19 Haziran 2017 Pazartesi

GÜNDÜZ DÜŞ GÖRENLER

GÜNDÜZ DÜŞ GÖRENLER
 
Tehlikeli gündüz düşleri görülen son günlerde Ortadoğu kan kaybediyor. Ateş çemberi dünyayı kuşatıyor. Nail Kitabevi’nce bu yıl yayımlanan ‘Gündüz Düş Görenler’ isimli roman kısmen de olsa yüzyıllık tarihsel süreçte Ortadoğu’da yaşanacakları ve yüz yıl önce yaşananları gözler önüne seriyor. Bir tamlama modelinin altını çiziyor. ‘Gündüz Düş Görenler’ Ortadoğu'nun emperyalistlerce biçimlendirildiği 1921 Kahire’sine sürüklenen bir yolculuk romanı aslında. Coğrafyanın o dönemini masaya yatıran ve imparatorlukların çöktüğü Birinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde üst düzey buluşmalarla kurgulanmış bir gerçeklik kitabesi. 
 
Öyle ki romanın tamamında içsel ve tarihsel bir yolculuk söz konusu. Fon mütevazı bir yaşamı olan Ohio’lu orta yaşlarını süren bir öğretmenin değişimi. Bu kişisel ve ruhsal metamorfoz temelinde Ortadoğu haritasının yüzyıl başlarında İngilizlerce nasıl çizildiğinin de çarpıcı öyküsü. Tüm tarihsel gerçekler Amerikalı bir öğretmenin ciddi tanıklığında, kadın penceresinden bir anlatışla bugünlere taşınıyor. 
 
‘Gündüz Düş Görenler’ yüz yıl sonra Ortadoğu'da yaşananlara bakıldığında zamanında oluşturulan planlı siyasetin süreç içinde sistematik uygulanışını da açıkça gösteren bir roman. Her ne kadar egzotik bir atmosferde geçse de ince bir zekâ ile örülmüş hayali kişiliklerle desteklenmiş olarak bir döneme siyasi ayna tutuluyor. Tarihe yön veren emperyalist dünyanın öne çıkardığı kimlikler de bu eşsiz yolculuğun birer parçası yapılıyorlar. Özellikle romanın çevresinde döndüğü kadın öğretmen ve yolculuğun diğer kahramanları 1921’lerdeki Kahire Barış Konferansı ekseninde makamlı mekânlı, siyasi entrikaların ve kaynayan Ortadoğu kazanının tam içine düşüyor. 
 
Romanın yazarı Marry Doria Russel ‘Gündüz Düş Görenler ’de dönemi bir şekilde harmanlayarak Churchill’inden Lawrence’ine kadar,  Avrupalı ajanların da cirit attığı ve çarpıştığı o tarihi ortamı bir güzel dokuyor. Geniş bir girişten sonra yüzyıl başındaki Mısır'ın Kahire’sine gönderiyor Amerikalı kadın öğretmeni.  Yani Amerika'nın orta batısından Mısır merkezli Ortadoğu’ya, sonrasında tekrardan Ohio’ya dönüşle biten ya da bitmeyen bumerang bir yolculuk anlatılıyor. Ve o gizemli yolculukta kendini bulan değişen, özgürleşen ve dönüşen bir ilkokul öğretmeni. Baştan sona küçük anekdotlarla daha kadınların seçme hakkı bile olmayan bir dönemde duruş ve bakışını yenilemiş bir kadının başkaldırısı akılda kalan.
 
Yazar romanda konu edilen uyarınca 19. yüzyıl başlarında Amerika’yı kasıp kavuran İspanyol nezlesi salgınında tüm ailesini kaybedip, bir köpeği ile kalan ve yalnızlaşan ufaktan dünyayı gezecek bir servete de konan, kırklarını süren öğretmen bir kadının anlatısı boyutunda okuru değişik konuların içine içine çekiyor.  Salgın yüzünden ailenin yıkımıyla ufak bir servet edinmenin ardından annesinin işgüzarlığıyla engelli doğmuş dakhund sosis av köpeği ile birlikte Kahire’ye yolculuğa endeksleniyor macera. Tüm gaye bir anda inceden örülerek bu oluyor.
 
Ancak bir ara Nil boyunca yaptığı turistik gezilere, hacı olma girişimleri ve piramitlere deve üstünde ziyaretlere evriliyor yolculuk. Diğer yandan Kudüs, Filistin, Irak, Suriye ve Yahudilere devlet planlaması çerçevesinde yaklaşık yüz yıl öncesinin Ortadoğu cehenneminde bir tür araştırmaya yöneliyor roman. Sosyal ve siyasi açıdan gerçekçi tahlillerle konu konuyu açıyor. Araya da nice kimlikler, gözlemler ve ayrıntılar gizlenerek değişen yaşam felsefesine dönük nice uyarılar serpiştiriliyor. 
 
Elbette baştan sona siyasi bir roman izlenimi vermiyor ‘Gündüz Düş Görenler’. Bir kadın hikâyesi ve kadın romanı sanki. Ama birçok eleştirel yaklaşımlar hiç çekinmeden ustaca romanın sayfalarına perçinleniyor. Dinlerden memleketlere, ekonomiden sefalete, yerli insanlardan sömürenlere keskin bir hat döşüyor. Ve yüz yıl evvel bile Ortadoğu’da ‘Bahşiş’ verilmeden adım atılmayacağı vurgusu netleştiriliyor. Yani tümü değerlemeye tabi tutulduğunda ciddi bir isyan ve ağır yolculukların işlendiği bir roman  ‘Gündüz Düş Görenler’…                       
 
Her konuda bir iç hesaplaşma yapıyor ve okurlara da düşünsel yol veriyor, daima sorgulama yapılması gerekliliğini diriltiyor; “Neden her şey olduğundan farklı olmuyor? Tanrı Havva’nın yaptıklarından neden küçük kelebekleri sorumlu tutuyor. Eğer İsa Tanrı ise ve Tanrı çarmıha gerilme olayından sonra ilk günahı affedecekse ve baba oğul kutsal ruh bütün bunların gerçekleşeceğini biliyorsa, neden hala İsa'nın çarmıhta ölmesi gerekiyor?” diyor romanın başkahramanı öğretmen kadın. Ve ekliyor; “Sonuçta bu bana hiç de mantıklı gelmiyor.” 
 
Cesaretle üzerine gidiyor düzmece dağınıklığın; “Biz sonsuzluğu anlayamayız. Tanrı neden olumlu bir insanı sonsuza kadar cezalandırsın ki? Ve ölümlü bir insan ebedi bir mükâfatı hak edebilmek için ne yapabilir ki? Diyerek tüm dinlere de gönderme yapabiliyor. 
 
Siyasi açıdan da benzer dokundurmalar söz konusu. Örneğin; “ Paris Barış Konferansı'nın ardından Avrupa'da yeni dönem. Ve tam da o günlerde devletin önemli işleri ile uğraşan Başkan Wilson’u düşündüğüm oluyordu. Başkanın bizi Birinci Dünya Savaşı'na sokuşuna alkış tutanlardan değildim” denilerek radikal bir tavırlılık gözetiliyor. Ve devamında bir dönemi bitiren projeye atıfta bulunuluyor; “ Bay Wilson yüce gönüllülüğe yatkın olabilirdi ama kazanan diğer liderler hiç öyle değildi. Amaçları kıyma makinesini çalıştıranları cezalandırmaktı. Yani Almanya Avusturya ve Türkiye'nin savaşma gücünü sonsuza kadar yok edeceklerdi.” 
 
Her devirde tarihe gönül verenlere doğru gelebilecek saptamaların sadece bir kısmı bunlar. Ama yine de konu geliyor bir yere dayandırılıyor; “ Barış planı basitçe şöyleydi daha büyük ve güçlü Amerika.”… 
 
Yetinilmeyerek Başkan ağzıyla da lord ağzıyla da işleniyor bazı tarihsel gerçekler; “ Bütün uluslara bizim gibi bir ülke. Versay’daki en büyük müttefikleri yenilgiye uğrayan Üçlü ittifak ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesi ve dağılmasının ardından ortaya çıkmaya başlayan çok sayıdaki küçük Balkan ve Ortadoğu uluslarıydı” denilerek ebedi kaos derinleştiriliyor.
 
Ayrıca ‘Gündüz Düş Görenler ‘Arabistanlı Lawrence’i de bir başka çehreye sokuyor bir başka yönüyle aktarıyor. Özellikle romanın merkezi kadın öğretmen ile Lawrence, kız kardeş üzerinden dostluklarını ilerletiyorlar. Karşılıklı diyaloglar ve şüpheler olmadık bir şeyleri de açıklığa kavuşturuyor; “Arap milliyetçiliği bir aldatmacadır. Onların sadakati kendi kabilelerine karşıdır. Onların demokrasi anlayışı yoktur. Özgürlüğün toplu posta yoluyla gelen bir paket gibi dağıtılabilecek bir şey olduğuna inanıyorlar.” 
 
Amerikalı öğretmenin aykırı cevabı ise gecikmiyor;  “Eminim ki özgürlüğün ne olmadığını iyi biliyorlar. Topraklarının her karışında İngiliz askeri birliklerinin olması özgürlük değildir. Temsil edilmeksizin kendilerine vergi konulması da değil.” Yani her seferinde bir ikilem yaşatılıyor okurlara. Bu da yazarın uyanıklığı olsa gerek.
 
Ve oradan buradan derken Amerika'ya uzanıyor konu. okurlara feminizm kapısı açık bırakılarak başka bir gerçeğe ulaşmanın yolu deneniyor; “Amerika'da kadınlar altmış yıldır nezaketlerinden ödün vermeden oy kullanmayı talep ediyorlar. Yüz binlerce imza topladık ve dilekçe biriktirdik. Siyasetçilerle tekrar tekrar görüşmeler yaptık. Verdikleri bütün sözlerden döndüler ve yalanlarını yüzlerine vurduğumuzda oy kullanmak için fazla duygusal olduğumuzu söylediler.” Diyor öğretmen. Ve Arabistanlı Lawrence; “Arapların beş belasına dönüşmek için 60 yıl bekleyeceklerine şüpheliyim.” Diyerek romanı yine Arap dünyasına çekiyor. Bir nevi kendi aralarında paslaşıyor kahramanlar.
 
Amerikalı öğretmen sanal kurgu birlikteliklerin birinde emperyalist sömürüye de isyan bayrağını çekiyor; “Bayan Bell Arapları yönetmek istiyor gizlice. Albay Wilson ve Lord Cox ise açıkça. Bay Churchill tasarruf etmek istiyor ve ucuza yönetmek. Siz ne istiyorsunuz Albay Lawrence?” diye soruyor. 
 
Arabistanlı Lavrence’nin yanıtı tam da bu günleri yansıtıyor; ” Kürtler için bir devlet. Bir de Ermeniler için. Basra ve Bağdat için ayrı krallıklar. Filistin'deki Yahudiler için bir ulus devlet ve Fransızları Suriye'den kovmak”  
 
İşte böyle bir roman ‘Gündüz Düş Görenler’.  Belki bir aşk ve seyahat romanı gibi gözüküyor. Bir yol ve yolculuk hikâyesi anlatılıyor gibi. İzlenim bu. Ancak romanın ardında kalan tortusu siyasi. Romanın böyle gideceği Amerikalı ilkokul öğretmeninin daha Mısır'a adımını attığında adam kavuran trende beyefendilerden, -romanda da beyefendi olarak geçer- birinin söylediğinden belli; “ Mısır daha iyi bir iklimin olduğu bir yere taşınsa maddi yönden gelişme kaydeder.” Diğer bir beyefendi cevaben; “ Görünen o ki bütün sömürgelerimizi dünyanın en kötü coğrafyalarına yerleştirmişiz.” Diyor. Sömürgeci anlayışın özü işte bu kadar basit bir cümlede kayıt altına alınıyor.  
 
‘Gündüz Düş Görenler’in sayfalarında her dokunulan konu bir başka roman konusu aslında. Olabildiğince sıradan bir yaşam öyküsü etrafında gündüz düş görenler bir bir sıralanıyor. Roman sonlara doğru kapitalizmin ağa babası Amerika’da borsa ve çok kazanç günlerinden Kara Perşembe ile sokağa düşüşü de betimliyor. Romanın başkişisi kadın öğretmenin tüm mirasını kaybedişini ve tekrar başa dönüşünü de resimliyor. Öğretmenlik ve “ kütüphanedeki hoş ve yaşlı hanımefendi” günlerini. 
 
Bu arada roman boyunca kadın kahramana eşlik eden her şeyi görüp duyan sosis köpek ölüyor. O ölüş bir anlamda tarihi anılarında gömülmesinin tasviri. Veya bu romanın ortaya çıkışının da belirtisi.
 
Yaş kemale erdiğinde veya ömrün sonuna gelindiği hissiyle teolojik açıdan sonuca varılmak da isteniyor; “ Paganlar dünyaya hükmetmeye çalıştıklarında Yehova onları engellemişti. Yahudiler dünyayı düzeltmeye çalıştıkların da ise İsa onları dağıtmıştı. Hristiyanlar dünyayı kurtarmaya çalıştıklarında Allah onları alçaltmıştı. Müslümanlar dünyayı arındırmaya çalıştıklarında Servet Tanrısı Mammon onları ayartmıştı. Bu yüzden de Buda mücadeleye son verme tavsiyesinde bulundu. Dünyaya tahammül edin dedi.” Ne denirse densin yine öğretici vasfı öne çıkarılıyor anlatıcının.
 
Yazarın veya anlatıcının deyimi ile “ Evet bu küçük hikâyemi bilgece ve ruhları coşturan bir şeyler söyleyerek tamamlamayı isterdim. Ama korkarım elimden gelenin en iyisi bu. Fırsatım olduğunda daha çok felsefe okumuş olsaydım belki de size bırakacağım daha etkileyici şeyler olabilirdi.” diyerek felsefeye de sınıf atlattırılıyor.
 
Bir okur açısından baktığımızda daha ne olsun ki diyoruz. Birinci Dünyası Savaşı sonrasında başlayan gelgitleri sağlam temellere bağlanmış ve kendi küçük hikâyesinde ikinci Dünya Savaşı'ndaki tiranların bozgununu görecek kadar yaşamış bir Kadın öğretmen öğretisi  ‘Gündüz Düş Görenler’.  Ve hala insanların savaşlardan kalıcı dersler alması gerektiğini düşleyen barışsever bir adım. 
 
Adım adım sona yaklaşılırken; “Gündüz düş gören biri diğerlerinin kendinden aşağı olduğuna inandığında tehlikeli olur” diyerek sonlandırılabilecek ya da sonlandırılamayacak bir içe kapanış veya dışa dönük haykırış panaroması.
 
Çünkü tehlike geçmiş değil hala devam ediyor…
 
“Gündüz Düş Görenler 
 Roman
 Nail Kitabevi”

Hiç yorum yok: