ferah bir ortamda, sponsor eliyle, reklam temasıyla etkinlik yaşanmayan günlerdi. Lobilere zaman ayırmak hobisi güçlenmemişti pek. Ayrıca öyle yoğun fobiler de zapt etmemişti memleketi. Korku imparatorluğu daha kurulmamıştı. Bir belde belediye başkanlığı üstlendi yükün çoğunu.
 
Sakala göre tarak vuran bir siyasi anlayış ve iktidarı da yoktu daha…
 
Bir süreliğine de olsa Türk insanının misafirperverliği, konukların rahat ettirildiği, otuz bin dünyalının pek rahat İstanbul’a sığdırıldığı konuşuldu. Ve tüm kentsel tavırlar habitatla özdeşleşti. Hala ülkede olimpiyat yapma hevesi varsa o bile o günlerden kalma bir heves. Tüm konuklar tarihi ve turistik eserleri görüp gezme olanağı yakaladı. Amaç ülkeye bol döviz kazandırma, konukları ülkelerine hoşnut ve hoş anılarla gönderme olunca bir şeyler es geçildi. Gerekli dersler çıkarılmayınca da yıllar yıllar boşa geçti.
 
Zirve ardından, bir zaman sonra Habitat’ın çok önemli bir dünya konferansı olduğu anlaşıldı. Halktan kopuk bir konferansı yıllarca büyük diplomasi başarısı olarak kullanmak siyasilerin işine geldi. İstanbul’da düzenlenmesini mucizevi bir sonuç olarak angaje etmekten de geri durmadılar. Habitatı yapmanın zafer kazanılmışçasına havası, böbürlenmesi de zamanla unutuldu. O kadar. On iki gün sürüp bitti belki ama izleri hala sürüyor.
 
O günlerde habitat BiM gözetiminde yapılan devletlerarası bir konferanstı. Resmi delegasyonu olan ve yedi komisyon çerçevesinde ciddi değerlendirmeler yapan, sonuçta bir deklerasyon yayımlayarak kapanan bir dünya açılımıydı. Bozulan dünyaya alternatifler üreten bir birikimdi.
 
Habitat-iki İstanbul zirvesi’nin amacı; “Toplumsal ilerleme ve ekonomik büyümenin önemli girdisini oluşturan insan yerleşimlerinin taşıdığı potansiyel ve karşılaştığı sorunlar konusunda dünyadaki bilinç seviyesini yükseltmek ve dünya liderlerinin köyleri, kasabaları ve kentleri sağlıklı, adil ve sürdürülebilir kılma amacını benimsemelerini sağlamak…” olarak tanımlandı.
 
Özellikle elli ülkeyle İstanbul’da yapılan Habitat-iki de belirlenen sorunların devletlerin ve milletlerin çözmesi gerektiğinden hareketle çözümlerin sadece devletlerin de üretemeyeceği gerçeğini ortaya koydu. Sorunların gönüllü veya salmalı görev üstlenecek tüm gruplarla beraber çalışılması usulüyle geniş yelpazede ele alınarak üstesinden gelineceği öngörüsü netleşti.
 
Dünyadaki yaşamın tehlikeye düşmesi endişesiyle çözüm arayışlarında ortak bir noktada buluşmak gayesiyle yapılan bu konferansın ve benzer konferansların bu son uzantısına kimseler uymadı, hala uymuyor. Geçen yüzyıl sorunlarının ileri taşınmaması için geleceğe dönük çözümler araştırıp öneren bir organizasyon olarak Habitat-iki de çoktan unutulmuş olarak tarihteki yerini aldı.
 
İşte o günden bu güne şu fakir ülkede sorunların nedeni politikacılar, politikalar ve politika uygulayıcıları hiç sorgulanmadı. Politikacılar da mental olarak hiç değişmedi. Sadece elbise değişirdiler, kravat taktılar. Temel sorunların sorumluları hiç saptanmaya çalışılmadı. Yeni ve yerinde yerleşim politikaları hiç geliştirilmedi.
 
Yerleşmenin üç temel ilkesi; Yaşanabirlik, sürdürülebilirlik ve adalet temelindeki mutakabat ise özellikle son yıllardaki kentsel dönüşüm maceraları ile tamamen rafa kaldırıldı.
 
Oysa Habitat; “Hayallerin gün olur gerçekleşeceği umuduyla her sabah uyanılan ve somut adımlar atılmasının beklendiği bir anda kalkışılan aklın hükümdarlığıdır.
 
Akıl hükümranlığı da son on yıllarda Toki hükümdarlığına takıldı…

Hiç yorum yok: