8 Ekim 2014 Çarşamba

BİR ÖMÜRLÜK NATIKALIK KÖRELDİ …

Söz söyleme konuşma, düşünme ve anlama, düşündüklerini çekinmeden ifade etme, işaret etme, gösterme, bildirme, uyarma ve hakkıyla anlatabilme natıkası Tanrının insanda dile gelmiş halidir. Güzel sözlerle, söz söyleyebilme ve düşünebilme özelliğini ve yetisini kullananlar, natıkası kuvvetliler en müstakimlerdir ayrıca.

Ancak, canan gelip çattı kaşlarını ve daha ihtiyarlık yeni müjdelenmişken cana bir ömür natıka sevdası köreldi…

Dünya halidir ve dili yaratan da kara topraktır. “Benim sadık yarım kara topraktır” deyişinde gizlidir koskoca dünya. Yani kelimelerin dünyasıdır gerçek dünya. Önemine ve fonetiğine fanatikçe bakmadan yazılar yazmakla gelişir kısa hayat. Ninniler söyleyerek ve ağıtlar yakarak ilerlemiş ‘halk yaşama sanatına’ dilin öznel mimarisi içinde kalarak katkı sunmaktır meselenin özü.

Yerden kalkmaya, kalkınmaya yeter zenginlikte ve incelikte olmasa da âlemin gül bahçelerinden günümüz ikilemlerine bir şekilde eklemlenmektir hayat. Layık olunan yaşamdan mahrum kalınmışlık ise sahte denklikleri karalar yüreklere.

İnsan dediğin bir kez perdeyi yırtmaya görsün, en ufak bir zarif dokunuş, bir tatlı sarılış, bir yürekli öpüş ve sıcak bir ötüş en sarsıcı sevdaların kucağına, ocağına iter çiçek gibi solan zamanı. Kısırlaştırır resmen ansızın beliren o yok oluş girdabı ve ışık ışık boşanır duygular, seller gibi, sular gibi akar gecikmiş hevesler.

‘Natıka öldüğünden, taştın yine deli gönül sular gibi çağlar mısın?’…

Derinde en derinde donmuş hisler kıprayınca sızlar yürek. Ve yürek kaç bahar sonra aniden sızıldayınca tüm eksik gedik karşılaşmalar solmuş çiçeklerin sağa sola saçılmışlığını bütünler kabristanlarda. Ve buz tutmuş bedenlerde tersine eriyiş hızlanır ve hayata sırayla cemreler düşer. Beklenen ilkbaharları ise yapmacık tavırların, yapma çiçeklerin, plastik yaprakların yüreksizliği bozar ve engeller.

Nice acılar çekmişlikle harmanlanınca hayat, ne akıl, ne mide ne de kalp kaldıramaz ama yine de dayanır can. Yürek iki kez titrediğinde kendince sabredilmiş ne var ise sokulur inceden ve sinsice tutsak eder tüm benliği. Saf dilli ve güzel yaşamaya dair tüm sözler ve konuşmalar makinelere bağlandığında ise kesilir hesap ve Yaratana muhtaçlık başlar.

İşte o vakit dil güzel güzel söyleyince dinlemeyenler dinler, anlamayanlar anlar, natık dinlenir, dinlemeye çekilir zevat ama iş işten geçmiştir artık. Oysa her mahsus dil bir gönül perdesidir. Perde açıldığında sırlar açılır ve kapandığında sırlara, kırklara karışılır. Güzelliği bahşeden de alıp topraklaştırıp hakkında bahis ettirende ilahi düzen gereği tabiat olunca incir çekirdeklerinde gizlenir taze hayatlar.

Öğrenmek lazımdır güzel dilin ilmini, acı hayatın bilimini natıklar göçmeden, natıklardan…

Hırs insanı kör eder ve fakat ölümü de hiç mi hiç uzaklaştıramaz. Hırslanmak yerine gönül sadakası verebilmektir marifet. Diline, gözüne, kulağına sahiplik arenasında her bir yıldız kaydığında arefeden natıkaya sarılır kalemler. Çünkü gerçeğin yolu iyi dilden, sevgi dolu sözlerden geçer sadece. Yolcu iyilerinden ise yolculuğun bu sözlerin tamamına yakınını duyabilir. Ve en ateşli kasırgaların rotası değişir bu sayede. İstiskallere uğramışlık ve yersiz suçlanmışlıklarla geçen bir ömür sonrası, yenisi tesirli sözlerle sohbet meclislerinde dirilir. 

Dil dirilişin en günahsız yavrusudur ve natıkalığın ilk hali ise ölümsüzlüğün tezahürüdür. Tezahüratlarla mertebelenenlerin talebeliği sona erdiğinde, ustalığı sobelendiğinde zarar ziyan hesabını tutmak epey zaman alır. Musibet ve çirkinliğin soğuk yüzü doğan güzellikleri asla gizleyemez.

‘Natıka öldüğünde taştan topraktan yeni deli gönül uslanmaları çağlar mı?’…

Acılar hep deniz renkli. Dantel dantel vurur vurgun beynin kıyılarına, kıvrımlarına. Altın kumlara gömülen gözyaşlarından sızar kadim sevdalar. Ve selam durur ardı sıra ağlayan şehirlere kara kirpikler. Yakındır herkes birbirine, en yakın ama evren kadar uzak. Ve gurbet ve hasret şarkıları martıları vurduğunda en fırtınalı isyanlar durulur.

O durulukta kapalı kapılar er geç çalınacağından, kimselere aldırmadan natıkane deniz püskülü göğe yalvarmak gerekir, göçebe bulutlara hissettirmeden yakarmak ve doyasıya ağlamak…




Hiç yorum yok: