REİSİN TEKNOKRAT KABİNESİ
Belki de memleketin yarısından fazlası bilmiyor ama haziran seçimleriyle parlamenter demokrasi dönemi bitti. Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu başta olmak üzere birçok kurumun yetkisi Cumhurbaşkanı’na devredildi. Yani yasama, yürütme ve yargıda güçler ayrılığı sona erdi. Ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ denilen başkanlık sistemi resmen başladı…
Bundan böyle yeni sistem Partili Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcıları, Cumhurbaşkanlığı Ofisleri, Cumhurbaşkanlığı Kurulları ile atanmış Bakanlar Kurulu nezdinde işleyecek.
Güçlü meclis yerine güçlü cumhurbaşkanı sisteminde; Cumhurbaşkanın Partili olmasında mahsur yok. Partili Cumhurbaşkanı aynı zamanda ‘Başkomutanlık’ görevini de üstlenecek. Tek başına da kalsa ‘savaş’ kararı verebilecek. Memleket bütçesini tek başına hazırlayacak. Kamu yöneticilerini atayacak, görevlerine son verecek ve atama usul ve esaslarını bir kararname ile değiştirebilecek. Meclis kanun çıkaramadığı takdirde Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi kanun sayılacak. Beğenmediği kanunlar için bizzat Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açabilecek. Meclisin çıkardığı kanunları veto edebilecek. Veto edilmiş kanunun yeniden kabulü için ise mecliste salt çoğunluk gerekiyor.
Yani cumhurbaşkanı donatılan tüm yetkileri bir yana tek başına üç yüz vekil gücüne sahip. Mecliste memlekette üç yüz biri bulmadan adım atmak mümkün değil…
İşte bu Reisicumhur çok yakında kabinesini açıklayacak. Kabine de eskisi gibi olmayacak. Eskisi gibi Bakanlıkları denetleme, bakan hakkında gensoru verme yok. Bakanlara sözlü soru da sorulmayacak. Sadece Cumhurbaşkanı isterse yardımcıları ve bakanlar hakkında soruşturma talebinde bulunabilecek. Böyle bir talep olursa Meclis, soruşturma açılmasına üye tam sayısının beşte üçüne denk gizli oyla karar alabilecek. Üye tam sayısının üçte ikisi gizli oyla da Yüce Divan’a sevk edilebilecek.
Bu arada yeni bakanlıklar kurmak, kaldırmak, görev ve yetkilerini belirlemek, bakanlık teşkilatı yapılandırmak, merkez taşra teşkilatlarını kurdurmak için bir cumhurbaşkanı kararnamesi yeterli.
Şimdi açıklanacak kabinenin bürokrat ve teknokrat kabinesi olacağı beklentisi yüksek. Çünkü Reis mecliste tek başına çoğunluğa ulaşamadı. Zaten Bakanlar Kurulu’nun seçilmişlerden olması koşulu da yok. Cumhurbaşkanı her istediğini atayacak. Bu kez Meclisten üç beş vekil dışında kabineye girecek isim olmayabilir.
Çünkü kabineye giren vekil, milletvekilliğinden istifa etmek zorunda. Meclisin oluşan sandalye sayısına göre her bakan ataması iktidarın Meclis’te bir vekil kaybetmesi demek. Yani reisicumhur aklındaki kabineyi kurarken ilk defa çok zorlanacak gibi. Sanki Partili Cumhurbaşkanı’nın muhtemel ilk kabinesinin teknokrat, bürokrat ve vekil eskisi ağırlıklı olması elde olmayan bir mecburiyet.
Bu varsayımlara göre yeni kabinede üç beş tanıdık dışında farklı isimlerin yer alacağı kesin gibi. Yani açıklanacak kabine tam bir sürpriz olabilir. Ayrıca bu sistemde bakanlık milletvekilleri içinde bir risk. Çünkü işler iyi gitmediğinde olası Bakanlar Kurulu revizyonlarında hem bakanlık hem de milletvekilliği de gitmiş olacak.
Memleketin yarısından fazlası oy verdiği halde hala rejimin değiştiğinin farkında değil. Ve bu yeni sistemde daha başka neler neler gittiğini, gidecek olduğunu yakında görecek ve duyacak. Her şeyi yakından hissedecek.
Şimdi ikinci bir seçim yapılsa sorsan yine bilmez. Veya bilmezden gelir…
30 Haziran 2018 Cumartesi
29 Haziran 2018 Cuma
ERKEN YEREL SEÇİM VAR, PEŞİNDEN…
ERKEN YEREL SEÇİM VAR, PEŞİNDEN…
Haziran sonu gerçekleştirilen tercih seçimleri, Dünyada; "Bağımsız olmasına bağımsız ama hiç de adil olmayan bir seçimle İslamcı milliyetçi ve yeni Osmanlıcı bir karışımdan oluşan Yeni Türkiye'nin başlangıcı, büyük ihtimalle Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan eski demokratik laik cumhuriyetin sonu oldu…" yorumları ile karşılandı.
Ve eklendi; 'Yeni Türkiye, daha İslamcı, daha milliyetçi ve otoriter olacak’…
Avrupa ve dünya gözlemci raporlarına geçen saptamalar da; ‘seçimlere yüksek katılımın takdir edildiği, ancak Reisicumhur ve Partisinin geniş bir şekilde medyada yer aldığı, devlet kaynaklarını yanlış kullandığı, OHAL'in toplanma ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması için kullanıldığı ve benzeri...’ yönünde…
İşin aslı ise 'Türkiye ciddi bir şekilde bölündü'. Bir daha zor toparlanır, bütünlenir…
Şimdi ‘Cumhur İttifakı’ her konuda ya incelikle anlaşacak ya da belli konularda ayrışacak veya zıtlaşacak. Çünkü ittifakın büyük ayağı mecliste çoğunluğu elde edemedi. Küçük ortağa el mahkûm. Hal böyle olunca, olası siyasi gelişmeleri hiç masaya yatırmadan mevcuttan çıkarılabilecek sonuç ise şu; “önce erken yerel seçim, sonra duruma göre…”
Yani ufukta yıl bitmeden erken yerel seçim var. Peşinden erken yerel seçimden elde edilecek müspet menfi sonuca göre en kısa zamanda gerçekleştirilecek bir genel seçim…
Yerel seçimlerin normal takvime göre yaklaşık dokuz ay sonra yapılması gerekiyor. İlk etapta yeminler, Meclis başkanlığı seçimi, kabine ataması, derken sıra mutlaka yerel seçimlere gelecektir. İktidarın Cumhur ittifakı çatlasın veya çatlamasın muhalefetin yerelde güçlenmesini önlemek için seçimleri erkene alması ihtimali yüksek. Kasım sonu Aralık ortası muhtemel bir seçim düşünülebilir.
İktidar, ileride kendisini iyice zorlayacak ekonomik buhran dolayısıyla yerelde seçim kaybetmeyi göze alamaz. O yüzden memleket daha seçim atmosferinden çıkmadan o hızla yerel seçimleri de erkene alarak namı hesabına dört beş yıl seçimsiz ve dikensiz bir dönemi yaratabilir. Erken yerel seçimlerin yapılabilmesi için anayasa değişikliği yapılması şart. Yeni oluşan parlamentoda iktidar partisinin referandumsuz tek başına anayasa değişikliği yapma çoğunluğu yok. Olası bir teklifte küçük ortak yereli erkene çekme fikrini destekleyerek nasıl yakaladığını kendisinin de izah edemediği ivmeyle belediyeler kazanma peşine düşebilir. Ancak yine de cumhur ittifakı yeter sayıya ulaşamıyor.
Ana muhalefet de olası bir öneriye parti içi kaostan seçim yollu çıkmak ve tabanını bir süreliğine daha diri tutmak adına onay verebilir. Son tercih seçiminde geriye düşülse de özellikle erkene alınacak bir yerel seçimde “İstanbul’da geldiler, İstanbul’dan gidecekler…” ipine sarılabilir.
Ayrıca büyükşehirlerde ve büyük ilçelerde görevden alınan başkanlar ile yaklaşık yüz belediyenin kayyum tarafından yönetildiği de düşünülürse şu an hiç belediyesi olmayan millet barajını aşıp meclise giren ile diğer muhalefet partisi de erken yerel seçim teklifine sıcak bakabilirler.
Eğer dört yüz vekilin desteği alınır da erken yerel seçim kanunlaşırsa diğer irili ufaklı siyasi partilerin de tabela partisi olmamak adına kerhen de olsa desteklemek ve seçime girmekten başka bir seçenekleri kalmaz.
Daha yeni seçimden çıkıldı, erken seçim devlete külfet getirir marazasına da hiç lüzum yok. Memleketin yarısı dünden hazır, millet de seçimle yatıp kalkmaya alıştı zaten. El cevap hazır; “erkenden onu da yapın gitsin. Aradan çıksın.”
Çıksın çünkü daha her an gündeme girebilecek seçim yenilemesi veya ‘erken genel seçim’ var…
Haziran sonu gerçekleştirilen tercih seçimleri, Dünyada; "Bağımsız olmasına bağımsız ama hiç de adil olmayan bir seçimle İslamcı milliyetçi ve yeni Osmanlıcı bir karışımdan oluşan Yeni Türkiye'nin başlangıcı, büyük ihtimalle Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan eski demokratik laik cumhuriyetin sonu oldu…" yorumları ile karşılandı.
Ve eklendi; 'Yeni Türkiye, daha İslamcı, daha milliyetçi ve otoriter olacak’…
Avrupa ve dünya gözlemci raporlarına geçen saptamalar da; ‘seçimlere yüksek katılımın takdir edildiği, ancak Reisicumhur ve Partisinin geniş bir şekilde medyada yer aldığı, devlet kaynaklarını yanlış kullandığı, OHAL'in toplanma ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması için kullanıldığı ve benzeri...’ yönünde…
İşin aslı ise 'Türkiye ciddi bir şekilde bölündü'. Bir daha zor toparlanır, bütünlenir…
Şimdi ‘Cumhur İttifakı’ her konuda ya incelikle anlaşacak ya da belli konularda ayrışacak veya zıtlaşacak. Çünkü ittifakın büyük ayağı mecliste çoğunluğu elde edemedi. Küçük ortağa el mahkûm. Hal böyle olunca, olası siyasi gelişmeleri hiç masaya yatırmadan mevcuttan çıkarılabilecek sonuç ise şu; “önce erken yerel seçim, sonra duruma göre…”
Yani ufukta yıl bitmeden erken yerel seçim var. Peşinden erken yerel seçimden elde edilecek müspet menfi sonuca göre en kısa zamanda gerçekleştirilecek bir genel seçim…
Yerel seçimlerin normal takvime göre yaklaşık dokuz ay sonra yapılması gerekiyor. İlk etapta yeminler, Meclis başkanlığı seçimi, kabine ataması, derken sıra mutlaka yerel seçimlere gelecektir. İktidarın Cumhur ittifakı çatlasın veya çatlamasın muhalefetin yerelde güçlenmesini önlemek için seçimleri erkene alması ihtimali yüksek. Kasım sonu Aralık ortası muhtemel bir seçim düşünülebilir.
İktidar, ileride kendisini iyice zorlayacak ekonomik buhran dolayısıyla yerelde seçim kaybetmeyi göze alamaz. O yüzden memleket daha seçim atmosferinden çıkmadan o hızla yerel seçimleri de erkene alarak namı hesabına dört beş yıl seçimsiz ve dikensiz bir dönemi yaratabilir. Erken yerel seçimlerin yapılabilmesi için anayasa değişikliği yapılması şart. Yeni oluşan parlamentoda iktidar partisinin referandumsuz tek başına anayasa değişikliği yapma çoğunluğu yok. Olası bir teklifte küçük ortak yereli erkene çekme fikrini destekleyerek nasıl yakaladığını kendisinin de izah edemediği ivmeyle belediyeler kazanma peşine düşebilir. Ancak yine de cumhur ittifakı yeter sayıya ulaşamıyor.
Ana muhalefet de olası bir öneriye parti içi kaostan seçim yollu çıkmak ve tabanını bir süreliğine daha diri tutmak adına onay verebilir. Son tercih seçiminde geriye düşülse de özellikle erkene alınacak bir yerel seçimde “İstanbul’da geldiler, İstanbul’dan gidecekler…” ipine sarılabilir.
Ayrıca büyükşehirlerde ve büyük ilçelerde görevden alınan başkanlar ile yaklaşık yüz belediyenin kayyum tarafından yönetildiği de düşünülürse şu an hiç belediyesi olmayan millet barajını aşıp meclise giren ile diğer muhalefet partisi de erken yerel seçim teklifine sıcak bakabilirler.
Eğer dört yüz vekilin desteği alınır da erken yerel seçim kanunlaşırsa diğer irili ufaklı siyasi partilerin de tabela partisi olmamak adına kerhen de olsa desteklemek ve seçime girmekten başka bir seçenekleri kalmaz.
Daha yeni seçimden çıkıldı, erken seçim devlete külfet getirir marazasına da hiç lüzum yok. Memleketin yarısı dünden hazır, millet de seçimle yatıp kalkmaya alıştı zaten. El cevap hazır; “erkenden onu da yapın gitsin. Aradan çıksın.”
Çıksın çünkü daha her an gündeme girebilecek seçim yenilemesi veya ‘erken genel seçim’ var…
KURGU MUHALEFET
KURGU MUHALEFET
Hemen her seçimin peşinden ana muhalefet partisinde içeriden dışarıdan deprem ve erozyon beklentisi pompalanıyor. Karışıklık besleniyor. Böylece ayakta kalmaya destek yıllar yılı önlenemez kadro kayıplarından ve ivme düşmesinden çıkarılacak dersler ve tüm objektif yaklaşımlar da yok ediliyor…
Ayrıca kurgu sık aralıklarla değiştirildiğinden gerçekçi tahliller geciktiriliyor ve gerekli gereksiz diskalifiyelerle zemin sıklaştırılıyor. Bu çekirdeğine sıkışma gürültücü ve sert üsluplu, iğneleyici, itici bir siyaset anlayışını da güncelliyor. Bu da alçak yüksek nabız tansiyonlarına ince ayar çekmekten başka bir işe de yaramıyor. Millete de ters geliyor.
Hele soldan kopuşla memleketin öznel şartlarına uygunluk sağlanır öngörüsü de tutmayınca her seferinde kurgu bir daha değiştiriliyor. Öyle ki her kaçınılmaz yenilgide yeni başlangıçlar, yani tarifsiz zorlamalar, izlenecek yeni rota, yeni yol fonlamaları ile çıkmaza düşülen her durumda ayni işgüzarlıklar hortlatılıyor. Lafı güzaf. Hayal ötesi hayalcilik. Liste bazlı siyaset. Oysa alttan üste herkes yönetenleri etkin ve başarılı kılacak, yöneticileri güvenilir devlet adamı konumuna getirecek, güncelden geleceğe sağlam köprüleri olan ve kurgusu sağlam politika gerektiğini biliyor.
Bu bilgiçlik dâhilinde tüm kaybedişler, aslında her alanda yeterlilik ve yetkinlik yitimi ile özdeş bir gerçeklik. On yıllardır kazanmayı da unutan bir yapıyla devamın delaleti. Bir türlü kazanamadıkça da yönetme kabiliyeti zayıflaması.
Sorun bunlar değil de öncelikli sorun eğer ideolojik kayma ise eksiklik ve tutarsızlıkların bir türlü giderilemediği açık. Değil ise durum daha da vahim. Hayır sorun taban kayması ise on yıllardır tabanın sesine hiç kulak verilmediği de ortada. Yani teorik ve pratik kökten yanlışlıklar yapıldığı besbelli. Sonra politik eleştiriler ahlaki kriterlerle değerlendirilmeyince de hedeflenen amaç ve taktikler de doğru kavranmıyor. Ve sonuç her zamanki gibi hüsran.
Yani aşağıdan yukarıya özgürlüğe kavuşulamayınca kitlesel boyutta kilitlenilen hedefe de ulaşılamıyor. Sosyalistler ve devrimcilerin eylemliliklerinden kopulduğu da bir başka gerçek. Sanki korkuluyor. Ana muhalefetin nesnel niteliği cumhuriyetçi burjuvazinin amaçları ve amaçlananların gerçekleştirilmesi görevine indirgenmiş durumda. Bu durum da kadrosal yenilenmenin önünü kestikçe kesiyor. Kurumsallaşmayı birinci dereceden zedeleyen bu atmosferde ideoloji ve ilkeler bireysel çıkışların ve gereksiz sorumluluk üstlenmelerin gölgesinde kalıyor. Tek çare olarak abartılı bireyselliğe ve ısmarlama vitrin düzenlemeye bel bağlanıyor. Bu çizgide sürdürülen inatla resmen bilime haksızlık ediliyor.
Bu denli geniş perspektifte ele alınacak sorun varken tüm zorluklara, engellere rağmen güç bela kurulmuş bir memlekette yeni veya eski tüm oluşumlar mevcut dengesini gün gelir koruyamaz. Yer yer atılımlarla, katılımlarla, büyürse de, etkinlik alanları günden güne daralır. Etki alanını genişletse de, köklü kurumsal yapıların son örneği olsa da kurum yeri gelir yine tıkanır kalır. İşte budur yaşanan.
Artık görülmesi gereken gerçek; memleketi yeniden var edecek olgunun yersiz kurumlanmalar değil, kurumlaşma olduğudur. Yakın örnekteki gibi kamuoyunda yankı bulacak lider kadro ve yönetici kadro bütünleşmesidir. Yani tüm mesele bir bütün içinde değişim, dönüşüm ve dayanışmayı içselleştirmektir.
On yıllardır ayrıştırma zevkine vararak, ayrıştırıp aykırılaştırıp, sonra da hiç zahmetsiz kurtarıcılığa soyunma ve kanatlanmanın millet için önemi olmadığı görülmüştür. Düşsel siyasetin ve eğitimsiz siyasetçinin temel hatası işte budur. Hele de asıl çilenin ileride olduğu ve çile dolmadan da hataların kayda geçirilemeyeceğini anımsatmakla olmuyor demek ki. Anca anlayana ve anlamak isteyenedir bu gerçeklik. O halde düzenin ilk kuralı akan sular gün gelir durulur safsatasıdır. Durulmaz.
Çünkü hangi yönden bakılırsa bakılsın, nasıl ele alınırsa alınsın şu bozuk, çarpık, vahşi ve kapitalist düzenin tutar yanı yoktur. Bu bal gibi bilinen düzensizliğe tutucu ve totaliter, Allah ve Kitap dozlu siyasetle gelindiyse, mevcut rejimle tam tersi bir dinamizm ve organizasyon ile başa çıkılabilir.
Yani ana muhalefet partisinde planlama, koordinasyon ve denetim mekanizmalarını iyi ve yeterince işletemeden sadece disiplin mekanizmasını çalıştırmakla karşılaşılan tıkanıklığın üstesinden gelmek mümkün değildir. Kurgu muhalefet yerine tam anlamıyla kurumsallaşmanın devamı sağlanmalı, yeniden dinamizme kavuşmanın yolları açılmalı ve partiyi yukarıdan aşağıya diriltecek devrimcilik oku hayata geçirilmelidir.
Çünkü eski ve eskiyen yapısal bütünlük kurumu belli yere kadar iyi veya kötü taşımış olabilir. Ancak rejimin değişmesiyle günün koşullarına ve tarihsel sürece yanıt verecek akışkanlığını da yitirdiği açıktır. İşte yaşanan güven kaybı bu nedenledir. Böylesine derin bir açmazda katı disiplin kurallarına sığınarak, mevcudu savunmak, ilerlemeye ve değişime ayak diremek, yenileşmeye direnmek kuruma iyice zarar verir. Daha da zayıflatır.
Bu gidişle rejime hükmedenler, yarın zayıflayan kurgu muhalefet düzeyinde bile siyaset yaptırmaz...
Hemen her seçimin peşinden ana muhalefet partisinde içeriden dışarıdan deprem ve erozyon beklentisi pompalanıyor. Karışıklık besleniyor. Böylece ayakta kalmaya destek yıllar yılı önlenemez kadro kayıplarından ve ivme düşmesinden çıkarılacak dersler ve tüm objektif yaklaşımlar da yok ediliyor…
Ayrıca kurgu sık aralıklarla değiştirildiğinden gerçekçi tahliller geciktiriliyor ve gerekli gereksiz diskalifiyelerle zemin sıklaştırılıyor. Bu çekirdeğine sıkışma gürültücü ve sert üsluplu, iğneleyici, itici bir siyaset anlayışını da güncelliyor. Bu da alçak yüksek nabız tansiyonlarına ince ayar çekmekten başka bir işe de yaramıyor. Millete de ters geliyor.
Hele soldan kopuşla memleketin öznel şartlarına uygunluk sağlanır öngörüsü de tutmayınca her seferinde kurgu bir daha değiştiriliyor. Öyle ki her kaçınılmaz yenilgide yeni başlangıçlar, yani tarifsiz zorlamalar, izlenecek yeni rota, yeni yol fonlamaları ile çıkmaza düşülen her durumda ayni işgüzarlıklar hortlatılıyor. Lafı güzaf. Hayal ötesi hayalcilik. Liste bazlı siyaset. Oysa alttan üste herkes yönetenleri etkin ve başarılı kılacak, yöneticileri güvenilir devlet adamı konumuna getirecek, güncelden geleceğe sağlam köprüleri olan ve kurgusu sağlam politika gerektiğini biliyor.
Bu bilgiçlik dâhilinde tüm kaybedişler, aslında her alanda yeterlilik ve yetkinlik yitimi ile özdeş bir gerçeklik. On yıllardır kazanmayı da unutan bir yapıyla devamın delaleti. Bir türlü kazanamadıkça da yönetme kabiliyeti zayıflaması.
Sorun bunlar değil de öncelikli sorun eğer ideolojik kayma ise eksiklik ve tutarsızlıkların bir türlü giderilemediği açık. Değil ise durum daha da vahim. Hayır sorun taban kayması ise on yıllardır tabanın sesine hiç kulak verilmediği de ortada. Yani teorik ve pratik kökten yanlışlıklar yapıldığı besbelli. Sonra politik eleştiriler ahlaki kriterlerle değerlendirilmeyince de hedeflenen amaç ve taktikler de doğru kavranmıyor. Ve sonuç her zamanki gibi hüsran.
Yani aşağıdan yukarıya özgürlüğe kavuşulamayınca kitlesel boyutta kilitlenilen hedefe de ulaşılamıyor. Sosyalistler ve devrimcilerin eylemliliklerinden kopulduğu da bir başka gerçek. Sanki korkuluyor. Ana muhalefetin nesnel niteliği cumhuriyetçi burjuvazinin amaçları ve amaçlananların gerçekleştirilmesi görevine indirgenmiş durumda. Bu durum da kadrosal yenilenmenin önünü kestikçe kesiyor. Kurumsallaşmayı birinci dereceden zedeleyen bu atmosferde ideoloji ve ilkeler bireysel çıkışların ve gereksiz sorumluluk üstlenmelerin gölgesinde kalıyor. Tek çare olarak abartılı bireyselliğe ve ısmarlama vitrin düzenlemeye bel bağlanıyor. Bu çizgide sürdürülen inatla resmen bilime haksızlık ediliyor.
Bu denli geniş perspektifte ele alınacak sorun varken tüm zorluklara, engellere rağmen güç bela kurulmuş bir memlekette yeni veya eski tüm oluşumlar mevcut dengesini gün gelir koruyamaz. Yer yer atılımlarla, katılımlarla, büyürse de, etkinlik alanları günden güne daralır. Etki alanını genişletse de, köklü kurumsal yapıların son örneği olsa da kurum yeri gelir yine tıkanır kalır. İşte budur yaşanan.
Artık görülmesi gereken gerçek; memleketi yeniden var edecek olgunun yersiz kurumlanmalar değil, kurumlaşma olduğudur. Yakın örnekteki gibi kamuoyunda yankı bulacak lider kadro ve yönetici kadro bütünleşmesidir. Yani tüm mesele bir bütün içinde değişim, dönüşüm ve dayanışmayı içselleştirmektir.
On yıllardır ayrıştırma zevkine vararak, ayrıştırıp aykırılaştırıp, sonra da hiç zahmetsiz kurtarıcılığa soyunma ve kanatlanmanın millet için önemi olmadığı görülmüştür. Düşsel siyasetin ve eğitimsiz siyasetçinin temel hatası işte budur. Hele de asıl çilenin ileride olduğu ve çile dolmadan da hataların kayda geçirilemeyeceğini anımsatmakla olmuyor demek ki. Anca anlayana ve anlamak isteyenedir bu gerçeklik. O halde düzenin ilk kuralı akan sular gün gelir durulur safsatasıdır. Durulmaz.
Çünkü hangi yönden bakılırsa bakılsın, nasıl ele alınırsa alınsın şu bozuk, çarpık, vahşi ve kapitalist düzenin tutar yanı yoktur. Bu bal gibi bilinen düzensizliğe tutucu ve totaliter, Allah ve Kitap dozlu siyasetle gelindiyse, mevcut rejimle tam tersi bir dinamizm ve organizasyon ile başa çıkılabilir.
Yani ana muhalefet partisinde planlama, koordinasyon ve denetim mekanizmalarını iyi ve yeterince işletemeden sadece disiplin mekanizmasını çalıştırmakla karşılaşılan tıkanıklığın üstesinden gelmek mümkün değildir. Kurgu muhalefet yerine tam anlamıyla kurumsallaşmanın devamı sağlanmalı, yeniden dinamizme kavuşmanın yolları açılmalı ve partiyi yukarıdan aşağıya diriltecek devrimcilik oku hayata geçirilmelidir.
Çünkü eski ve eskiyen yapısal bütünlük kurumu belli yere kadar iyi veya kötü taşımış olabilir. Ancak rejimin değişmesiyle günün koşullarına ve tarihsel sürece yanıt verecek akışkanlığını da yitirdiği açıktır. İşte yaşanan güven kaybı bu nedenledir. Böylesine derin bir açmazda katı disiplin kurallarına sığınarak, mevcudu savunmak, ilerlemeye ve değişime ayak diremek, yenileşmeye direnmek kuruma iyice zarar verir. Daha da zayıflatır.
Bu gidişle rejime hükmedenler, yarın zayıflayan kurgu muhalefet düzeyinde bile siyaset yaptırmaz...
28 Haziran 2018 Perşembe
CUMHURUN REİSİ MÜBAREK OLSUN…
CUMHURUN REİSİ MÜBAREK OLSUN…
Şu gariban memleket, katı geleneklere aşırı bağımlılığın, dünden yapılan yığma hazırlığın bugüne ve yarınlara yansıdığı bir tercih daha yaşadı. Ve tipik Tek Adam çerçevesinde yoğunlukla benimsenen reis, cumhurun reisi oldu. Milletin reisi olup olamayacağı, pek olmak da istemediği aşikâr bir rota izleyip izlemeyeceği yakında belli olur. Yine de herkese yarım elma gönül alma babında ‘Cumhurun reisi mübarek olsun’ demek düşer.
Bu son tercihle memlekette renkler ve zevkler ayırıcı biçimde alabildiğine değiştiğinden ihtiyatlı bir tutuculuğun egemenliği resmen tescillendi. Ayıraç vazifesi görenler taltif edildi. Cumhur tasnif edildi. Böylece on küsur yılda yetiştirilen yepyeni kadroların bir beş yıl daha önü açıldı. Öyle bir açıldı ki zaten on yıllardır devre göre siyasetin temsilcilerine yenileri de eklendi. İç edildi. Değişen sürece dönük yorumlar, günü kurtaran formüller ileri sürüldü ve tabanda yine tam destek buldu. Türkçe bilmez arapyan vekile kadar dayandı desteğin sivri ucu.
Yani hiç denenmemişçesine seçilen Cumhur reisinin otokratik bir modernleşme sağlayacağına saf saf topyekûn inanıldı. Ne olduysa oldu bir yana hele iktidar sola geçmesin diyenlerin sağda tek kalem bütünleşmesi reisi umulmadık biçimde ilk etapta zirveye taşıdı. Bu kaypaklık ve gafleti ikinci turda bekleyenler de epeyce yanıldı.
Yana yakıla insanlık tarihindeki tüm ilerlemelere, doğru işlere ket vuran sağcı zihniyetin en katmerlenmişleri paslı çarkın dönmesine tam yol izin verdi. Boyun eğdi. Asrın hâkimi kılınan Reisi Cumhur ve Şürekâsı ise miras alınmış ne kadar değer varsa üç beş yılda onları da bir güzel halleder. Miras hak, emanet kutsal çemberinde kalanın üzerine çöker.
Tarihte çok örneği olan çöküş monarşisi benzeri bir yönetsel mekanizma ile cumhurun tipik isyancı halleri de zamanla monotonlaştırılır. Metazori reise yaklaştırılır. Ve cumhurun reisi otoriter rejimin işleyişini işine geldiği şekilde ilmek ilmek işler. Yani bundan böyle cumhurun temel özgürlükler ve tam bağımsızlık gibi bir karakteri ve evrenselliği savunması iyice zorlaşır. Kolayca sokağa çıkamaz. Yollara dökülemez. Çıksa da köşe başları çoktan tutulmuş vay başına ne haller gelir. Yani yeni sağ hegemonya cumhurun ekseriyet desteğiyle açık görüşler ve temel uzlaşıların uzağında bir geçiş dönemini tamamlar.
Planlanan oydu buydu tartışmasının yersizliği bir kez daha cumhurun yekpare tarafına kabullendirildi. Vaatlere bile bakmadı cumhur. Öyle ki yeni sistemin meşruluk kazanacağı bir tercih seçiminde, çok önceden rakamlanan simülasyonlara denk atraksiyon gösterdi. Tercihli yola çıkıldığı unutulup tek yönlü yol varsayımıyla hareket edildi. Sözde bir kez daha galip gelindi.
Cumhurun deniz ürküten bu cumburlop hali hiç de yeni değil. On küsur yıldır ayni terane. Seyir defteriyle sabittir; saflar sıkılaşınca, saltanat sıkışınca behemehâl yüzler cumhura dönülür. Zaten bir kez daha tümdengelim, tümevarım benzeri tüm modeller çözüldü ve çöktü. Rejimin katı, olağanüstü kuralları içinde programlanan her neyse hayata geçirildi. Hangi kriterlere uyduğu pek belli olmayan bilhassa asla denetlenmesi mümkün olmayan kesin bir model modüllendi. Modullandı.
Öteden beri din, iman, mezhep bazlı bir ayrıştırma ile cumhurun doğru tercih koyma istekliliği hepten yok edildi. Bu kez bu kasıt kısmen geri çekildi. Bu kayıtsızlık İnce kuşkular yaratsa da şerbetli cumhur yine reisi seçti. Çünkü uzun yıllara yayılmış dinsel hazırlığın memleketi getirdiği uçsuz bucaksız boyutun kendine uyanı seçeceğine güveniliyordu. Kendini uyandıranı değil. Hemen ilk sandıklar sonrası durum anlaşıldı. Rahatlaşıldı. Senaryo bir kez daha tutmuştu. Ve cumhurun reisi mübarek kılındı.
Vatan millet edebiyatı bir yana bu mübarek tercih sonrası cümle âleme ‘Cumhurun reisi mübarek olsun’ demek en yakışanı…
Şu gariban memleket, katı geleneklere aşırı bağımlılığın, dünden yapılan yığma hazırlığın bugüne ve yarınlara yansıdığı bir tercih daha yaşadı. Ve tipik Tek Adam çerçevesinde yoğunlukla benimsenen reis, cumhurun reisi oldu. Milletin reisi olup olamayacağı, pek olmak da istemediği aşikâr bir rota izleyip izlemeyeceği yakında belli olur. Yine de herkese yarım elma gönül alma babında ‘Cumhurun reisi mübarek olsun’ demek düşer.
Bu son tercihle memlekette renkler ve zevkler ayırıcı biçimde alabildiğine değiştiğinden ihtiyatlı bir tutuculuğun egemenliği resmen tescillendi. Ayıraç vazifesi görenler taltif edildi. Cumhur tasnif edildi. Böylece on küsur yılda yetiştirilen yepyeni kadroların bir beş yıl daha önü açıldı. Öyle bir açıldı ki zaten on yıllardır devre göre siyasetin temsilcilerine yenileri de eklendi. İç edildi. Değişen sürece dönük yorumlar, günü kurtaran formüller ileri sürüldü ve tabanda yine tam destek buldu. Türkçe bilmez arapyan vekile kadar dayandı desteğin sivri ucu.
Yani hiç denenmemişçesine seçilen Cumhur reisinin otokratik bir modernleşme sağlayacağına saf saf topyekûn inanıldı. Ne olduysa oldu bir yana hele iktidar sola geçmesin diyenlerin sağda tek kalem bütünleşmesi reisi umulmadık biçimde ilk etapta zirveye taşıdı. Bu kaypaklık ve gafleti ikinci turda bekleyenler de epeyce yanıldı.
Yana yakıla insanlık tarihindeki tüm ilerlemelere, doğru işlere ket vuran sağcı zihniyetin en katmerlenmişleri paslı çarkın dönmesine tam yol izin verdi. Boyun eğdi. Asrın hâkimi kılınan Reisi Cumhur ve Şürekâsı ise miras alınmış ne kadar değer varsa üç beş yılda onları da bir güzel halleder. Miras hak, emanet kutsal çemberinde kalanın üzerine çöker.
Tarihte çok örneği olan çöküş monarşisi benzeri bir yönetsel mekanizma ile cumhurun tipik isyancı halleri de zamanla monotonlaştırılır. Metazori reise yaklaştırılır. Ve cumhurun reisi otoriter rejimin işleyişini işine geldiği şekilde ilmek ilmek işler. Yani bundan böyle cumhurun temel özgürlükler ve tam bağımsızlık gibi bir karakteri ve evrenselliği savunması iyice zorlaşır. Kolayca sokağa çıkamaz. Yollara dökülemez. Çıksa da köşe başları çoktan tutulmuş vay başına ne haller gelir. Yani yeni sağ hegemonya cumhurun ekseriyet desteğiyle açık görüşler ve temel uzlaşıların uzağında bir geçiş dönemini tamamlar.
Planlanan oydu buydu tartışmasının yersizliği bir kez daha cumhurun yekpare tarafına kabullendirildi. Vaatlere bile bakmadı cumhur. Öyle ki yeni sistemin meşruluk kazanacağı bir tercih seçiminde, çok önceden rakamlanan simülasyonlara denk atraksiyon gösterdi. Tercihli yola çıkıldığı unutulup tek yönlü yol varsayımıyla hareket edildi. Sözde bir kez daha galip gelindi.
Cumhurun deniz ürküten bu cumburlop hali hiç de yeni değil. On küsur yıldır ayni terane. Seyir defteriyle sabittir; saflar sıkılaşınca, saltanat sıkışınca behemehâl yüzler cumhura dönülür. Zaten bir kez daha tümdengelim, tümevarım benzeri tüm modeller çözüldü ve çöktü. Rejimin katı, olağanüstü kuralları içinde programlanan her neyse hayata geçirildi. Hangi kriterlere uyduğu pek belli olmayan bilhassa asla denetlenmesi mümkün olmayan kesin bir model modüllendi. Modullandı.
Öteden beri din, iman, mezhep bazlı bir ayrıştırma ile cumhurun doğru tercih koyma istekliliği hepten yok edildi. Bu kez bu kasıt kısmen geri çekildi. Bu kayıtsızlık İnce kuşkular yaratsa da şerbetli cumhur yine reisi seçti. Çünkü uzun yıllara yayılmış dinsel hazırlığın memleketi getirdiği uçsuz bucaksız boyutun kendine uyanı seçeceğine güveniliyordu. Kendini uyandıranı değil. Hemen ilk sandıklar sonrası durum anlaşıldı. Rahatlaşıldı. Senaryo bir kez daha tutmuştu. Ve cumhurun reisi mübarek kılındı.
Vatan millet edebiyatı bir yana bu mübarek tercih sonrası cümle âleme ‘Cumhurun reisi mübarek olsun’ demek en yakışanı…
27 Haziran 2018 Çarşamba
EY MİLLET SEN ÇOK YAŞA…
EY MİLLET SEN ÇOK YAŞA…
Ey millet; kılı kırk yaran, o afra tafrayla yorum çalanları bile şaşırtan oylarınla, Reis ve Şürekâsını öyle bir destekledin ki, ittifakçıları hiç ummadıkları bir oranla buluşturarak yine kazandırdın. Yine ertelenmiş bir ayaklanışın gür sesini inceden inceye derinden duyanları karabasandan, kâbuslardan kurtardın. Birleşik kuvvetleri gecenin bir yarısı zil zurna sarhoşluğa ittin. Hele hele eni boyu tükendiği ve teklediği besbelli mevcut iktidarı kapanda gördün. Keskin dönemeçte onları durdurdun ve on küsur senelik enkazı en birinci hak edenlerin kucağına usulca bıraktın.
Sorumluluktan belki kaçtın, çalışmak üretmek işine gelmedi. Park bahçe temaşasını, kahvede bedavaya keklenme ana temasını seçtin. Olsun varsın. Velev ki o balkon pozlarına da epeyce alıştın. Veya muhteremin mahremine girenleri de şüphe ettiğin derecede deşifre ettin. Bu kırık sunuca dahi zil takıp oynayanları bir güzel o daracık koltuklara tekrar sıkıştırdın. Hapsettin.
Ey millet sen çok yaşa…
On yıllardır öteden beri kasım kasım kasılanlar cenahından olanlar neredeyse dut yemiş bülbül gibi dolaşıyorlardı. Senden gelecek hak ediş sonuçlarını heyecanla bekliyorlardı. İnceden bitli, delik deşik yorganı kimin üzerine atalım da gemiciklerimize yol verelim diye düşünüyorlardı. Onlara inat bir kez daha oyuna gelmedin. İnceden oynanan oyunları bozdun. Memleketi enkaza döndürenlere hadi bakalım memleketi bu hale siz getirdiniz, meseleyi siz çözün dedin. Tik takları dünyanın dört bir yanından duyulan saatli bombayı onların kucağına koydun gittin. İşin içinden çıktın. Pek sıyrıldın denilemez ama şimdilik sıyrıldın. Çekeceğin devasa sıkıntılar yakında kapını çalar. Ziller çalsın çalmasın yine de kıyı köşeye iğreti ve çekingen kurnazlığın, planlı cinliklerini bir kez daha yutmadın.
Tam da izanlı, nizamlı davranmayıp, tahta iskeleden ülkeye el sallayacaklarken öyle kolay vazgeçmek yok, yalpa yok, ahde Vefa var dedin. Ve on küsur yılın birikmiş hesabını on küsur yıldır baba malıymışçasına yiyenlerin ziyafet masasına bıraktın. Artık kim öderse ödeyecek. Ödemeyenlere de bir dahakinde hesap sorulacak. Helal olsun vallahi, her fırsatta yepyeni figürleri yoğurarak senin aklını karıştıranlara da bu memleketi feda etmedin. Bu memleketi güllük gülistanlık eyleyenlere de erken veda etmedin.
Ey en akıllı millet sen çok yaşa…
Yaşa ki yaşa. Çünkü sen olmasan az kalsın on küsur yıldan sonra zor zanaat yükseltilen günah piramidine en ufak sevabı nasip olmayanlar memleketin başına çöreklenecekti. Başa gelecekti. Bu tek başına yönetmelik faslında, on yıllardır başa geçen bu fukaralık belki de fasıl fasıl sağaltılacaktı. Aklı karalı yolculuk kısaltılacaktı. Kelli felli süzülen kör karanlığa ışık çakılacaktı.
Etkin fikirler dünyasında cehennem azabı yaşayan şu garip Millete belki de kutsalın puta puntalanmaması gerektiği hiç utanmadan sıkılmadan öğretilecekti. Yani memleket yüz yıldan sonra tam da evrensel boyutlu bir mucizeye tutunacakken, uygarlığın ve farklılığın kenarından onu çekip aldın, dönderdin. Kurtardın. Helal olsun sana.
Ey en, en akıllı millet, sen çok çok yaşa…
Öyle uzun yaşa ki, kasım kasım kasılanlara, onlara katılanlara on küsur yıldır gizli saklı, açık saçık, cennetlik cengâverler gibi verdiğin desteği hiç geri çekme. Bir ileri iki geri ilerle. İki cihanda bu güce tapınma ve erke mahcubiyeti daima muzaffer eyle. Cahiliye devri cehaletini meşrulaştıran bu asfalt zifti bulamacını da mukadder eyle. Meçhule giden bu geminin tayfasını mürettebatını kolla. Korkma, kol kanat ger.
Yaşa ve gör. Seç ve çek. Az kaldı aklını inceden kurcalayacaklardı. Kurdan, turdan döndün. Kasım kasım kasıldın ve on yıllardır kasım kasım kasılanların ince bir hastalıktan yıkılmasına izin vermedin. Yeni rejimin helalı hoş olsun.
Ve dahi ey, ey en en akıllı millet, sen çok çok yaşa. Rejime devam…
Ey millet; kılı kırk yaran, o afra tafrayla yorum çalanları bile şaşırtan oylarınla, Reis ve Şürekâsını öyle bir destekledin ki, ittifakçıları hiç ummadıkları bir oranla buluşturarak yine kazandırdın. Yine ertelenmiş bir ayaklanışın gür sesini inceden inceye derinden duyanları karabasandan, kâbuslardan kurtardın. Birleşik kuvvetleri gecenin bir yarısı zil zurna sarhoşluğa ittin. Hele hele eni boyu tükendiği ve teklediği besbelli mevcut iktidarı kapanda gördün. Keskin dönemeçte onları durdurdun ve on küsur senelik enkazı en birinci hak edenlerin kucağına usulca bıraktın.
Sorumluluktan belki kaçtın, çalışmak üretmek işine gelmedi. Park bahçe temaşasını, kahvede bedavaya keklenme ana temasını seçtin. Olsun varsın. Velev ki o balkon pozlarına da epeyce alıştın. Veya muhteremin mahremine girenleri de şüphe ettiğin derecede deşifre ettin. Bu kırık sunuca dahi zil takıp oynayanları bir güzel o daracık koltuklara tekrar sıkıştırdın. Hapsettin.
Ey millet sen çok yaşa…
On yıllardır öteden beri kasım kasım kasılanlar cenahından olanlar neredeyse dut yemiş bülbül gibi dolaşıyorlardı. Senden gelecek hak ediş sonuçlarını heyecanla bekliyorlardı. İnceden bitli, delik deşik yorganı kimin üzerine atalım da gemiciklerimize yol verelim diye düşünüyorlardı. Onlara inat bir kez daha oyuna gelmedin. İnceden oynanan oyunları bozdun. Memleketi enkaza döndürenlere hadi bakalım memleketi bu hale siz getirdiniz, meseleyi siz çözün dedin. Tik takları dünyanın dört bir yanından duyulan saatli bombayı onların kucağına koydun gittin. İşin içinden çıktın. Pek sıyrıldın denilemez ama şimdilik sıyrıldın. Çekeceğin devasa sıkıntılar yakında kapını çalar. Ziller çalsın çalmasın yine de kıyı köşeye iğreti ve çekingen kurnazlığın, planlı cinliklerini bir kez daha yutmadın.
Tam da izanlı, nizamlı davranmayıp, tahta iskeleden ülkeye el sallayacaklarken öyle kolay vazgeçmek yok, yalpa yok, ahde Vefa var dedin. Ve on küsur yılın birikmiş hesabını on küsur yıldır baba malıymışçasına yiyenlerin ziyafet masasına bıraktın. Artık kim öderse ödeyecek. Ödemeyenlere de bir dahakinde hesap sorulacak. Helal olsun vallahi, her fırsatta yepyeni figürleri yoğurarak senin aklını karıştıranlara da bu memleketi feda etmedin. Bu memleketi güllük gülistanlık eyleyenlere de erken veda etmedin.
Ey en akıllı millet sen çok yaşa…
Yaşa ki yaşa. Çünkü sen olmasan az kalsın on küsur yıldan sonra zor zanaat yükseltilen günah piramidine en ufak sevabı nasip olmayanlar memleketin başına çöreklenecekti. Başa gelecekti. Bu tek başına yönetmelik faslında, on yıllardır başa geçen bu fukaralık belki de fasıl fasıl sağaltılacaktı. Aklı karalı yolculuk kısaltılacaktı. Kelli felli süzülen kör karanlığa ışık çakılacaktı.
Etkin fikirler dünyasında cehennem azabı yaşayan şu garip Millete belki de kutsalın puta puntalanmaması gerektiği hiç utanmadan sıkılmadan öğretilecekti. Yani memleket yüz yıldan sonra tam da evrensel boyutlu bir mucizeye tutunacakken, uygarlığın ve farklılığın kenarından onu çekip aldın, dönderdin. Kurtardın. Helal olsun sana.
Ey en, en akıllı millet, sen çok çok yaşa…
Öyle uzun yaşa ki, kasım kasım kasılanlara, onlara katılanlara on küsur yıldır gizli saklı, açık saçık, cennetlik cengâverler gibi verdiğin desteği hiç geri çekme. Bir ileri iki geri ilerle. İki cihanda bu güce tapınma ve erke mahcubiyeti daima muzaffer eyle. Cahiliye devri cehaletini meşrulaştıran bu asfalt zifti bulamacını da mukadder eyle. Meçhule giden bu geminin tayfasını mürettebatını kolla. Korkma, kol kanat ger.
Yaşa ve gör. Seç ve çek. Az kaldı aklını inceden kurcalayacaklardı. Kurdan, turdan döndün. Kasım kasım kasıldın ve on yıllardır kasım kasım kasılanların ince bir hastalıktan yıkılmasına izin vermedin. Yeni rejimin helalı hoş olsun.
Ve dahi ey, ey en en akıllı millet, sen çok çok yaşa. Rejime devam…
26 Haziran 2018 Salı
KAYGI, GÖRGÜ, SİYASET, SEÇİM, SALTANAT…
KAYGI, GÖRGÜ, SİYASET, SEÇİM, SALTANAT…
Seçimlerin bizde yarattığı asıl kaygı görgü ve görmek üzerine sapmaların standart ötesinde gerçekleşmesidir. Genel tanımı itibariyle görgü yaşayarak ve deneyleyerek elde edilen birikimdir, deneyimdir. Memleketin öteden beri getirdiği temel varlığı ve uyulması gereken saygı ve incelik davranışlarının da toplamıdır. Millet evladının doğuştan edindiği yazılı olmayan terbiye silsilesidir. Görmek ise anlamak, kavramak, sezmek, yargıya varmak ve tanık olduklarına göre değerlendirip seçmektir. Ancak seçimlere bu pencereden hiç bakılmadı. Bakılmıyor…
Az veya çok bilinen haliyle son on küsur yılda inceden değiştirilen görgü kuralları maddeler halinde değerlendirilmeden, daha ilkokul hayat bilgisi kitaplarında millet çocuklarına görgü ve görmek bağlamında neler öğretiliyor gözlemlemeden, öğütlenen rol modellere derinliğine bakılmadan yapılacak tüm seçim sonuçları analizi boş olur. Çünkü saltanat kurulduğunda doğanlar ve ilkokula başlayanlar bu gün oy veriyor.
Yıllar yılı orantısız zenginleşen sonradan görmüşlerin, on yıllardır her şartta saltanatın ipine tutunanların, caka, gösteriş, şatafat, övünme gibi benzer biçimli yersiz davranışlarını normal sayan bir fakirleştirme, fakirleşme bireylerini saray çevresine ve balkon altına toplaması çok kolay. Onlar ki rüyalarında gördükleri hurafe hikmetliye inananlar, uyanıkken gördükleri halüsinasyonlara tapanlar elbette gizliden gizliye anlaşılan varidatı ve aldırmazlık içeren vaatleri göremezler. Her şeyi çok gördü bu cumhur, hep de görmezden geldi. Bu kafayla bir daha görür. Bu günden yarına bakalım Cumhurun reisi de kim olacak? Hep birlikte göreceğiz. Bakalım ittifakın kimi, kimi yönetecek…
Yeni nesil görgü ve görgü kuralları dersine seçimin gösterdiklerinden başlamak lazım. Seçim bitti. On küsur yıllık saltanat üç beş yıl daha devam edecek gibi. Gerçi seçim öncesi kimyalar iyice bozuldu. Az kalsın uzatmalı oyun ikinci turda bitiyordu. Fizikler inceden inceye yıpranmıştı. Ama birinci etapta iş bağlandı. Her şeye rağmen bu seçimler kutsalı kutsamak nasıl olurmuş bir güzel gösterdi. Gündelik hayat delirmişlikleri ve sonu başından belli çılgınlık nasıl olurmuş bir güzel ortaya serdi. Gece körlüğünden beter görmezlik nasıl para edermiş bir güzel yansıttı. Neymiş muhalefet muhabbetçiliği, muhalefetsiz harcanmışlık nasıl olurmuş bir güzel sandıklara girdi. Güngörmüşlüğün sonradan görme azmışlığı bir güzel oylara tahvil edildi.
Safa yatıp insaflı insafsız durum analizleri yapanlara bakıldığında ortalık güllük gülistanlık. Her yan süt liman. Çok yakında da gözlere sokulur. Çuvalla para, çuvalla oy, hazır demokrasi, seçim garantisi seçimler ne kadar güle güle ağlayan insanlar yaratır görülür…
Oysa hiç görülmeyenleri de görmek gerekirdi. Görülmedi. Görüldü de görmezden gelindi. Derin krizler yok sayıldı. Yoksulluk kader. Hele memleketin yerkürede gittikçe yalnızlaştırıldığı hepten yok sayıldı. Farkındalık farkı yarattı. Kaşla göz arası moral değerlerin akçalı hesaplarla birlikte sıfırlandığı hiçe sayıldı. Etik değerleri yozlaştıran ve milleti acımasızca kutuplaştıran sandık demokratlarının kandırmaca hareketliliğine kolayca prim tanındı. Oysa dünyada artık kolay para yok...
Hükümranlık bitmediğine göre şimdi on yılların hesabının, biriktikçe biriken hesabın halk oyu ile aklandığı ve yargı önünde asla verilmeyeceğini düşünenler milletin yarısı. Böyle düşünülmesin. Çünkü Milletin diğer yarısı hala ikna edilmemiş halde. Sanki daha bir kamplaşıldı. Üç beş yıl sonra verilmez sanılan hesapların verileceği hesap günleri zamanı da gelir. Alelacele, eceline sandık kahramanlığına soyunmak bir süreliğine çareydi. Bu soyunmalar kangrenleşen aymazlığa asıl deva değil, olmaz. Olamazdı.
Belki cam gibi görmemek adına candan olmasa da belli paylaştırmalarla on küsur yıllık savurganlık saltanatına destek sağlanmış, saray rejimi devam ettirilmiş olabilir. Ancak koskoca dünyayı hala herkese eşit paylaştırılamayan hayatlar belirliyor. Sarayları da bu adil olmayan dağıtma modeli yıkıyor.
Şimdi sanal söylemler havalarda uçuşurken kendi çapında atıp tutanların suskunluk zamanı. Kendini seçen cumhurdan başkasını görmemek ise sarayın ve yakin çevresinin zımni tavrı. İkide biri cebine indirenlerin çılgın projelerini hemen işleme koymayacakları ise malum durum. Nasılsa artık yeterli zaman var. Belki verilmiş sözler mahalli seçimler öncesine dek tedavülden bile kaldırılabilir.
Muhalefetin, ana muhalefetin temel taşları yerli yerine oturtması da kolay. On yılların alışılagelmiş söylemlerini görmezden gelerek aynini yeniymiş ve yeni görülmüş gibi sıralayıp günahtan kurtulmak sevaba geçmek olası. Genel doğruları dillendirmeye devam edenleri, çarpık düzene direnenleri ise görmezden gelip rahatlamak kolay.
Bu arada devlet malı ne varsa satılan bir süreçte asla satılamayan, satılsa da alıcısı çıkmaz Türkiye siyaset fabrikası kimleri emekli etmiş görmek lazım. Şimdilik ücretsiz tatile çıkarılanların da görmesi lazım. Asla sağdan sollanmaz…
Seçimlerin bizde yarattığı asıl kaygı görgü ve görmek üzerine sapmaların standart ötesinde gerçekleşmesidir. Genel tanımı itibariyle görgü yaşayarak ve deneyleyerek elde edilen birikimdir, deneyimdir. Memleketin öteden beri getirdiği temel varlığı ve uyulması gereken saygı ve incelik davranışlarının da toplamıdır. Millet evladının doğuştan edindiği yazılı olmayan terbiye silsilesidir. Görmek ise anlamak, kavramak, sezmek, yargıya varmak ve tanık olduklarına göre değerlendirip seçmektir. Ancak seçimlere bu pencereden hiç bakılmadı. Bakılmıyor…
Az veya çok bilinen haliyle son on küsur yılda inceden değiştirilen görgü kuralları maddeler halinde değerlendirilmeden, daha ilkokul hayat bilgisi kitaplarında millet çocuklarına görgü ve görmek bağlamında neler öğretiliyor gözlemlemeden, öğütlenen rol modellere derinliğine bakılmadan yapılacak tüm seçim sonuçları analizi boş olur. Çünkü saltanat kurulduğunda doğanlar ve ilkokula başlayanlar bu gün oy veriyor.
Yıllar yılı orantısız zenginleşen sonradan görmüşlerin, on yıllardır her şartta saltanatın ipine tutunanların, caka, gösteriş, şatafat, övünme gibi benzer biçimli yersiz davranışlarını normal sayan bir fakirleştirme, fakirleşme bireylerini saray çevresine ve balkon altına toplaması çok kolay. Onlar ki rüyalarında gördükleri hurafe hikmetliye inananlar, uyanıkken gördükleri halüsinasyonlara tapanlar elbette gizliden gizliye anlaşılan varidatı ve aldırmazlık içeren vaatleri göremezler. Her şeyi çok gördü bu cumhur, hep de görmezden geldi. Bu kafayla bir daha görür. Bu günden yarına bakalım Cumhurun reisi de kim olacak? Hep birlikte göreceğiz. Bakalım ittifakın kimi, kimi yönetecek…
Yeni nesil görgü ve görgü kuralları dersine seçimin gösterdiklerinden başlamak lazım. Seçim bitti. On küsur yıllık saltanat üç beş yıl daha devam edecek gibi. Gerçi seçim öncesi kimyalar iyice bozuldu. Az kalsın uzatmalı oyun ikinci turda bitiyordu. Fizikler inceden inceye yıpranmıştı. Ama birinci etapta iş bağlandı. Her şeye rağmen bu seçimler kutsalı kutsamak nasıl olurmuş bir güzel gösterdi. Gündelik hayat delirmişlikleri ve sonu başından belli çılgınlık nasıl olurmuş bir güzel ortaya serdi. Gece körlüğünden beter görmezlik nasıl para edermiş bir güzel yansıttı. Neymiş muhalefet muhabbetçiliği, muhalefetsiz harcanmışlık nasıl olurmuş bir güzel sandıklara girdi. Güngörmüşlüğün sonradan görme azmışlığı bir güzel oylara tahvil edildi.
Safa yatıp insaflı insafsız durum analizleri yapanlara bakıldığında ortalık güllük gülistanlık. Her yan süt liman. Çok yakında da gözlere sokulur. Çuvalla para, çuvalla oy, hazır demokrasi, seçim garantisi seçimler ne kadar güle güle ağlayan insanlar yaratır görülür…
Oysa hiç görülmeyenleri de görmek gerekirdi. Görülmedi. Görüldü de görmezden gelindi. Derin krizler yok sayıldı. Yoksulluk kader. Hele memleketin yerkürede gittikçe yalnızlaştırıldığı hepten yok sayıldı. Farkındalık farkı yarattı. Kaşla göz arası moral değerlerin akçalı hesaplarla birlikte sıfırlandığı hiçe sayıldı. Etik değerleri yozlaştıran ve milleti acımasızca kutuplaştıran sandık demokratlarının kandırmaca hareketliliğine kolayca prim tanındı. Oysa dünyada artık kolay para yok...
Hükümranlık bitmediğine göre şimdi on yılların hesabının, biriktikçe biriken hesabın halk oyu ile aklandığı ve yargı önünde asla verilmeyeceğini düşünenler milletin yarısı. Böyle düşünülmesin. Çünkü Milletin diğer yarısı hala ikna edilmemiş halde. Sanki daha bir kamplaşıldı. Üç beş yıl sonra verilmez sanılan hesapların verileceği hesap günleri zamanı da gelir. Alelacele, eceline sandık kahramanlığına soyunmak bir süreliğine çareydi. Bu soyunmalar kangrenleşen aymazlığa asıl deva değil, olmaz. Olamazdı.
Belki cam gibi görmemek adına candan olmasa da belli paylaştırmalarla on küsur yıllık savurganlık saltanatına destek sağlanmış, saray rejimi devam ettirilmiş olabilir. Ancak koskoca dünyayı hala herkese eşit paylaştırılamayan hayatlar belirliyor. Sarayları da bu adil olmayan dağıtma modeli yıkıyor.
Şimdi sanal söylemler havalarda uçuşurken kendi çapında atıp tutanların suskunluk zamanı. Kendini seçen cumhurdan başkasını görmemek ise sarayın ve yakin çevresinin zımni tavrı. İkide biri cebine indirenlerin çılgın projelerini hemen işleme koymayacakları ise malum durum. Nasılsa artık yeterli zaman var. Belki verilmiş sözler mahalli seçimler öncesine dek tedavülden bile kaldırılabilir.
Muhalefetin, ana muhalefetin temel taşları yerli yerine oturtması da kolay. On yılların alışılagelmiş söylemlerini görmezden gelerek aynini yeniymiş ve yeni görülmüş gibi sıralayıp günahtan kurtulmak sevaba geçmek olası. Genel doğruları dillendirmeye devam edenleri, çarpık düzene direnenleri ise görmezden gelip rahatlamak kolay.
Bu arada devlet malı ne varsa satılan bir süreçte asla satılamayan, satılsa da alıcısı çıkmaz Türkiye siyaset fabrikası kimleri emekli etmiş görmek lazım. Şimdilik ücretsiz tatile çıkarılanların da görmesi lazım. Asla sağdan sollanmaz…
SİMÜLASYON SEÇİMLER VE DÜŞKÜNLÜK İLANI…
SİMÜLASYON SEÇİMLER VE DÜŞKÜNLÜK İLANI…
Anlaşılan o ki bundan böyle bu memlekette seçim yapmaya hiç gerek kalmayacak. Zaten mevcut idari erke Milletin yarısı göbekten bağlı. Reisin arkasında değil saf değiştirmesi kıpırdaması bile mucize. Diğer yarısı ise paramparça. Sanki vandallık değil de andavallı bir durum var ortada. On yıllardır ver simülasyonu al iktidarı oyunu…
Millete şırıngalanan bu sanal dünya içindeki sahte gerçeklik modeli on yıllardır hep kabul görüyor. Simülasyon seçim bitene kadar dozu ağır afyonlanma tesiri yaratıyor. Sonrası hep ayni muamma hep benzer numara. Yani her seçim sonrası siyasetçiler hidayetçiler, uğrular buğralar, seçenler seçmeyenler, yerliler göçmenler, geçmenler seçmenler, millet memleket, medyası medyumu, sermayesi emekçisi, sepetçisi anketçisi, serini derini, çalanı çırpanı, çobanı çolpanı, illeti zilleti, velhasıl akla gelen gelmeyen herkes sus, pus. Kimse açık açık ben verdim diyemiyor. Partizan kadrolar hariç kimse verdiği oyun rengini açıklayamaz halde.
Açıklayamıyor çünkü on yıllardır çözülemeyen bir acayip çelişki var. Yaygara edildiği gibi reylerin çalınmasına hacet kalmamış bir atmosfer yaşanıyor. Çünkü resmen beyinler çalınmış durumda. Oylar çalınsa da realiteyi değiştirmez oranda bir çalmadır deniliyor, hap yutuluyor. Sonrasında konuşulanlar her zaman ki gibi atılan caka, bel kıran çalımlar. O kadar.
Allahtan dünya futbol arenası ayı. Zaten birkaç gün sonra yerel politika futboldan geri kalır. Dünya kupası kapışmaları en konuşulanlar sınıfına girer. Kılıfa uygun çalınanlar ve kıvrak çalımlar da unutulur gider. Hele kupa kaldırıldıktan sonra yalpalaması muhtemel mevcut iktidara kimin kimlerin oy verdiği anında sır olur. Hiç kimseler gelmişini geçmişini sorgulamaz. Sual sormaz. Verenler verdim demez. Vermeyenler hüzün sabahları geçtiğinde yine talanları ve keşkeleri sıralar. Toptan Milli irade ipine sığınılır. Seçim geçim arasında kalan andavallılar ise sadaka zihniyetinin kurbanı olur. Sıkılmadan utanmadan köşe başlarında yine el avuç açarlar.
İleride doğacağı kesin keşmekeşte ise tüm kamuoyu ortak bir hüznü yaşıyormuşçasına yan yana dizilir salya sümük ahları vahları tüketir. Sokaklara taşan salaş galibiyet sevinçleri ile gelen acıklı günlere kapılar aralandığı unutulur. Ve dıştan gülen yüzlere içten sokuldukça sınırlar yeniden çizilir. İçten içe yaşananlara koşut kırmızıçizgiler yeniden çekilir.
Evet, memleketi yüz yaşına bağlayacak bu minvalde fiziği, kimyası ve coğrafyası acayip derecede kaymış bir son seçim yaşandı. Bundan sonrasını yılbaşından sonra yapılacak mahalli seçimler netleştirecek. Eğer yine ayni tablo şekillenirse memlekette bir daha çok katılımlı seçim meçim olmaz…
Bu sıradan bir seçim olmayan tarihi bir tercih olan seçimi yine muhalefet kaybetti. Kazanan cenahta cemaatlerin pusulası şaştı, cemiyetler temsilde zorlandı. Alan etki tranzistoru yani feti yüksek fundamentalist yapılanış yine zirve yaptı. Daha faşizan ak cilalı bir kara tablo ortaya çıktı. Sadece Denize kıyı, denize komşu şehirlerde akıl yetisi yüksekler, simülastyonist akıllara direndi. Sapla saman çoktandır karışmıştı. Ve ortada Millete sunulacak ne sağ kaldı ne de sol.
Şimdi gecikmiş bir uyanış ve çaresizliğe çare senaryolarının havalarda uçuşmasına hiç gerek yok. Eski tas eski hamam ve ayni yağlı kaynar kazan. Öyle ki isyanlar, kırgınlıklar, öfkeler, yergiler, sergiler, övgüler, dövgüler ve sövgüler yeni bir ima ile obursu bir inada dönüşür. Ağır aksak tartışmaların altın ibresi de dibe vurur.
Dibe vurur çünkü ne kadar saklansa da her açıdan memleket dibe vurmuştur. Bu aşamada şunlar banda sokulur. Yeni rejim eski bir süreci işletmeye başlar. Taraftar gollerin ofsayt olup olmamasına bakmaz. Öylesine bariz, capcanlı yürütülen seçim kampanyalarından sonra, yanlış tercihlerle kampana çalanların hayal kırıklığı yakında yeri göğü kaplar. Partizan doğurganlığın hiç mi hiç tartışılmayışının sonucudur halay başını çekmek. Hal böyle olunca Vallahi bu iktidara ben oy vermedim diyenlerin sayısı da tüm istatistikleri zorlayan biçimde yükselen trend olur.
Bu tarihi virajda Memleketin kara gözlüklü seçmen yüzleri, memleketin seçim manzarasını bir bir belirledi. Millet talancının, koloncunun, yalancının, yalayıp yutanın peşinden sürüklendi. O sürgün Milletin ve insanlığın kurtuluşuna engel bir seçim sonucu tescilledi. Seçim geçip gitti. Ama havada hala tahammülsüzlük kokusu, geçim korkusu var…
On yıllardır yaşanan bu keşmekeşte iktidar açısından değerlendirme yapmak bize de düşer ama diyelim ki düşmez. Ama ana muhalefette bir aile içi dram yaşanacak ise keskin yorumlar yapmak sadece bize düşer. Öyle kıyı köşelere saklanıp, perde arkasından parti dizayn edip, her seçimde boylarının ölçüsünü alanlara değil. Sadece bize. Orada burada, kapalı kapılar ardında iktidara methiyeler düzüp devamında ana muhalefete çarık giydirenlere ise hiç değil. Yani edepsizlikle gelen ediple gider.
Simülasyon seçimlerden sonra şimdi sıra düşkünlüğü ilan etmekte…
Anlaşılan o ki bundan böyle bu memlekette seçim yapmaya hiç gerek kalmayacak. Zaten mevcut idari erke Milletin yarısı göbekten bağlı. Reisin arkasında değil saf değiştirmesi kıpırdaması bile mucize. Diğer yarısı ise paramparça. Sanki vandallık değil de andavallı bir durum var ortada. On yıllardır ver simülasyonu al iktidarı oyunu…
Millete şırıngalanan bu sanal dünya içindeki sahte gerçeklik modeli on yıllardır hep kabul görüyor. Simülasyon seçim bitene kadar dozu ağır afyonlanma tesiri yaratıyor. Sonrası hep ayni muamma hep benzer numara. Yani her seçim sonrası siyasetçiler hidayetçiler, uğrular buğralar, seçenler seçmeyenler, yerliler göçmenler, geçmenler seçmenler, millet memleket, medyası medyumu, sermayesi emekçisi, sepetçisi anketçisi, serini derini, çalanı çırpanı, çobanı çolpanı, illeti zilleti, velhasıl akla gelen gelmeyen herkes sus, pus. Kimse açık açık ben verdim diyemiyor. Partizan kadrolar hariç kimse verdiği oyun rengini açıklayamaz halde.
Açıklayamıyor çünkü on yıllardır çözülemeyen bir acayip çelişki var. Yaygara edildiği gibi reylerin çalınmasına hacet kalmamış bir atmosfer yaşanıyor. Çünkü resmen beyinler çalınmış durumda. Oylar çalınsa da realiteyi değiştirmez oranda bir çalmadır deniliyor, hap yutuluyor. Sonrasında konuşulanlar her zaman ki gibi atılan caka, bel kıran çalımlar. O kadar.
Allahtan dünya futbol arenası ayı. Zaten birkaç gün sonra yerel politika futboldan geri kalır. Dünya kupası kapışmaları en konuşulanlar sınıfına girer. Kılıfa uygun çalınanlar ve kıvrak çalımlar da unutulur gider. Hele kupa kaldırıldıktan sonra yalpalaması muhtemel mevcut iktidara kimin kimlerin oy verdiği anında sır olur. Hiç kimseler gelmişini geçmişini sorgulamaz. Sual sormaz. Verenler verdim demez. Vermeyenler hüzün sabahları geçtiğinde yine talanları ve keşkeleri sıralar. Toptan Milli irade ipine sığınılır. Seçim geçim arasında kalan andavallılar ise sadaka zihniyetinin kurbanı olur. Sıkılmadan utanmadan köşe başlarında yine el avuç açarlar.
İleride doğacağı kesin keşmekeşte ise tüm kamuoyu ortak bir hüznü yaşıyormuşçasına yan yana dizilir salya sümük ahları vahları tüketir. Sokaklara taşan salaş galibiyet sevinçleri ile gelen acıklı günlere kapılar aralandığı unutulur. Ve dıştan gülen yüzlere içten sokuldukça sınırlar yeniden çizilir. İçten içe yaşananlara koşut kırmızıçizgiler yeniden çekilir.
Evet, memleketi yüz yaşına bağlayacak bu minvalde fiziği, kimyası ve coğrafyası acayip derecede kaymış bir son seçim yaşandı. Bundan sonrasını yılbaşından sonra yapılacak mahalli seçimler netleştirecek. Eğer yine ayni tablo şekillenirse memlekette bir daha çok katılımlı seçim meçim olmaz…
Bu sıradan bir seçim olmayan tarihi bir tercih olan seçimi yine muhalefet kaybetti. Kazanan cenahta cemaatlerin pusulası şaştı, cemiyetler temsilde zorlandı. Alan etki tranzistoru yani feti yüksek fundamentalist yapılanış yine zirve yaptı. Daha faşizan ak cilalı bir kara tablo ortaya çıktı. Sadece Denize kıyı, denize komşu şehirlerde akıl yetisi yüksekler, simülastyonist akıllara direndi. Sapla saman çoktandır karışmıştı. Ve ortada Millete sunulacak ne sağ kaldı ne de sol.
Şimdi gecikmiş bir uyanış ve çaresizliğe çare senaryolarının havalarda uçuşmasına hiç gerek yok. Eski tas eski hamam ve ayni yağlı kaynar kazan. Öyle ki isyanlar, kırgınlıklar, öfkeler, yergiler, sergiler, övgüler, dövgüler ve sövgüler yeni bir ima ile obursu bir inada dönüşür. Ağır aksak tartışmaların altın ibresi de dibe vurur.
Dibe vurur çünkü ne kadar saklansa da her açıdan memleket dibe vurmuştur. Bu aşamada şunlar banda sokulur. Yeni rejim eski bir süreci işletmeye başlar. Taraftar gollerin ofsayt olup olmamasına bakmaz. Öylesine bariz, capcanlı yürütülen seçim kampanyalarından sonra, yanlış tercihlerle kampana çalanların hayal kırıklığı yakında yeri göğü kaplar. Partizan doğurganlığın hiç mi hiç tartışılmayışının sonucudur halay başını çekmek. Hal böyle olunca Vallahi bu iktidara ben oy vermedim diyenlerin sayısı da tüm istatistikleri zorlayan biçimde yükselen trend olur.
Bu tarihi virajda Memleketin kara gözlüklü seçmen yüzleri, memleketin seçim manzarasını bir bir belirledi. Millet talancının, koloncunun, yalancının, yalayıp yutanın peşinden sürüklendi. O sürgün Milletin ve insanlığın kurtuluşuna engel bir seçim sonucu tescilledi. Seçim geçip gitti. Ama havada hala tahammülsüzlük kokusu, geçim korkusu var…
On yıllardır yaşanan bu keşmekeşte iktidar açısından değerlendirme yapmak bize de düşer ama diyelim ki düşmez. Ama ana muhalefette bir aile içi dram yaşanacak ise keskin yorumlar yapmak sadece bize düşer. Öyle kıyı köşelere saklanıp, perde arkasından parti dizayn edip, her seçimde boylarının ölçüsünü alanlara değil. Sadece bize. Orada burada, kapalı kapılar ardında iktidara methiyeler düzüp devamında ana muhalefete çarık giydirenlere ise hiç değil. Yani edepsizlikle gelen ediple gider.
Simülasyon seçimlerden sonra şimdi sıra düşkünlüğü ilan etmekte…
22 Haziran 2018 Cuma
İZMİR GELİNCİK TARLASI…
İZMİR GELİNCİK TARLASI…
Dün İzmir'in denizi de, dağları da gelincik tarlasına döndü. Yani gavur İzmir totaliter rejim dayatmasına ve uydurma sisteme tepkisini verdi. Modern bir kent ve kentli olmanın gereğini dünya âleme gösterdi. Keyfiyetin egemenliğini resmen denize döktü. Yani İzmir, gavur İzmir bir kez daha yaptı yapacağını…
Deyim yerindeyse İzmir kimin izinden gittiğini tüm memlekete bir kez daha aşıladı. Aşılamaz denilen rekorların da bir bir kırılmasına geldi sıra. Millet memleket aşkının eveleme geveleme siyasetini yerlere serilebileceğini de bir güzel gösterdi. Bundan sonrası milletin izniyle memleketi inceden dizayn etme dönemi.
Ey gavur İzmir birilerine durduk yerde akıl vaziyet tutuşması yaşattın. Günahın çok. Sevabın alası da ise sikkenin ayarının bozulduğunu en yürekli biçimde haykırdığın için. Küresel siyaset heveslisi küp kafalılar, patates akıllılar tam anlayamaz ama ders verdin. Tek ses tek yürek ‘hükümet düşer, iktidar gider’ realitesini beyinlere kazıdın. Milleti ve memleketi yeni bir fasılın beklediğini denizden ve karadan açıkça hissettirdin. Koz, poz, sert tavır, yandan atıp tutmalar, kaçak göçek ağız dalaşlarıyla bir yere varılmayacağını da açıkça tescilledin.
Elbette mitingler gelir geçer, seçimler geçip gider. Sonuç ne olursa olsun bundan sonra İzmir'in dağlarına dağılan o saklanamaz korku, en uç noktalara dek ulaşacaktır. On yıllardır yürütülen siyaset işte o korkuyla hüsrana uğrayacaktır.
Çünkü İzmir dünya değişirken, katı durağanlaşmaya hep karşı durmuş, en incelikli yanıtı vermiştir. Verir. Verdi de. En son tek Adam kültünü Gündoğan’da paramparça etti. Artık parametreler tersine düzüne işlemeye başlayacak. Yani gavur İzmir gölge kapmaca siyasetini üç milyon nefer ile denize hapsetti. O mahşeri kalabalık İnce’den bir türkü tutturdu. Nameler çok uzaktan duyuldu ve mesaj okundu.
Can dayanmaz o türkülerle beslenen tılsımlı gün batımlarına. Ezelden ebede marşlar göğe asılı kalır. Tüm iddialara rağmen ömür törpüsü yılların bitmesine ramak kaldığında bir kez daha o anlar yaşanır. Şimdilik iktidar sınıfta kaldı. İşte son durum budur.
Sinir otu yutanlar anlayamazlar ‘İzmir'in dağlarında çiçekler açar’ cümlesinin manasını. Sarayın maiyetine katmerli başkaldırışın gerekliliğini. Ama İzmir bilir, İzmirliler bilir, Karşıyakalılar anlar ve uygular. Çünkü memleketi buhran basınca İzmir milleti ilk kurşunu atandır. İsyan kıvılcımını çakandır. Hele devlet batmış, yük ağır, yol tehlikeli ve deniz bitmiş ise gavur İzmir memleketi ayakta tutmak için kordon boyunda birleşendir. Vakti zamanı gelince denizle bütünleşir ve ulus devletin varlığını cümle aleme haykırır.
Tıpkı tarihe altın harflerle geçen geçmiş günlerdeki gibi. Bu gün de muhalefet olmanın gereğini, muhalif fikrin güzelliğini gösterdiği, adalet arayışının çelik zırhını kuşandığı, iktidar kurgusunu kuruttuğu gibi.
Çankaya yolunda İzmir'in dağları da denizi de, gelincik tarlası. Ankara İstanbul yol gözlüyor...
Başta ‘İnce Dayı’ olmak üzere Millete memlekete hakkını helal et gavur İzmir…
Dün İzmir'in denizi de, dağları da gelincik tarlasına döndü. Yani gavur İzmir totaliter rejim dayatmasına ve uydurma sisteme tepkisini verdi. Modern bir kent ve kentli olmanın gereğini dünya âleme gösterdi. Keyfiyetin egemenliğini resmen denize döktü. Yani İzmir, gavur İzmir bir kez daha yaptı yapacağını…
Deyim yerindeyse İzmir kimin izinden gittiğini tüm memlekete bir kez daha aşıladı. Aşılamaz denilen rekorların da bir bir kırılmasına geldi sıra. Millet memleket aşkının eveleme geveleme siyasetini yerlere serilebileceğini de bir güzel gösterdi. Bundan sonrası milletin izniyle memleketi inceden dizayn etme dönemi.
Ey gavur İzmir birilerine durduk yerde akıl vaziyet tutuşması yaşattın. Günahın çok. Sevabın alası da ise sikkenin ayarının bozulduğunu en yürekli biçimde haykırdığın için. Küresel siyaset heveslisi küp kafalılar, patates akıllılar tam anlayamaz ama ders verdin. Tek ses tek yürek ‘hükümet düşer, iktidar gider’ realitesini beyinlere kazıdın. Milleti ve memleketi yeni bir fasılın beklediğini denizden ve karadan açıkça hissettirdin. Koz, poz, sert tavır, yandan atıp tutmalar, kaçak göçek ağız dalaşlarıyla bir yere varılmayacağını da açıkça tescilledin.
Elbette mitingler gelir geçer, seçimler geçip gider. Sonuç ne olursa olsun bundan sonra İzmir'in dağlarına dağılan o saklanamaz korku, en uç noktalara dek ulaşacaktır. On yıllardır yürütülen siyaset işte o korkuyla hüsrana uğrayacaktır.
Çünkü İzmir dünya değişirken, katı durağanlaşmaya hep karşı durmuş, en incelikli yanıtı vermiştir. Verir. Verdi de. En son tek Adam kültünü Gündoğan’da paramparça etti. Artık parametreler tersine düzüne işlemeye başlayacak. Yani gavur İzmir gölge kapmaca siyasetini üç milyon nefer ile denize hapsetti. O mahşeri kalabalık İnce’den bir türkü tutturdu. Nameler çok uzaktan duyuldu ve mesaj okundu.
Can dayanmaz o türkülerle beslenen tılsımlı gün batımlarına. Ezelden ebede marşlar göğe asılı kalır. Tüm iddialara rağmen ömür törpüsü yılların bitmesine ramak kaldığında bir kez daha o anlar yaşanır. Şimdilik iktidar sınıfta kaldı. İşte son durum budur.
Sinir otu yutanlar anlayamazlar ‘İzmir'in dağlarında çiçekler açar’ cümlesinin manasını. Sarayın maiyetine katmerli başkaldırışın gerekliliğini. Ama İzmir bilir, İzmirliler bilir, Karşıyakalılar anlar ve uygular. Çünkü memleketi buhran basınca İzmir milleti ilk kurşunu atandır. İsyan kıvılcımını çakandır. Hele devlet batmış, yük ağır, yol tehlikeli ve deniz bitmiş ise gavur İzmir memleketi ayakta tutmak için kordon boyunda birleşendir. Vakti zamanı gelince denizle bütünleşir ve ulus devletin varlığını cümle aleme haykırır.
Tıpkı tarihe altın harflerle geçen geçmiş günlerdeki gibi. Bu gün de muhalefet olmanın gereğini, muhalif fikrin güzelliğini gösterdiği, adalet arayışının çelik zırhını kuşandığı, iktidar kurgusunu kuruttuğu gibi.
Çankaya yolunda İzmir'in dağları da denizi de, gelincik tarlası. Ankara İstanbul yol gözlüyor...
Başta ‘İnce Dayı’ olmak üzere Millete memlekete hakkını helal et gavur İzmir…
21 Haziran 2018 Perşembe
YİĞİT MUHTAÇ OLDU KURU SOĞANA…
YİĞİT MUHTAÇ OLDU KURU SOĞANA…
Kısık ateşte pişen siyaset İnce’den harlanınca uyarına gelen her konunun bir şekilde soğana bağlandığı gibi dibi tutan siyasette çaresizliğini soğana bağladı. Seçime üç beş kala soğan kuru, dolar kurunu geçti. Yani on yıllardan sonra rakamları delirten boyutta büyüdüğü söylenen memlekette nihayet ‘Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana…’ hali de başa geldi…
Başa bunun neden geldiği ise çok açık. Gerçi soğan kardeşliğinin patates kafalıları anlamamakta dirense de, bir dörtlük yeter işin gerçek yüzünü görmeye, anlamaya; “Yoksulun sırtından doyan doyana, Bunu gören yürek nasıl dayana, Yiğit Muhtaç Olmuş Kuru Soğana, Bilmem söylesem mi söylemesem mi?” Onca akıl yorulan projeler, üretilen planlar, tepeden tırnağa yapılan siyasetin özü bu. Soğanın cücüğü edebiyatı…
Bir memlekette gariban öğünü ‘soğan ekmek’ yemek bile lüks olmuşsa, soyup soğana çevirme üzerine tezler yazılacak bir ortamdan geçiliyor demektir. Deniz bitmiş demektir. Yandaşlarca dillendirilen yüz yılın kara mizah malzemesi ‘soğan lobisi’ millet ve memleket üzerinde hedef şaşırtıyor demektir. Soğan lobisi mevcut iktidara egemen güçlerin direktifiyle ince ayar çekiyor demektir.
Eğer temmuz ortası ‘İnce Dayı’ cumhurbaşkanlığını alacak ise ki alacağı kuvvetle muhtemel bu bir nebze de olsa ‘soğan lobisi’nin eseridir diyenler çıkacak demektir…
On yıllardır hükümetin başta fındık üreticisi olmak üzere tüm tarım ürünleri üreticisini yok saydığı için, tüm tarım ürünlerindeki aracılık-komisyonculuk düzenine göz yumduğu için asla değildir bu enkaz. Her gün yeni bir tarım ürünü üzerine zamklanan bu zamlar sadece dış lobilerin kombinasyonudur. İthal et kurtul akıl satmasıdır. Kazanç tekelde toplansın.
Oysa müstahsil kuru soğana muhtaç. Ekiciler ekili tarım alanlarını ekmeyip kara geçiyor, ekip zarar ediyor. Durum bu değildir yani. Üretime destek sıfır olunca, üreticiye de mazot altı liraya verilince, ekim alanlarında düşme yaşandıkça, Pazardaki fiyatlarda zirve yapıyor demek ise lobilere hizmettir.
Dökme soğanın kilosu kalitesine göre beş lira ile dokuz lira arasında gitti gidiyor. Taze patates soğana denk fiyatlanıyor. Bakansal düzeydeki siyaset spekülatörleri ise anında teoriler düzmeye başlıyor. Umurda değil soğanın kilo fiyatı geçen yıla göre yüzde üç yüzlere dayanmış. Siyaset akarı tıkanmak üzere. Dert o dert.
Mevcut iktidarın alabildiğine faydalandığı ve yandaşlarına paylaştırdığı siyaset akarı durmaya yakın soğan akarına bağlandı tüm mesele. On yıllardır iktidara destek olan soğan siyasetçiler ve patates kafalar soğan akarı ince hastalığına tutuldular.
Soğan akarı; Çürümekte olan soğanlar üzerinde bulunan ve bu soğanlarla temas eden insanlarda deri yangısına neden olan akar türü demek. Akar ve yakar bir durum yani. Zambakgillerden tat almak ve tat vermek üzere kurulu bir doğal denge var doğada. Giderayak o da bozuldu.
Bozuldu çünkü ‘Sakala soğan doğramak’ tan yana olanların da sonu gelmek üzere. Kalıplaşmış ve genellenmiş zenginliğin de bir sonu vardır elbette.
Temmuz ortası memlekete ince ayar çekildiğinde soğanın cücüğünü de artık garibanlar yiyecek…
Kısık ateşte pişen siyaset İnce’den harlanınca uyarına gelen her konunun bir şekilde soğana bağlandığı gibi dibi tutan siyasette çaresizliğini soğana bağladı. Seçime üç beş kala soğan kuru, dolar kurunu geçti. Yani on yıllardan sonra rakamları delirten boyutta büyüdüğü söylenen memlekette nihayet ‘Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana…’ hali de başa geldi…
Başa bunun neden geldiği ise çok açık. Gerçi soğan kardeşliğinin patates kafalıları anlamamakta dirense de, bir dörtlük yeter işin gerçek yüzünü görmeye, anlamaya; “Yoksulun sırtından doyan doyana, Bunu gören yürek nasıl dayana, Yiğit Muhtaç Olmuş Kuru Soğana, Bilmem söylesem mi söylemesem mi?” Onca akıl yorulan projeler, üretilen planlar, tepeden tırnağa yapılan siyasetin özü bu. Soğanın cücüğü edebiyatı…
Bir memlekette gariban öğünü ‘soğan ekmek’ yemek bile lüks olmuşsa, soyup soğana çevirme üzerine tezler yazılacak bir ortamdan geçiliyor demektir. Deniz bitmiş demektir. Yandaşlarca dillendirilen yüz yılın kara mizah malzemesi ‘soğan lobisi’ millet ve memleket üzerinde hedef şaşırtıyor demektir. Soğan lobisi mevcut iktidara egemen güçlerin direktifiyle ince ayar çekiyor demektir.
Eğer temmuz ortası ‘İnce Dayı’ cumhurbaşkanlığını alacak ise ki alacağı kuvvetle muhtemel bu bir nebze de olsa ‘soğan lobisi’nin eseridir diyenler çıkacak demektir…
On yıllardır hükümetin başta fındık üreticisi olmak üzere tüm tarım ürünleri üreticisini yok saydığı için, tüm tarım ürünlerindeki aracılık-komisyonculuk düzenine göz yumduğu için asla değildir bu enkaz. Her gün yeni bir tarım ürünü üzerine zamklanan bu zamlar sadece dış lobilerin kombinasyonudur. İthal et kurtul akıl satmasıdır. Kazanç tekelde toplansın.
Oysa müstahsil kuru soğana muhtaç. Ekiciler ekili tarım alanlarını ekmeyip kara geçiyor, ekip zarar ediyor. Durum bu değildir yani. Üretime destek sıfır olunca, üreticiye de mazot altı liraya verilince, ekim alanlarında düşme yaşandıkça, Pazardaki fiyatlarda zirve yapıyor demek ise lobilere hizmettir.
Dökme soğanın kilosu kalitesine göre beş lira ile dokuz lira arasında gitti gidiyor. Taze patates soğana denk fiyatlanıyor. Bakansal düzeydeki siyaset spekülatörleri ise anında teoriler düzmeye başlıyor. Umurda değil soğanın kilo fiyatı geçen yıla göre yüzde üç yüzlere dayanmış. Siyaset akarı tıkanmak üzere. Dert o dert.
Mevcut iktidarın alabildiğine faydalandığı ve yandaşlarına paylaştırdığı siyaset akarı durmaya yakın soğan akarına bağlandı tüm mesele. On yıllardır iktidara destek olan soğan siyasetçiler ve patates kafalar soğan akarı ince hastalığına tutuldular.
Soğan akarı; Çürümekte olan soğanlar üzerinde bulunan ve bu soğanlarla temas eden insanlarda deri yangısına neden olan akar türü demek. Akar ve yakar bir durum yani. Zambakgillerden tat almak ve tat vermek üzere kurulu bir doğal denge var doğada. Giderayak o da bozuldu.
Bozuldu çünkü ‘Sakala soğan doğramak’ tan yana olanların da sonu gelmek üzere. Kalıplaşmış ve genellenmiş zenginliğin de bir sonu vardır elbette.
Temmuz ortası memlekete ince ayar çekildiğinde soğanın cücüğünü de artık garibanlar yiyecek…
20 Haziran 2018 Çarşamba
MEYDAN, BALKON, TERAS ÜÇGENİ…
MEYDAN, BALKON, TERAS ÜÇGENİ…
Bir Cumhurbaşkanı Adayı tarafından; ‘Bir siyasetçi derki, meydan dolu ise durum iyidir, balkonlar dolu ise durum çok iyidir, çatılar dolu ise kazandın demektir…’ repliğini dillendirilince mevcut iktidarın kazandığı her seçim ardından yapılan o Balkon konuşmaları aklımıza geldi. Ve on küsur yıldır her seçim sonrası dikkat çektiğimiz o ‘Balkon hikâyeleri’…
‘Bizim Muharrem’ seksen bir milyonun ‘Muharrem’i olmaya gün sayarken on yıllardır çılgınca bir hırs ve doyumsuzluk eseri sevinçten donmuş yüzlerin bir bir çıktığı o Saraysı Balkon konuşmaları bu kez olmayacakmış algısı ağır basmaya başladı. Hem de o eşsiz şatafata devasa bir saray hazırlanmışken, balkonu da gepgenişken. Bu kez Saray yaya kaldı, kalacak gibi.
Şu batağa sürüklenen koca memleket atmosferinde yıllardır Millete rahat bir nefes almak için balkona çıkmak, kendi evinin balkonunda bile serinlemek haram oldu. Çünkü her seçimde muhalefet balkonları içindekilerle birlikte çöktü. Diğer tarafta, saray balkonundaki sefayı, temaşayı izlemek ise asapları bozduğundan balkonlara küsüldü.
Mevcut iktidarın Balkon sefası tam da kronik balkon sevdasına dönüşecekken sözde ileri demokrasi cereyanı başta muktedirleri çarptı. Cümle âlem çıkılan Balkondan Millet unutulup her zamanki gibi sadece yandaşlara bal damlayacakken memleketin artık saraysı balkon zihniyeti ile yönetilemeyeceği, yönetilemediği alenen sabitlendi. Meydan, balkon, teras üçgeni bu kez ters tepti.
Her işe maydanoz olanların anlayacağı dilden anlatmak gerekirse sadece iktidarın elini güçlendirme görevi bu kez son bulacak sanki. İnceden ittifak hesaplı muhalefeti zayıflatma senaryoları bu kez tutmadı. Uzlaşı hoşgörü masal olmaktan çıktı. Millet reklamlara dâhil edildi. On yıllardır milletin dört gözle beklediği icraatları yapacak bir düzenek oluştu.
Şimdi kendini dar çerçeveli etrafıyla saraylı balkon sefasına kaptıranlar, Millet meydanlara indiğinde kendilerine çekidüzen vermeliler. Eğer Millet balkonlara yerleştiyse işin rengi inceden değişti demektir. Aşırı dikkat etmeliler. Hele de Millet terasları çatıları hıncahınç doldurduysa iş işten geçiyor demektir. Dikkat de yetmez. Çare de bulunmaz. Pür telaş işte o zaman başlar. Başladı da.
İşte ‘Bizim Muharrem’ bu sıkıntılı atmosferde meydanları hıncahınç doldurdu. Millet Balkonlara çıktı. Balkonlarda da yer kalmayınca çatılar teraslar Millete dar geldi. Yer gök hayatın gerçekleri ile yüzleşti. Millet Balkondan ahali nasıl görünür ve görür bizzat yerinde teşhis etti. Balkonlar ilk kez bir çıkıntı mekân olmaktan uzaklaştı. Her seçim sonrası can yakan o nostaljik balkonlardan uzaklaşmak lazım. Çünkü mizah yüklü veya trajedik hikâyeler barındıran seviyeye bir derece kaldığı besbelli.
O yıkılası balkonlar ki tarihin engin yapraklarına nice balkon hikâyeleri yazdırmıştır;
“Orta Avrupa’da sıfır borçlu bir ülke.. Bir kenarı Karadeniz. Tuna içinden geçiyor. Ülkenin çavuşu Tuna’yı, Tuna’ya açtığı kanalları ve Karadeniz’i kullanarak Kuzey Afrika’nın ve Ortadoğu’nun Müslüman ülkelerinin ham petrolünü işliyor. İyi kazanıyor. Ülkesi Demirperde’nin en rahatı. Çavuş varını yoğunu ülkenin ıslahına, kentleşmesine, modernleşmesine harcıyor. Eğitim, sağlık, konut bedava. Herkese iş var. Her şehrin girişinde devasa fabrika, kooperatif, kombine bacaları karşılıyor insanı. Bir kanallar-kanaletler cenneti inşa ediyor. Ülkesi tarım ve sulama alanında bir numara. Ülkesini sıkmamış, fazla bunaltmamış. Ahlaklı bir insan topluluğu yaratıyor.
Şimdilerde adı diktatör diye anılan Çavuş yeni bir petrol bağlantısı için yurtdışında. Kaynıyor, kanıyor Orta Avrupa. Sözde özgürlük hareketi, revolution sarmış her yeri. Sıçrıyor çavuşun ülkesine de. Duyar duymaz geliyor. Çıkıyor sarayının balkonuna. ‘Yoldaşlar’ diyor isyancı yığınlara. Ama en güvendiği ve yıllarca birinci sınıf yaşattığı madenciler kıvılcımı çakıyor. Yurttaşlar diyor homurtu gitgide artıyor. Hiç alışkın olmadığı bir ortam var çavuşun karşısında. Kelimeler ağzında yol bulamıyor, dili dolaşıyor. Üstelik yaşlılık da var serde. Afallıyor, şaşırıyor, titriyor, eli ayağına dolaşıyor. Balkondaki yol arkadaşlarına bakıyor son bir umutla. fakat renk veren yok. Hesap çoktan kesilmiş. ‘Evlatlarım’ diyor çaresizlik içinde kıvranarak. Çavuşu dinleyen yok, kargaşa sarayın duvarlarına dayanıyor.
Ve saray yakılıyor, talan ediliyor. Övünülen sistem de çöküyor…
Ve evlatları çavuşu uyduruk bir mahkemede, üç beş kişiyle yargıladıktan sonra ilerde bin pişmanlık duydukları bir karara imza atıyorlar. İdama mahkûm ediyorlar çavuşu ve eşini. Eşi ‘Hani evlatlarındı bunlar, ben dönmeyelim derken onlar benim evladım bana bir şey yapmazlar diyordun ne oldu şimdi. Oğullarım o sizin babanız’ diye haykırıyor. Çavuş fısıldayan bir sesle eşine ‘ Olsun onlar yine de benim evlatlarım. Evlatlarım siz ne yaptığınızın farkında mısınız, siz kendinizde değilsiniz’ diyor. Ve kuşuna diziliyorlar, karı koca el ele…”
Meydan, balkon, çatı teras üçgeninde Millet ağları örünce reklamlar bitti, biter. O meşhur balkon sefaları da yarım kalır. Ve Millet tarihten ve on küsur yıldır balkon konuşmalarından aldığı dersle başka balkon konuşmaları da istemez.
Zaten ‘Bizim Muharrem’ Külliyeli Saray'da yaşamaz. O Saraydan Balkon konuşması da yapmaz. Yapmamalı…
Bir Cumhurbaşkanı Adayı tarafından; ‘Bir siyasetçi derki, meydan dolu ise durum iyidir, balkonlar dolu ise durum çok iyidir, çatılar dolu ise kazandın demektir…’ repliğini dillendirilince mevcut iktidarın kazandığı her seçim ardından yapılan o Balkon konuşmaları aklımıza geldi. Ve on küsur yıldır her seçim sonrası dikkat çektiğimiz o ‘Balkon hikâyeleri’…
‘Bizim Muharrem’ seksen bir milyonun ‘Muharrem’i olmaya gün sayarken on yıllardır çılgınca bir hırs ve doyumsuzluk eseri sevinçten donmuş yüzlerin bir bir çıktığı o Saraysı Balkon konuşmaları bu kez olmayacakmış algısı ağır basmaya başladı. Hem de o eşsiz şatafata devasa bir saray hazırlanmışken, balkonu da gepgenişken. Bu kez Saray yaya kaldı, kalacak gibi.
Şu batağa sürüklenen koca memleket atmosferinde yıllardır Millete rahat bir nefes almak için balkona çıkmak, kendi evinin balkonunda bile serinlemek haram oldu. Çünkü her seçimde muhalefet balkonları içindekilerle birlikte çöktü. Diğer tarafta, saray balkonundaki sefayı, temaşayı izlemek ise asapları bozduğundan balkonlara küsüldü.
Mevcut iktidarın Balkon sefası tam da kronik balkon sevdasına dönüşecekken sözde ileri demokrasi cereyanı başta muktedirleri çarptı. Cümle âlem çıkılan Balkondan Millet unutulup her zamanki gibi sadece yandaşlara bal damlayacakken memleketin artık saraysı balkon zihniyeti ile yönetilemeyeceği, yönetilemediği alenen sabitlendi. Meydan, balkon, teras üçgeni bu kez ters tepti.
Her işe maydanoz olanların anlayacağı dilden anlatmak gerekirse sadece iktidarın elini güçlendirme görevi bu kez son bulacak sanki. İnceden ittifak hesaplı muhalefeti zayıflatma senaryoları bu kez tutmadı. Uzlaşı hoşgörü masal olmaktan çıktı. Millet reklamlara dâhil edildi. On yıllardır milletin dört gözle beklediği icraatları yapacak bir düzenek oluştu.
Şimdi kendini dar çerçeveli etrafıyla saraylı balkon sefasına kaptıranlar, Millet meydanlara indiğinde kendilerine çekidüzen vermeliler. Eğer Millet balkonlara yerleştiyse işin rengi inceden değişti demektir. Aşırı dikkat etmeliler. Hele de Millet terasları çatıları hıncahınç doldurduysa iş işten geçiyor demektir. Dikkat de yetmez. Çare de bulunmaz. Pür telaş işte o zaman başlar. Başladı da.
İşte ‘Bizim Muharrem’ bu sıkıntılı atmosferde meydanları hıncahınç doldurdu. Millet Balkonlara çıktı. Balkonlarda da yer kalmayınca çatılar teraslar Millete dar geldi. Yer gök hayatın gerçekleri ile yüzleşti. Millet Balkondan ahali nasıl görünür ve görür bizzat yerinde teşhis etti. Balkonlar ilk kez bir çıkıntı mekân olmaktan uzaklaştı. Her seçim sonrası can yakan o nostaljik balkonlardan uzaklaşmak lazım. Çünkü mizah yüklü veya trajedik hikâyeler barındıran seviyeye bir derece kaldığı besbelli.
O yıkılası balkonlar ki tarihin engin yapraklarına nice balkon hikâyeleri yazdırmıştır;
“Orta Avrupa’da sıfır borçlu bir ülke.. Bir kenarı Karadeniz. Tuna içinden geçiyor. Ülkenin çavuşu Tuna’yı, Tuna’ya açtığı kanalları ve Karadeniz’i kullanarak Kuzey Afrika’nın ve Ortadoğu’nun Müslüman ülkelerinin ham petrolünü işliyor. İyi kazanıyor. Ülkesi Demirperde’nin en rahatı. Çavuş varını yoğunu ülkenin ıslahına, kentleşmesine, modernleşmesine harcıyor. Eğitim, sağlık, konut bedava. Herkese iş var. Her şehrin girişinde devasa fabrika, kooperatif, kombine bacaları karşılıyor insanı. Bir kanallar-kanaletler cenneti inşa ediyor. Ülkesi tarım ve sulama alanında bir numara. Ülkesini sıkmamış, fazla bunaltmamış. Ahlaklı bir insan topluluğu yaratıyor.
Şimdilerde adı diktatör diye anılan Çavuş yeni bir petrol bağlantısı için yurtdışında. Kaynıyor, kanıyor Orta Avrupa. Sözde özgürlük hareketi, revolution sarmış her yeri. Sıçrıyor çavuşun ülkesine de. Duyar duymaz geliyor. Çıkıyor sarayının balkonuna. ‘Yoldaşlar’ diyor isyancı yığınlara. Ama en güvendiği ve yıllarca birinci sınıf yaşattığı madenciler kıvılcımı çakıyor. Yurttaşlar diyor homurtu gitgide artıyor. Hiç alışkın olmadığı bir ortam var çavuşun karşısında. Kelimeler ağzında yol bulamıyor, dili dolaşıyor. Üstelik yaşlılık da var serde. Afallıyor, şaşırıyor, titriyor, eli ayağına dolaşıyor. Balkondaki yol arkadaşlarına bakıyor son bir umutla. fakat renk veren yok. Hesap çoktan kesilmiş. ‘Evlatlarım’ diyor çaresizlik içinde kıvranarak. Çavuşu dinleyen yok, kargaşa sarayın duvarlarına dayanıyor.
Ve saray yakılıyor, talan ediliyor. Övünülen sistem de çöküyor…
Ve evlatları çavuşu uyduruk bir mahkemede, üç beş kişiyle yargıladıktan sonra ilerde bin pişmanlık duydukları bir karara imza atıyorlar. İdama mahkûm ediyorlar çavuşu ve eşini. Eşi ‘Hani evlatlarındı bunlar, ben dönmeyelim derken onlar benim evladım bana bir şey yapmazlar diyordun ne oldu şimdi. Oğullarım o sizin babanız’ diye haykırıyor. Çavuş fısıldayan bir sesle eşine ‘ Olsun onlar yine de benim evlatlarım. Evlatlarım siz ne yaptığınızın farkında mısınız, siz kendinizde değilsiniz’ diyor. Ve kuşuna diziliyorlar, karı koca el ele…”
Meydan, balkon, çatı teras üçgeninde Millet ağları örünce reklamlar bitti, biter. O meşhur balkon sefaları da yarım kalır. Ve Millet tarihten ve on küsur yıldır balkon konuşmalarından aldığı dersle başka balkon konuşmaları da istemez.
Zaten ‘Bizim Muharrem’ Külliyeli Saray'da yaşamaz. O Saraydan Balkon konuşması da yapmaz. Yapmamalı…
17 Haziran 2018 Pazar
BEN BABAMLA İLK MİTİNGE GİTTİĞİMDE…
BEN BABAMLA İLK MİTİNGE GİTTİĞİMDE…
Seçimlere tam bir hafta kala, iktidar adına mitinglerin hiç de iyi gitmediği açık seçik ortada. Tüm devlet gücüne karşın, Mit, hit, git bağlamında kıyasıya kurgulamaya rağmen saray mitingleri gerilemiş, dağılma sürecine evrilmiş durumda. Ayrıca saat öğleden sonrayı vurduğunda dışarıda sel beklentisi yüksek yağmur sağanaklayacağı endişesi de katılımları kendiliğinden güdükleştiriyor. Kimsenin yağan yağmurda beraber yürümek derdi filan kalmamış gibi. Sözde büyük iktidar mitingleri sular altında mahsur kalacak görüntüsü veriyor. Zaten müşterisi de iyice azalmış.
Millet mitingleri ise kırk yıl öncesinin heyecanını yakalamış, inceden yıkılıyor. Millet tüm zorlamalara ve ağır baskıya aldırmadan sular seller gibi mitinglere akıyor. Benim uzun yıllar öncesi babam ile ilk mitinge gittiğim gibi. Yıl yetmişlerin ikinci yarısı ve soldan esen sıcak bir rüzgâra kapılmış Milletin mitinglere alıştığı dönem. Memleket kendini mitinglerde ifade edebiliyordu. Atadan, babadan partili babam, iyi bir Halkçıydı. Yaşım on küsurken ilk mitingime götürdü beni. Karaoğlan mitingi. Sanki Deniz kızım ile aynı yaşlardayım. İşte o gariban çocuk halimle ben, babamla ilk mitinge gittiğimde eşsiz masal kahramanlarını tanıdım. Sonsuzlukta bir yerlerde nadasa ve rüzgârlara bırakılmış maviliklerde kara tiran sarayına al tırpanını sallayıp, doru at koşturan kasketliyi. Ve kasketliyi dağlara taşlara yazan isimsiz kahramanları…
İşte o mitingle, doğruluk ve dürüstlük abidesi Babam ile klas duruşlu ve asil ruhlu kara bıyıklı kasketli sayesinde Sol oldum. Solcu oldum. Beynelmilel oldum. Onlar Dinli imanlı bir beynelmilel olarak atlas maviliğe kanatlandıklarında iyice yalnızlaştım. Yüküm de ağırlaştı. Son yıllarda hayatın içinde debelenirken, zor anlarda hep babamın beynelmilel duruşuna rastladım. Bana onlar omuz verdiler. En dirençli, en samimi ve en güler yüzlü ‘Yolcu yolunda gerek yavrum’ dediler. Onlar sayesinde yolumdan hiç dönmedim.
Seksen başlarında 12 Eylül faşist darbesine kurban giden gençlik yıllarımızdan sonra da atadan babadan partili olduk. Yani partililiğimiz ata baba yadigârı. Ne yazık ki on yıllarca daraldıkça daralan, inceden yaralayan tam adaletsiz nice kısır döngüler yaşadık. Yılmadan nice mitinglere savrulduk. Havalı havai fişeklerle renklendirilen sahte atmosfer ve kuru gürültü dağıldığında, anlık parlayıcılar da bir bir söndüğünde mitingler de öksüz kaldı. Mitingciler de.
Yine de yıllar yılı hiç yılmadan çok, pek çok mitinglere katıldım. Ama o ilk mitingden aklıma, yüreğime perçinlenen beynelmilel babamın gururlu duruşunu ve akan suları durdurup tersine yol veren, toprağın susamışlığını gideren kara yağız delikanlıyı hiç unutamadım. Her mitinge gidişimde, babamla ilk mitinge gittiğim o özgürlükçü havayı soludum.
Yıllar yılı bin bir çile çekip, kırklara erdikten sonra tam solduk, soluksuz kaldık derken tünelin ucunda bir ışık görüldü. Kırk yıldan sonra nota ölümdür, rota gölgesinden korkmaktır misali zaman aniden tersine döndü. Bir yiğit çıktı meydana. Ve Milletçe yetmişlerin o ikinci yarısında meydanlara sığmayan mitinglerin ince hastalığına tutulduk. Eksik notayı aramak ve tuşlara kıvamında basmak için yollara düşüldü. Kaçak sarayında piyano başındaki karunun görevinin sona ermek üzere olduğunun bilincine varıldı. Zaten mitingler hakkınca ve usulünce işini görür ve gider. İşini hiç yarım bırakmaz. Pozitif inançlar ve hürriyet çıtası yükseldikçe uzatmaları oynayanlar da evrenin zerresine karışır. Tırpanın sivri ucu gelir onları bulur ve inceden çizer.
Yani seçimleri kim kazanırsa kazansın bir hafta sonra ayni millet, başka bir memleket olacağı kesin. Az zaman var. On yıllardır kuyruklu yalanlarla milletin aklına serpilen vazgeçilmezlik, saklanan gerçeklerin mitinglerde ortaya serilmesiyle yerle bir oluyor. Millet işin iç yüzüne uyanıyor ve anlayacak.
Sanki altın varaklı saraylarda istiflenmiş ne varsa ince bir dokunuşla sapla samana dönüşüyor. Aklını sevdiğim beynelmilel babam, zamansız ve mekânsız o derin boyuta devrilmeseydin birlikte giderdik kırk yıldır beklenen o muhalifliği muhteşem mitinglere. Akıl yolunda iki yolcu, iki beynelmilel olarak. Olası dip dalgalarının nabzını tutardık birlikte. Dünyada, bölgede ve memleket de dönen dolaplara, azgınlığa ve başıbozukluğa birikmiş isyanımızı haykırırdık hep bir ağızdan. Hep dediğin gibi ‘geçer be yavrum’ çizgisinde, dönüşü olmayan gidişleri gözlemlerdik Milletin suretinden.
Babaların kralı babam, sanki tarih tekerrürden ibarettir tuttu. Sanki yetmişlerin ikinci yarısı yaşanıyor. Bıçak kemiğe dayanınca alay, kalay, saray, dinlemiyor hiç kimse. Millet yine mitinglere akın ediyor. Kara karanlıklar aralanıyor. Saray ittifakına inat Millet mitinglere doluyor.
Babam siyasete yirmi dört ayar çekilecek, siyasetin İnceldiği yerden kopacağı o son günün arifesinde Yeditepeli şehrin bir tepesindeki büyük mitingde buluşalım. Kara bıyıklı kasketliyi de getir. Ben de seninle ilk mitinge gittiğim gibi Deniz kızımla geleyim. Her günümüz düğün bayram olsun…
Seçimlere tam bir hafta kala, iktidar adına mitinglerin hiç de iyi gitmediği açık seçik ortada. Tüm devlet gücüne karşın, Mit, hit, git bağlamında kıyasıya kurgulamaya rağmen saray mitingleri gerilemiş, dağılma sürecine evrilmiş durumda. Ayrıca saat öğleden sonrayı vurduğunda dışarıda sel beklentisi yüksek yağmur sağanaklayacağı endişesi de katılımları kendiliğinden güdükleştiriyor. Kimsenin yağan yağmurda beraber yürümek derdi filan kalmamış gibi. Sözde büyük iktidar mitingleri sular altında mahsur kalacak görüntüsü veriyor. Zaten müşterisi de iyice azalmış.
Millet mitingleri ise kırk yıl öncesinin heyecanını yakalamış, inceden yıkılıyor. Millet tüm zorlamalara ve ağır baskıya aldırmadan sular seller gibi mitinglere akıyor. Benim uzun yıllar öncesi babam ile ilk mitinge gittiğim gibi. Yıl yetmişlerin ikinci yarısı ve soldan esen sıcak bir rüzgâra kapılmış Milletin mitinglere alıştığı dönem. Memleket kendini mitinglerde ifade edebiliyordu. Atadan, babadan partili babam, iyi bir Halkçıydı. Yaşım on küsurken ilk mitingime götürdü beni. Karaoğlan mitingi. Sanki Deniz kızım ile aynı yaşlardayım. İşte o gariban çocuk halimle ben, babamla ilk mitinge gittiğimde eşsiz masal kahramanlarını tanıdım. Sonsuzlukta bir yerlerde nadasa ve rüzgârlara bırakılmış maviliklerde kara tiran sarayına al tırpanını sallayıp, doru at koşturan kasketliyi. Ve kasketliyi dağlara taşlara yazan isimsiz kahramanları…
İşte o mitingle, doğruluk ve dürüstlük abidesi Babam ile klas duruşlu ve asil ruhlu kara bıyıklı kasketli sayesinde Sol oldum. Solcu oldum. Beynelmilel oldum. Onlar Dinli imanlı bir beynelmilel olarak atlas maviliğe kanatlandıklarında iyice yalnızlaştım. Yüküm de ağırlaştı. Son yıllarda hayatın içinde debelenirken, zor anlarda hep babamın beynelmilel duruşuna rastladım. Bana onlar omuz verdiler. En dirençli, en samimi ve en güler yüzlü ‘Yolcu yolunda gerek yavrum’ dediler. Onlar sayesinde yolumdan hiç dönmedim.
Seksen başlarında 12 Eylül faşist darbesine kurban giden gençlik yıllarımızdan sonra da atadan babadan partili olduk. Yani partililiğimiz ata baba yadigârı. Ne yazık ki on yıllarca daraldıkça daralan, inceden yaralayan tam adaletsiz nice kısır döngüler yaşadık. Yılmadan nice mitinglere savrulduk. Havalı havai fişeklerle renklendirilen sahte atmosfer ve kuru gürültü dağıldığında, anlık parlayıcılar da bir bir söndüğünde mitingler de öksüz kaldı. Mitingciler de.
Yine de yıllar yılı hiç yılmadan çok, pek çok mitinglere katıldım. Ama o ilk mitingden aklıma, yüreğime perçinlenen beynelmilel babamın gururlu duruşunu ve akan suları durdurup tersine yol veren, toprağın susamışlığını gideren kara yağız delikanlıyı hiç unutamadım. Her mitinge gidişimde, babamla ilk mitinge gittiğim o özgürlükçü havayı soludum.
Yıllar yılı bin bir çile çekip, kırklara erdikten sonra tam solduk, soluksuz kaldık derken tünelin ucunda bir ışık görüldü. Kırk yıldan sonra nota ölümdür, rota gölgesinden korkmaktır misali zaman aniden tersine döndü. Bir yiğit çıktı meydana. Ve Milletçe yetmişlerin o ikinci yarısında meydanlara sığmayan mitinglerin ince hastalığına tutulduk. Eksik notayı aramak ve tuşlara kıvamında basmak için yollara düşüldü. Kaçak sarayında piyano başındaki karunun görevinin sona ermek üzere olduğunun bilincine varıldı. Zaten mitingler hakkınca ve usulünce işini görür ve gider. İşini hiç yarım bırakmaz. Pozitif inançlar ve hürriyet çıtası yükseldikçe uzatmaları oynayanlar da evrenin zerresine karışır. Tırpanın sivri ucu gelir onları bulur ve inceden çizer.
Yani seçimleri kim kazanırsa kazansın bir hafta sonra ayni millet, başka bir memleket olacağı kesin. Az zaman var. On yıllardır kuyruklu yalanlarla milletin aklına serpilen vazgeçilmezlik, saklanan gerçeklerin mitinglerde ortaya serilmesiyle yerle bir oluyor. Millet işin iç yüzüne uyanıyor ve anlayacak.
Sanki altın varaklı saraylarda istiflenmiş ne varsa ince bir dokunuşla sapla samana dönüşüyor. Aklını sevdiğim beynelmilel babam, zamansız ve mekânsız o derin boyuta devrilmeseydin birlikte giderdik kırk yıldır beklenen o muhalifliği muhteşem mitinglere. Akıl yolunda iki yolcu, iki beynelmilel olarak. Olası dip dalgalarının nabzını tutardık birlikte. Dünyada, bölgede ve memleket de dönen dolaplara, azgınlığa ve başıbozukluğa birikmiş isyanımızı haykırırdık hep bir ağızdan. Hep dediğin gibi ‘geçer be yavrum’ çizgisinde, dönüşü olmayan gidişleri gözlemlerdik Milletin suretinden.
Babaların kralı babam, sanki tarih tekerrürden ibarettir tuttu. Sanki yetmişlerin ikinci yarısı yaşanıyor. Bıçak kemiğe dayanınca alay, kalay, saray, dinlemiyor hiç kimse. Millet yine mitinglere akın ediyor. Kara karanlıklar aralanıyor. Saray ittifakına inat Millet mitinglere doluyor.
Babam siyasete yirmi dört ayar çekilecek, siyasetin İnceldiği yerden kopacağı o son günün arifesinde Yeditepeli şehrin bir tepesindeki büyük mitingde buluşalım. Kara bıyıklı kasketliyi de getir. Ben de seninle ilk mitinge gittiğim gibi Deniz kızımla geleyim. Her günümüz düğün bayram olsun…
14 Haziran 2018 Perşembe
İNCE’DEN İZLENİYORUZ, İSTİHBARAT SAĞLAM…
İNCE’DEN İZLENİYORUZ, İSTİHBARAT SAĞLAM…
On yıllardır ayni manzara. Durum iktidar aleyhine zuhur ettiğinde resmi özel tüm istihbarat klikleri iktidara hizmet eder. Devlete değil. Hükümete. Bu alışıldık durumu Diyarbakır miting atışmaları açıkça ortaya sergiledi. Demek ki devlet istihbarat kurumları iç dış düşmanları bırakmış mevcuduna rakip cumhurbaşkanı adaylarının mitinglerini izliyor. Mitinglere katılanları da bir bir fişliyor, sarayın liderine raporluyor. Yani takip edildiğimiz acı bir gerçek. İnceden izleniyoruz. Bu durumu teyid eden de bizzat sarayın lideri. İstihbarat sağlam…
Dünya her alanda büyük değişimler yaşıyor. Komünistle kapitalist dünyanın geleceği için asgari müşterekte anlaşıp el sıkışabiliyor. Biz hala soğuk savaş döneminin atraksiyonları ile oyalanıyoruz. Millete sizi izliyoruz, izleniyorsunuz korkusu yayıyoruz. Memlekete sizi dinliyoruz, elle tutulur malzeme çıkarıyoruz, vakti gelince hesabını sorarız imajı yayıyoruz.
Korku salın, imaj yayın bu normal. Osundan busundan korkan çekilir kenara. Korkmak ayıp değil. Ayıp olan Devlet kurumları, devlet istihbarat kurumları, devletin özel istihbarat sistemlerinin muhalefete karşı birleşmiş olması. Tek parti düzenine hizmete yeltenmesi. Siyaseten taraf olması, taraf tutması. Mevcut iktidarın karşısında ve dışında kim varsa düşman bellemesi. Düşman benimsetilmesi.
Evet, İnce’den izleniyoruz, dendiği gibi istihbarat da sağlam yerden. Durum benim mitingim, senin mitingine dönüşmüş, dönüştürülmüş. Peki, bu atmosferde nasıl kardeş olacağız. Kimi nasıl ayırmayacağız, dışlamayacağız. Nasıl barışacağız. Dostça nasıl kucaklaşacağız. Düşünen yok. Böl, parçala yönet zihniyeti. İstihbaratın açığa düşmesinin peşinden güvenlik güçlerinin tarafgirliğini konuşmaya hiç gerek yok. Hiç değilse onlar alenen. Bunlar ohal bu hal ortamında gizliden gizliye. Sen ben gibi ortalıkta gezerek, bilgi depolayarak. Sonra da jurnallayarak. Ama on yıllardır inceden inceye uygulanan bu model de çökmek üzere.
Çöküş veya gerileme başlamış ki son bir hamle ile "Diyarbakır'da miting yaptı. ‘İstihbarat’tan aldığım bilgi, bu mitinge katılanların neredeyse tamamına yakını şuralı, buralı" ifadelerini kullanarak memleketin zayıf karnından yüklenme moduna geçildi.
Yanıtı anında geldi; “İstihbarat sana doğru bilgi vermeye cesaret edememiş, seni kandırmış! Mitinglerime geçmişte size oy vermiş yurttaşlarımız da katılıyor, herkes katılıyor. Bu bilgiyi istihbarat veremez, vermeye cesaret edemez sana, ama ben vereyim.”
Atışmalar iyi güzel de perde arkası asıl durum şu; şimdilik miting bazında da olsa iktidara yakın muhafazakar kaleler içeriden fethediliyor. Sıkıntı bu. Mevcutlarca meydanlar doldurulamıyor. Kıskançlık hortlaması bir yana acaba taban mı kayıyor endişesi ağır basıyor. Hal böyle olunca devletin tüm kaynaklarını kullanmayı kendine hak gören tek parti zihniyeti devletin tüm unsurlarını lehine hareketklendiriyor. Kullanıyor. En sonunda emir demiri keser hesabı memleketin siyasi literatürüne miting takipçiliği de ekleniyor.
Millet zaten onyıllardır fişleniyor, fişlenmiş. Eğer fişlenmediyse siyaseten mitingler bilgi akışını güncelleyen bir toplumsal paylaşım sayılıyor. Ayrıca da miting yasal. Yasal görününümlü en doğal mitingleri bile yasadışılığa itecek raporlarla bir şeylerin provası yapılıyor gibi.
Bunu çok iyi öngören 'adamın kralı' ise incelikle noktayı koyuyor; “Mitingime katılanlarla ilgili istihbarattan bilgi almış! İstihbaratın görevi muhalefeti izlemek midir? İstihbaratı siyasi amaçla kullandığın için darbe girişimini Eniştenden öğrenmek zorunda kaldın!”
Bunlara başlıca neden ise oy istihbaratının beklendiği gibi olmaması her halde...
On yıllardır ayni manzara. Durum iktidar aleyhine zuhur ettiğinde resmi özel tüm istihbarat klikleri iktidara hizmet eder. Devlete değil. Hükümete. Bu alışıldık durumu Diyarbakır miting atışmaları açıkça ortaya sergiledi. Demek ki devlet istihbarat kurumları iç dış düşmanları bırakmış mevcuduna rakip cumhurbaşkanı adaylarının mitinglerini izliyor. Mitinglere katılanları da bir bir fişliyor, sarayın liderine raporluyor. Yani takip edildiğimiz acı bir gerçek. İnceden izleniyoruz. Bu durumu teyid eden de bizzat sarayın lideri. İstihbarat sağlam…
Dünya her alanda büyük değişimler yaşıyor. Komünistle kapitalist dünyanın geleceği için asgari müşterekte anlaşıp el sıkışabiliyor. Biz hala soğuk savaş döneminin atraksiyonları ile oyalanıyoruz. Millete sizi izliyoruz, izleniyorsunuz korkusu yayıyoruz. Memlekete sizi dinliyoruz, elle tutulur malzeme çıkarıyoruz, vakti gelince hesabını sorarız imajı yayıyoruz.
Korku salın, imaj yayın bu normal. Osundan busundan korkan çekilir kenara. Korkmak ayıp değil. Ayıp olan Devlet kurumları, devlet istihbarat kurumları, devletin özel istihbarat sistemlerinin muhalefete karşı birleşmiş olması. Tek parti düzenine hizmete yeltenmesi. Siyaseten taraf olması, taraf tutması. Mevcut iktidarın karşısında ve dışında kim varsa düşman bellemesi. Düşman benimsetilmesi.
Evet, İnce’den izleniyoruz, dendiği gibi istihbarat da sağlam yerden. Durum benim mitingim, senin mitingine dönüşmüş, dönüştürülmüş. Peki, bu atmosferde nasıl kardeş olacağız. Kimi nasıl ayırmayacağız, dışlamayacağız. Nasıl barışacağız. Dostça nasıl kucaklaşacağız. Düşünen yok. Böl, parçala yönet zihniyeti. İstihbaratın açığa düşmesinin peşinden güvenlik güçlerinin tarafgirliğini konuşmaya hiç gerek yok. Hiç değilse onlar alenen. Bunlar ohal bu hal ortamında gizliden gizliye. Sen ben gibi ortalıkta gezerek, bilgi depolayarak. Sonra da jurnallayarak. Ama on yıllardır inceden inceye uygulanan bu model de çökmek üzere.
Çöküş veya gerileme başlamış ki son bir hamle ile "Diyarbakır'da miting yaptı. ‘İstihbarat’tan aldığım bilgi, bu mitinge katılanların neredeyse tamamına yakını şuralı, buralı" ifadelerini kullanarak memleketin zayıf karnından yüklenme moduna geçildi.
Yanıtı anında geldi; “İstihbarat sana doğru bilgi vermeye cesaret edememiş, seni kandırmış! Mitinglerime geçmişte size oy vermiş yurttaşlarımız da katılıyor, herkes katılıyor. Bu bilgiyi istihbarat veremez, vermeye cesaret edemez sana, ama ben vereyim.”
Atışmalar iyi güzel de perde arkası asıl durum şu; şimdilik miting bazında da olsa iktidara yakın muhafazakar kaleler içeriden fethediliyor. Sıkıntı bu. Mevcutlarca meydanlar doldurulamıyor. Kıskançlık hortlaması bir yana acaba taban mı kayıyor endişesi ağır basıyor. Hal böyle olunca devletin tüm kaynaklarını kullanmayı kendine hak gören tek parti zihniyeti devletin tüm unsurlarını lehine hareketklendiriyor. Kullanıyor. En sonunda emir demiri keser hesabı memleketin siyasi literatürüne miting takipçiliği de ekleniyor.
Millet zaten onyıllardır fişleniyor, fişlenmiş. Eğer fişlenmediyse siyaseten mitingler bilgi akışını güncelleyen bir toplumsal paylaşım sayılıyor. Ayrıca da miting yasal. Yasal görününümlü en doğal mitingleri bile yasadışılığa itecek raporlarla bir şeylerin provası yapılıyor gibi.
Bunu çok iyi öngören 'adamın kralı' ise incelikle noktayı koyuyor; “Mitingime katılanlarla ilgili istihbarattan bilgi almış! İstihbaratın görevi muhalefeti izlemek midir? İstihbaratı siyasi amaçla kullandığın için darbe girişimini Eniştenden öğrenmek zorunda kaldın!”
Bunlara başlıca neden ise oy istihbaratının beklendiği gibi olmaması her halde...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)