18 Temmuz 2017 Salı

YAĞMUR BULUTU, PUSLU HAVA…

YAĞMUR BULUTU, PUSLU HAVA…
 
Bir mahal, bir cadde iki sokak gezintisi fakiri yazıdan koparır, kara yazgıdan ürkütür. Doğanın diyalektiği ağır basar…
 
Basar çünkü doğmayası gün olur sular seller dış kapıya dayanır. Göz açıp kapayıncaya kadar sürede içeri dalar. Yüksekleri yel çarpar, bodrumları su basar. Hele doğanın diyalektiği ile oynamayı saplantılı, çıkarcı, rantçı mantıkla izah ve duyarsız icraat cana ve mala külliyen zararı doğurur. Doğanın diyalektiği yok sayıldığından ve sayıldıkça ızdırap daha da derinleşir. Yani doğanın kulağına kar suyu kaçınca kurumuş nehir yatakları hüzünlü hikâyeleri bir bir kent ortasına sıralar. Ev bark su içinde yüzer.
 
Yol, su, elektrik iki saatlik yağan suya teslim olur. Verginin çapı, fakirin emeği, yılların alın teri de...
 
Orman kanunlarına hürmet edercesine, kısmet derecesinde abartılarla metropollerin iç dinamiği ile oynandıkça, kara betona  tapıldıkça mührün kimin elinde olduğu eninde sonunda anlaşılır. Gerçi unutulur, unutturulur, unutturulmuştur lakin Doğa ıslak imzasını kenar mahalleler başta olmak üzere, en merkezlere atar. Han hane, cadde sokak soğuk mührünü kontür önlemler alınmayan mahallerde, almayanların yüzüne vurur. Makamların ustalık mahareti maketsi ince betondan karton hücre evlere dek damgasını basar. Apartmanların zemin altı dairelerine sel su, çamur çorak boca eder.
 
Siyaset literatürüne geçen bile bile lades yalandan övünülen ana arterler ak sulu derelere, yeraltı metro istasyonları ‘yeraltı akar sularına’ bin basar. Denize suyun altında inşa edilmiş olduğu halde raylar yeryüzüne yağan yoğun yağışlar ile iş görmez olur. Özel araçla trafiğe çıkılmaması birinci elden öğütlenir. Toplu taşıma ise Allahlıktır. Koca kent resmen felç olur.
 
İlk ağızda fakirleri vurur ama doğa günü saati gelir hesabını sorar…
 
Neyi sorar on yıllardır süren talanın, ormanların kıyımının, açgözlü imar bozgunlarının, doğa ve çevre katliamlarının, yandaşlıkta sınır tanımazlığın, tüm geri kalmışlığın hesabını sorar. Koca kenti kendi kentine, kenti havuzlu evlerine döndürenlerin yüzüne tükürür.
 
Bu iki saatlik yağışla gelen kaosun mazereti, maneviyatı asla olmaz, olmamalıdır…
 
O yüzden koca metropolü memleketin en büyük köyüne çeviren zihniyetin çaresizliği artık görülmelidir. Hele doğanın diyalektiği ile oynamayı alışkanlık haline getiren,  dini vecibelerden sayan plansız programsız yerel genel politika zanaatkârlarının kar odaklı yağmacı tavrı da artık…  
 
Artık bilinmelidir. Durduk yerde, sıkışık anda suçu günahı doğaya, ayıbı kayıbı doğal afat cambazlığına bağlayanlar artık anlaşılmalıdır. Ama o anlayış nerde, kimde? Ayrıca mazgallar mangallar, tüneller paneller, yollar bulvarlar, denizler yapay kanallar, dağlar tepeler, göller barajlar, kulübeler kuleler kimin emrinde, on yıllardır kimin denetiminde? Her şeyi Muhalefetin yüz yıldır bir türlü yekpare iktidarlaşamamış zihniyetine bağlamak yerine artık acı gerçekleri görmek lazımdır. Ama o göz nerde, gözler kim? Bodrumlarda, yarı bodrumlarda kimler yaşıyor, kimler barınıyor? Sırılsıklam olmuş, çamura belenmiş eşyalarını güneşe çıkaranlar kim artık bilmek lazım. Kim, nereden hangi milletten, hangi dinden olursa olsun yerli yabancı kafeslerde beslemek yerine onlara da hizmet lazım.
 
Ve kimler özellikle tersine dubleks vesaire plan proje tadilleri ile beton mezarlara izin ve imkan sağlıyor bakmak lazım. Garip gurabanın can ve mal sağlığının zedelenmesine ve bozulan eşsiz manzaralara izansız tabansız kimler zer zemin sağlıyor bir daha bakmak lazım. Suyu sünger gibi çeken bu canavar buldinglerin maraba mühendisleri kim, namütenasip ‘ya nasip’ diplomalı müteahhitleri kimler. Kim kime yar, Yaradana sığınıp kim kime kar, rant sağlıyor anlamak lazım.
 
Her kampta kabul gören alt yapı üst yapıyı belirler toplumsal analizine karşın lanet olası tarzda on yıllardır üstyapı altyapıya hükmediyor. Yükü tutan yükleniyor. Site devletlerden bu yana alt yapısı yetersiz mahallere beton kuleler dikiliyor. Hürriyet düşkünü yeşil ağaca düşman, zürriyet düşmanı gri betona ve zifiri asfalta kara sevdalı bir anlayışın on yıllardır kentlerin kentini getirdiği uç nokta işte bu. İki saat zılgıtı yediğinde Deniz ile karayı müsait mahallerde görüştürmek ve buluşturmak. Memleket ekâbirinin dünyayı hayrete sevk eden yegâne buluşu bu.
 
Gerçi kimsenin harcına değil ama son durum paraya pula esir edilmiş milleti sele suya harcamak…
 
Bir mahal, bir cadde iki sokak gezintisi fakiri yazıdan koparır, kara yazgıdan ürkürtür belki ama doğanın diyalektiğini hiçe saymanın trajik ve dramatik ve de kara mizahlık mizanı tutmayan bilançosunu akla çentikler. Tarihe kaydeder. Kaydettirir.
 
Bu çamur çolak, sel yel günü birçok şeyi ortalayan bir uyarı. Ortalaması çıplak bir ikaz. Ama anlayana.  Bir türlü anlamayanlara ise bundan kelli yağmur bulutlu, puslu havalarda sokağa çıkmamak gerektir emri temennisi…

Hiç yorum yok: