20 Ekim 2014 Pazartesi

UNUTKANLIĞIN SIRLARIYLA AVUNMAK…

UNUTKANLIĞIN SIRLARIYLA AVUNMAK…

Kaç kez aynı palavralarla uyutulduk, sonra palavrozları gerçek sandık, uyutulduğumuzu unuttuk ve unutkanlığın sırlarında kendimi avuttuk. Nasıl olsa en sonra her şeyi unutacağız ve hiç uyanmadan tekrar uyuyacağız…

Zaten asli vazifeler unutulunca, geçmişin temel kurumları ağır ağır değiştirilince, iş onları ne pahasına olur ise olsun muhafazaya çalışanların asaletinin yok edilmesine taşınır.

O taşkınlıkta hatalı davranışları bilmeden, görmeden, duymadan, bilgeleşmek Marmara’da adaların açıklarına vuracağı söylenen deprem dalgalarına benzer. İnceden hissedilir ama saniyede yakar, yıkar ve ocaklar söndürür. Günün ve güncelerin hakkı en baba hallice ve hakkınca verilmedikçe şiddetle gammazcılığa itibar edilir. İşte asıl itibar kaybı o an işlemeye başlar.

İşleyişin bu nevinde nevri dönerek çok uzunca bir süre zorluklarla baş etmeyi öğrenmek de bir anda çevre faktörlerinden etkilenir. Etki paniğe dönüşünce sağlıklı düşünmek de zorlaşır. Kökünden biçilmiş ifadelerle dar pencerelerde tutkular bekleşir. Üstü çizilmiş kısa cümlelerin ayrıntılarında gizlidir aslında hakikat. Buruşturulup çöpe atılan ve yitip giden hayatlar çok bilgi uğruna kanıt arama yamacına gömülürler. Yetenek öğüten soygunlar ve soyguncular da unutulur ve vakur ve ağırbaşlı görünmeseler de tabelalarında o yazar. İnanılmaz bilmiyorum demeler bile aşırı çekince koymalara dönüşür ve çekimserlik tavır yapmacıklığını peydahlar.

Kaç kez atılan aynı palavraları unuttuk, sonra yine ayni palavrozlarlarla uyutulduk. Kaç kez uyutulduğumuzu unuttuk ve unutkanlığın sınırlarında dolaşarak kendimi avuttuk. Nasıl olsa en sonra her şeyi unutacağız ve hiç uyanmadan tekrar uyuyacağız…

Gelenekçiliğin en sıkı ve tutkulu savunucuları bile her değişimle bir güzel değişirler. Ve en koyu muhaliflerin yoluna ısrarlı bir duruş sergilerler o değişkenler. Aslında sergilenen geçen yüzyılın sonlarında yıkılışın, o eski dini inançların kuvvet kaybının bu çağa taşınması ve hesaplaşmasıdır. Ortadan kalkmışlığın yeniden diriltilmesidir, çarmıha gerilen. En yaygın ifadeyle zamanın yaratıcı ve yıpratıcı özelliği biçimlendirir tüm unutmaları. Değişikliğine çalışılacak her konuda asırlık işleri kurcalamak her zaman tutar. Zaten tüm inançlar unutkanlığı geliştirir ve de ayni zamanda inançları öldürür.

Ülkenin bütün sorunları üst üste biriktikçe, birikintileri bütün insanların birbirlerine sevgi ve saygı duyabilmesi çerçevesinde ele almak da zorlaşır. Daha çabuk ve daha kolay çözülür olmaktan çıkar mevzuular. Sorunlar Karunları kanunlaştırıyorsa ve Karunları daha da karunlaştırıyorsa her konu başka başka suretlerde zaman ve mekan ayarınca yalnızca şuurlara emanet kalır. Boyun damarları yırtılırcasına doğruları haykırışlar ise hiçbir işe yaramaz. Yaramıyorsa ki devir o devirdir kifayetsizlere gün doğar.

Keyfiyetten asli vazifeler unutulunca hayat akar gider ama tuz da kokar. Koşuşturmacalar artar çoğalır lakin kaçan fırsatların peşine asla yetişilemez. Oysa kâinatın aşırı duyarlığı bir nidalık da olsa keskinliktir en kesisi bol çeşnisinden. Himmet eksikliği ve duygu esrikliği kabartınca zihinleri unutmalar cennetini işbazlık ve fatbazlıklar doldurur. Çatışarak devam eden unutturmalar geçmişin fethedici kurumlarını feth ettirir. Fettanlaştırmak teşekkürlere şayan sayıldıkça unutmalar da işe yarar. Neticede gökleri çökertecek bir zifiri karanlık tavaf eder zihin âlemini.

Kaç kez aynı palavraları unutmak, sonra yine ayni palavrozlarlarla uyutulduğuna utanmaktır sır. Kaç kez uyutulduğunu da unutturur ve zihinler unutkanlığın sihiriyle aldatılarak avutulur. Nasıl olsa en sonrasında her şeyi unutulacak ve hiç uyanmadan tekrar uyunacaktır…
 
Dönüş bilinci ve dönüş bileti kavramları hiçe sayıldıkça aslına asaletine inkârcılık prim yapar. Bu gecikme primleri unutkanlıklar ile ifade edilince de tadılan her şerbet kâsesi damaklarda acı ve kekremsi bir tat bırakır. İnsan olmanın erdemi, demi ve tanısı tınısı ol emrinde gizlidir aslında. Ama hazır ola tam karşıdır buyruk, kula kulluğa ise tamamen kapalıdır kapılar. O boş verilen hakikatler ve tüm mukaddes emanetler dönüş bileti içindir. Özünde hangi açılımı barındırırsa barındırsın hikâyeden övüş için değildir.

Emanetlere hıyanetlik bu kadar açık, asaleten ve vekaleten yürütülebiliyorsa tüm vazifeler ve vazife zaafları da unutkanlığa sevk edilir, şevkle. Unutuşa atfedilen küçültülemeyecek denli tüm büyüklükler şirinleştirilir. Ve hiçleşir tüm pislikler. Hâkimiyet hakkındır tatavasıyla haklar hırsızlığında suç öyle veya böyle gasp edenlerin değil gasp edilenlerin olur. Bu sığınmacı alışkanlıkların tümünü tersine çevirmek, önce terslemek sonra da toplumsal unutkanlığa havale etmekle sağlanır.

Hâlbuki en vefalı alışkanlıkların bile ciddiyeti bozulduğunda asli vazifeleri kendi lehine döndürecek vaizler ve vaizlikler de caiz olmaz. O andan itibaren unutuşun, unutuşların kitabında nice unutmalar altın harflerle yazar. Hangi dini düsturdur aklı beyinlerden atmak. Atanları, batanları, ahkâm kesenleri kimsenin asli vazifesi olmadan muhafazaya çalışmak ise günahtır. Kaydedilenleri kayıtsız saymak ve kayda değer bulmamak ise başka bir muamma.

Onca kayıtsızlığın kaydını tutar, kayıtçılar. Şartsızlığın şurtsuzluğun şuursuzluğuyla ağa yakalanmak ve yersiz yurtsuz sığınak ve barınak aramak unutkanlığa mazeret, unutturmalara malzemedir. Hiç bahanesi olmayan bu mazeret aramalar ve bunaldıkça suyu bulandırmalar ise temizleyemez hiçbir lekeyi. Temizlendiğini sayıp, kanıp sicil sorgulatmak ise unutmayla özdeş öz kıyımdır aslında.

Kaç kez aynı palavralarla palazlanıldığını unuttuk, sonra yine ayni palavrozlarlarla kaç kez sırra kadem basıldığını gördük ama uslanmadık. Bu usanmışlıkta kaç kez uyutulduğunu da unuttururlar ve zihinleri unutkanlığın o muhteşem sihriyle aldatarak avuturlar.

Nasıl olsa en sonrasında her şey unutulacak ve hiç ayılmadan tekrar uyunacaktır…

Hiç yorum yok: