22 Ekim 2014 Çarşamba

MERDİVENLER KENDİLİĞİNDEN DİLE GELİR…

MERDİVENLER KENDİLİĞİNDEN DİLE GELİR…

Göğe yükselen kıvrımlı, virajlı ve çok basamaklı yoldan çıkıp, kırkından sonra edinilmiş tüm serveti tavan arasında unutup, bırakıp inmekte var. Hayatta üşmek de düşmek de var. Yükseliş tam bir ağırbaşlılık gerektirir, iniş de ayni vakurluğu çağrıştırır. Ama her ilerleyiş ve miraca duruş, dosdoğruya ve Tanrı ya yükselişi ifade etmediğinden onursal zedelenme çağına çığır açılır göğe.

Çığlıklar ve çağırmalar duyulmadığından basamakların çıkıldığı sanılır lakin yerin yedi kat dibi olduğu söylene gelir ve oraya batıldığı, batılacağı hiç hissedilmez. İyilerin kortejinde yer tutmak ideoloji gereğidir. İdeolojisizliktir dünya mallarına tamahkarlık ve tamaha gönül koymaların asıl nedeni. Hiç hissedilmez merdivenlerin tersine yürüdüğü, yürütüldüğü.

Evreler dil ve din terazisinde tartıldığında ayalar, ayatlar, hayatlar ve çıkılan merdivenler kendiliğinden dile gelir.

“ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…”

Gözler cilalanarak tur üstüne tur bindirmek ve hakkı zikrettikçe O’ndan uzaklaşmak verilen tavsiyelerin tavına göz karartmaktır. Sonra karartma gecelerine bel bağlanır. En sonra kalp ve basma kalıp durumlarında hak ve halk arasına sıkışılır. İşte o vakit haz dolu yılların sonu da gelmiş demektir. Ve dahi çok yakındır yaz.

Yaşarken ölmek de bu dünyanın temel kurallarından biridir. Müjdeler kâinatı belirlerken, en yakınlarını dahi basamak yaparak yükselmişlerin geçmiş günahlarının bağışlanacağını beklemek tüm ilahi mesajlara ihanettir. Yine mağdur ve gene mazlum edebiyatıyla yapılan savunmalardan hayır beklemek ise resmen hak ihlalidir. Ortalığı sık aralıklarla gerip durup yine en güzel kalmak, yine mağrur ve gene mahzun olmak yeni krizler yaratmaktan başka bir şey değildir. Tüm bu yancı tavırlar teğet geçmek üzerine kurumlandığından ışıklar yağarken dört bir yanda ışıktan mahrum kalmaktır dört bir yanda. Merdivenlerin tersine yürüdüğü, yürütüldüğü hiç hissedilmez, çünkü ampul patlaktır.

Devreler dil ve din terazisinde tartıldığında ayalar, ayatlar, hayatlar ve çıkılan merdivenler kendiliğinden dile gelir.

“ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…”

Devrimlerin tunçtan kapısı kapanmış ise bu devire ilerde açılmaz bir daha demek kandırmacanın kaldırım mühendisliğidir. Ya tunçtan kapılar açılırsa ve yer yarılıp yedi kat düzlenirse, nevri dönenlerin devri biterse. Bronzlaşan suratlara tükürmeye de değmez. Bayram havasında bir muhatapsızlıkla muhatabatlar yaratarak egemenliğin süreceğini sanmak sağ ama sağırlıktır. Ve o sağırlıkta yarınlar ve yarışlar da yalanlaşır. Her sınır her barikat aşıldığında ayni halden asılışlar, yakılışlar, görünen ve görünmeyen tonlarıyla yeniden hortlar. Yükselişler nakış kalemiyle takdirlense dahi, kıssadan yükselti hissi verilse bile düşüş düşüştür ve başlamıştır. Ve düşüşlere üşüşür kargalar. En hızlı biçimde gerçekleşen düşmeler ise en ağır ve ses getirenidir ve anında biter saltanat.

Kararan rüzgârlarla, güftesiz bestelere savrulmak hiç mi hiç işe yaramaz. Çalınan hala o eski çalıntı şarkılar olunca şarkilik hissiyatı kabarır. Yine eksik notalı Bizans şarkıları yeni oyunlarda fon müziği olur. Hoyrat hoyrat akşamüstü efsaneleri ile beraber gün biter kara geceye kalır dünyalıklar. Gecesi başka gündüzü başka aldanış ve aldatışlar ve kara karanlık perde perde örter her yeri, etrafı, arafı. İşte o zaman tüm varlığıyla tekrardan kanatlanır bütün gizlenen duygular özgürlüğe. Merdivenlerin zevkine tersine düzüne yürütüldüğü hiç hissedilmeyince düzen bozulur.
 
Çevreler dil ve din terazisinde tartıldığında da ayalar, ayatlar, hayatlar ve çıkılan merdivenler kendiliğinden dile gelir.

“ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…”

Ayna içinde aynalara, kulluk aynalarına benden güzeli var mola diye sorup durup, gerinip her hal ve durumda şirk etlenmek etiketlenmek değil de nedir. Bunca moladan sonra talepkarlık ve ısrarcılık da bir yere kadar. Her çığlık özünde bir renksel çılgınlık barındırır. Ve morumsu aydınlıkta buğulu gölgeler gamlı türküler söyler ve yakarlar. Mahşer günü dahi uyanılmayacak, uyanmakta en zorlanılacak uykulardan dahi gün olur uyanılır. Şu dünya alemi ne uyanışlara, ne geri dönüşlere gebedir. Yarım bırakılmış işler ve aşklar bahçesinde sırıl sıklam yürümekle, beraber ıslanmakla hiç de hallolmaz bazen meseleler. Küçük kısa bir ıslık duyulduğunda en ücrada bir yerlerde beraber ıslanmalar birlikte ıslıklanmalara dönüşür.

Ey unutuşun kara kitabı, kara kutusu bırak geceleri, kaç geçelere. Bırak beter karanlığı daha da ağırlaşan sıska dallara. Taşır en taşkınlığı fidanlar. Ezber bozması beklenilenler kara taşlarda uyur kara karıncalar gibi. Sırtlarında taşırlar ışığı. Güneş deniz ufkunda yere indiğinde duvarlara çalar hayal çalanların resimleri. Ve aynalarda sararan siluetler. Toptan göbeğinden çatlar ak saraylarda aynalar, simler, simalar, isimler. İşte o çatlamayla tuz buz olmuş yaşamlar yakut gözlü bir hazanı yaşama bıkkınlığıyla fakat gür, yine ‘tek yol devrim’ diye haykırırlar. Merdivenlerin tersine yürüdüğü, zevkine yürütüldüğü hiç hissedilmezken bir anda görülür, çünkü patlak ampul değiştirilmiştir.

Tevrimler dil ve din terazisinde tartıldığında ise ayalar, ayatlar, hayatlar ve çıkılan merdivenler kendiliğinden dile gelir.

“ Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…”

Hiç yorum yok: