BEN DE BABAMLA YÜRÜRDÜM…
Beynelmileldi benim babam. Laf siyaseten böbürlenme yarışına girdiğinde fırsatını bulup taşı gediğine koyardı ‘Ben Beynelmilelim’ derdi. Ve akan sular dururdu. Babamı enikonu tanıyanlar ‘ben beynelmilelim’ diyeceğini gayet iyi bilirler, sadece vakti zamanını beklerlerdi. Çocukken beynelmilelin anlamını bilemezdim, sormazdım da. Babam hakkında ilk öğrendiğim doğruluk ve dürüstlük abidesi bir kişi olmasıydı. Beynelmilelin de o anlamlara geldiğine inanırdım.
Babam benim, klas bir duruş ve asil bir ruhla yaşadı. Dinli imanlı bir beynelmilel olarak kahramanca, yiğitçe, gururla atlas maviliğe kanatlandı. Zamansız mekânız o sınırsız boyuta uçtuğu günden beri hayatın içinde debelenirken daima babamın beynelmilel duruşuna rastlarım. ‘Yolcu yolunda gerek yavrum’ diyerek en güler yüzlü ve sıcak ve de en samimi kucaklar benliğimi.
Şimdi bakıyorum da eğer yaşasaydı ve ALS olmasaydı denizi karartan imanla, fındık bahçelerini yeşerten inançla, hırslarını bir kenara koyup, ocak ocak atalarının ayak izlerini takip ederdi. Beynelmilel babam da ‘adalet’ için beynelmilelce yürürdü.
Kim bilir yürüyordur belki de veya görüyordur. Yaşasaydı eğer ben de babamla yürürdüm. Yürüyeceğim ben de…
Babam sayesinde beynelmilel oldum. Usulünce beynelmilellik bize de bulaştı. Adının başına ölene dek laz eklendi ama laz değildi. Çepni boyundan beynelmileldi. Beynelmileldi ama Kapıkule’den dışarı da çıkamadı ömründe. Olsun varsın. Biz çıktık da ne oldu. Babadan miras beynelmilel çıktık Dereköy’den dışarı. Döndük birincil neden beynelmilel babam içeri.
Babam beynelmilelliği nedendir neredendir bilmeden, belki de doğuştandır hep beynelmilelce yaşadı. On dört yaşında bir başına korkmadan kaçıp düştüğü gurbette mezarlıklarda bile yatmışlığı var. Sonra emeğiyle kurduğu bir düzen. Ve alın teriyle yetiştiği biz.
İyi bir Halk Partiliydi. Atadan babadan partiliydi. Yaş on on iki ilk mitinge babam götürdü beni. Karaoğlan mitingi. 12 Eylül faşist darbesine kurban giden gençlik yıllarımızdan sonraki partililiğimiz de baba yadigârı. Sekseniki de faşist anayasaya da hayırı çaktı. On yıllar sonra ben de. Lafın gelişi de olsa acayip hoşumuza giderdi bizim beynelmilelliğimiz. En babasından en alasından takılırdık birbirimize. Takıldık kaldık.
Düşünüyorum da yaşasaydı ve ALS olmasaydı yaşına başına bakmaz dere tepe düz ölümüne yürürdü beynelmilel babam da. Yıllar yılı yürüdüğü gibi…
Belki de şimdiki gibi bir makale yazmaya cebelleşirken evden onca ısrara karşın gazeteden çıkıp son nefesine yetişemedim. Ecele yakalanmış meğer garibim. Yanlış yaptım. Geç anladım ölebileceğini. Gerçi helalleşme gibi bir dert yoktu aramızda her ayrılışta helalleşirdik. Buluşmalarda ise capcanlı beynelmilelce kucaklaşırdık. Ondan sonra şu vahşi dünyada tek başıma kaldım. Tek başınalık koydu bana. Ölüm değil. Anladım ki insanın kendisi olması için babasını kaybetmesi gerekirmiş. Kendim oldum.
İnanıyorum ki babam yaşına erişebilir miyim bilinmez ama erişeceğim günlere dek beynelmilellik tek dayanağım olacak. Babama benzediğim için. Öyle söylense de o bir başkaydı, tekti ve şahsına münhasırdı. İyi, gerçekten iyi, çok iyi baba, baba insandı vesselam. Bizim daha çok fırın ekmek yememiz lazım. Az buçuk ona benzesem de zorda kalmadıkça ‘Beynelmilelim’ lafını asla kullanmayacağım. Olur ya bir biçimde buluştuğumuzda yanımda beynelmilelliğimi götüreceğim hediye. Tek cümle: Beynelmilelliğimiz iki ruh bir beden, bir beden iki ruh; babam ve ben…
Bu arada en sevdiği renk beyazdı. Sade beyaz…
Asla senin düzeyine ulaşamayacağımı bile bile babalaşmaya çabalarken hayat denizi dalgalandıkça dalgalanıyor, durulmuyor babam. Daraldıkça daralan, her karaltıda yaralanan tam adaletsiz bir kısır döngü yaşıyoruz ne yazık ki. Oruca durmuş aklımda beynelmilellik ipine sarılıp kurtulan bir baba ve bir beynelmilel benlik var içimde. Evelallah. Bu benzeşme kutsallığı her baba ve evladına nasip olmaz. Bu beynelmilellik öylesine bir aşk ki her zorda kalış evremde bir defa daha yakınlaştırır beni sana. Beni babama.
Aklını seveyim beynelmilel babam, zamansız ve mekânsız o boyuta evrilmeseydin birlikte yürürdük akıl yolunda iki beynelmilel yolcu olarak. Babam ve ben. Ben de babamla yürürdüm beynelmilelce…
Hayat boyu karşılaştığım hat boyu karşılaşacağım ruhsuzluklara direniş yetkinliğine kavuşmamın mucidi babamdır. Yolculuğumun tek dayanağı ise beynelmilellik. Şu er doğmuşluğu yarım asra tam dayandırdığımız günlerde yine içim sızlıyor. Beynelmilel babam öyle bir ‘adalet’ sapması var ki millet yollara düştü. Eğer yaşıyor olsaydın dünyan, bölgen ve memleketinde dönen dolaplara, azgınlığa ve başıbozukluğa senin de için o biçim sızlardı. Adımı değiştirmediğime de hayıflanırdın. İçin sızlardı ama ‘ben beynelmilelim’ der işin içinden çıkardın.
Bu nedenle babamsın, o nedenle evladınım. Fakirmişiz ne gam, sen de ben de bir türlü iktidar olamamışız ne dert, bu memleket bizim. Dediğin gibi ‘geçer be yavrum’ çizgisinde baba oğul birlikte ebediyen yürürüz…
Yaşadığın sürece kalbine mühür, beynine mil çekilmişlere inat beynelmilel kelimesini kullandın. Ben de sana ait kılacağım. Babam da babası da en delikanlısından beynelmileldi diyerek. Ve kabrine her merhaba yollayışımda yenileneceğim. Kalbimde atacaksın harikulade. Sonsuz rahatlayacağım. Babam beynelmileldi, ben de öyleyim diye.
Belki de ileriki yaşlarımda senin gibi ‘Ben Beynelmilelim’ derim. Karadeniz yüzlü Denizim de bizden sonra, kendinden sonrakilere ‘Beynelmilelim’ der beklentisiyle…
Yine elimden tuttun dost adam doğruyu gösterdin. Sanki bir baba ve oğlu, bir baba ve kızı kol kola yürüyoruz. Her haliyle sonsuza. Beynelmilelce…
Beynelmileldi benim babam. Laf siyaseten böbürlenme yarışına girdiğinde fırsatını bulup taşı gediğine koyardı ‘Ben Beynelmilelim’ derdi. Ve akan sular dururdu. Babamı enikonu tanıyanlar ‘ben beynelmilelim’ diyeceğini gayet iyi bilirler, sadece vakti zamanını beklerlerdi. Çocukken beynelmilelin anlamını bilemezdim, sormazdım da. Babam hakkında ilk öğrendiğim doğruluk ve dürüstlük abidesi bir kişi olmasıydı. Beynelmilelin de o anlamlara geldiğine inanırdım.
Babam benim, klas bir duruş ve asil bir ruhla yaşadı. Dinli imanlı bir beynelmilel olarak kahramanca, yiğitçe, gururla atlas maviliğe kanatlandı. Zamansız mekânız o sınırsız boyuta uçtuğu günden beri hayatın içinde debelenirken daima babamın beynelmilel duruşuna rastlarım. ‘Yolcu yolunda gerek yavrum’ diyerek en güler yüzlü ve sıcak ve de en samimi kucaklar benliğimi.
Şimdi bakıyorum da eğer yaşasaydı ve ALS olmasaydı denizi karartan imanla, fındık bahçelerini yeşerten inançla, hırslarını bir kenara koyup, ocak ocak atalarının ayak izlerini takip ederdi. Beynelmilel babam da ‘adalet’ için beynelmilelce yürürdü.
Kim bilir yürüyordur belki de veya görüyordur. Yaşasaydı eğer ben de babamla yürürdüm. Yürüyeceğim ben de…
Babam sayesinde beynelmilel oldum. Usulünce beynelmilellik bize de bulaştı. Adının başına ölene dek laz eklendi ama laz değildi. Çepni boyundan beynelmileldi. Beynelmileldi ama Kapıkule’den dışarı da çıkamadı ömründe. Olsun varsın. Biz çıktık da ne oldu. Babadan miras beynelmilel çıktık Dereköy’den dışarı. Döndük birincil neden beynelmilel babam içeri.
Babam beynelmilelliği nedendir neredendir bilmeden, belki de doğuştandır hep beynelmilelce yaşadı. On dört yaşında bir başına korkmadan kaçıp düştüğü gurbette mezarlıklarda bile yatmışlığı var. Sonra emeğiyle kurduğu bir düzen. Ve alın teriyle yetiştiği biz.
İyi bir Halk Partiliydi. Atadan babadan partiliydi. Yaş on on iki ilk mitinge babam götürdü beni. Karaoğlan mitingi. 12 Eylül faşist darbesine kurban giden gençlik yıllarımızdan sonraki partililiğimiz de baba yadigârı. Sekseniki de faşist anayasaya da hayırı çaktı. On yıllar sonra ben de. Lafın gelişi de olsa acayip hoşumuza giderdi bizim beynelmilelliğimiz. En babasından en alasından takılırdık birbirimize. Takıldık kaldık.
Düşünüyorum da yaşasaydı ve ALS olmasaydı yaşına başına bakmaz dere tepe düz ölümüne yürürdü beynelmilel babam da. Yıllar yılı yürüdüğü gibi…
Belki de şimdiki gibi bir makale yazmaya cebelleşirken evden onca ısrara karşın gazeteden çıkıp son nefesine yetişemedim. Ecele yakalanmış meğer garibim. Yanlış yaptım. Geç anladım ölebileceğini. Gerçi helalleşme gibi bir dert yoktu aramızda her ayrılışta helalleşirdik. Buluşmalarda ise capcanlı beynelmilelce kucaklaşırdık. Ondan sonra şu vahşi dünyada tek başıma kaldım. Tek başınalık koydu bana. Ölüm değil. Anladım ki insanın kendisi olması için babasını kaybetmesi gerekirmiş. Kendim oldum.
İnanıyorum ki babam yaşına erişebilir miyim bilinmez ama erişeceğim günlere dek beynelmilellik tek dayanağım olacak. Babama benzediğim için. Öyle söylense de o bir başkaydı, tekti ve şahsına münhasırdı. İyi, gerçekten iyi, çok iyi baba, baba insandı vesselam. Bizim daha çok fırın ekmek yememiz lazım. Az buçuk ona benzesem de zorda kalmadıkça ‘Beynelmilelim’ lafını asla kullanmayacağım. Olur ya bir biçimde buluştuğumuzda yanımda beynelmilelliğimi götüreceğim hediye. Tek cümle: Beynelmilelliğimiz iki ruh bir beden, bir beden iki ruh; babam ve ben…
Bu arada en sevdiği renk beyazdı. Sade beyaz…
Asla senin düzeyine ulaşamayacağımı bile bile babalaşmaya çabalarken hayat denizi dalgalandıkça dalgalanıyor, durulmuyor babam. Daraldıkça daralan, her karaltıda yaralanan tam adaletsiz bir kısır döngü yaşıyoruz ne yazık ki. Oruca durmuş aklımda beynelmilellik ipine sarılıp kurtulan bir baba ve bir beynelmilel benlik var içimde. Evelallah. Bu benzeşme kutsallığı her baba ve evladına nasip olmaz. Bu beynelmilellik öylesine bir aşk ki her zorda kalış evremde bir defa daha yakınlaştırır beni sana. Beni babama.
Aklını seveyim beynelmilel babam, zamansız ve mekânsız o boyuta evrilmeseydin birlikte yürürdük akıl yolunda iki beynelmilel yolcu olarak. Babam ve ben. Ben de babamla yürürdüm beynelmilelce…
Hayat boyu karşılaştığım hat boyu karşılaşacağım ruhsuzluklara direniş yetkinliğine kavuşmamın mucidi babamdır. Yolculuğumun tek dayanağı ise beynelmilellik. Şu er doğmuşluğu yarım asra tam dayandırdığımız günlerde yine içim sızlıyor. Beynelmilel babam öyle bir ‘adalet’ sapması var ki millet yollara düştü. Eğer yaşıyor olsaydın dünyan, bölgen ve memleketinde dönen dolaplara, azgınlığa ve başıbozukluğa senin de için o biçim sızlardı. Adımı değiştirmediğime de hayıflanırdın. İçin sızlardı ama ‘ben beynelmilelim’ der işin içinden çıkardın.
Bu nedenle babamsın, o nedenle evladınım. Fakirmişiz ne gam, sen de ben de bir türlü iktidar olamamışız ne dert, bu memleket bizim. Dediğin gibi ‘geçer be yavrum’ çizgisinde baba oğul birlikte ebediyen yürürüz…
Yaşadığın sürece kalbine mühür, beynine mil çekilmişlere inat beynelmilel kelimesini kullandın. Ben de sana ait kılacağım. Babam da babası da en delikanlısından beynelmileldi diyerek. Ve kabrine her merhaba yollayışımda yenileneceğim. Kalbimde atacaksın harikulade. Sonsuz rahatlayacağım. Babam beynelmileldi, ben de öyleyim diye.
Belki de ileriki yaşlarımda senin gibi ‘Ben Beynelmilelim’ derim. Karadeniz yüzlü Denizim de bizden sonra, kendinden sonrakilere ‘Beynelmilelim’ der beklentisiyle…
Yine elimden tuttun dost adam doğruyu gösterdin. Sanki bir baba ve oğlu, bir baba ve kızı kol kola yürüyoruz. Her haliyle sonsuza. Beynelmilelce…
17 Haziran 2017 Cumartesi
YOL KİMİNLE YÜRÜNECEK, YOLCULUK KİMİNLE YAPILACAK
YOL KİMİNLE YÜRÜNECEK, YOLCULUK KİMİNLE YAPILACAK
Yeryüzünün neresinde olursa olsun ‘Adalet’ için yürüyüşe geçildi mi tüm sesler kesilir dünya selama durur. Ve dünyanın her tarafından o kutsal hedefe akıllar gönüller akar. Memleketin her tarafından da ‘adalet’ ortak paydasında şehirlerin şahına yürüyüşler başlar. Yürüyorlar işte. Yani Güneşe akın var. Zaptı belirsiz. Başladı. Ve dizginlenmesi de güçtür bu kararlı adımların. Hele bu kutlu yolculuğa devrimci sosyalistler de katılırsa…
Toplumsal yaşamın en ince ayrıntılarında devrimci sosyalist gelenek yer alır. Nice denemeler, deneyimlemeler, örgütsel manevralar ile mücadeleye yön veren bir güçtürler. Sosyalist solun ürettiği ve yönettiği pratikle toplumların geniş katmanlarına dek ulaştığı da söz konusudur. Ancak şu fakir memlekette devrimci sosyalist sol her dönemde dışlandı. Akacak kolay devinimli yol hiç bulamadı.
Akıldışı yakıştırmalar ile hep kötülendi. Dört bir yanda sosyalistler kenara ayrıldı ayıklandı. Sınıfsal anlamda kitlelerle yan yana gelmesi daima önlendi. Politik örgütlenmeleri yasadışı sayıldı. Dergi çevresi yapılanmalar didik didik edildi. Dolaylı dolaysız sudan sebeplerle daima suçlandı. Böylece herkes için eğitici olabilecek süreçleri, kitlesel direnişleri de ıskaladı şu fakir memleket. Emperyal kolların kıskacında inleyen memleket sosyalist sol ile bir türlü buluşamadı buluşturulmadı. Sonuç ortada.
Politiköngörülerinin neredeyse tamamı on yıllar içinde birebir tutsa da dergi ve örgütsel fonda militansı bir özellik taşıyor olması nedeniyle hiç önemsenmedi. Tüm sol yelpazenin veya gerçek aydınların siyasi önderleri başta Deniz olmak üzere genç yaşta katledilen devrimci sosyalistler olmasına karşın, hep farklı formatlarda kabul edildiler.
Böylece memleketin devrimci sosyalist geleneği hep eksik ve arkasız bırakıldı. Hal böyle olunca Sosyalist blok güncel politik tavır ve pratik alanında zayıfladı. Kitlesel direniş ve dayanışma anlamında ise gençlikten kopuldu. Memleket gençliğinden uzaklaşıldı. Merkezin solundan daha sola kadro pekiştirmesi ve kadro göçermesi bu yüzden bir türlü gerçekleştirilemedi.
Peki, bugün kimle yürünecek, yolculuk kimle yapılacak…
On yıllarca goygoyculara aldanılarak devrimci sosyalist blokun ilerleyen süreçte kendini yenilemediği yenilemeyeceği yönünde geliştirilen his geçerli sayıldı. O hissin yıkıcı rüzgârına kapıldı memleket. Memleket insanı. Gelişen çağa dönük modern siyasal öneriler sunamadığı safsatası güncellendikçe sağa iyice taraftar toplandı. Memleket iyice sağa kaydı, plastik dincilerin emrine girildi ve bataklığa saplandı. Oysa yaratıcı ve yönlendirici düşünselliği ve eylemselliği canlı tutan teori de pratikte sosyalizmdedir. Her döneme dönük en uygundönüşümü planlayabilecek olanlar Sosyalistlerdir, Devrimcilerdir.
Şimdi on yıllardır unutulan devrimci sosyalistlerle hiç çekinmeden yol yürümek yolculuk etmek zamanıdır. Yürünecek mi yoksa halinden memnun pozisyonunda devam mı edilecek. İştememleketin sol yelpazesinde on yıllardır böylebir sorun yaşanmaktadır. Ve on yıllardan sonra memleket solu açısından yeniden yollara düşmek ve çizmeleri giymek ki gelinen nokta odur. Çizmeler giyilmiş ve gecikmiş yürüyüş başlatılmıştır. Memleket solu açısından temel meselelerden biri ise ‘adalet’ için çıkılan bu yolculukta yolların devrimci sosyalistlerle ne zaman nerede kesişeceğidir.
Bu mesele memleketin meselesidir ayrıca. Çünkü sol ağırlığını kaybedince başta adalet olmak üzere her türlü evrensel kazanımın kaybedildiği acı bir gerçektir. Adına namına sol, sosyal demokrat vesaire diyen her yapı ve kurumsallaşma içinde sosyalist entelektüellerin bulunduğu da birgerçektir. Ancak oralarda sosyalist doktrinden ve devrimci gelenekten aldıkları güç ve deneyimlerini aktarma olanağı aktarma platformu bulamamaktadırlar. Bulduklarındada özveriyle mücadele ettikleri bellidir. En yakın örnek Gezi gibi.
Memleketin park edildiği son durak daha çok başlar ağrıtır. Demokrasinin hiçe sayıldığı özgürlük eşitlik ve adalet kavramlarının içinin tamamen boşaltıldığı bu yarım yamalak rejimden başka ne beklenebilir ki. içi boşaltılmış veya doldurulmuş bu kavramları faşizanca baskı aracı olarak kullanma aşamasına getirilmiş bir memleket. Bundan sonrası F tipi daha da kimliksizleştirilen ve azgınlaşan kör kara azamettir.
O halde bir yürüyüş eylenmişse kimle, kiminle yürünecek, bağın kurulması gerekenler kimlerdir günleri gelmiş de çatmıştır. Katılanlar katılmıştır şimdi devrimci sosyalistleri de bu yolculuğa yolcu eylemek gerekir. Yani evrensel temel değerlere eylem ve söylem bazında geçmişten yarına en ortakçı ve dayanışmacı duygularla kimlerin korkusuzcasahip çıktığı artık görülmelidir.
Yürünecek yol varsa eğer ve eğer uzun yürünecekse ki böyle bir yürüyüş yeğlenmiştir yolculukları içselleştirmiş devrimci sosyalistlerde bu gittikçe büyüyebilecek kortejin içinebir an önce çekilmelidir. Herkesgibi onlarda açık seçik davet edilmelidir.
Yarınlarda yeni bir sol siyaset dili egemen kılınacaksa eğer bu şarttır…
Yeryüzünün neresinde olursa olsun ‘Adalet’ için yürüyüşe geçildi mi tüm sesler kesilir dünya selama durur. Ve dünyanın her tarafından o kutsal hedefe akıllar gönüller akar. Memleketin her tarafından da ‘adalet’ ortak paydasında şehirlerin şahına yürüyüşler başlar. Yürüyorlar işte. Yani Güneşe akın var. Zaptı belirsiz. Başladı. Ve dizginlenmesi de güçtür bu kararlı adımların. Hele bu kutlu yolculuğa devrimci sosyalistler de katılırsa…
Toplumsal yaşamın en ince ayrıntılarında devrimci sosyalist gelenek yer alır. Nice denemeler, deneyimlemeler, örgütsel manevralar ile mücadeleye yön veren bir güçtürler. Sosyalist solun ürettiği ve yönettiği pratikle toplumların geniş katmanlarına dek ulaştığı da söz konusudur. Ancak şu fakir memlekette devrimci sosyalist sol her dönemde dışlandı. Akacak kolay devinimli yol hiç bulamadı.
Akıldışı yakıştırmalar ile hep kötülendi. Dört bir yanda sosyalistler kenara ayrıldı ayıklandı. Sınıfsal anlamda kitlelerle yan yana gelmesi daima önlendi. Politik örgütlenmeleri yasadışı sayıldı. Dergi çevresi yapılanmalar didik didik edildi. Dolaylı dolaysız sudan sebeplerle daima suçlandı. Böylece herkes için eğitici olabilecek süreçleri, kitlesel direnişleri de ıskaladı şu fakir memleket. Emperyal kolların kıskacında inleyen memleket sosyalist sol ile bir türlü buluşamadı buluşturulmadı. Sonuç ortada.
Politiköngörülerinin neredeyse tamamı on yıllar içinde birebir tutsa da dergi ve örgütsel fonda militansı bir özellik taşıyor olması nedeniyle hiç önemsenmedi. Tüm sol yelpazenin veya gerçek aydınların siyasi önderleri başta Deniz olmak üzere genç yaşta katledilen devrimci sosyalistler olmasına karşın, hep farklı formatlarda kabul edildiler.
Böylece memleketin devrimci sosyalist geleneği hep eksik ve arkasız bırakıldı. Hal böyle olunca Sosyalist blok güncel politik tavır ve pratik alanında zayıfladı. Kitlesel direniş ve dayanışma anlamında ise gençlikten kopuldu. Memleket gençliğinden uzaklaşıldı. Merkezin solundan daha sola kadro pekiştirmesi ve kadro göçermesi bu yüzden bir türlü gerçekleştirilemedi.
Peki, bugün kimle yürünecek, yolculuk kimle yapılacak…
On yıllarca goygoyculara aldanılarak devrimci sosyalist blokun ilerleyen süreçte kendini yenilemediği yenilemeyeceği yönünde geliştirilen his geçerli sayıldı. O hissin yıkıcı rüzgârına kapıldı memleket. Memleket insanı. Gelişen çağa dönük modern siyasal öneriler sunamadığı safsatası güncellendikçe sağa iyice taraftar toplandı. Memleket iyice sağa kaydı, plastik dincilerin emrine girildi ve bataklığa saplandı. Oysa yaratıcı ve yönlendirici düşünselliği ve eylemselliği canlı tutan teori de pratikte sosyalizmdedir. Her döneme dönük en uygundönüşümü planlayabilecek olanlar Sosyalistlerdir, Devrimcilerdir.
Şimdi on yıllardır unutulan devrimci sosyalistlerle hiç çekinmeden yol yürümek yolculuk etmek zamanıdır. Yürünecek mi yoksa halinden memnun pozisyonunda devam mı edilecek. İştememleketin sol yelpazesinde on yıllardır böylebir sorun yaşanmaktadır. Ve on yıllardan sonra memleket solu açısından yeniden yollara düşmek ve çizmeleri giymek ki gelinen nokta odur. Çizmeler giyilmiş ve gecikmiş yürüyüş başlatılmıştır. Memleket solu açısından temel meselelerden biri ise ‘adalet’ için çıkılan bu yolculukta yolların devrimci sosyalistlerle ne zaman nerede kesişeceğidir.
Bu mesele memleketin meselesidir ayrıca. Çünkü sol ağırlığını kaybedince başta adalet olmak üzere her türlü evrensel kazanımın kaybedildiği acı bir gerçektir. Adına namına sol, sosyal demokrat vesaire diyen her yapı ve kurumsallaşma içinde sosyalist entelektüellerin bulunduğu da birgerçektir. Ancak oralarda sosyalist doktrinden ve devrimci gelenekten aldıkları güç ve deneyimlerini aktarma olanağı aktarma platformu bulamamaktadırlar. Bulduklarındada özveriyle mücadele ettikleri bellidir. En yakın örnek Gezi gibi.
Memleketin park edildiği son durak daha çok başlar ağrıtır. Demokrasinin hiçe sayıldığı özgürlük eşitlik ve adalet kavramlarının içinin tamamen boşaltıldığı bu yarım yamalak rejimden başka ne beklenebilir ki. içi boşaltılmış veya doldurulmuş bu kavramları faşizanca baskı aracı olarak kullanma aşamasına getirilmiş bir memleket. Bundan sonrası F tipi daha da kimliksizleştirilen ve azgınlaşan kör kara azamettir.
O halde bir yürüyüş eylenmişse kimle, kiminle yürünecek, bağın kurulması gerekenler kimlerdir günleri gelmiş de çatmıştır. Katılanlar katılmıştır şimdi devrimci sosyalistleri de bu yolculuğa yolcu eylemek gerekir. Yani evrensel temel değerlere eylem ve söylem bazında geçmişten yarına en ortakçı ve dayanışmacı duygularla kimlerin korkusuzcasahip çıktığı artık görülmelidir.
Yürünecek yol varsa eğer ve eğer uzun yürünecekse ki böyle bir yürüyüş yeğlenmiştir yolculukları içselleştirmiş devrimci sosyalistlerde bu gittikçe büyüyebilecek kortejin içinebir an önce çekilmelidir. Herkesgibi onlarda açık seçik davet edilmelidir.
Yarınlarda yeni bir sol siyaset dili egemen kılınacaksa eğer bu şarttır…
15 Haziran 2017 Perşembe
YÜRÜMEK VE FAKRU ZARURET…
YÜRÜMEK VE FAKRU ZARURET…
Çok garip bir memleket şu fakir memleket. Resmen kör gözler ve sağır vicdanlar cenneti. Görenler, duyanlar, yürüyenler için ise tam bir cehennem. Belki de sırf o yüzden çoktandır inceden bir yürüyüş eylemek gerekiyordu. Geç olsa da başladı. Bıçak kemiğe dayandı. Fakru zaruret…
İşin gerçeği kortejle yürümek güzeldir. Hayatın içinden kutsal bir eylemliliktir. Başka çare kalmayınca zaten kendiliğinden bir yolculuk başlar. Yolcu hiç telaşsız, sakin ve kor ateş bir yürekle başkaldırır. On yıllarca hüküm süren ağalar ve oğulları ve damatları saltanatının resmi uyarısı kapsamında baskılarda yapılacaktır. Taşkınlık yapmadan ‘makul sayıda ve kaldırımlardan’ hiç taşmadandır ilk resmi rotası. Ancak başlamaya görsün bir kere rota, nota, barikat dinlemez adalet arayışı, özgürlük için yürüyüşler. Yıkar geçer. Deler geçer. Yürümenin bile şarta şurta bağlandığı bu fakir memleket de görür hınca hınç meydanlara ulaşan yolculuğu.
Bu sulta saltanat sürüp sürdürüldükçe memleket elbette hak için hakkı ile yönetilemez. Adaletin terazisi şaşar. Bir siper ve süpür siyasetine bağımlı kılınır memleket. Yeni siyasal sistem ali, vali ve sözde adalet hakimi üçgeninde işler. Ve halkın az buçuk kalmış hakları da bir güzel yağmalanır. Nedense şu garip memlekette adalet maalesef tazmini zor melanetler doğurur. Memleketin eşsiz manzaraları bilerek bilmeyerek bozulur. İç hesaplaşma ve insani sorgulama hiç yapılmaz. Ahali kendi haliyle baş başa bırakılır. Hak hukuk kalmaz. İşte tüm benzer felaketlerin sonucunda geç kalınmış olsa da sokakta buluşulur. Halkla birleşilir.
Bu kutlu buluşma çoktandır çok dillendirilmişti ama bir türlü görülmemişti. Artık fakru zaruret.
Memleket fakru zaruret içinde çilelenirken her bir şeyi saraya, saraya bakanın kerametine bağlamakla yürümez işler. Sadece ekabirlerin işleri yürür. Bu arada olmayacak, olmadık işler ile meşguliyet ise siyasete hiç yakışmaz. Bu memleket insanının yarısı bu aldatmacaya kanmaz. İşte bundandır acımasız yargı operasyonları. Olmaya geldim oldum bunlara da çok doldum, kes cezayı doldur kodese mantığı ile yürütülüyor işler. Yürümez. Gün gelir hesap döner realitesi Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Hazin ama gerçek bu gün işte o yüzden resmen F tipi despotizm.
Her türlü zum zulüm de bir yere kadar. Zam zulüm işkence, maddi manevi işkence varsa eğer açılımı faşizmdir. Bu tertipler de tarihte malumdur tutmaz. Tutsa bile uzun gitmez. İçeride tutmalar, içeri tıkmalar, sebepsiz yere uçuk kaçık mahkûmiyet giydirmeler, keyfi yargılamalar da gün gelir hesaba çekilir. Olmaz olmaz dense de bu olur. Olursa da asla aklanamazlar, biliyorlar.
Hele hele hazine acayip biçimde borçlu ve ödeme darlığı çekiyor zevat. Atar katar peşinde herkes. Nereden buldun yasası da yok soranı da yok havasında merkez. Muhalefeten merkez kaç kuvvetine kapılanlara ise yargı kılığında dikteci dikta rejimi. Ancak tavşanı tazıya, aslanı fareye boğdurmakla da bu yağlı yıkımın önü alınamaz. Adalet Sarayları da çöker sonra. Günü gelir ihtişam sarayları da.
Özgürce yaşamak ve yaşatmak adına, mutlak mutluluk için hüzünle yollara dökülmek şarttı. Kutsal kitaptan çıkma farzdı. Çıkıldı. Fakru zaruret…
Bu yola çıkmak, bu yolculuk belki de duygu yoğun bir başlangıçtır. Dertlerin tükenmesi için dönüm noktasıdır. On yıllardır başa gelenlere de, işbirlikçiler eliyle çok uluslu harmanlamaya da eksik ve geç kalmış kutsal isyandır. Gün dönümüdür. Tarihte böyle nice yürüyüşler vardır. O yürüyüşler ardında sayısız ölümsüz eserler bırakmıştır. Ve daima da bırakacaktır.
Gelinen noktada ufuk ötesi özlenmiştir. Ve yürüyüş başlamıştır. Fakru zaruret.
Memleket fakru zaruret içinde nafaka temini ile cebelleşirken maksadı ne olursa olsun bunca ceberrutlaşmak insanlıkla da devlet adamlığı ile de bağdaşmaz. Diz çökmek, gerdan kırmak, bağdaş kurmak, sacda secde ile de siyasetçi olunmaz. İyisi varsa eğer iyi siyasetçi geçmişin muhasebesini de yapandır. Geleceği de öngörendir. Sadece bu ikisi yapıldıkça ağızlarda tat kalmaz. Zamanın içinde bir yolculuktur zaten her eylem. Ses duyurmak, ses olmak, ses vermek için özgürlük ve adalet için bir yürüyüştür her atılan adım.
Kimilerinin durduk yerde, ne gerek vardı diyeceği bir yürüyüş eyleniyorsa eğer hep fakru zaruret.
Kan, kin, din, garez cehenneminde gazap çeken ahali başka taarruzlara da uğrayınca bir kıvılcıma bakar. Çaktığında adalet için yürüyüşe geçer. İlahi adalet billahi adalet hiç fark etmez. Aynı safta buluşulur ve yolculuk başlar. Sadece adalet için olan yürüyüş gün güne gelişir. Tabelalarda yazılı kalmayıp muazzam işleyen bir adalet için de gelişmeli ve de büyümelidir. Fakru zaruret.
Nice diyaloglar kurulabilir her yürüyüş eylemine. Monologlarda zırvalanabilir. De, her yürüyüş eylemi durduğu yerde durmaktan, günden güne gerilemeden ve iki ileri bir geri gericileşmekten evladır. Adalet ve özgürlük evladiyelik bir tutkudur, kutludur. Adalet için yürüyenler ise her daim özgürdür ve mutludur. Bu kutlu yolculuğa mani olacaklar ise şimdiden mutluluğu bozulacak olanlardır. Sırça köşklerde, saraylarda yaşayanlardır.
Geçmişte de çok yürünmüştür. Vakti zamanında ‘yürümekle yollar aşınmaz’ diyen zevatın milli cephesinin inadına yürünmüştür. Bu gün de kendi memleketinde mülteciliğe en ciddi karşı duruştur yürümek. Topuna karşı koyuşlar sonradan gelir. Yarım kalan tüm özgün yolculukları da anımsatır ayrıca. Ölümsüzlüğü kutsar ve uygun tarifeli tarihe de kayıt düşülür.
Bitmeyen yürüyüşlerin tamamı da tuhaf biçimde başlar ve gelişir. Bazen en umulmadık korsanvari başlar. Veya ilaç niyetine mevcut oligarşinin tüm engellemelerine rağmen ölümüne diretilir. Nihayetinde de aklın ucundan hiç geçmeyecek şeyler olur. Aniden bir enerji patlaması gibi.
Tek kelimeyle ‘Fakru zaruret’…
Çok garip bir memleket şu fakir memleket. Resmen kör gözler ve sağır vicdanlar cenneti. Görenler, duyanlar, yürüyenler için ise tam bir cehennem. Belki de sırf o yüzden çoktandır inceden bir yürüyüş eylemek gerekiyordu. Geç olsa da başladı. Bıçak kemiğe dayandı. Fakru zaruret…
İşin gerçeği kortejle yürümek güzeldir. Hayatın içinden kutsal bir eylemliliktir. Başka çare kalmayınca zaten kendiliğinden bir yolculuk başlar. Yolcu hiç telaşsız, sakin ve kor ateş bir yürekle başkaldırır. On yıllarca hüküm süren ağalar ve oğulları ve damatları saltanatının resmi uyarısı kapsamında baskılarda yapılacaktır. Taşkınlık yapmadan ‘makul sayıda ve kaldırımlardan’ hiç taşmadandır ilk resmi rotası. Ancak başlamaya görsün bir kere rota, nota, barikat dinlemez adalet arayışı, özgürlük için yürüyüşler. Yıkar geçer. Deler geçer. Yürümenin bile şarta şurta bağlandığı bu fakir memleket de görür hınca hınç meydanlara ulaşan yolculuğu.
Bu sulta saltanat sürüp sürdürüldükçe memleket elbette hak için hakkı ile yönetilemez. Adaletin terazisi şaşar. Bir siper ve süpür siyasetine bağımlı kılınır memleket. Yeni siyasal sistem ali, vali ve sözde adalet hakimi üçgeninde işler. Ve halkın az buçuk kalmış hakları da bir güzel yağmalanır. Nedense şu garip memlekette adalet maalesef tazmini zor melanetler doğurur. Memleketin eşsiz manzaraları bilerek bilmeyerek bozulur. İç hesaplaşma ve insani sorgulama hiç yapılmaz. Ahali kendi haliyle baş başa bırakılır. Hak hukuk kalmaz. İşte tüm benzer felaketlerin sonucunda geç kalınmış olsa da sokakta buluşulur. Halkla birleşilir.
Bu kutlu buluşma çoktandır çok dillendirilmişti ama bir türlü görülmemişti. Artık fakru zaruret.
Memleket fakru zaruret içinde çilelenirken her bir şeyi saraya, saraya bakanın kerametine bağlamakla yürümez işler. Sadece ekabirlerin işleri yürür. Bu arada olmayacak, olmadık işler ile meşguliyet ise siyasete hiç yakışmaz. Bu memleket insanının yarısı bu aldatmacaya kanmaz. İşte bundandır acımasız yargı operasyonları. Olmaya geldim oldum bunlara da çok doldum, kes cezayı doldur kodese mantığı ile yürütülüyor işler. Yürümez. Gün gelir hesap döner realitesi Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Hazin ama gerçek bu gün işte o yüzden resmen F tipi despotizm.
Her türlü zum zulüm de bir yere kadar. Zam zulüm işkence, maddi manevi işkence varsa eğer açılımı faşizmdir. Bu tertipler de tarihte malumdur tutmaz. Tutsa bile uzun gitmez. İçeride tutmalar, içeri tıkmalar, sebepsiz yere uçuk kaçık mahkûmiyet giydirmeler, keyfi yargılamalar da gün gelir hesaba çekilir. Olmaz olmaz dense de bu olur. Olursa da asla aklanamazlar, biliyorlar.
Hele hele hazine acayip biçimde borçlu ve ödeme darlığı çekiyor zevat. Atar katar peşinde herkes. Nereden buldun yasası da yok soranı da yok havasında merkez. Muhalefeten merkez kaç kuvvetine kapılanlara ise yargı kılığında dikteci dikta rejimi. Ancak tavşanı tazıya, aslanı fareye boğdurmakla da bu yağlı yıkımın önü alınamaz. Adalet Sarayları da çöker sonra. Günü gelir ihtişam sarayları da.
Özgürce yaşamak ve yaşatmak adına, mutlak mutluluk için hüzünle yollara dökülmek şarttı. Kutsal kitaptan çıkma farzdı. Çıkıldı. Fakru zaruret…
Bu yola çıkmak, bu yolculuk belki de duygu yoğun bir başlangıçtır. Dertlerin tükenmesi için dönüm noktasıdır. On yıllardır başa gelenlere de, işbirlikçiler eliyle çok uluslu harmanlamaya da eksik ve geç kalmış kutsal isyandır. Gün dönümüdür. Tarihte böyle nice yürüyüşler vardır. O yürüyüşler ardında sayısız ölümsüz eserler bırakmıştır. Ve daima da bırakacaktır.
Gelinen noktada ufuk ötesi özlenmiştir. Ve yürüyüş başlamıştır. Fakru zaruret.
Memleket fakru zaruret içinde nafaka temini ile cebelleşirken maksadı ne olursa olsun bunca ceberrutlaşmak insanlıkla da devlet adamlığı ile de bağdaşmaz. Diz çökmek, gerdan kırmak, bağdaş kurmak, sacda secde ile de siyasetçi olunmaz. İyisi varsa eğer iyi siyasetçi geçmişin muhasebesini de yapandır. Geleceği de öngörendir. Sadece bu ikisi yapıldıkça ağızlarda tat kalmaz. Zamanın içinde bir yolculuktur zaten her eylem. Ses duyurmak, ses olmak, ses vermek için özgürlük ve adalet için bir yürüyüştür her atılan adım.
Kimilerinin durduk yerde, ne gerek vardı diyeceği bir yürüyüş eyleniyorsa eğer hep fakru zaruret.
Kan, kin, din, garez cehenneminde gazap çeken ahali başka taarruzlara da uğrayınca bir kıvılcıma bakar. Çaktığında adalet için yürüyüşe geçer. İlahi adalet billahi adalet hiç fark etmez. Aynı safta buluşulur ve yolculuk başlar. Sadece adalet için olan yürüyüş gün güne gelişir. Tabelalarda yazılı kalmayıp muazzam işleyen bir adalet için de gelişmeli ve de büyümelidir. Fakru zaruret.
Nice diyaloglar kurulabilir her yürüyüş eylemine. Monologlarda zırvalanabilir. De, her yürüyüş eylemi durduğu yerde durmaktan, günden güne gerilemeden ve iki ileri bir geri gericileşmekten evladır. Adalet ve özgürlük evladiyelik bir tutkudur, kutludur. Adalet için yürüyenler ise her daim özgürdür ve mutludur. Bu kutlu yolculuğa mani olacaklar ise şimdiden mutluluğu bozulacak olanlardır. Sırça köşklerde, saraylarda yaşayanlardır.
Geçmişte de çok yürünmüştür. Vakti zamanında ‘yürümekle yollar aşınmaz’ diyen zevatın milli cephesinin inadına yürünmüştür. Bu gün de kendi memleketinde mülteciliğe en ciddi karşı duruştur yürümek. Topuna karşı koyuşlar sonradan gelir. Yarım kalan tüm özgün yolculukları da anımsatır ayrıca. Ölümsüzlüğü kutsar ve uygun tarifeli tarihe de kayıt düşülür.
Bitmeyen yürüyüşlerin tamamı da tuhaf biçimde başlar ve gelişir. Bazen en umulmadık korsanvari başlar. Veya ilaç niyetine mevcut oligarşinin tüm engellemelerine rağmen ölümüne diretilir. Nihayetinde de aklın ucundan hiç geçmeyecek şeyler olur. Aniden bir enerji patlaması gibi.
Tek kelimeyle ‘Fakru zaruret’…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder