16 Şubat 2016 Salı

KÜRT…

KÜRT…

Şu fakir ülkede yıllardır nice canlar yanar, sular seller gibi gözyaşları akıtılır Kürt sorunu yüzünden. Bu bereketli topraklarda binlerce yıldır Kürtler de yaşar. Son yıllarda kültleşen şu Kürt sorunu aslında bölgesel ve dinsel normlardan çıkıp evrensel ölçeğe ulaşamayışın merkezkaç dayatmasıdır. Yakıcı yıkıcı biçimde sınır içi ve sınır ötesi yaşananlar ise bu emperyal empozenin açıkça dışa vurumudur. Kürt realitesi paralelinde yaşanmazı yaşamalar, yaşananlar ve yaşatılanlar resmen başta psikolojik savaştır. Sonrasında ete kemiğe, kana ve plazmaya dönüşmüştür. Sıcak savaşa öncelenen boğucu atmosferde taraflarca, ‘psikolojik savaşın kazananı olmamıştır’

Psikolojik savaş taraflarca kaybedilince, bu kirli savaşa, diğer mezhep bazlı bölgesel savaşlara endeksli her diriliş, uyanış, uyarılış, bastırma ve sindirme anlayışı ve kavrayışı yöre halkına ve halklara, bütün topluma ve uydu devletlere asla ayna tutamaz. Aynanın simleri dağılır öteye beriye ve bir türlü boş çerçeveden çıkılamaz hakkıyla, halkıyla halklarıyla. İşte buna içte ve dışta resmiyle sabit resmen batmak denir. İç ve dış siyasette ise resmen; ‘resimsiz ve yorumsuz’ avallamaktır.

Son günlerde ülkenin doğusunda ve güneydoğusunda ve Ortadoğu coğrafyasında Türk, Kürt, Arap başta bir çok milletten olanı, Alevi Sünni İslam dinli dinsizi içine hapseden bir savaş cereyan ediyor. Hayata geçen, geçirilen sanki emperyal istilanın şu zengin topraklara vuran iç karartan izdüşümü. Bölgelerde karşılıklı olarak aslına dönüşen her eylemde olduğu gibi bir savaş değerlemesi bir bütün olarak diğer tüm değerlerin önüne geçmiş durumda. Geçmeli midir? ‘Geçmemelidir...’

Bütün temel genel geçerlikleri yok sayarak, ikame kurguları gereklilik haline dönüştüren bir iktidar, elbette yakıcı, yıkıcı, yok edici şüphelerin beşiğinde tıngır mangır sallanır. Sallandıkça bu şaibeli sürdürüm ile makrodan mikroya, çatışma, bölünme, ötekileşme ve ötekileştirme bunalımlarını körükler. Körüklemeye devam eder. Bu çatışma kültürü sıcak savaşı tetikleyen ve derinleştiren, halkları yürekten etkileyen çat kapı metamorfozu yaratır. Ve ‘savaş kaçınılmazlaşır.’
 
İçerde ve dışarıda seyreden, seyredilen bunca kanlı savaş çıkmazında, 3. Dünya Savaşı senaryolarının yazılmaya duruşun tam da eşiğinde barış, mutluluk, hoşgörü ve huzur kapsamında arayışlar boşa arayışlar olarak tescillenir. Değişen dünyada her soruna olduğu gibi Kürt sorununa da çözüm önerileri ve çareleri özlemler doğrultusunda artarak, çoğaltılabilecekken, ülke bütünlüğünde örtüşerek binlercesi ulunabilecekken hiç aranmıyor nedense. Siyasi sanatkârlar ve siyasal sanatçılar toplumdan koparak halkları askeri güçlerin ellerine bırakmayı görevden sayıyorlar. Her şey bir yana; ‘sanki savaş isteniyor.’

Zaten etnik ve dinsel, radikal dinci ve mezhepsel duygularla, bilgi ve bilime dayanmayan, duyurulara dayalı fos fikirlerle, felsefenin mantığını çözmeden, hayatın gerçekliğine uyup uymadığına bakmadan, uyuz bir uykuya dalıp sistematik yalanlar eleştirisinden nasiplenerek gelinen ve gelinecek nokta elbette budur. Savaş. Resmen ret ve inkârcı mantık modasıdır coğrafyaya giydirilen. Bu modaya yurt çapında kör modda  tarafgir olanlar ve olduranların sonunun nereye varacağı sınırlar içinde veya sınır ötesi; ‘savaş, savaşmama ve savaşamama şeytan üçgeni’nde belirlenecek…

 Şu garip ülkede;"ekonomi, geçim, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, sosyal adalet, yatırım, sanayi, iş, aş, üretim, satış, fırsat eşitliği ve benzeri değerlemeler gün gelir  negatif yönde zirve yapar ve iktidarları sallarsa anında etniksel cepheleşmeler hortlar, hortlatılır ve ‘kürt sorunu’  adıyla dayatılır. Oysa yurtta Kürt vardır, Kürt sorunu vardır ancak; ‘Kürt sorunu bambaşka bir şeydir…’
 
Dayatma başlayınca vakti zamanında tatbik edilen ve sonuçsuz kalan köy boşaltmalar, insanlık dışı baskılar, kıyımlar, sindirmeler, şu bu kayırmalar, polis devleti görüntüsü ve asker imajı, yasakçı hukuk ve sosyal devlete inançsızlık temelinde tüm genellemeler anında bu güne adapte edilir. Asıl önemlisi bir türlü sosyal devlet olunamayışın faturası; ’bölgede ve ülkede devlete güven azalmış ve sarsılmıştır, gereği yapılacaktır…’ bağlamında işin faturası geniş halk yığınlarına kesilir. Bütün ‘suç Kürtlere yüklenir…’

Nedense uzak geçmişi çok iyi anımsarda kimse yakın geçmişi hiç düşünmez, bilmez veya öğrenmez. Çaresiz çözülmelere gebe ayni fonda sözde çözümleri pahada ağır dağa taşa anlatmaya çabalarlar. Geçmişte dört bine yakın köy, bir milyona yakın insan topraklarından, evlerinden barklarından edilmemiş, sürülmemiş veya göçe zorlanmamışçasına davranılır. Anayasanın 125. maddesi işe geldiğinde unutulur, iş zora düştüğünde anımsanır. Unutuldukça ayniyle vaki süreç işler, işledikçe de ’devlete güven yok olur’. Sonra durduk yerde devlete güven yok olmuş gibi toptan ‘Türkü Kürdü ayni düşünenlere yüklenilir.’
 
On yıllardır iktidarlar gelmiş geçmiş, son on küsur yıldır tek başına ayni hükümet baştadır ama; çok kültürlü toplum olmanın özellikleri bir türlü geliştirilmemiş, farklı etnik yapılar, farklı kültürler, dil, din, ırk, mezhepler kapsamında varlık sürdürme istemleri daima görmezden gelinmiş, kökten yok sayılmış, bilerek veya bilmeyerek mozaik çatlatılmıştır. Sonra da gelsin terörle mücadele. Terörle mücadele yasası yıllarca daima silah kullanarak uygulandıkça uygulanmış ve ’iç barış zedelenmiştir’… Zedelenir elbette.
 
Ayrıca geçmişten bu güne önerilen tüm ciddi çözüm önerileri siyasi suç sayılmıştır. Kürdü Türkü sorunu ayni görenler, siyasi polis, siyasi ceza, siyasi mahkum, DGM, Özel mahkeme, terörle mücadele timleri, Jitem, koruculuk sistemi, özel müdahale ekipleri, profesyonel terör kadroları ve netekim kart-kurtlu çıkışlar, sonuçsuz listesel açılımlarla tanıştırılmış ve önlenemez batış başlamıştır. Bu batışın, bataklığın yükseleni ise basiretsiz idareden dolayı içeride ve dışarıda ünlenen terör örgütleri ve türevleri oluşmuştur. Durum bu noktaya erişmiş ise yani el birliğiyle artık can yakan terör oluşturulmuşsa ufukta önlenemez  ‘kalıcı kaos belirmiş’ demektir. Hem de en beklenmedik anda belirir.
 
Çözüm bekleyen garip insanlara uzun yıllar boyunca fişleme, dosyalama, kayıtlama, infaz, yargısız infaz, işkence, gözaltı, gözaltı ölümleri, açıklanamaz kayıplar, faili meçhuller, askeri ve sivil yargı ayıpları, iz sürme, fiili karalama ve diğer akla gelenler veya şeytanın aklına dahi gelmeyecekler yapılmışsa ve zapt edilemeyen intikam duygusu ile halen daha yapılıyorsa kim ne derse desin sonuç bellidir; ’siyasal şiddetin önü alınamaz’.
 
Yakın tarihe çıplak gözle bakıldığında dahi OHAL, MGK, Özel harp dairesi, Mit, koruculuk ve koruyuculuk sistemi, özel harekât, özel tim, profesyonel asker, terör polisi, halk çocuklarından asker- komando, jandarma, çekiç güç, sınır ötesi berisi-gerisi-içerisi bolca sivil, askeri, polisiye harekat, bölgede lider kolluk güç olma hevesi, zoraki açılım- yalan dolan saçılım, erken seçim, seçim yenilemeler, bir kerelik, aylık, yıllık ve daimi teskereler ve benzerleri varsa ve görülüyorsa ve bir biçimiyle hala devam ettiriliyorsa maazallah ‘savaş nükseder’…
 
Yurt genelinde yaygınlaşan biçimde özellikle Doğu ve Güneydoğu’da demokrasi yerleşmemişse, yerleşmesi istenmiyor görüntüsü hakimse, her şey  aba altından feodal kalıntılara ihale edilmişse, insan hakları ihlalleri yapılmışsa, ihlaller Avrupa insan hakları mahkemesine taşınıyorsa, taşınanlar da devlet yüklü tazminatlara mahkûm olmuşsa, AB Normları ve ABD İstekleri hiç koşulsuz kabul edilip uygulanıyorsa, bu uyum yasaları topluma uyumsuzluk aşılıyorsa, bu beter uyuma uydurma fonksiyonları toplumda derin uyku hali yaratıyorsa, bölgede sınır içi sınır ötesi teskereli tezkeresiz savaş, adı konmamış savaş, kirli savaş, iç savaş, terörle savaş, silahlı çatışma, alçak şiddette savaş, hain saldırı, eşkıya saldırısı, terör belası, terör eylemi diye adlandırılan arbedeler gün ve gün artarak sürüyor ve sürdürülüyor ise; kardeş kanı daha çok akar, aktıkça akar. Daha çok‘Türk ve Kürt evladı hayatını kaybeder…’
 Seksenden bu yana ordu iç güvenlikle uğraşmak zorunda bırakılıyorsa, bu uğurda oyalanıyorsa, siyasetin tıkandığı yerde de bir gece yarısı düdük çalması bekleniyorsa, çalışan veya emekli paşalar hikayeden Ergenekoncu, balyozcu, darbe eğilimlisi bahanesiyle susturuluyorsa, laf dinlemeyen emniyet mensupları sebepli sebepsiz paralelci ilan ediliyorsa, gazeteciler haberleri ve yazdıkları nedeniyle haksız yere içerde tutuluyorsa, ülke aydınları Silivri’ye metazori tatile gönderiliyorsa; kan durmaz sınırlar dar gelir, içeride ve dışta milli dışına taşılır. Taşkınlık önlenemez bir hal aldığından bir hiç uğruna neredeyse ‘savaş özendiriliyor’…
 
emparyal istila doğrultusunda savaş kışkırtıcıları, rantçılar, rantiyeler, baştan bozuk şantiyeler, stokçular, kan üzerinden siyaset yapanlar, silah tüccarları, kaçakçılar, uluslar arası sermaye ve yerli malı işbirlikçileri, taşeronlar, olağanüstü hal talancıları, vurguncular, silaha, mermiye ve maaşa bağlananlar ehliyetsizler var oldukça, gizli aleni hala varsa ve günden güne artıyor artırılıyorsa; ‘ bu savaş hiç bitmez.’
          
Globalleşen dünya sistemsizliğinde siyasal bilinç ve sınıf temelinde birleşilemiyor ise, din dil ırk mezhep ve etnik köken temelinde bir ayrışma öngörülüp ayrıştırma planlanmışsa, özellikle mezhepsel farklılıklar her fırsatta fişekleniyorsa, İmralı kuş uçmaz kervan geçmez bir ada iken ipek yolu olmuşsa, uyduruk çözüm projeleri boyalı basının bile diline düşmüş, malzeme olmuş ise Kürt sorunu kolay kolay bitmez. Bitmeyeceği ve bitmediği üzerinde çene çalmalarla; ‘savaş devam eder’…
          
Yıllarca tekseslilik, baskı, yıldırma, silme, sindirme, potansiyel suçlu ve azılı terörist sayma, asimilasyon ve benzeri yaptırımlar, adam yerine koymamalar, adam sendeler, isyana teşvik etmeler, aşırı zorlamalar, zorda koymalar, dengesiz güç kullanımı uygulandıysa yarınlar için Hoşgörü, demokrasi, çoğulculuk, eşitlik, bölgesel gelişme politikaları, demokratik haklar, ana dil kullanımı, ekonomik uçurumun ıslahı sözlerine inanılmaz. İnanç azalmış inananlar da azalmıştır. Bir ses egemenleşir; ’iç barış artık bu yöntemlerle de sağlanamaz’…
 
Ülke toprakları üzerinde her ne kadar Türkiye partisi olma yolunda adım atmış olsa da Kürt federatif yapısı veya bağımsız Kürt devleti kurmaya yönelik bir parti varsa, bölgede ve ülkede legal illegal güçleri elinde tutuyorsa, parlamenterleri varsa, içerde ve dışarıda mikro milliyetçilik düzleminde dere tepe düz örgütlenilmişse, iş sorumsuzca kanlı eylemlere dökülmüşse, olan sadece halktan sade vatandaşlara ve halkların evlatlarına oluyorsa, bölgedeki gerginlik ve ablukalar köklü projeler olmadan sadece silahla veya yüzeysel günü kurtaran içi boş açılım paketleriyle de asla çözülemez. Çünkü yılların getirdiği nokta bellidir,‘çözüm zorlaşmıştır.’
 
Ortadoğu bataklığında ve ülkenin doğusu ve güneydoğusunda yaşananların şiddeti arttıkça artmasına karşılık, tüm siyasi partiler ve parlamento düzeyinde ortak akıl, ortak irade ve ortak siyasi güç oluşturulmadıkça, Türkiye çapında savaş karşıtı ortak kamuoyu desteği sağlanamadıkça, halklar projenin içine katılmadıkça, mevcut idarecilerin ve alternatiflerinin bol vaadli birlik, beraberlik ve kardeşlik nutuklarına bakılmaz. Boş nutuklara kimse aldırmaz. Bir nutuk atarım herkesin nutku tutulur ve sorunlar çözülür mantığıyla  hemen bu günden yarına ‘Kürt sorununa kalıcı ve sağlıklı çözüm üretilemez’…
 
Cumhuriyetle başlatılan vatan, ulusal birlik, kan bağına dayalı ve kültürel benzerlik, yurttaşlık bilinci ve ulus devlet felsefesi tırpanlana tırpanlana gelinmiş ve son yıllarda devlet emrivakisiyle arzulanan istekliğin oluşmadığı da ortaya çıkmıştır. Ağırlaşan baskı zıddını doğurmuştur. Zoraki değil hevesli birlik gerçekleşemiyorsa, zedelenmiş kardeşlik yeniden inşa edilemiyorsa, sınıf temeline dayanmasa bile ortak değerlere saygı ve ülkenin iç karartan noktaya sürüklenmesi kaygısı bileşkesinde bile bütünleşilemiyor ise bölgesel planlara, büyük coğrafi projelere lejyonerlik de tutmaz. Bilgisiz, birikimsiz, iradesiz ve çözüm üretmede yetersiz iktidarlar ve çatlamış ideolojiler on yıllarca yanlışta ısrar ederek terörü önlenemez boyuta taşımış-taşıtmıştır. Her kim bu suçu suçu işliyorlarsa ve işlemeye devam ediyorsa; ‘savaş çanları gün gelir herkes için çalar’…
 
Yurtta ve dünyada, bölgesel boyutta tüm bu yaşanan savaşlara, acıya, zulme, hüzne ve olumsuzluklara karşın, son yıllarda üst düzey siyasiler ve çanakçıları tırsıp pısıp, yüzlerini asıp, hala ona buna gözdağı verme cesareti gösteriyorsa, konu komşu çatmaktan başka çıkış yolu bulamıyorlarsa daha çok canlar yanar. Yaşanan trajediye analar hala kanlı gözyaşı döküp beddua ediyorlarsa, farklı dillerde ağıtlar birbirine karışıyorsa, kimse akıllanıp uslanmıyorsa, akan kardeşkanının durdurulması için kılını kıpırdatmıyor ise günah büyür. Kürt sorununu bir bölgesel sorun olmaktan çıkarıp ülke sorunu sayan bir anlayışa geçilmiyorsa, sosyal siyasal ekonomik ve demokratik çözüm önerileriyle bezenmiş, birlikte yaşam garantisi sağlayacak bir ‘toplumsal kurtuluş meclisi ve toplumsal kurtuluş projesi’ hala oluşturulamıyorsa,   devletin yönetim şeklinin vazgeçilmez unsurları olan yasama, yürütme ve yargılama bireyleri eşitleyemiyorsa, tüm yutttaşların kamu haklarını belgeleyen ana sözleşme, tele yasa hala faşist dönem zihniyet ürünü olmaktan kurtarılammaış ise ve kurtarılamayacak görüntüsü varsa ülkede ve ‘bölgede daha çok çiçekler solar…’

Bölge bölge bu coğrafyada Türk, Kürt, alevi sünni, çiçekler soldukça savaş iyice  şiddetlenir ve emperyal istilacıların gurka senaristleri senaryolarını şimdiden şöyle yazmaya başlar; ‘3. Dünya savaşı bu coğrafya üzerinde patlak verecektir ve cereyan edecektir…’

Hiç yorum yok: