17 Haziran 2016 Cuma

ÖLÜMÜN GÖLGESİ ÇILDIRMIŞ

ÖLÜMÜN GÖLGESİ ÇILDIRMIŞ
 
Ölüm geceleri de uyumaz. Çıldırmışçasına kıyı köşe dolaşır. Eğer bir meleği varsa onun uyuyup uyumadığı da bilinmez. Ama bu soruyu gerçekten sorsan hacısı hocası binlerce yoruma takılır. Ölüm meleğinin uykusu da ortadan ikiye bölünür. Lakin varsa eğer asla uyutulamaz. Hakkınca ve usulünce işini görür ve gider.

İşini hiç yarım bırakmaz...

Gecelerin ölümü ölüm şatosundaki cılız aşk çığlığıdır. Yani olağanüstü misk kokulu hazlara bürünür aşk ile ölüm. Takısız tamlamalardandırlar ikisi de, gölgeleri bile çıldırtan.

Doğrusu bir şiir gibi yaşamak ise her anı, ölüm de içli bir şarkıdır…

Baskın basanındır. Bas gitarcı öldüğünde tüm gitarlar öksüz kalır. Ve Brail mızıkacısına emanet edilir tüm solfejler. Yetimdir tüm notalar. Aslında barışı ve özgürlüğü üçlemektir altın madeninde ekmeksiz cem etmenin bedeli. Üçün biri hesabı ile yatırılır resim galerilerinde hüzün. Umut ise elektrogitar suskunluğudur. Bam teline basıldığında ağırına gelir birilerinin veya görmezden gelinir bütün hukuksuzluklar. Ahlar ulu orta başlamasa da ağırdan basılır notalara.

Nota ölümdür rota gölgesinden korkmaktır. Eksik notayı aramak ise kara şatodaki piyanonun başındaki ölüm meleğinin görevidir. Sunalar dolaşır sonatlarda, akıllarda idiller. Saydan geçen Brail akerdioncusuna kalınca bütün ölüm üzerine şarkılar tek kişilik odaların duvarları da aydınlanır. Oda gidince çam altı bütün enstrümanlar öksüzleşir. Okkanın altına gitmek budur işte.
Havai fişeklerle renklendirilen sahte bir atmosferde kuru gürültü dağıldığında ve anlık parlayıcılar da bir bir söndüğünde şarkılar da öksüz kalır.

Şarkı , şimalı, memleket öksüz kalır…

Ayakta ölmek ise işte budur…

Babalar içine içine ağlar ve çıplak dağların doruklarına, ta Everest’in zirvesine düşer ölümsüzlüğün gölgesi. Ölümlerden ölüm beğen tarzı yaşanmışlıkların ceremesi ise iki adamlık gölgelenmedir. Sancak altında toplanmalar ise hikâye. Ve roma sütunları kıpırtısızlığında biten vadenin dumanı tüter bacalardan. Bizans sınırlarında ise boş lahitler dizgesi hazırdır. Hazırına dağlar dayanmaz, vade dolar, kasa dolar. Ölüm dağları bekler. Ancak hesaplar dolarla ödenmez o vakit. Yer altından kayar veya gemiler yüzdürülür beyoğlundan ama yaprak kıpırdamaz. Kalpazan kurtarıcılar yetişmeden yanar ve batar hayat gemisi. Aşk gemisi yan yatar. Yanlışın neresinden dönülür ise dönülsün kardır, evladır. Çünkü ölüm şatosunun gizli aşığı da nasihatlar da gelip yakalar yakadan.

“ İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar akşam ezanında ölürler. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler bilinmeyenler ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır.

Ananı ve atanı say!

Bil ki bereket büyüklük ile beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme. Bildin deme!

Sevildiğin yere sık sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir…”

Ölmeye gör, kara meleğin elindeki tırpana vermeye gör ince narin boyunu. Boyuna söylenenlerin işte o vakit boşuna değil, kurtuluşa dair olduğu anlaşılır. Ancak oyuna gelinmiş, oyunda yenilinmiştir bir kere nasihatsizler. İflah olamazlar. Böyledir işte ölümlüleri bekleyen son.

Sonsuzlukta nadasa ve rüzgarlara bırakılmış tüm maviliklerde kara ölüm şatosunun al tırpanlı meleği at koşturur. Kucaklaşma anı geldiğinde ise en baba hediyel saatler bile salisesinde durur. Sen sağ ben selamet devri de kapanmıştır. Vuru vuruverir gonglar peş peşe. Akla dank eder ama geç kalınmıştır. Vurur tırpanı ak ışıklar saçarak kara şatonun can alıcı bekçisi. Jilet gibi kesen yelpazenin yelinden yel değirmenleri de nasiplenir. Donkişotlar olmadık aşkla ve dirilikte serinler. Payına ölüm elması düşenler bir ısırıkta düzenin eksikliklerinden yararlanarak içmiş olduklarını anında püskürtürler. Hayat gemileri en kıçtan sendeler ve aşk gemileri de yan yatar.

Böyledir işte ölümün çıldırmış gölgesine hapsolmak. Asıl hapı yutmak budur…

Pozitif inançlar zürriyet çıtasına yükseltildikçe ölüm meleğinin gölgesi de yükselir. Uzar zamana karşı yarışan kuyruklu yıldızlara kadar. işte uzatmalar oynanırken evrenin zerresine karışmış olsan da gelir seni bulur tırpanın sivri ucu. O kadar.

Kuyruklu yalanlarla serpilen gençlik orta yaş bunalımına yakalandığında saklanan gerçeği anlar ama iş işten geçmiştir artık. Büyük zorluklarla veya hiç zorlanmadan istiflenmiş altın varaklı saraylar bir dokunuşta samana döner. Ölüm geceleri de kol gezer. Aşkla koluna girer fazladan fanilerin.

Şamanlıktan bu güne işler ölüm şatosu meleğinin al tırpanı. Kalay, saray, duray dinlemez, işledikçe ışıldar ve kara karanlık çöker

Hiç yorum yok: