3 Haziran 2016 Cuma

HAYAT, UYKU VE ÖLÜM…

HAYAT, UYKU VE ÖLÜM…

Olmazsa olmaz derecesinde bir üçlemedir âleme damgasını vuran. Ve gün gelir insanı paçasından yakalar; hayat, uyku ve ölüm…
 
Hayat bazen öyle bir darmadağınıklıktır ki toplanamaz. Sadelik az biraz ihmal edildiğinde sahtelik ve ihlaller başlar. Bahar güneşi kadar beyaz ve berraktır oysa hayat. Kirlenir ve kirletilir. Ve adına ihtilalller denen büyük sermayenin icadı kesintilerle baş edebilmek kalır geriye. O da eğer omzu kalabalıklar izin verirse, verdirirse.
 
“ Hayat işte, bir genç kadın ak saçlı bir erkeğin yanında harabeye mehtap vurmuşçasına güzel mi güzel durur. Ancak böyle bir yarenlikte geceler hep mehtaplı olmalı ve hakikat güneşi asla ve hiç doğmamalıdır…”
 
Öyle yalın bir tutkudur ki uyku, incecik ve çok sıcak bir sesi ve esneten bir esintisi vardır. Estetikle işlenmiş tüm faciaların bile üstüne gider ve ipek yumuşaklığında örter. Çıkar bülbüller öter ve gönüller daima bahara kavuşmayı bekler. Bekler durur söz ile ses ile uyanmalar. Uyku bastırır aniden. Gazla birleşince de doğumunu bekleyen şarkılara aşklar yetmez. Okyanuslar gerekir ezgilere, namelere.
 
Aşk belki de en derin uykululuk haline sürgünlüktür. Dünyanın bilinen en yoksul ama en renkli ve en uygar kimliğidir. Veya alenen kimliksizliktir. Aşk ve muhabbet denir adına, aşk ile muhabbet aslında göz görmedik el değmedik nokta kalmaz uyku türlerindendir. Uyumdan öte uyku ile beslenir aşk ve aşktan da yüceye eriştirir uykucularını. Hayatta birinin ötekine sunduğu çoğul kuralları işlemez kılar ve tekilleştirir her şeyi. Aşk masalı derler namına uykulara nam salar.
 
Hayat ta uyku da aşkla yaşanır. Arada bir birkaç fırça darbesiyle tabii yolunda gitmediği varsayılan ne varsa halledilen ve sihirlendirilen bir tablodur aşk. Ama sinirlenmeden o eşsiz sanılan taklit tabloda yer bulmak zorluğudur bazen de. Aşktan kudurmak da işte böyle zamanlarda başa gelir. Gitmesi gelmesi, alması varması da omzu apoletlilerin izniyle dengelenir. Dengelenirse tabi.
 
Bir genç kadın bir genç erkeğin yanında saraya hakikat güneşi vurmuşçasına çirkinleşebilir. Ama böyle bir yarenlikte gençlerin uyumsuzluğudur mehtabı yok eden…” 
 
Küçük bir anahtar veya asma bir kilittir ölüm. Bir an gelir hayatın sadeliği boyutunda açar veya açılır. Başka bir boyuta endeksli tüm düşüncelerin ve inancın veya inanmayışların açığa düşürülmesidir saniyede. Gücü dünyada görenlerle görmeyenlerin, güce tapanlarla tapmayanların ayrıştığı ve tek gücenilmeyecek güce göçmektir belki de. Gücüne gider yine de herkesin ölüm kapıya dayandığında. Hayat çok kısa yarısı da uykuyla geçip gitmiş hikâyesiyle dem vurulur.
 
Oysa bu üçlemede kurtarılmış bölgelerin zıtlığıdır yürekleri burkan yanılgı. Aklı yoran ne varsa hanidir bütünü yarımı, akı karası her vesileyle içini dışına çıkartır hayatın. Uyku da kar eylemez ve vurur sarkaç alnın çatından. İşte o sallantıda mıntıkayı temizlemeler de göz hapsine aldırmalar da kurtarmaz zevatı. Türlü entrikaları çiçek gibi, çiçek bahçesi gibi süslemeler ve düzenlemeler dirilir. Dillenir. İşte o dilli düdük çaldığında sadeliğin değeri artar, sahteciliğin şahaneleştirilemeyeceği ve sahnelenemeyeceği gerçeği hortlar.
 
“ Hayat işte, rüyalar penceresinde her renkten güller ve inci gülüşler asılıdır.  Gün dayanıp gül dalları kuruyunca harman dalı ölümsüzleşir. Hayat denilen bu yolda örtülen tüm güzellikler bunca güzellemeler açığa düşer. çıkmadıkça da aklı uyku kaplar. Arka bahçe gönüllülüğü saklı kent yoksulluğuna kilitlenir. Kinlenen güneş lekeler bırakır karda kışta. Kuş kurda emanet edilmiştir bir kere. Sırtlara yüklenir çekilmez acılar dolu dolu. Bir yük de sen olma diye başlar ömre değer tüm zevkler. Utanılır sonsuzluğa dek. Ve borçlu kalmak üzerine kurulur gün güne yaşanmışlıklar…”

Osu busu, pası süsü bir kenara olmazsa olmaz derecesinde, sınırsız bir açlıktır zenginler âlemine damgasını vuran. Özellikle sınıf bilinci olmayanlarda biriktikçe biriken sınıf atlama çabasıdır illere, dillere, dinlere hayatı zehir eden. Üç adım atlama, uzun atlama ve yüksek atlama olimpik havuzunda kumda oynamaktır maharetlilik. Ne kadar maharetli olunsa da, genç yaşlı fark etmez, asla kaçılmaz gün gelir insanı paçasından yakalar; hayat, uyku ve ölüm.

Öyle veya böyle doldurulan hayata en güzel son ise mehtapsız gecelerde Medine dilencisi gibi dilenilen ve dillerden düşmeyen şekilde; uykuda ölümdür…

Hiç yorum yok: