31 Mayıs 2016 Salı

YAŞLANMAK

YAŞLANMAK
Altın boynuzun sapsarı dağılmışlığını, boğazın kıpkızıl sularına yaslamak var şimdi. Dünyanın merkezindeliği su götürmez şu çok talipli şehri oylumlu yeni imajına da kışkırtmak şart. Olmaz ise olmazı da antik kilde pişmiş yağsız lüfer ve lazerle renklendirilmiş seramik kapta çifte kavrulmuş sarı leblebi. Kesme kristal karafakide ise Ata yadigârı Kulüp. Ne alımlı hayallerin baş döndürücü güzelliğidir, güzellemesidir o alem. Kırk yılda bir katmer katmer yaşanır. Yaşlanıldığında ise hiçbir işe yaramaz geciken katılımcılık. Sadece anılar ile sarhoş olunur. Zaten dünya üzerinde böylesine sarhoş edici bir şehir daha yoktur.
İçlensen yeter içmesen de olur…
Çolpanlarda delici bir ışık daha kaydığında en karanlığa, delinir akıl küresi ve en çok sıla özlemi koyar insana. Taşı gediğine koymak, lafın gözüne gözüne vurmak zorlaşır. Zamanıyla delice yaşanmışlıklar varsa elde kolluk vazifesi yapanlara inat işte onlar savrulur mavi lacivert kararmış denize. Kızaran mavi atlasa ise yarenler. Yollukları unutulmuş tüm yolculuklarda hasret çarpar soluk suratlara. Usulca soluna devrilen tüm kırpık suretler objeleşir. Hartama evlerden başlayarak izlemlenen hatıralar canlanır buğulanan camlarda. Buzlaşır ten.
Bir dilim yağlı ekmek veya salçalı dilim. Bazen dile eşsiz tadıyla tutunan kavun çileği reçeli dilimi. Oburca yuvarlanır birkaç lokmada. Yuvarlanır en yaramaz ve en akıllı çocuk boğazın serin sularına. Derinlerde bir yerde arınılır.
Ve en yaramaz çocuk sendin tümcesi yayılır buz mavisi göğe. Yaz başlarından başlayarak yıldızlar seyredilir bir bir sayılarak, milyarlarca. Sayısız yıkım yakımla az biraz uzlaşılır. Karardıkça kabaran gökyüzünde ebemkuşağı kalıntısı boyandıkça boyanır. Bir yaştan sonra ise ebedir, bebedir, dededir derken nedendir bilinmez suskunlaşılır ve uslanılır.
Yani yaşlanılır birlikte…
Derme çatma anılardan bu deme nasıl gelinmesin ki. Gelinir elbet. Söz sohbet, hoş sohbet üzerine demlenilir. Ağırlaştıkça ağulaşan tüm taşınamaz yükler iki çift söz ve Kulüp şişesine bindirilir. Tarifsiz derecede masum tüm suçların cezası çekilmiştir. Çekinilerek kilde pişmiş orta boy balığa ve sarı leblebilere bağlanır tüm açmazlar. Saçmalıklara saçılır sinkaflar. Ve kırklar kulübünde Kulüp’lü sıcak bir ziyafet afiyetlenir. Faslı muhabbet. Müebbetlikte bir yere kadar.
Öyle bir düşe düşmüşlüktür ki kapıyı çalan herkes hazır ve nazır, Hızır da yetişmiştir. Lakin bir Kara Kalpaklı Sarı Paşa eksiktir anılar masasında. İleri demokrasi timsali boyutunda hayıflanılır.
Sırtlanan bir sır varsa eğer, türkuaz renkte koca taşlı bir yüzükte saklıdır sır. Denizden eyleyen bir nida ile hasret yayılır damarlara, en kılcallara, en ücralara. Adalara son vapurun bacası gibi tüter ateşi sönmeye yüz tutmuş şehir. Közler derlenir, gözler hüzünlenir ve sözleşilir ölümüne. Ölümüne ölüme.
Ve yaşlanılır beraber…
Bu yaslı ve yaşlı şehirde içten içe dağlanır gönül. Dağlansa da ağlansa da bağra çakılan mühür bellidir. Çok özlemektir başa gelen, beter özlenmektir başa kakılan. Ve yaklaşıldıkça menzile çok özlenir her şey, çok ama çok. Ama üçler, onlar bir başkadır. Acımak ve acınmak üzerine yakılan ağıtlar unutulur belki ama her şey yeri zamanı geldiğinde dün gibi anımsanır. Anılır. Üç kişiye acınır en çok, üç en akıllı ve en yaramaz çocuğadır çoğalan tutku. Yaşlanan masadakilerin utku, nutku tutulduğunda ise şaha merdana şikayettir, tüm dualar.
Eğer bir üçlemesi yapılacak olursa acımanın, acımaya dair ne varsa silinir lugattan;
“Cahiller arasında sıkışmış âlime, zenginlikten yoksulluğa düşene, hatırlıyken itibarını yitirene…” acımak lüksüdür cihanı seyretmek.
Altın boynuz ile taçlandırılmış boğazın kıpkızıl sularına yaslanmış şu çok talipli ve dünyanın merkezi şehri seyrettikçe yaşlanmak gecikir. İlahlarca geciktirilir. Çünkü asla yapanları ve yapılanları unutmamak üzere kurulmuş, kurumlandırılmıştır sistem. Bir iki derken hiçlenen, hiçlendikçe içlenen ve geciken adalet zincirinde üçlemeyi tamlayan ise unutmamaktır. Öyle ki; “Yüksekte yer tutmuşlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir…” Şehrin altı üstüne geldiğinde en kendinden olanlarla bile bir kalemde vedalaşılır. Veda masasına yancı takılıp yemeğe yeltenenler göz ucuyla süzerler birbirlerini. Onları bir arada tutan belki de bal tutan parmağını dozunda yalamak yalanmak hikâyesidir.
Ve asabı bozan beraber yaşlanılmamışlık hikâyesidir…
Alev dilli geçmişin, şu sadece anıları ile dahi dünya üzerinde böylesine sarhoş edici benzeri bulunmayan şehrin kulaklarına fısıldadığıdır asıl olan. Geçmiş gitmiş geri mi gelecek mahlasıyla ahlamakla yüzmez gemiler. Boğazları da geçemez. Kim demiş ise demiş, iyi ki demiş; “Geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez. Geçmişini iyi bil ki; geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.”
Yaşlanmak antik kilde lüfer ve seramik kapta sarı leblebiye Ata yadigârı Kulüp’ü yoldaş eyleyip altın boynuzun sapsarı dağılmışlığını, boğazın kıpkızıl sularına yaslamaktır. Dünyanın merkezindeliği aşikar şu şehri yasak aşkla yaşamaktır. Olmaz ise olmazı da yeni imajların tümüne rest çekerek;
“Yaslara dost yaşamak ve yas ile yeksan yaşlanmaktır…”




Hiç yorum yok: