KARENTİNA
Kızarmış balık kokuyor
tahtalar tahtırevanlar.
İri bal damlacıkları şehvetlendirdikçe
aklımın üzengisini
azap duyarım.
Arakladığım keyifle yetinirim
ve kala kalırım üzüm gözlerde
en yaslı .
Uyku akar göz bebeklerimden yavaşça
kıyıya vuran bebekler ağlar koynumda
ve altın sarısı salkımlar okşar gökyüzünü
iki yana sallanırım.
Maviye sırnaşır silik rüyalar.
Rüyalardan kaçıp
dalarım dalgın deryaya.
Ve yükseklik korkusunu yenerim
kokuları diplediğimde.
Tanrılar katı kızarmış balık kokuyor
taze süt ağızlı gül tenli melekler de
mitolojiden süzülen tanrıçalar da
düdüklü şeytan da.
Veryansın etmekle de olmaz ki dar pencereye
Dar vakit doğar
işlenmiş metal parçası parlaklığında güneş.
Isırır alnımın çatından
kızgın lavlarda ıslanırım.
Kasım kasım ısrarcı ateşin gözü
alımsı akşamlarda
tutar yakamdan
yine de grimsidir çakışan bulutlar.
Ve kızıl ötesinde
demiri döven tebessümle eşleşirim.
Ruhumu kurşuna diziyor soğuk esintiler
seller sular yakıyor tenimi ve
taş duvar dipleri kızarmış balık kokuyor.
Hep karanlıkta bir ışık arıyorum solakça
bulamazsam yağmursu gözlerde saflaşan yaşamı
altın sarısı bukleler okşar aklımı.
Aklımın üzerinde akıl tanıklığı
bal damlayan ağzımda ararım yetimliğimi.
Gurbeti hasreti.
Öyküler söyler mavi balıklar solungaçlarından
suya, dağa, doğaya, doğana
ara başlık
Kızarmış balık kokuyor Karadeniz…
İki laf arası biricik öksüz adaya birlenirim
geceleri ağartan yırtık ağlara ağlarım
Uykuya yatar yorgun yüreğim yavaşça.
Ve hırçın dalgalar şehvetlendirir rüyalarımı
çelikten bir yürek ve kağıttan bir gemide.
Yırtarım mağma tabakasını
kızarmış balık kokuyor dört bir taraf
arafta karantinadayım…
30 Temmuz 2017 Pazar
HUZUR ALMAYA GELDİK
HUZUR ALMAYA GELDİK
Eğer yaz ortası kozasını delen kış kelebekleri varsa huzur işte odur. Veya ‘Huzur Almaya Geldik’ ile başlayan notasal bir döngüdür huzur. Huzursuzluk ise rotadan çıkılınca kimin yazdığı bilinmeyen bir mektubun kucakta bulunmasıdır. O mektubun da bilinmeyen bir dilde olağanüstü ayrıntılar gizlemişliğidir…
Fosil yatağı yaşlı dünyada infantil düşler her düşünceyi tahlilde yol göstericidir. Öyle bilinir ancak bilinç ve bilinçdışı derinliğinde, somut vakalarda soyut yolculuklar daima açık düşer. Düşlere egemen olunduğu sanılmasına ve savunmasına karşın doyum ve doyumsuzluk noktasında acı gerçeklik hemen dışa vurur. Ve huzur veya huzursuzluk başlar.
Yetişkinlere göre bir filtreleme taşımayan ayrımlar, ayrıcalıklar, oldular bittiler, etiketlemeler ufuk çizgisinde şimdi biz niye varız kırılmasıdır. Havadan sudan balonlarla huzursuzluk artar, dünyadan manzaralar ile çekilmezleşir hayat. Girdabın içine düşülür. Akılcılığa tezat maskeler takmışların marifetiyle etrafı dikenli tellerle kuşatılan hayatlar boğuldukça meltemler ters eser. Yaz ortası kozasını delen kış kelebekleri yoğun ışıkta kavrulur. Ortalık matem yerine evrilir.
Her anlamıyla huzursuzluk geleceğin nutkunun tutulmasıdır. Tarihin şifrelenmesi ise dinozorvari gözlemlerle artar. Dillere destan kronikleşme ile sıralanan kronoloji tersine zenginleştiğinde de huzur kaçar. Şeme pervane diyarında pervasızlaşan huzursuzluk özgür ve özgün düşleri ve düşünceleri kucaklar. Yani tarihte derin izi olan çöküşlerle netleşir ve öyküleşir huzursuzluk. Aynı zamanda bilinç hazine peşinde iz sürerken on iki adalar kıyıdan uzaklaşır. Ve her küçük savunmasız sıkıntı bile huzursuzluk yaratır. Kıyım başlar.
Küçük kıyamet yaklaştığında trafik sıkışınca trajik keşiflerle silahlanan dil ve tarih ayaklanması huzursuzluğun baş temsilcisi, temsilen de huzursuzluğun tescilidir...
Sağlamlığı kuşkulu siyasal güçler resmen tutmayınca tasviri bol mutsuzluk huzursuzluk potasında ezilir. Tescillendikçe de en başta ezilenler zehirlenir. Zaman ve mekân destekli kaçış hayalleriyle, dağılış hikayeleriyle dünyanın korkunçluğu iyice ortaya çıkar. Ve çatışma başlar.
Bu çatışmada mutlu toplum, mutlu aile, mutlu birey sarsıntısı huzursuzluğun ilk belirtisidir. Birbirinden etkilenerek dünyayı zehir edecek boyutta temaşaya tutuşurlar. Tutturulan boşa tutku zihinleri de zindana çeker. Bu zindan duvarlarını yıkmak eylemliliği ise zihnin negatif türevlerini de hortlatır. Bu eyyamcılık dergâhında huzursuzluk üretimini de çözümlemek zorlaşır. Şahsi, ailevi ve toplumsal boyutlarda hayatın içine içine girmek gittikçe zayıflar.
Zafiyet vurduğunda hayatın içinden mektuplar özellikle kimin yazdığı anlaşılamayan ve bilinmeyen mektuplar hiç okunmaz. Böylece modern hayatın çarkı koyulan tüm barikatları ezer geçer. Sonuçta huzurlu huzursuzlar katmanı oluşur. Veya huzursuz huzurlulardan olurlar. Aslında al birini vur ötekine türünden yetişkinlik ayıbıdır tümüyle yaşanan.
Bu iki ruhsal durum çeşnisi, aynı ruh da iki ruhsal çatışma merkezli bir kayıp, kaybediş serüvenidir. Bu sağır serüvene seyircilik resmen zübüklük veya çağ dümbüklüğüdür…
Bu dünbal dümbüklük, çözümü zorlaşan çözülemez nice düğümleri de perçinler. Huzursuzluğu tetikler. Eğer yaz ortası kış kıyamet yaşanıyorsa, işini gücünü kötüye kullanma emir, vezir ve nezir üçgeninde boğulmayla sonuçlanıyorsa huzursuzluk elbette makamlaşır. Huzur ise kıt kanaat mekanlaşır. Tüm bunlar nihavent makamında bir şarkı eşliğinde şarklı kalmanın da açık veya gizli göstergesidir. Kim ne derse desin bizzat dile getirilmiyorsa da huzursuzluk bir kere baş göstermiştir. Huzursuzluk yüklü bulutlar cümle ahaliye, idarecilere, âlimlere, zalimlere kadar yol arkadaşıdır artık.
Hâlihazırda huzuru kaçan herkesin şarkısı ‘Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik…’ şarkısıdır. O şarkı ki Çağlar boyu eskimez sözlerle çağlar, Sel cuk oturur sol minöre; ‘Yok, başka yerin lütfu ne yazdan ne kıştan… Yok, zerre teselli ne gülüşten bakıştan…’
Kış uykusuna yatan kış kelebekleri huzura çıkmak için yaz ortası kozasını delerler…
Eğer yaz ortası kozasını delen kış kelebekleri varsa huzur işte odur. Veya ‘Huzur Almaya Geldik’ ile başlayan notasal bir döngüdür huzur. Huzursuzluk ise rotadan çıkılınca kimin yazdığı bilinmeyen bir mektubun kucakta bulunmasıdır. O mektubun da bilinmeyen bir dilde olağanüstü ayrıntılar gizlemişliğidir…
Fosil yatağı yaşlı dünyada infantil düşler her düşünceyi tahlilde yol göstericidir. Öyle bilinir ancak bilinç ve bilinçdışı derinliğinde, somut vakalarda soyut yolculuklar daima açık düşer. Düşlere egemen olunduğu sanılmasına ve savunmasına karşın doyum ve doyumsuzluk noktasında acı gerçeklik hemen dışa vurur. Ve huzur veya huzursuzluk başlar.
Yetişkinlere göre bir filtreleme taşımayan ayrımlar, ayrıcalıklar, oldular bittiler, etiketlemeler ufuk çizgisinde şimdi biz niye varız kırılmasıdır. Havadan sudan balonlarla huzursuzluk artar, dünyadan manzaralar ile çekilmezleşir hayat. Girdabın içine düşülür. Akılcılığa tezat maskeler takmışların marifetiyle etrafı dikenli tellerle kuşatılan hayatlar boğuldukça meltemler ters eser. Yaz ortası kozasını delen kış kelebekleri yoğun ışıkta kavrulur. Ortalık matem yerine evrilir.
Her anlamıyla huzursuzluk geleceğin nutkunun tutulmasıdır. Tarihin şifrelenmesi ise dinozorvari gözlemlerle artar. Dillere destan kronikleşme ile sıralanan kronoloji tersine zenginleştiğinde de huzur kaçar. Şeme pervane diyarında pervasızlaşan huzursuzluk özgür ve özgün düşleri ve düşünceleri kucaklar. Yani tarihte derin izi olan çöküşlerle netleşir ve öyküleşir huzursuzluk. Aynı zamanda bilinç hazine peşinde iz sürerken on iki adalar kıyıdan uzaklaşır. Ve her küçük savunmasız sıkıntı bile huzursuzluk yaratır. Kıyım başlar.
Küçük kıyamet yaklaştığında trafik sıkışınca trajik keşiflerle silahlanan dil ve tarih ayaklanması huzursuzluğun baş temsilcisi, temsilen de huzursuzluğun tescilidir...
Sağlamlığı kuşkulu siyasal güçler resmen tutmayınca tasviri bol mutsuzluk huzursuzluk potasında ezilir. Tescillendikçe de en başta ezilenler zehirlenir. Zaman ve mekân destekli kaçış hayalleriyle, dağılış hikayeleriyle dünyanın korkunçluğu iyice ortaya çıkar. Ve çatışma başlar.
Bu çatışmada mutlu toplum, mutlu aile, mutlu birey sarsıntısı huzursuzluğun ilk belirtisidir. Birbirinden etkilenerek dünyayı zehir edecek boyutta temaşaya tutuşurlar. Tutturulan boşa tutku zihinleri de zindana çeker. Bu zindan duvarlarını yıkmak eylemliliği ise zihnin negatif türevlerini de hortlatır. Bu eyyamcılık dergâhında huzursuzluk üretimini de çözümlemek zorlaşır. Şahsi, ailevi ve toplumsal boyutlarda hayatın içine içine girmek gittikçe zayıflar.
Zafiyet vurduğunda hayatın içinden mektuplar özellikle kimin yazdığı anlaşılamayan ve bilinmeyen mektuplar hiç okunmaz. Böylece modern hayatın çarkı koyulan tüm barikatları ezer geçer. Sonuçta huzurlu huzursuzlar katmanı oluşur. Veya huzursuz huzurlulardan olurlar. Aslında al birini vur ötekine türünden yetişkinlik ayıbıdır tümüyle yaşanan.
Bu iki ruhsal durum çeşnisi, aynı ruh da iki ruhsal çatışma merkezli bir kayıp, kaybediş serüvenidir. Bu sağır serüvene seyircilik resmen zübüklük veya çağ dümbüklüğüdür…
Bu dünbal dümbüklük, çözümü zorlaşan çözülemez nice düğümleri de perçinler. Huzursuzluğu tetikler. Eğer yaz ortası kış kıyamet yaşanıyorsa, işini gücünü kötüye kullanma emir, vezir ve nezir üçgeninde boğulmayla sonuçlanıyorsa huzursuzluk elbette makamlaşır. Huzur ise kıt kanaat mekanlaşır. Tüm bunlar nihavent makamında bir şarkı eşliğinde şarklı kalmanın da açık veya gizli göstergesidir. Kim ne derse desin bizzat dile getirilmiyorsa da huzursuzluk bir kere baş göstermiştir. Huzursuzluk yüklü bulutlar cümle ahaliye, idarecilere, âlimlere, zalimlere kadar yol arkadaşıdır artık.
Hâlihazırda huzuru kaçan herkesin şarkısı ‘Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik…’ şarkısıdır. O şarkı ki Çağlar boyu eskimez sözlerle çağlar, Sel cuk oturur sol minöre; ‘Yok, başka yerin lütfu ne yazdan ne kıştan… Yok, zerre teselli ne gülüşten bakıştan…’
Kış uykusuna yatan kış kelebekleri huzura çıkmak için yaz ortası kozasını delerler…
29 Temmuz 2017 Cumartesi
‘BERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YAĞMURLARDA!’ ENERJİ…
‘BERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YAĞMURLARDA!’ ENERJİ…
Bir fakir dışarıda, başka bir mahalde, benzer türden bizdekinden daha yıkıcı bir afata rast gelince ve cadde sokak gezinince ‘Beraber yürüdük biz bu yağmurlarda’nın anlamını ve aradaki farkı çok iyi anlar. İnsanı asla ürkütmeyen Doğanın diyalektiği ile yüzleşir. Çünkü oralarda doğru enerji üretimi ve tüketimi ağır basar. Tedbir tekbirlerle Yüce Yaratana bırakılmaz…
Bu günler işin gerçeği iyi günler. Elbette yakın gelecekte yakıt gereksinimlerini karşılayabilmek en temel sorun olacak. Yakıt ve yakıtsızlık güncel savaş nedeni sayılacak. Enerji kaynaklarını elinde tutanlar ile ele geçirmek gayesi güdenler her fırsatta delicesine kapışacak. Tabii doğa ve doğal afetler buna fırsat verirse…
Yine yakın gelecekte enerji üretimi ve tüketimi küresel ısınmayı artıracak. Mevsimler kızgınlaşacak, doğal denge değişecek, dünya cehenneme dönecek. Enerji krizleri arttıkça gelecek nesiller nice yaşamsal tehditlerle karşı karşıya kalacak. Ortak yaşam adına nasıl ağır sonuçlar doğabileceği ise yaşayarak deneylenecek. Yine iklim değişikliği, ısınma aşırılığı asgariye çekilmedikçe, insanoğlu önlem almamak da direndikçe ve geciktikçe önce şaşırtıcı yağışlar tüm kuytuları ele geçirecek. Bu gün şu fakir ülkede yaşanan, hayatı felç eden kısır-küçük doğasal felaketler gibi.
Ayrıca savunma ve güvenlik açısından tüm değerlemeler de dönem itibariyle enerjiye bağlıdır. Enerji doğal afetlerle uğraşırken de en gerekli olan değerdir. Yani can yandığında, mal zarara uğradığında da enerji gereklidir. O yüzden enerji üretimi ve tüketimi doğa ile uyumlu hale getirilmelidir. Dünyada var olan ve üretilen her şey enerji ve enerjiden doğan gücün birebir karşılığıdır. Isı, ışık ve hareket temelli keşiflerle gelişir, geliştirilir. Ancak kâinatın dengesini bozacak türlüsünden uzaklaşmak şarttır. Yoksa şimdilik sel su ile baş edilemez. Sonra ne denli güçlü barikatlar kurulsa da kısacık yağan dolu, resmen dom dom etkisi yaratır. Sonra, sonrası yok.
Zaten enerji sağlamanın mevcut ve alternatif yolları geliştikçe sadece geliştiren lehine güç ve enerji doğar. Duvar ötesindekiler için ‘Beraber yürüdük biz bu yağmurlarda’ esintisi yağar. Oysa önemli olan enerji ve gücün farklı biçimlerde nasıl kullanıldığı veya kullanılacağıdır. Dünyanın konuşlandığı uzaysal düzenekte bugünden yarına enerji üretiminin ve tüketiminin kara enerjileri de hareketlendireceği bilinmelidir. Çünkü yeryüzündeki tüm kapışma arsızlığı enerji üretimine, üretim sorunlarına ve gelecekte yaşanabilecek üretim değişikliğine bağlı olarak çeşitlenir. Karanlık boşluğa kadar uzar. Öyle ki acıyı yaşayanlar başta insanlar olsa da canlı cansız tüm organizmalar tehdit altında yok olma tehlikesiyle baş başadır.
Boşuna olduğu kesin, keskin tavırlı görüntüsüyle geçiştirilemez denli kapsamlıdır enerjisel kaçak. Evrensel delik. Kaçıklık derecesinde rahatlıkla küresel enerjiye yön veren egemen güçlerin dönem seçeneklerine göre aldığı yanlı tavır çok boyutludur. Ancak çokluk arasında en önemli görülen yığınla kar ve robotsal ranttır.
Hal böyle olunca çağın çılgınlaşan teknolojik gelişmesine koşut her yatırım eğer doğanın dengesi bozulduysa baş edilemez düşmana dönüşür. Ve doğa dolar dolar verdiğini alır, aldığını da kusar.
İşte bugün için koca kentin sık aralıklarla on dakikalık sağanağa teslim olması ondandır. Makina gibi işler görülen neyi varsa sular altında kalması ve aksaması da bundandır.
Ondandır bundandır velakin, ‘Beraber yürüdük biz bu yağmurlarda’ bazen can sıkar…
Bir fakir dışarıda, başka bir mahalde, benzer türden bizdekinden daha yıkıcı bir afata rast gelince ve cadde sokak gezinince ‘Beraber yürüdük biz bu yağmurlarda’nın anlamını ve aradaki farkı çok iyi anlar. İnsanı asla ürkütmeyen Doğanın diyalektiği ile yüzleşir. Çünkü oralarda doğru enerji üretimi ve tüketimi ağır basar. Tedbir tekbirlerle Yüce Yaratana bırakılmaz…
Bu günler işin gerçeği iyi günler. Elbette yakın gelecekte yakıt gereksinimlerini karşılayabilmek en temel sorun olacak. Yakıt ve yakıtsızlık güncel savaş nedeni sayılacak. Enerji kaynaklarını elinde tutanlar ile ele geçirmek gayesi güdenler her fırsatta delicesine kapışacak. Tabii doğa ve doğal afetler buna fırsat verirse…
Yine yakın gelecekte enerji üretimi ve tüketimi küresel ısınmayı artıracak. Mevsimler kızgınlaşacak, doğal denge değişecek, dünya cehenneme dönecek. Enerji krizleri arttıkça gelecek nesiller nice yaşamsal tehditlerle karşı karşıya kalacak. Ortak yaşam adına nasıl ağır sonuçlar doğabileceği ise yaşayarak deneylenecek. Yine iklim değişikliği, ısınma aşırılığı asgariye çekilmedikçe, insanoğlu önlem almamak da direndikçe ve geciktikçe önce şaşırtıcı yağışlar tüm kuytuları ele geçirecek. Bu gün şu fakir ülkede yaşanan, hayatı felç eden kısır-küçük doğasal felaketler gibi.
Ayrıca savunma ve güvenlik açısından tüm değerlemeler de dönem itibariyle enerjiye bağlıdır. Enerji doğal afetlerle uğraşırken de en gerekli olan değerdir. Yani can yandığında, mal zarara uğradığında da enerji gereklidir. O yüzden enerji üretimi ve tüketimi doğa ile uyumlu hale getirilmelidir. Dünyada var olan ve üretilen her şey enerji ve enerjiden doğan gücün birebir karşılığıdır. Isı, ışık ve hareket temelli keşiflerle gelişir, geliştirilir. Ancak kâinatın dengesini bozacak türlüsünden uzaklaşmak şarttır. Yoksa şimdilik sel su ile baş edilemez. Sonra ne denli güçlü barikatlar kurulsa da kısacık yağan dolu, resmen dom dom etkisi yaratır. Sonra, sonrası yok.
Zaten enerji sağlamanın mevcut ve alternatif yolları geliştikçe sadece geliştiren lehine güç ve enerji doğar. Duvar ötesindekiler için ‘Beraber yürüdük biz bu yağmurlarda’ esintisi yağar. Oysa önemli olan enerji ve gücün farklı biçimlerde nasıl kullanıldığı veya kullanılacağıdır. Dünyanın konuşlandığı uzaysal düzenekte bugünden yarına enerji üretiminin ve tüketiminin kara enerjileri de hareketlendireceği bilinmelidir. Çünkü yeryüzündeki tüm kapışma arsızlığı enerji üretimine, üretim sorunlarına ve gelecekte yaşanabilecek üretim değişikliğine bağlı olarak çeşitlenir. Karanlık boşluğa kadar uzar. Öyle ki acıyı yaşayanlar başta insanlar olsa da canlı cansız tüm organizmalar tehdit altında yok olma tehlikesiyle baş başadır.
Boşuna olduğu kesin, keskin tavırlı görüntüsüyle geçiştirilemez denli kapsamlıdır enerjisel kaçak. Evrensel delik. Kaçıklık derecesinde rahatlıkla küresel enerjiye yön veren egemen güçlerin dönem seçeneklerine göre aldığı yanlı tavır çok boyutludur. Ancak çokluk arasında en önemli görülen yığınla kar ve robotsal ranttır.
Hal böyle olunca çağın çılgınlaşan teknolojik gelişmesine koşut her yatırım eğer doğanın dengesi bozulduysa baş edilemez düşmana dönüşür. Ve doğa dolar dolar verdiğini alır, aldığını da kusar.
İşte bugün için koca kentin sık aralıklarla on dakikalık sağanağa teslim olması ondandır. Makina gibi işler görülen neyi varsa sular altında kalması ve aksaması da bundandır.
Ondandır bundandır velakin, ‘Beraber yürüdük biz bu yağmurlarda’ bazen can sıkar…
20 Temmuz 2017 Perşembe
EKOLOJİK DENGE, İKLİM DEĞİŞİMİ VE FELAKET
EKOLOJİK DENGE, İKLİM DEĞİŞİMİ VE FELAKET
Yakın geleceğe bu üçlü egemen olacak. Ne büyük sermaye, ne emperyal güçler ne de o güçlü iktidarlar egemen olamayacak dünyaya. Sadece sorumsuz enerji üretimi ve kullanımı ile ekolojik dengenin bozulması, ayırdına varılmayan iklim değişimi ve bu iki nedenle devleşecek, artacak ve sıklaşacak doğal felaketler belirleyecek dünyanın yarınlarını…
Buraya bir tanım eklemesi yapmak gerek fakirane: Ekoloji; organizmalar, çevre ve güç ilişkileri dengesi, dengenin iklim değişimi ve insan faaliyetleri ile bozulmasının etkileri üzerine dokunan bir bilim. Bilimsel ayrıntılar gösteriyor ki ekolojik düzen bozulduğunda doğanın giriftleşen labirentlerinden çıkılması güçleşir. Ve tarihe geç kalınmış notlar düşülür. Tarihedolambaçlı yollardan afat yollu damga vurulur. Ama ‘başa gelen Allah’tandır’ imalı akla pranga vurulur. Bu fatalistik inanışla da bilimsel hassasiyet zedelenir.
Oysa dünyadaki canlıların tümü ekosistemin bir parçasıdır. Sistemdekiher canlı diğerine bağımlıdır. Böyle yürür ilahlı veya ilahsız koca kervan. Bağlı oluşun ve bağımlılığın özü ise gümrüksüz geçişlerdir. Bu geçişler vurdumduymazlık neticesinde kesilirse eğer ekolojik çıkarsama şişedeki mesajların tasnifi değildir asla. Akılcı bilgilerin sıcağında serinlemek benzeri bir çabanın da ötesindedir gerçeğe ulaşmak. Veya ansızın buz dağına çarpmakla özdeştir bilimsel eksiklik veya bilimdışı aldanışlar. Eksiklik neyse, nasıl ve neredeyse milyonlarca yıldır mikro veya makro organizma işlevselliği tam da oradan çürümeye başlar. Otonom otorite tarihe karışır. Dünyadaki ve ‘dört boyutlu sınırsız sürem’ deki tüm dengeler bir anda bozulur.
Aklı erenlerin asıl korkusu işte budur. Heraşamada karşılaşılan o iklim değişimi ve bilgi karışıklığıdırmesele. Faal her işin, her aksar görüntünün akıl ötesi bir çıkmaza sürüklenmesi ile ekinoks eksiye düşer. Değişimininyörüngesi kayar. Oluşan paradoksal irkilişin, spontane gelişmelerdenfarz edilmesi, küçümsenmesi, saklanması veörtülmesi aslında boş idelerin etrafında dönüp dolaşma denemeleridir. Bu hurafesel geçiştirmelerle oyuna devam edildikçe, acı gerçek bilimsel temelli iddia edilenlerin gün gelip kapıyı çalacağıdır.
Burada da iki tanım eklemesi yapmak gerek fakirane: İklim; atmosfer, kıtalar, kar ve buz, buzdağları, okyanuslar ve diğer su kütleleri ile canlıları kapsayan karmaşık ve etkileşimli bir sistemdir. İklim değişimi ise; “Karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri ve atmosfere salınan sera gazları sonucunda iklimde oluşan değişikliklerdir.”Değişen ve dönüşen açık açık sistemsizliktir.
Yani iklim ve iklim değişimi akşam bültenlerinde hava raporunu takip ederek yarın ‘hava parçalı bulutlu, denizler mutedil dalgalı’ haberlenmesi değildir. Önemsenmesi gereken iklim bilimcilerin yaklaşık kırk yıldır iklim ve küresel iklim değişikliklerinin dünyayı getireceği noktayı bilimsel normlarda ortaya koymasıdır. Ve iklim bilimci ve astronomların ısrarla dünyanın bir milyon yılın en sıcak günlerine yaklaştığına dikkat çekiyor olmasıdır. Koca koca kentleri ısı tarlasına, kıtaları ateş parçasını çeviren sözde teknolojik yatırım ve hizmetlerle dünyanın yakın gelecekte cehenneme dönüşeceği vurgusudur.
Bu orijinal uyarılar dikkate alınmaz ise aforizmalaryumağı ekolojik sistemin ustalıkla bozuluşuna zemin hazırlar. İnsan eli ve beyni ile iklim değişir, değiştirilir. Çünkü insanoğlu küresel ısınmaya koşut ne varsa aymazlıkla uygulamaktan çekinmiyor. Dünya merkezli sıralanan senaryolarçok gerçekçi lakin çok uluslu şirketler güdümündeki iktidarlar bilim kurgu film izler gibi iklimsel değişime neden olan gelişmeleri izliyor. Eğer iklim sistemine yönelik atalet bu kadar yaygınlaştırılırsa, acı gerçekler gözden kaçırılırsa doğanın adaleti de kaçınılmazlaşır. Yani açmazlar ve aşırılıklar doğrultusunda ekolojik denge kaybı, iklim değişimi tüm kaynaklara, beslenme kaynaklarına kadar nüfuz eder. Ve bu gidişle nüfus, Dünya nüfusunun yüzde doksanı iddia edilen odur ki yakın gelecekte telef olacaktır. Hele karbondioksitin ısıyı artırdığı bilinmedikçe veya önlenmedikçe, iklimsel ve ekolojik gerçekler gizlendikçe ortada dünyanın kalmayacağı da açık bilgidir. Bilimsel gerçekliktir.
Deneyimlerve birikimler, bilgi ve bilim sadece keyifler için harcandıkça Dünya en büyük felaketlerle yüzleşme yolunda ilerler. Bu katı kavramsal yolculukta elde onca imkan varken ısınmayı kaç derecede tutacağında bile anlaşamayan gelişmişliğe ve sanayiye yön verenküresel akıl, küresel ısınmayı tırmandırdıkça dünyayı bekleyen acı son da kaçınılmazlaşır.
Bunca realiteyi iteleyerek, özellikleher fırsatta ilk beşte geliştiğini vurgulayan bir memlekette, koca memleketin üçte birini her şeyiyle kocaman köye dönüştürülen bir kentine yığarsanız, saniyede aylık düşen yağmurlara da katlanmak zorunda kalırsınız. Bu insanıyla, sanayisi ile teknolojisiyle vara yoğa istiflenmişlik neticesinde, aşırı ısınmadan kaynaklı kuvvetli yağışlar ve yağışların getirdiği sellerle, sellerin meyvesi erozyonlarla cebelleşirsiniz. Mutlaka memleketi saran ve sarsan facialarla baş başa kalırsınız. Yani iklim resmen çalındıkça, değişip değiştirildikçe ekolojik denge kaybolur, iklim değişir, felaketler olağanlaşır.
Ve doğanın gazabı da acımasızlaşır…
Yakın geleceğe bu üçlü egemen olacak. Ne büyük sermaye, ne emperyal güçler ne de o güçlü iktidarlar egemen olamayacak dünyaya. Sadece sorumsuz enerji üretimi ve kullanımı ile ekolojik dengenin bozulması, ayırdına varılmayan iklim değişimi ve bu iki nedenle devleşecek, artacak ve sıklaşacak doğal felaketler belirleyecek dünyanın yarınlarını…
Buraya bir tanım eklemesi yapmak gerek fakirane: Ekoloji; organizmalar, çevre ve güç ilişkileri dengesi, dengenin iklim değişimi ve insan faaliyetleri ile bozulmasının etkileri üzerine dokunan bir bilim. Bilimsel ayrıntılar gösteriyor ki ekolojik düzen bozulduğunda doğanın giriftleşen labirentlerinden çıkılması güçleşir. Ve tarihe geç kalınmış notlar düşülür. Tarihedolambaçlı yollardan afat yollu damga vurulur. Ama ‘başa gelen Allah’tandır’ imalı akla pranga vurulur. Bu fatalistik inanışla da bilimsel hassasiyet zedelenir.
Oysa dünyadaki canlıların tümü ekosistemin bir parçasıdır. Sistemdekiher canlı diğerine bağımlıdır. Böyle yürür ilahlı veya ilahsız koca kervan. Bağlı oluşun ve bağımlılığın özü ise gümrüksüz geçişlerdir. Bu geçişler vurdumduymazlık neticesinde kesilirse eğer ekolojik çıkarsama şişedeki mesajların tasnifi değildir asla. Akılcı bilgilerin sıcağında serinlemek benzeri bir çabanın da ötesindedir gerçeğe ulaşmak. Veya ansızın buz dağına çarpmakla özdeştir bilimsel eksiklik veya bilimdışı aldanışlar. Eksiklik neyse, nasıl ve neredeyse milyonlarca yıldır mikro veya makro organizma işlevselliği tam da oradan çürümeye başlar. Otonom otorite tarihe karışır. Dünyadaki ve ‘dört boyutlu sınırsız sürem’ deki tüm dengeler bir anda bozulur.
Aklı erenlerin asıl korkusu işte budur. Heraşamada karşılaşılan o iklim değişimi ve bilgi karışıklığıdırmesele. Faal her işin, her aksar görüntünün akıl ötesi bir çıkmaza sürüklenmesi ile ekinoks eksiye düşer. Değişimininyörüngesi kayar. Oluşan paradoksal irkilişin, spontane gelişmelerdenfarz edilmesi, küçümsenmesi, saklanması veörtülmesi aslında boş idelerin etrafında dönüp dolaşma denemeleridir. Bu hurafesel geçiştirmelerle oyuna devam edildikçe, acı gerçek bilimsel temelli iddia edilenlerin gün gelip kapıyı çalacağıdır.
Burada da iki tanım eklemesi yapmak gerek fakirane: İklim; atmosfer, kıtalar, kar ve buz, buzdağları, okyanuslar ve diğer su kütleleri ile canlıları kapsayan karmaşık ve etkileşimli bir sistemdir. İklim değişimi ise; “Karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri ve atmosfere salınan sera gazları sonucunda iklimde oluşan değişikliklerdir.”Değişen ve dönüşen açık açık sistemsizliktir.
Yani iklim ve iklim değişimi akşam bültenlerinde hava raporunu takip ederek yarın ‘hava parçalı bulutlu, denizler mutedil dalgalı’ haberlenmesi değildir. Önemsenmesi gereken iklim bilimcilerin yaklaşık kırk yıldır iklim ve küresel iklim değişikliklerinin dünyayı getireceği noktayı bilimsel normlarda ortaya koymasıdır. Ve iklim bilimci ve astronomların ısrarla dünyanın bir milyon yılın en sıcak günlerine yaklaştığına dikkat çekiyor olmasıdır. Koca koca kentleri ısı tarlasına, kıtaları ateş parçasını çeviren sözde teknolojik yatırım ve hizmetlerle dünyanın yakın gelecekte cehenneme dönüşeceği vurgusudur.
Bu orijinal uyarılar dikkate alınmaz ise aforizmalaryumağı ekolojik sistemin ustalıkla bozuluşuna zemin hazırlar. İnsan eli ve beyni ile iklim değişir, değiştirilir. Çünkü insanoğlu küresel ısınmaya koşut ne varsa aymazlıkla uygulamaktan çekinmiyor. Dünya merkezli sıralanan senaryolarçok gerçekçi lakin çok uluslu şirketler güdümündeki iktidarlar bilim kurgu film izler gibi iklimsel değişime neden olan gelişmeleri izliyor. Eğer iklim sistemine yönelik atalet bu kadar yaygınlaştırılırsa, acı gerçekler gözden kaçırılırsa doğanın adaleti de kaçınılmazlaşır. Yani açmazlar ve aşırılıklar doğrultusunda ekolojik denge kaybı, iklim değişimi tüm kaynaklara, beslenme kaynaklarına kadar nüfuz eder. Ve bu gidişle nüfus, Dünya nüfusunun yüzde doksanı iddia edilen odur ki yakın gelecekte telef olacaktır. Hele karbondioksitin ısıyı artırdığı bilinmedikçe veya önlenmedikçe, iklimsel ve ekolojik gerçekler gizlendikçe ortada dünyanın kalmayacağı da açık bilgidir. Bilimsel gerçekliktir.
Deneyimlerve birikimler, bilgi ve bilim sadece keyifler için harcandıkça Dünya en büyük felaketlerle yüzleşme yolunda ilerler. Bu katı kavramsal yolculukta elde onca imkan varken ısınmayı kaç derecede tutacağında bile anlaşamayan gelişmişliğe ve sanayiye yön verenküresel akıl, küresel ısınmayı tırmandırdıkça dünyayı bekleyen acı son da kaçınılmazlaşır.
Bunca realiteyi iteleyerek, özellikleher fırsatta ilk beşte geliştiğini vurgulayan bir memlekette, koca memleketin üçte birini her şeyiyle kocaman köye dönüştürülen bir kentine yığarsanız, saniyede aylık düşen yağmurlara da katlanmak zorunda kalırsınız. Bu insanıyla, sanayisi ile teknolojisiyle vara yoğa istiflenmişlik neticesinde, aşırı ısınmadan kaynaklı kuvvetli yağışlar ve yağışların getirdiği sellerle, sellerin meyvesi erozyonlarla cebelleşirsiniz. Mutlaka memleketi saran ve sarsan facialarla baş başa kalırsınız. Yani iklim resmen çalındıkça, değişip değiştirildikçe ekolojik denge kaybolur, iklim değişir, felaketler olağanlaşır.
Ve doğanın gazabı da acımasızlaşır…
18 Temmuz 2017 Salı
YAĞMUR BULUTU, PUSLU HAVA…
YAĞMUR BULUTU, PUSLU HAVA…
Bir mahal, bir cadde iki sokak gezintisi fakiri yazıdan koparır, kara yazgıdan ürkütür. Doğanın diyalektiği ağır basar…
Basar çünkü doğmayası gün olur sular seller dış kapıya dayanır. Göz açıp kapayıncaya kadar sürede içeri dalar. Yüksekleri yel çarpar, bodrumları su basar. Hele doğanın diyalektiği ile oynamayı saplantılı, çıkarcı, rantçı mantıkla izah ve duyarsız icraat cana ve mala külliyen zararı doğurur. Doğanın diyalektiği yok sayıldığından ve sayıldıkça ızdırap daha da derinleşir. Yani doğanın kulağına kar suyu kaçınca kurumuş nehir yatakları hüzünlü hikâyeleri bir bir kent ortasına sıralar. Ev bark su içinde yüzer.
Yol, su, elektrik iki saatlik yağan suya teslim olur. Verginin çapı, fakirin emeği, yılların alın teri de...
Orman kanunlarına hürmet edercesine, kısmet derecesinde abartılarla metropollerin iç dinamiği ile oynandıkça, kara betona tapıldıkça mührün kimin elinde olduğu eninde sonunda anlaşılır. Gerçi unutulur, unutturulur, unutturulmuştur lakin Doğa ıslak imzasını kenar mahalleler başta olmak üzere, en merkezlere atar. Han hane, cadde sokak soğuk mührünü kontür önlemler alınmayan mahallerde, almayanların yüzüne vurur. Makamların ustalık mahareti maketsi ince betondan karton hücre evlere dek damgasını basar. Apartmanların zemin altı dairelerine sel su, çamur çorak boca eder.
Siyaset literatürüne geçen bile bile lades yalandan övünülen ana arterler ak sulu derelere, yeraltı metro istasyonları ‘yeraltı akar sularına’ bin basar. Denize suyun altında inşa edilmiş olduğu halde raylar yeryüzüne yağan yoğun yağışlar ile iş görmez olur. Özel araçla trafiğe çıkılmaması birinci elden öğütlenir. Toplu taşıma ise Allahlıktır. Koca kent resmen felç olur.
İlk ağızda fakirleri vurur ama doğa günü saati gelir hesabını sorar…
Neyi sorar on yıllardır süren talanın, ormanların kıyımının, açgözlü imar bozgunlarının, doğa ve çevre katliamlarının, yandaşlıkta sınır tanımazlığın, tüm geri kalmışlığın hesabını sorar. Koca kenti kendi kentine, kenti havuzlu evlerine döndürenlerin yüzüne tükürür.
Bu iki saatlik yağışla gelen kaosun mazereti, maneviyatı asla olmaz, olmamalıdır…
O yüzden koca metropolü memleketin en büyük köyüne çeviren zihniyetin çaresizliği artık görülmelidir. Hele doğanın diyalektiği ile oynamayı alışkanlık haline getiren, dini vecibelerden sayan plansız programsız yerel genel politika zanaatkârlarının kar odaklı yağmacı tavrı da artık…
Artık bilinmelidir. Durduk yerde, sıkışık anda suçu günahı doğaya, ayıbı kayıbı doğal afat cambazlığına bağlayanlar artık anlaşılmalıdır. Ama o anlayış nerde, kimde? Ayrıca mazgallar mangallar, tüneller paneller, yollar bulvarlar, denizler yapay kanallar, dağlar tepeler, göller barajlar, kulübeler kuleler kimin emrinde, on yıllardır kimin denetiminde? Her şeyi Muhalefetin yüz yıldır bir türlü yekpare iktidarlaşamamış zihniyetine bağlamak yerine artık acı gerçekleri görmek lazımdır. Ama o göz nerde, gözler kim? Bodrumlarda, yarı bodrumlarda kimler yaşıyor, kimler barınıyor? Sırılsıklam olmuş, çamura belenmiş eşyalarını güneşe çıkaranlar kim artık bilmek lazım. Kim, nereden hangi milletten, hangi dinden olursa olsun yerli yabancı kafeslerde beslemek yerine onlara da hizmet lazım.
Ve kimler özellikle tersine dubleks vesaire plan proje tadilleri ile beton mezarlara izin ve imkan sağlıyor bakmak lazım. Garip gurabanın can ve mal sağlığının zedelenmesine ve bozulan eşsiz manzaralara izansız tabansız kimler zer zemin sağlıyor bir daha bakmak lazım. Suyu sünger gibi çeken bu canavar buldinglerin maraba mühendisleri kim, namütenasip ‘ya nasip’ diplomalı müteahhitleri kimler. Kim kime yar, Yaradana sığınıp kim kime kar, rant sağlıyor anlamak lazım.
Her kampta kabul gören alt yapı üst yapıyı belirler toplumsal analizine karşın lanet olası tarzda on yıllardır üstyapı altyapıya hükmediyor. Yükü tutan yükleniyor. Site devletlerden bu yana alt yapısı yetersiz mahallere beton kuleler dikiliyor. Hürriyet düşkünü yeşil ağaca düşman, zürriyet düşmanı gri betona ve zifiri asfalta kara sevdalı bir anlayışın on yıllardır kentlerin kentini getirdiği uç nokta işte bu. İki saat zılgıtı yediğinde Deniz ile karayı müsait mahallerde görüştürmek ve buluşturmak. Memleket ekâbirinin dünyayı hayrete sevk eden yegâne buluşu bu.
Gerçi kimsenin harcına değil ama son durum paraya pula esir edilmiş milleti sele suya harcamak…
Bir mahal, bir cadde iki sokak gezintisi fakiri yazıdan koparır, kara yazgıdan ürkürtür belki ama doğanın diyalektiğini hiçe saymanın trajik ve dramatik ve de kara mizahlık mizanı tutmayan bilançosunu akla çentikler. Tarihe kaydeder. Kaydettirir.
Bu çamur çolak, sel yel günü birçok şeyi ortalayan bir uyarı. Ortalaması çıplak bir ikaz. Ama anlayana. Bir türlü anlamayanlara ise bundan kelli yağmur bulutlu, puslu havalarda sokağa çıkmamak gerektir emri temennisi…
Bir mahal, bir cadde iki sokak gezintisi fakiri yazıdan koparır, kara yazgıdan ürkütür. Doğanın diyalektiği ağır basar…
Basar çünkü doğmayası gün olur sular seller dış kapıya dayanır. Göz açıp kapayıncaya kadar sürede içeri dalar. Yüksekleri yel çarpar, bodrumları su basar. Hele doğanın diyalektiği ile oynamayı saplantılı, çıkarcı, rantçı mantıkla izah ve duyarsız icraat cana ve mala külliyen zararı doğurur. Doğanın diyalektiği yok sayıldığından ve sayıldıkça ızdırap daha da derinleşir. Yani doğanın kulağına kar suyu kaçınca kurumuş nehir yatakları hüzünlü hikâyeleri bir bir kent ortasına sıralar. Ev bark su içinde yüzer.
Yol, su, elektrik iki saatlik yağan suya teslim olur. Verginin çapı, fakirin emeği, yılların alın teri de...
Orman kanunlarına hürmet edercesine, kısmet derecesinde abartılarla metropollerin iç dinamiği ile oynandıkça, kara betona tapıldıkça mührün kimin elinde olduğu eninde sonunda anlaşılır. Gerçi unutulur, unutturulur, unutturulmuştur lakin Doğa ıslak imzasını kenar mahalleler başta olmak üzere, en merkezlere atar. Han hane, cadde sokak soğuk mührünü kontür önlemler alınmayan mahallerde, almayanların yüzüne vurur. Makamların ustalık mahareti maketsi ince betondan karton hücre evlere dek damgasını basar. Apartmanların zemin altı dairelerine sel su, çamur çorak boca eder.
Siyaset literatürüne geçen bile bile lades yalandan övünülen ana arterler ak sulu derelere, yeraltı metro istasyonları ‘yeraltı akar sularına’ bin basar. Denize suyun altında inşa edilmiş olduğu halde raylar yeryüzüne yağan yoğun yağışlar ile iş görmez olur. Özel araçla trafiğe çıkılmaması birinci elden öğütlenir. Toplu taşıma ise Allahlıktır. Koca kent resmen felç olur.
İlk ağızda fakirleri vurur ama doğa günü saati gelir hesabını sorar…
Neyi sorar on yıllardır süren talanın, ormanların kıyımının, açgözlü imar bozgunlarının, doğa ve çevre katliamlarının, yandaşlıkta sınır tanımazlığın, tüm geri kalmışlığın hesabını sorar. Koca kenti kendi kentine, kenti havuzlu evlerine döndürenlerin yüzüne tükürür.
Bu iki saatlik yağışla gelen kaosun mazereti, maneviyatı asla olmaz, olmamalıdır…
O yüzden koca metropolü memleketin en büyük köyüne çeviren zihniyetin çaresizliği artık görülmelidir. Hele doğanın diyalektiği ile oynamayı alışkanlık haline getiren, dini vecibelerden sayan plansız programsız yerel genel politika zanaatkârlarının kar odaklı yağmacı tavrı da artık…
Artık bilinmelidir. Durduk yerde, sıkışık anda suçu günahı doğaya, ayıbı kayıbı doğal afat cambazlığına bağlayanlar artık anlaşılmalıdır. Ama o anlayış nerde, kimde? Ayrıca mazgallar mangallar, tüneller paneller, yollar bulvarlar, denizler yapay kanallar, dağlar tepeler, göller barajlar, kulübeler kuleler kimin emrinde, on yıllardır kimin denetiminde? Her şeyi Muhalefetin yüz yıldır bir türlü yekpare iktidarlaşamamış zihniyetine bağlamak yerine artık acı gerçekleri görmek lazımdır. Ama o göz nerde, gözler kim? Bodrumlarda, yarı bodrumlarda kimler yaşıyor, kimler barınıyor? Sırılsıklam olmuş, çamura belenmiş eşyalarını güneşe çıkaranlar kim artık bilmek lazım. Kim, nereden hangi milletten, hangi dinden olursa olsun yerli yabancı kafeslerde beslemek yerine onlara da hizmet lazım.
Ve kimler özellikle tersine dubleks vesaire plan proje tadilleri ile beton mezarlara izin ve imkan sağlıyor bakmak lazım. Garip gurabanın can ve mal sağlığının zedelenmesine ve bozulan eşsiz manzaralara izansız tabansız kimler zer zemin sağlıyor bir daha bakmak lazım. Suyu sünger gibi çeken bu canavar buldinglerin maraba mühendisleri kim, namütenasip ‘ya nasip’ diplomalı müteahhitleri kimler. Kim kime yar, Yaradana sığınıp kim kime kar, rant sağlıyor anlamak lazım.
Her kampta kabul gören alt yapı üst yapıyı belirler toplumsal analizine karşın lanet olası tarzda on yıllardır üstyapı altyapıya hükmediyor. Yükü tutan yükleniyor. Site devletlerden bu yana alt yapısı yetersiz mahallere beton kuleler dikiliyor. Hürriyet düşkünü yeşil ağaca düşman, zürriyet düşmanı gri betona ve zifiri asfalta kara sevdalı bir anlayışın on yıllardır kentlerin kentini getirdiği uç nokta işte bu. İki saat zılgıtı yediğinde Deniz ile karayı müsait mahallerde görüştürmek ve buluşturmak. Memleket ekâbirinin dünyayı hayrete sevk eden yegâne buluşu bu.
Gerçi kimsenin harcına değil ama son durum paraya pula esir edilmiş milleti sele suya harcamak…
Bir mahal, bir cadde iki sokak gezintisi fakiri yazıdan koparır, kara yazgıdan ürkürtür belki ama doğanın diyalektiğini hiçe saymanın trajik ve dramatik ve de kara mizahlık mizanı tutmayan bilançosunu akla çentikler. Tarihe kaydeder. Kaydettirir.
Bu çamur çolak, sel yel günü birçok şeyi ortalayan bir uyarı. Ortalaması çıplak bir ikaz. Ama anlayana. Bir türlü anlamayanlara ise bundan kelli yağmur bulutlu, puslu havalarda sokağa çıkmamak gerektir emri temennisi…
17 Temmuz 2017 Pazartesi
MİNYATÜR DENGE…
MİNYATÜR DENGE…
Doğrucu gözle, doğru noktadan bakmayan, perspektifi hiç önemsemeyen, zatları makamsal önemine göre büyüklendiren oyası, boyası sulu bir ‘minyatür denge’ aşılanmış memlekete. Ya da ışık ve gölge derinliği olmayan, oylum etkisi duygusuz, tekniği uyumsuz bir dengesizlik yansıması, yansıtılması. Sonuç dere tepe düz bir memleket manzarası…
Minyatür eserlerde en dev görülen, en muhteşem sayılan ne varsa küçüldükçe küçültülür. Ancak küçülmenin de küçültmenin de minyatür içinde bir sanatsal dengesi vardır. O dengeyi atmosferin hikâyesi içinde korumak ve kollamak gerekir. Yoksa en verimli eser bile unrealisttir.
Gerçek hayatta ise uyum ve duygu bizzat denge, doğal denge öğeleridir. Ufku umursamaksızın dengeler bir bir bozuldukça ne uyum kalır ne de duygu. Veya her alanda her manada uyumsuzluk kaşındıkça, duygular duyarsızlığa katıldıkça denge bozulur. Her iki bozgunda da umursamazlık, ilgilenmezlik, ilgilendirmezlik, bilmezlik, sessizlik hastalığına tutulur minyatür dünyasındakiler. Yıkım başlar.
Ve öyle anlar yaşanır ki yazdan kalma son günlerde veya kıştan çalma son ayazda bile olağan sayılan her şey için denge yitimi gerçekleşir. Oysa denge kurulması farzdır. Ama kurulamaz. Çünkü denge bir kez şaşınca, şiraze kayınca aksaklık, eksiklik ve fenalıkları örtbas etmek direnci de kendiliğinden sağlamlaşır. Adalet temelinde genel yargının doğruluğu, doğruculuğu da zedelenir. Minyatür dünyasında duygusuzluk yaygınlaşması genelleşir. Bu genel durumu, yaklaşık yüz yıllık ahengide bozar. Ve öylesine özelleşen donuk bir ilerleme ve çarpık bir gerilemeye şartlanılır.
Artı min demeden minareyi çalan dengesizlik, minyatürleşen gücün ayrıntılarına dadanır. Art niyet üst üste biriken figürler dizgesinin ruhuna saklanır. Ve miniaturistler değişik esvaplara eşarplara bürünür. Yüksek mertebelerde elifi mertek sananlar hacimlendirilir. İşte bu çok yıldızlı lüksten sakınılmadıkça da küçülme tüccarlaşır.
Taciri ticareti bir yana klasik minyatür dünyasında yaşanan menfi süreç mevcut dengelerin bozulması ve denetlenememesi yüzündenpamuktan kağıtlara tiranlarını betimler. Dolayısıyla zamanla her iki cephe de itiraflara dahi inanılmayan, övüncü dahi beceremeyen bir hal türer. Yani kendi içinde bir dengesizlik oluşur.
Dahası devasa farz edilen devletin esemesi, esenliği ve dengesi de minyatürleşir…
Zamanlı zamansız bozgun ve bozulmalar psikolojide var olan ‘üstünlük kompleksi seyrek olsa da denge sağlar, dengeci rolüüstlenir’ tezi ile belirginleşir. Ancak o üstünlük taslamadada aşkın kompleks düşkünlüğü, iğreti itilaflar,itiraf edilemeyenler, in din namına hayatın güçlükleri, çekirdekten çekilen çileler, yetersiz eğitimin ipuçları gizlidir. Zamanla o eksik kazanımlar sınırlamanın,kısıtlamanın ve baskılamaların üzerinden aşırı dengesizleşme normlarını günceller. Başta minyatür dünyasını medeniyetin peşine takmış, çağdaş devlet kurmuş kadrolara savsız saldırılar, dengesiz salvolar tüm ezik ve sömürülen kesimlerin umudunu bitiren suni denge unsurudur. Bu usturuplu usturupsuz yakıştırmalarla günden güne kontrolsüzlük gelişir. Denge karşılaştırmalı olarak değerlendirilmedikçe yeniden denge kurmak, teraziyi dengelemek neredeyse imkânsızlaşır. Adalet yok olur.
Denge öğeleri öğütülünce dengeyi tesise yönelik öğüt, çaba ve girişimlerde adli suçtan sayılır. Eğerleri bol değerli mi değerli küstah kişi ve kontrollü kurum yargısı güçlenir. Muhakeme yeteneğini yitirmişlik denge bozukluğu ile birleşir. Böylesi minyatürleşme de denge kurmak mücadelesi boşa zaman harcamaktan öteye geçmez. Aslında açılan her kapı kapanan binlerce kapının da denge unsurudur. Ama miniaturda o eklentiler seçilmez…
Havadan vücut bulmak ve bedavadan benliği yıkamak da dengeyi yıkmaktır. Resmen dengesizliği denemektir. Hezeyan içinde denge öğelerini hiçesayan güruh süs süst, ünah günah arasına sıkışır. Kendilerine minyatür dünyasından minicik bir beden ve bedestene renk ayarlamaya çalışırlar. Farlı figürler içinden büyük adam gördüklerini de beter başarılı kılmak için uyumsuzlaşır ve duygusuzlaşırlar.
Broşürlere kaydedilen minyatür, broşlara tutturulan minyatür güç veya devasa güçsüzlük işte budur. Resmen sus payından beslenir. Yine de kavuran susuzluk da umut yeşerir. Denge aranır.
Tarihi denge kurulunca da, tüm ataf, şataf, şatafat layığını bulur miniaturlaşır, minyatürleştirilir…
Doğrucu gözle, doğru noktadan bakmayan, perspektifi hiç önemsemeyen, zatları makamsal önemine göre büyüklendiren oyası, boyası sulu bir ‘minyatür denge’ aşılanmış memlekete. Ya da ışık ve gölge derinliği olmayan, oylum etkisi duygusuz, tekniği uyumsuz bir dengesizlik yansıması, yansıtılması. Sonuç dere tepe düz bir memleket manzarası…
Minyatür eserlerde en dev görülen, en muhteşem sayılan ne varsa küçüldükçe küçültülür. Ancak küçülmenin de küçültmenin de minyatür içinde bir sanatsal dengesi vardır. O dengeyi atmosferin hikâyesi içinde korumak ve kollamak gerekir. Yoksa en verimli eser bile unrealisttir.
Gerçek hayatta ise uyum ve duygu bizzat denge, doğal denge öğeleridir. Ufku umursamaksızın dengeler bir bir bozuldukça ne uyum kalır ne de duygu. Veya her alanda her manada uyumsuzluk kaşındıkça, duygular duyarsızlığa katıldıkça denge bozulur. Her iki bozgunda da umursamazlık, ilgilenmezlik, ilgilendirmezlik, bilmezlik, sessizlik hastalığına tutulur minyatür dünyasındakiler. Yıkım başlar.
Ve öyle anlar yaşanır ki yazdan kalma son günlerde veya kıştan çalma son ayazda bile olağan sayılan her şey için denge yitimi gerçekleşir. Oysa denge kurulması farzdır. Ama kurulamaz. Çünkü denge bir kez şaşınca, şiraze kayınca aksaklık, eksiklik ve fenalıkları örtbas etmek direnci de kendiliğinden sağlamlaşır. Adalet temelinde genel yargının doğruluğu, doğruculuğu da zedelenir. Minyatür dünyasında duygusuzluk yaygınlaşması genelleşir. Bu genel durumu, yaklaşık yüz yıllık ahengide bozar. Ve öylesine özelleşen donuk bir ilerleme ve çarpık bir gerilemeye şartlanılır.
Artı min demeden minareyi çalan dengesizlik, minyatürleşen gücün ayrıntılarına dadanır. Art niyet üst üste biriken figürler dizgesinin ruhuna saklanır. Ve miniaturistler değişik esvaplara eşarplara bürünür. Yüksek mertebelerde elifi mertek sananlar hacimlendirilir. İşte bu çok yıldızlı lüksten sakınılmadıkça da küçülme tüccarlaşır.
Taciri ticareti bir yana klasik minyatür dünyasında yaşanan menfi süreç mevcut dengelerin bozulması ve denetlenememesi yüzündenpamuktan kağıtlara tiranlarını betimler. Dolayısıyla zamanla her iki cephe de itiraflara dahi inanılmayan, övüncü dahi beceremeyen bir hal türer. Yani kendi içinde bir dengesizlik oluşur.
Dahası devasa farz edilen devletin esemesi, esenliği ve dengesi de minyatürleşir…
Zamanlı zamansız bozgun ve bozulmalar psikolojide var olan ‘üstünlük kompleksi seyrek olsa da denge sağlar, dengeci rolüüstlenir’ tezi ile belirginleşir. Ancak o üstünlük taslamadada aşkın kompleks düşkünlüğü, iğreti itilaflar,itiraf edilemeyenler, in din namına hayatın güçlükleri, çekirdekten çekilen çileler, yetersiz eğitimin ipuçları gizlidir. Zamanla o eksik kazanımlar sınırlamanın,kısıtlamanın ve baskılamaların üzerinden aşırı dengesizleşme normlarını günceller. Başta minyatür dünyasını medeniyetin peşine takmış, çağdaş devlet kurmuş kadrolara savsız saldırılar, dengesiz salvolar tüm ezik ve sömürülen kesimlerin umudunu bitiren suni denge unsurudur. Bu usturuplu usturupsuz yakıştırmalarla günden güne kontrolsüzlük gelişir. Denge karşılaştırmalı olarak değerlendirilmedikçe yeniden denge kurmak, teraziyi dengelemek neredeyse imkânsızlaşır. Adalet yok olur.
Denge öğeleri öğütülünce dengeyi tesise yönelik öğüt, çaba ve girişimlerde adli suçtan sayılır. Eğerleri bol değerli mi değerli küstah kişi ve kontrollü kurum yargısı güçlenir. Muhakeme yeteneğini yitirmişlik denge bozukluğu ile birleşir. Böylesi minyatürleşme de denge kurmak mücadelesi boşa zaman harcamaktan öteye geçmez. Aslında açılan her kapı kapanan binlerce kapının da denge unsurudur. Ama miniaturda o eklentiler seçilmez…
Havadan vücut bulmak ve bedavadan benliği yıkamak da dengeyi yıkmaktır. Resmen dengesizliği denemektir. Hezeyan içinde denge öğelerini hiçesayan güruh süs süst, ünah günah arasına sıkışır. Kendilerine minyatür dünyasından minicik bir beden ve bedestene renk ayarlamaya çalışırlar. Farlı figürler içinden büyük adam gördüklerini de beter başarılı kılmak için uyumsuzlaşır ve duygusuzlaşırlar.
Broşürlere kaydedilen minyatür, broşlara tutturulan minyatür güç veya devasa güçsüzlük işte budur. Resmen sus payından beslenir. Yine de kavuran susuzluk da umut yeşerir. Denge aranır.
Tarihi denge kurulunca da, tüm ataf, şataf, şatafat layığını bulur miniaturlaşır, minyatürleştirilir…
15 Temmuz 2017 Cumartesi
TEMMUZ BAYRAMI
TEMMUZ BAYRAMI
İnsanoğlu genetiğine işlemiş yıkıcılığın kurbanı olur belli dönemlerde. Askeri sivil, silahlı demokratik tüm darbelerde, darbe evrelerinde. Özellikle zaafların liyakatle yönetilemediğinden göz göre göre beliren ve gelen sınırlı, kapsamlı, denetimli faşizan kalkışmalarda. Ve sonrasında zafiyetten ziyafete bir dönüşümle renklendirilir her kalkışma kıyameti. Şimdilik yaşanan yaşatılan bu…
Oysa kurmaca işler dünyasında nice sürprizler vardır. Nice ayrıntılar saklıdır satır aralarında. Arada arastada kalmış ne kalkışmalık çapraşık ilişkiler gizlidir. Süreç sonrası dinci faşist kimliklerde yavaş yavaş belirginleşir o belagat. Yine de hiç bir kurgusal mucitlik önleyemez bu hain trafiğe kafadan kapılmışlığı. Anında reddedilen gönül bağını. Bu ihanet içeren trajik din iman dokunuşlarını.
O yüzden her tamamlanmamış devrede gerilim en zirveye vurur. Ve potansiyel kalkışmanın veya filmsel hesaplaşmanın istisnalarını es geçenler, zaafı zerafetle yönetenler ve bal mumlu zarfı kapanlar hep iş başında olur.
Eğer devamı gelirse ki şimdilik öyle görünüyor her seneyi devriyede gerilimden tutku ve gerici utku yaratma çabası artar. Şimdilik bütçe ile orantılı anmalar gündemde. Hiç de düşük bütçeli değil. Toplama ve derleme anılar yakın gelecekte acı bir sona veya sonsuzluğa muktedir. O halde sadece zihinlere nakşedilen sıcak sahneler üzerinden varılacak yargı, kuşkusuz kurgusal bir değerlemedir. Değerlidir veya kısa zamanda değersizleşir savı başka mesele. Bu gün için meşgul olunan ve mesul olunan tam gaz hız verilen Temmuz Bayramı'dır.
Ve yeni diriltilen bu Temmuz bayramında odalar borsalar, belediyeler velediyeler ‘bedava pilav, çiğ köfte, çay, su, dondurma dağıtarak’ asli görev ifade ettiklerini, ulvi vazife tamamladıklarını marifetten sayarlar. Adalet yürüyüşünün hemen peşinden, direniş- diriliş yürüyüşleri organizesinde harçlıklanırlar. Timsahi hıçkırıklar tutar yeri göğü, çepeçevre sarar. Top yekûn Adaleti ve hukuku askıya almış olağanüstü hal yönetimi ile beraber çürüyen milli ve manevi değerlere bayramsal bir katkı yapıldığı sanılır.
Hiç bir zaman niye hangi batağa sürüklenildiği, niçin onca kayıplar verildiği ve neden bu kalkışmaya yol açıldığı, nasıl böylesine aleni bir ihanete göz yumulduğu ve de kazancın topunun kimlere düştüğüne akıl yoran olmaz…
Akıl erdirmeksizin, bir şehit ve gazi edebiyatı sürer. Sürdürülür. Canlar hangi akla hizmet toprağa düşmüş düşürülmüş sorulmaz. Ortalığın yüksek maaşlı çakma gizli gaziler ile donatılmışlığı asla sorgulanmaz. Varsa yoksa bir destan havası. Allah'tan rahmet ve şükran sunumları.
Coğrafyaya egemen hengâmede puan kaybetmiş üst akıldan arta kalanla tam da punduna getirilmiş üst akıl ölçeğinde Temmuz ortasına bir bayram kampanyası monte edilmeye çalışılıyor. Hepsi o kadar. Kolayca önlenebilirliği iddia ve kalkılışı muamma Radikal dinci bir kalkışmanın yaktığı yok ettiği canlara, kırdığı camlara, devirdiği çamlara vurgulu bir karnaval havasıdır estirilen. Envayı çeşit fişlemelerle ve afişlerle tarihe anlı şanlı bir destan sayfası eklemesidir güdülen. Güdümlenen resmen bayram güncellemesidir.
Her şeye rağmen hain mensubiyetin içten içe sızma, boğma ve bozma operasyonları ile iktidarın bunları muhafaza gayreti ve aklama eylemselliği unutuluyor, unutturuluyor. Bayram havasında aziz ecdat temelli gözde direnişe sözde dirilişe simge bir devletin bekası girişimi işleniyor kiralık akıllara. Sıradan kaldırımsal bir ayrışma, sıra dışı hain bir kalkışma modunda. Hatırda bunlar kalsın isteniyor. Aslı astarı hepsi hukuksuzluğa resmi kılıf.
Kayırıldıkça kıyı köşe saldırganlaşan ihanetin seneyi devriyesinde memlekette yalandan demokrasi coşkusu yaygınlaştırılıyor. Bir yerlerde iki bin on altı metre al bayrakla yeniden direniş ve yeniden diriliş yürüyüşü başlatılıyor. Yürütüşün özü ise ‘koalisyon, kumpas ve referandum’ üçgenindeki on yılların ortaklığının dışa vurumunun önlenmesi. Paylaşan kardeşler restleşmesi neticesinde külahların düşmesinin üzerinin örtülmesi. Ve hain darbesel girişimin Allah'ın lütfu bir kalkışma olarak lanse edilişine güzelleme. Karşı devrim tekerlemesi, bayram şekerlemesi.
Oysa püskürtüldüğü iddia edilen hain darbe girişimi kalkışmasında ibreti alem bir devlet erkanı zaafı ve devlet zafiyeti var. Her şey alenen ortada. Ama bunları düşünen yok. Soran sorgulayan, yoran yorumlayan, bu günden yarına yargılayan yok. Yarım yamalak bir tapınma. Memlekette bir bayram haftası, şehri devlet ziyafet zamanı.
Hangi bayram? Belki de ileride zamanın pratiğine işlenecek olan ‘15 Temmuz demokrasi ve milli birlik bayramı’. Veya…
Şimdiden kutlu olsun…
İnsanoğlu genetiğine işlemiş yıkıcılığın kurbanı olur belli dönemlerde. Askeri sivil, silahlı demokratik tüm darbelerde, darbe evrelerinde. Özellikle zaafların liyakatle yönetilemediğinden göz göre göre beliren ve gelen sınırlı, kapsamlı, denetimli faşizan kalkışmalarda. Ve sonrasında zafiyetten ziyafete bir dönüşümle renklendirilir her kalkışma kıyameti. Şimdilik yaşanan yaşatılan bu…
Oysa kurmaca işler dünyasında nice sürprizler vardır. Nice ayrıntılar saklıdır satır aralarında. Arada arastada kalmış ne kalkışmalık çapraşık ilişkiler gizlidir. Süreç sonrası dinci faşist kimliklerde yavaş yavaş belirginleşir o belagat. Yine de hiç bir kurgusal mucitlik önleyemez bu hain trafiğe kafadan kapılmışlığı. Anında reddedilen gönül bağını. Bu ihanet içeren trajik din iman dokunuşlarını.
O yüzden her tamamlanmamış devrede gerilim en zirveye vurur. Ve potansiyel kalkışmanın veya filmsel hesaplaşmanın istisnalarını es geçenler, zaafı zerafetle yönetenler ve bal mumlu zarfı kapanlar hep iş başında olur.
Eğer devamı gelirse ki şimdilik öyle görünüyor her seneyi devriyede gerilimden tutku ve gerici utku yaratma çabası artar. Şimdilik bütçe ile orantılı anmalar gündemde. Hiç de düşük bütçeli değil. Toplama ve derleme anılar yakın gelecekte acı bir sona veya sonsuzluğa muktedir. O halde sadece zihinlere nakşedilen sıcak sahneler üzerinden varılacak yargı, kuşkusuz kurgusal bir değerlemedir. Değerlidir veya kısa zamanda değersizleşir savı başka mesele. Bu gün için meşgul olunan ve mesul olunan tam gaz hız verilen Temmuz Bayramı'dır.
Ve yeni diriltilen bu Temmuz bayramında odalar borsalar, belediyeler velediyeler ‘bedava pilav, çiğ köfte, çay, su, dondurma dağıtarak’ asli görev ifade ettiklerini, ulvi vazife tamamladıklarını marifetten sayarlar. Adalet yürüyüşünün hemen peşinden, direniş- diriliş yürüyüşleri organizesinde harçlıklanırlar. Timsahi hıçkırıklar tutar yeri göğü, çepeçevre sarar. Top yekûn Adaleti ve hukuku askıya almış olağanüstü hal yönetimi ile beraber çürüyen milli ve manevi değerlere bayramsal bir katkı yapıldığı sanılır.
Hiç bir zaman niye hangi batağa sürüklenildiği, niçin onca kayıplar verildiği ve neden bu kalkışmaya yol açıldığı, nasıl böylesine aleni bir ihanete göz yumulduğu ve de kazancın topunun kimlere düştüğüne akıl yoran olmaz…
Akıl erdirmeksizin, bir şehit ve gazi edebiyatı sürer. Sürdürülür. Canlar hangi akla hizmet toprağa düşmüş düşürülmüş sorulmaz. Ortalığın yüksek maaşlı çakma gizli gaziler ile donatılmışlığı asla sorgulanmaz. Varsa yoksa bir destan havası. Allah'tan rahmet ve şükran sunumları.
Coğrafyaya egemen hengâmede puan kaybetmiş üst akıldan arta kalanla tam da punduna getirilmiş üst akıl ölçeğinde Temmuz ortasına bir bayram kampanyası monte edilmeye çalışılıyor. Hepsi o kadar. Kolayca önlenebilirliği iddia ve kalkılışı muamma Radikal dinci bir kalkışmanın yaktığı yok ettiği canlara, kırdığı camlara, devirdiği çamlara vurgulu bir karnaval havasıdır estirilen. Envayı çeşit fişlemelerle ve afişlerle tarihe anlı şanlı bir destan sayfası eklemesidir güdülen. Güdümlenen resmen bayram güncellemesidir.
Her şeye rağmen hain mensubiyetin içten içe sızma, boğma ve bozma operasyonları ile iktidarın bunları muhafaza gayreti ve aklama eylemselliği unutuluyor, unutturuluyor. Bayram havasında aziz ecdat temelli gözde direnişe sözde dirilişe simge bir devletin bekası girişimi işleniyor kiralık akıllara. Sıradan kaldırımsal bir ayrışma, sıra dışı hain bir kalkışma modunda. Hatırda bunlar kalsın isteniyor. Aslı astarı hepsi hukuksuzluğa resmi kılıf.
Kayırıldıkça kıyı köşe saldırganlaşan ihanetin seneyi devriyesinde memlekette yalandan demokrasi coşkusu yaygınlaştırılıyor. Bir yerlerde iki bin on altı metre al bayrakla yeniden direniş ve yeniden diriliş yürüyüşü başlatılıyor. Yürütüşün özü ise ‘koalisyon, kumpas ve referandum’ üçgenindeki on yılların ortaklığının dışa vurumunun önlenmesi. Paylaşan kardeşler restleşmesi neticesinde külahların düşmesinin üzerinin örtülmesi. Ve hain darbesel girişimin Allah'ın lütfu bir kalkışma olarak lanse edilişine güzelleme. Karşı devrim tekerlemesi, bayram şekerlemesi.
Oysa püskürtüldüğü iddia edilen hain darbe girişimi kalkışmasında ibreti alem bir devlet erkanı zaafı ve devlet zafiyeti var. Her şey alenen ortada. Ama bunları düşünen yok. Soran sorgulayan, yoran yorumlayan, bu günden yarına yargılayan yok. Yarım yamalak bir tapınma. Memlekette bir bayram haftası, şehri devlet ziyafet zamanı.
Hangi bayram? Belki de ileride zamanın pratiğine işlenecek olan ‘15 Temmuz demokrasi ve milli birlik bayramı’. Veya…
Şimdiden kutlu olsun…
5 Temmuz 2017 Çarşamba
YAPAY DÜNYA ADALETİ...
YAPAY DÜNYA ADALETİ...
Yapay dünya adaleti ‘yapayiruk olur mantığı çemberinde ve dünyalığı kurtarma rejimi’nde ortaya çıkar. Yapay dünya kurulduğunda ise başkana bağlılık veya tek yerden emir alırlık alımlı hale getirilir. En aykırılar ise bu yapay dünya potasında eritilir, eğitilir. Ergimezleri harcanır…
Yapay dünya projeleri ne hikmetse hep yeni sağ akımlarla birlikte hayata geçiriliyor. On yıllardır böyle işliyor düzenek. Dünyanın üst aklı hep sağcı. Washington Portakalı daima avukat, savcı, hakim ve ben merkezli portallar hep bunu dayatıyor. Mekanik ve elektronik portakal kollarını uzatmış her türlü yağmaya da utanmazca zemin hazırlıyor. ‘ Yağma yok birader’ diyenleri ise canı çıkanacak sıkıyor, sıkıştırıyor.
Sözde aydınların on yıllarca yapamazlar edemezler dediği ne varsa içi dışına çıkarıldı, ters düz edildi memleket. Lafazanların kimliksiz milletler, kilitsiz kapılar ve dikensiz sınırlar içeren küreselleşme hayranlığına takıldı memleket. Lakin adil dağıtım hep egemen güçlerin lehine sonuçlandı. Ancak lehim tuttu ve leylalar yenidünyayı yarattı. Yapay Dünya kolayca doğurtuldu. Öyle ki yapay modeli öğütlemek ile kalınmadı resmen ve cebren dizayn edildi. Unutulan tek bir nokta vardı, yapay dünyanın adaletinin olmayacağı…
Hep adalete güvenildi. Güven fos çıktı. Herkesin foyası ortaya döküldü ve coğrafyalarda ulus devletler ve kurgu devletçikler savaşları çıkarıldı. Böylece dincileşen sağın hegamonyasını iyice kurmasına yardımcı olundu. Vakti zamanında bugünler için kurulmuş o yapay devletçikler ve onların desteklediği mezhepçi militarist yapılar da bu filmde aktif rol aldı. Topu birleşip başaramayınca Atlantik ötesi evrensel saldırıları başlattı. Ve İlahi kurtarıcı devlet pozisyonu boş belleklere yerleştirildi.
Oysa elin yankisinden coğrafya lehine Adalet beklemek başka bir rüya idi. Karabasandı. Hele hele coğrafyanın bataklığına bulaşan her kimin despotizm bağlamında kendi içinde adalete açık ara fark basacağı da gözlerden kaçırıldı. Her alanda ilimden bilime, dinden dile, özgürlükten demokrasiye şablonvari bir yozlaştırma, kültürsüzleştirme, köksüzleştirme bu yapay dünyanın sacayağı idi . Gözler yumuldu. Sözde hiç beklenmiyordu olacaklar, olanlar oldu. Memleket bu hale geldi, getirildi.
Bilinmeliydi oysa Bermuda Şeytan Üçgeni nereye kurulursa altındaki ateş harlanırdı. Üflenir, köz karıştırılır ve bölünme ile parçalanma kaçınılmazlaştırıldı. Şimdilik birçok millet bu yapay dünya cehenneminden nasiplendi. Eğer bu adalet yürüyüşünden de bir şey çıkmaz ise şu garip memleket için ortadan iki meleği tırpanı elinde pusuda bekliyor.
Üstelik liboş küresellik tüm kültleri bir bir yok ederek dinciler ve ümmetçiler dengesizliğinde yeni yapay dünyanın yönetimlerini de onlardan inşa etti. Sanki yapay dünya projeleri sadece din ve mezhep kapsamlı ve coğrafyalara özel ittifaklarla tutturulabilir mişçesine. idareler abizan öneriler ile güncellendi. İşte o gerileyen sistematikte yapay dünyanın adaleti olmaz ve adalet aranmazdı. O yüzden şimdi arayan bulur belasını yaygınlaştırılıyor. Mevla arama yolları ise yapay dünyanın kurgu dinli dilli düdüklerince tutulmuş. Dört bir tarafta gurka dinciler yapay dünyanın yapaylığına hizmet ediyor.
Hikâye çok basit aslında. Su altından Atlantik ötesinin denetiminde etnik ve dini yapılanmalar özenle desteklenecek. Bunların topu önce özgürlükçü yenilikçi örgütler olarak lanse edilecek. Bunlar sözde ilahi Adalet dağıtacaklar. Sonra tümü terör örgütleri plasmanında sayılıp hepsinin canlarına okunacak. iki ateş arasında kalanlar candan canandan, toraktan vatandan olacak. Uygulanan yapay dünya projesi bu denli net. İstenen yapay dünya adaleti bu. Böylece geniş coğrafyalara tüm ezici kuvvetler yığılacak. Malı yapay dünya yaratcıları götürecek. Böylece sözde savaştan muzdarip olanlar da kurtarılacak. Çaresizler çapı çulu hesap edilmeden en yakın çevre memleketlere dağıtılacak. Tüm aktarım kurtarım bu kadar. Ama aynı zamanda ne yapalım dünyanın adaleti bu deyip de geçilmez bir acı gerçeklik bu.
Peki, yarın ne olacak; şimdi güzergah boyunca tek kelle dört parmak işaretiyle on binlerin gözlerinin içine içine cahil cesareti ile poster tutanlar, sövüp sayanlar ileride gün güneşlikte elde kandil kendilerine Adalet arayacaklar.
Resmen kurt kapanı bir yapay dünya Adaleti ve adaletsizliği…
Yapay dünya adaleti ‘yapayiruk olur mantığı çemberinde ve dünyalığı kurtarma rejimi’nde ortaya çıkar. Yapay dünya kurulduğunda ise başkana bağlılık veya tek yerden emir alırlık alımlı hale getirilir. En aykırılar ise bu yapay dünya potasında eritilir, eğitilir. Ergimezleri harcanır…
Yapay dünya projeleri ne hikmetse hep yeni sağ akımlarla birlikte hayata geçiriliyor. On yıllardır böyle işliyor düzenek. Dünyanın üst aklı hep sağcı. Washington Portakalı daima avukat, savcı, hakim ve ben merkezli portallar hep bunu dayatıyor. Mekanik ve elektronik portakal kollarını uzatmış her türlü yağmaya da utanmazca zemin hazırlıyor. ‘ Yağma yok birader’ diyenleri ise canı çıkanacak sıkıyor, sıkıştırıyor.
Sözde aydınların on yıllarca yapamazlar edemezler dediği ne varsa içi dışına çıkarıldı, ters düz edildi memleket. Lafazanların kimliksiz milletler, kilitsiz kapılar ve dikensiz sınırlar içeren küreselleşme hayranlığına takıldı memleket. Lakin adil dağıtım hep egemen güçlerin lehine sonuçlandı. Ancak lehim tuttu ve leylalar yenidünyayı yarattı. Yapay Dünya kolayca doğurtuldu. Öyle ki yapay modeli öğütlemek ile kalınmadı resmen ve cebren dizayn edildi. Unutulan tek bir nokta vardı, yapay dünyanın adaletinin olmayacağı…
Hep adalete güvenildi. Güven fos çıktı. Herkesin foyası ortaya döküldü ve coğrafyalarda ulus devletler ve kurgu devletçikler savaşları çıkarıldı. Böylece dincileşen sağın hegamonyasını iyice kurmasına yardımcı olundu. Vakti zamanında bugünler için kurulmuş o yapay devletçikler ve onların desteklediği mezhepçi militarist yapılar da bu filmde aktif rol aldı. Topu birleşip başaramayınca Atlantik ötesi evrensel saldırıları başlattı. Ve İlahi kurtarıcı devlet pozisyonu boş belleklere yerleştirildi.
Oysa elin yankisinden coğrafya lehine Adalet beklemek başka bir rüya idi. Karabasandı. Hele hele coğrafyanın bataklığına bulaşan her kimin despotizm bağlamında kendi içinde adalete açık ara fark basacağı da gözlerden kaçırıldı. Her alanda ilimden bilime, dinden dile, özgürlükten demokrasiye şablonvari bir yozlaştırma, kültürsüzleştirme, köksüzleştirme bu yapay dünyanın sacayağı idi . Gözler yumuldu. Sözde hiç beklenmiyordu olacaklar, olanlar oldu. Memleket bu hale geldi, getirildi.
Bilinmeliydi oysa Bermuda Şeytan Üçgeni nereye kurulursa altındaki ateş harlanırdı. Üflenir, köz karıştırılır ve bölünme ile parçalanma kaçınılmazlaştırıldı. Şimdilik birçok millet bu yapay dünya cehenneminden nasiplendi. Eğer bu adalet yürüyüşünden de bir şey çıkmaz ise şu garip memleket için ortadan iki meleği tırpanı elinde pusuda bekliyor.
Üstelik liboş küresellik tüm kültleri bir bir yok ederek dinciler ve ümmetçiler dengesizliğinde yeni yapay dünyanın yönetimlerini de onlardan inşa etti. Sanki yapay dünya projeleri sadece din ve mezhep kapsamlı ve coğrafyalara özel ittifaklarla tutturulabilir mişçesine. idareler abizan öneriler ile güncellendi. İşte o gerileyen sistematikte yapay dünyanın adaleti olmaz ve adalet aranmazdı. O yüzden şimdi arayan bulur belasını yaygınlaştırılıyor. Mevla arama yolları ise yapay dünyanın kurgu dinli dilli düdüklerince tutulmuş. Dört bir tarafta gurka dinciler yapay dünyanın yapaylığına hizmet ediyor.
Hikâye çok basit aslında. Su altından Atlantik ötesinin denetiminde etnik ve dini yapılanmalar özenle desteklenecek. Bunların topu önce özgürlükçü yenilikçi örgütler olarak lanse edilecek. Bunlar sözde ilahi Adalet dağıtacaklar. Sonra tümü terör örgütleri plasmanında sayılıp hepsinin canlarına okunacak. iki ateş arasında kalanlar candan canandan, toraktan vatandan olacak. Uygulanan yapay dünya projesi bu denli net. İstenen yapay dünya adaleti bu. Böylece geniş coğrafyalara tüm ezici kuvvetler yığılacak. Malı yapay dünya yaratcıları götürecek. Böylece sözde savaştan muzdarip olanlar da kurtarılacak. Çaresizler çapı çulu hesap edilmeden en yakın çevre memleketlere dağıtılacak. Tüm aktarım kurtarım bu kadar. Ama aynı zamanda ne yapalım dünyanın adaleti bu deyip de geçilmez bir acı gerçeklik bu.
Peki, yarın ne olacak; şimdi güzergah boyunca tek kelle dört parmak işaretiyle on binlerin gözlerinin içine içine cahil cesareti ile poster tutanlar, sövüp sayanlar ileride gün güneşlikte elde kandil kendilerine Adalet arayacaklar.
Resmen kurt kapanı bir yapay dünya Adaleti ve adaletsizliği…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)