DUYGULAR ŞEHRİ İSTANBUL’UN DENİZİ…
Unutulmamalı ki, her mazbut devrimci hikaye millet memleket ayırmadan döner dolaşır, İstanbul’da sonlanır…
Duygular şehri İstanbul’un denizine düşer bütün Deniz hikayeleri. Dünyayı dolaşmak zor denilir ama artık dünya küçülmüştür de denilir. Bu küçülen dünyada herkes emperyal istilacıların denetiminde, erdemsiz çözülmelerin kölesi oldukça sağlıksız duyguların İstanbul’da şehirleşmesi de şekillenilir. Şekillendirilir ve İstanbul’da demlenmek bir dünya meselesi olur. Bu şart ve şeraitte bilgisizliği sağır kulakla dinlemek ve kapı kapı dinlenmek kaçınılmazlaşır. Ve ilgili ilgisiz her duygusal hikaye anason kokusuyla buluşur, biter ve başka bir hikaye başlar kendiliğinden. Ama asla unutulmayan şehir efsanesi hikayeleri sadece mazbut devrimci hikayelerdir.
Koca, hoca şehirler duygusallığını kaybettikçe kovboy şapkalı akşamlarda dizginlenir faniler. Fani dünyada fildişi sandıkların içine saklanır yasak savar dingin duygular bile. Çivisi kopmuş dünyanın tahtadan dikdörtgenimsi veya oval mavi kaftanlı kanepelerinde uyuklar düşler ve düşünceler. Götürümleri görmezden gelmeler ise bolca mükafatlandırılır iktidar yobazlarınca. Mim pür oynadıkları için. Oysa muhteşem bir saman alevidir ilahi davetlere uymayışın cakalanmaları. Ahir zaman nehirleri akar göllere ve denizlere, menekşe kokuları yayılır patikalara da uslanılmaz hala. Can çıkar huy çıkmaz, arabanlaştıkça borazancılık yepyeni kapılar açılır aralar bozulur. İki arada bir derede araziler pikten kasalara boca edilir, haccallaşılır. Unutulmamalı ki bu devran da devrilmez değildir.
Gündoğumunda maraz doğar…
Saten hayat boşluklarının hiç zahmetsiz asla durduk yerde haccamlarca doldurulamayacağı aşikardır. Tam aksine aksi aksi çağlayan bir şelale gibidir hayatın özüne asılmak. Talih ve tarih süzgecinden bilgelik süzülmeyince zehir zıkkım olur yaşanan yıllar. Başını dost omuzlara bırakmak için yaren ve sırtını dönmek için yoldaş bulamaz hiç kimseler. Kapanır kalpler, siteme döner dualar. Ve dünya boş maruzatı zamlanır, mazeretlere zamklanılır.
Boş dünyada basitleşince hünerler, en mahirlerce bile dövülemez kıpkızıl demirler. Çelikten titanikler bile gönül rahatlığıyla yüzemez kararan denizlerde, deliren okyanuslarda. Kurgusal duygular arasında sıkışıp kalındıkça şehirler de küser cümle aleme. Dine, mine ve kine bakılmaz terslenilir şehir ulemalığı. Çünkü hasırlanan hayal kırıklıkları hayatları belirler, heybelenen altın külçeler haybeden hayatları beller. Sorumsuzca sıradanlığa sıralanınca zevat bayatlar hayat. Ve karşı konulamayan süzme hayyal ne varsa araya kaynar. Kaynak yapar. Kaynakçalarda hayattan çalanların ismi belki silinir. Silindir ezdikçe de zevat saflaşır, kuyruklar biter kuyrukçuluk başlar. Ve kuyrukçuların azmiyle uzar gider Amerikan bezine kanmışlık. Zaman evrene batar, evren teferruatları tesellide gizler. Sonsuzluk çengelinde izi gizi harmanlayan diller meşrulaşır. Ve batar mitolojik şehirler, yan yatar ilerici İstanbul. Duygular şehri İstanbul’un denizinde bağnaz kayıklar batar.
Gün battığında maraz da batar…
Güneş doğduğunda ise atik davranan, asi savlanan, başkaldıran gençlik ışıl ışıl parlar. Parayı ve tüm faşizan dayatmaları asla tanımazlar. Reddederler. Bu retçi mantıkla tabelacı spiritual tebayı tanımamak üzere devleşir tüm gençler. Genleşen gölgeleri kaplar memleketi. Tek tek tanınır ve bilinirler. Onlar göksüz, öksüz, köksüz bölgelerde sevdalı sevdalı ebediyen kıpraşırlar. Hüzün bulutları gibi sonsuza yolculanırlar. Eylemler eylemsizliğe dönüşmeden evvel toplumun değerleri yükselir. Yükseltirler. Hayata asılırlar. Metezori iniş başlatıldığında ise halkların tüm maddi ve manevi değerleri hızla dibe vurur, değişir. Veya değersizleşir. Bu dengisiz dönüşümde asimilasyon yöre bucak eşantiyonlaşır. Ve yargılı yargısız tüm infazların tamamı öz savunmalar sayesinde hikayeleşir. Hikayeler birleştikçe kutsal isyan destanlaşır.
Ve tüm destansı hikayeler duygular şehri İstanbul’da, duygular denizinde sonlanır…
Gün yandığında mavilikler de yanar…
Tüm nesepsiz, edepsiz ve zamansız zenginleşmelere etraflıca bir göz atılınca kayıp kuşak gençlerin tamamı haklı çıkar. Hayatı baştan çıkaran, baştan kara zaaf yüklü irade, bozuk mayalı hamura kabartma tozudur sadece. Ve geceden bozma her öğle sonraları içten içe kararır hava. Hava karardıkça duvarların sırtları al griye boyanır. Kırmızı çatılı binalarda çıplak kalır kiralık odalar. Oda oda karanlığa teslimiyet başlar, beyaza duyulan yersiz aşkla karanlığa tapılır, hiç nedensiz. Akın var akınla başlar ve selam durulan güneşe devrilir devrimci genç gövdeler. Köpük köpük boşalır evrenin özü. Kaç porsiyon acıları yaşamaktır geriye kalan, unutulur sanılır ama unutulmaz. Bir derin tutkudur devleşen ve bülbüllerin sesinde nam bulur destanları. Ve güneşe yolculanan hepsinin zulasında hicran vardır. Hepsi kendisi olan.
Lodos döküldükçe denizden, denizin engin bakışlarında o kısa yolculukların nemli kararlılığı parlar. Birilerine göre iç karartırlar, ondan karalanırlar. Oysa tenhalardan döküldükçe memleketin üstüne şeytan üçgeni istilası niyetleri anlaşılır. Vicdanlarda tamamen aklanırlar. Ancak memleketin üstüne üstüne akkordan bir beter bitkinlik çöker.
Nice bitti sanılan hikayeler birbirinin benzeri memleketlerde, insan manzaraları karışmış şu memlekette bile köylerden şehirlere köylülüğü taşır. Ayni hikayeler şehirlerden köylere ise kentliliği bulaştırır. Bu ak bataklıkta açan çiçeklerdir güneşle batanlar. Büyük kara boşluklar kalır geride. Kovulunca bu dünyadan cennete genç yaşta devleşenler, uzaklaşır asil şehirler. Büyük şehirlerde köleleştirilmişlik devşirme kentlilik kovboyluğunda tarifini bulur. Şakası bile güldürmez kara delikler açılır İstanbul’un bünyesinde, göğünde.
Gündoğumu lafazan gün batımlarına gebedir…
Her gebelik bir gevşemedir. Gerilmedir veya geleceğe. Kıpırtısız boş bir manzara gibi zamana tutunur bütün hikayeler. Duygulanır şehir ve nabzı yükselir. Kalp atışları sayıldıkça hasbıhal saatlerinde isyan başlar. Tarihin taksiminde hiç bahsedilmez midesi doymazlardan. itaatsizliğe çağıran kitaba bakıldıkça anlaşılır kara düzen. Taksimlendikçe saatler hiç işlemez hikayelerin hikmeti. Hikmet anlaşılamayınca hastalıklı sesler, ekolu sedalar ve çalımlı edalar istila eder caddeleri, meydanları, tüm şehri. Ve İstanbul bahtına küser, eskiden beter can çekişir gökyüzü. Duygular şehri İstanbul’un denizi de duygulanır ufka sarıldıkça.
Enesi, bebesi, nenesince bilinen tüm masum mazbut devrimci hikayeler içinde risk taşıyan repliklerle döner dolaşır şehirleri ve İstanbul’da sonlanır. Masalsı bir ıssızlıktır yaşanan ve kocamış şehir tavında dövülür. Tüm yalnızlıklar birikir birikir ve yaratıcı gerçek patlar. Çok bedeller ödenmiştir şu garip memlekete. Asitane de sur içine özgü en çalkantılı hayatlar da gün olur durulur. Duyarlı eşsiz portrelerin bile duymazdan geldiği bir süreçtir potaya giren. Bu vurdum duymazlıkla duygular şehri İstanbul’un denizine batar güneş.
Gün battığında ise yeni gündoğumları beklenir…
Unutulmamalı ki aynisi bir daha gelmez…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder