BİR ÖMÜRLÜK NATIKALIK KÖRELDİ …
Söz söyleme
konuşma, düşünme ve anlama, düşündüklerini çekinmeden ifade etme, işaret etme,
gösterme, bildirme, uyarma ve hakkıyla anlatabilme natıkası Tanrının insanda
dile gelmiş halidir. Güzel sözlerle, söz söyleyebilme ve düşünebilme özelliğini
ve yetisini kullananlar, natıkası kuvvetliler en müstakimlerdir ayrıca.
Ancak, canan gelip
çattı kaşlarını ve daha ihtiyarlık yeni müjdelenmişken cana bir ömür natıka
sevdası köreldi…
Dünya halidir
ve dili yaratan da kara topraktır. “Benim sadık yarım kara topraktır” deyişinde
gizlidir koskoca dünya. Yani kelimelerin dünyasıdır gerçek dünya. Önemine ve
fonetiğine fanatikçe bakmadan yazılar yazmakla gelişir kısa hayat. Ninniler
söyleyerek ve ağıtlar yakarak ilerlemiş ‘halk yaşama sanatına’ dilin öznel
mimarisi içinde kalarak katkı sunmaktır meselenin özü.
Yerden
kalkmaya, kalkınmaya yeter zenginlikte ve incelikte olmasa da âlemin gül
bahçelerinden günümüz ikilemlerine bir şekilde eklemlenmektir hayat. Layık
olunan yaşamdan mahrum kalınmışlık ise sahte denklikleri karalar yüreklere.
İnsan dediğin
bir kez perdeyi yırtmaya görsün, en ufak bir zarif dokunuş, bir tatlı sarılış,
bir yürekli öpüş ve sıcak bir ötüş en sarsıcı sevdaların kucağına, ocağına iter
çiçek gibi solan zamanı. Kısırlaştırır resmen ansızın beliren o yok oluş
girdabı ve ışık ışık boşanır duygular, seller gibi, sular gibi akar gecikmiş
hevesler.
‘Natıka
öldüğünden, taştın yine deli gönül sular gibi çağlar mısın?’…
Derinde en
derinde donmuş hisler kıprayınca sızlar yürek. Ve yürek kaç bahar sonra aniden
sızıldayınca tüm eksik gedik karşılaşmalar solmuş çiçeklerin sağa sola
saçılmışlığını bütünler kabristanlarda. Ve buz tutmuş bedenlerde tersine eriyiş
hızlanır ve hayata sırayla cemreler düşer. Beklenen ilkbaharları ise yapmacık
tavırların, yapma çiçeklerin, plastik yaprakların yüreksizliği bozar ve
engeller.
Nice acılar
çekmişlikle harmanlanınca hayat, ne akıl, ne mide ne de kalp kaldıramaz ama yine
de dayanır can. Yürek iki kez titrediğinde kendince sabredilmiş ne var ise
sokulur inceden ve sinsice tutsak eder tüm benliği. Saf dilli ve güzel yaşamaya
dair tüm sözler ve konuşmalar makinelere bağlandığında ise kesilir hesap ve Yaratana
muhtaçlık başlar.
İşte o vakit
dil güzel güzel söyleyince dinlemeyenler dinler, anlamayanlar anlar, natık
dinlenir, dinlemeye çekilir zevat ama iş işten geçmiştir artık. Oysa her mahsus
dil bir gönül perdesidir. Perde açıldığında sırlar açılır ve kapandığında
sırlara, kırklara karışılır. Güzelliği bahşeden de alıp topraklaştırıp hakkında
bahis ettirende ilahi düzen gereği tabiat olunca incir çekirdeklerinde gizlenir
taze hayatlar.
Öğrenmek
lazımdır güzel dilin ilmini, acı hayatın bilimini natıklar göçmeden,
natıklardan…
Hırs insanı
kör eder ve fakat ölümü de hiç mi hiç uzaklaştıramaz. Hırslanmak yerine gönül
sadakası verebilmektir marifet. Diline, gözüne, kulağına sahiplik arenasında
her bir yıldız kaydığında arefeden natıkaya sarılır kalemler. Çünkü gerçeğin
yolu iyi dilden, sevgi dolu sözlerden geçer sadece. Yolcu iyilerinden ise
yolculuğun bu sözlerin tamamına yakınını duyabilir. Ve en ateşli kasırgaların
rotası değişir bu sayede. İstiskallere uğramışlık ve yersiz suçlanmışlıklarla geçen
bir ömür sonrası, yenisi tesirli sözlerle sohbet meclislerinde dirilir.
Dil
dirilişin en günahsız yavrusudur ve natıkalığın ilk hali ise ölümsüzlüğün
tezahürüdür. Tezahüratlarla mertebelenenlerin talebeliği sona erdiğinde,
ustalığı sobelendiğinde zarar ziyan hesabını tutmak epey zaman alır. Musibet ve
çirkinliğin soğuk yüzü doğan güzellikleri asla gizleyemez.
‘Natıka
öldüğünde taştan topraktan yeni deli gönül uslanmaları çağlar mı?’…
Acılar hep
deniz renkli. Dantel dantel vurur vurgun beynin kıyılarına, kıvrımlarına. Altın
kumlara gömülen gözyaşlarından sızar kadim sevdalar. Ve selam durur ardı sıra
ağlayan şehirlere kara kirpikler. Yakındır herkes birbirine, en yakın ama evren
kadar uzak. Ve gurbet ve hasret şarkıları martıları vurduğunda en fırtınalı
isyanlar durulur.
O durulukta kapalı
kapılar er geç çalınacağından, kimselere aldırmadan natıkane deniz püskülü göğe
yalvarmak gerekir, göçebe bulutlara hissettirmeden yakarmak ve doyasıya
ağlamak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder