YAŞLANMAK
Altın
boynuzun sapsarı dağılmışlığını, boğazın kıpkızıl sularına yaslamak var şimdi. Dünyanın
merkezindeliği su götürmez şu çok talipli şehri oylumlu yeni imajına da kışkırtmak
şart. Olmaz ise olmazı da antik kilde pişmiş yağsız lüfer ve lazerle renklendirilmiş
seramik kapta çifte kavrulmuş sarı leblebi. Kesme kristal karafakide ise Ata yadigârı
Kulüp. Ne alımlı hayallerin baş döndürücü güzelliğidir, güzellemesidir o alem. Kırk
yılda bir katmer katmer yaşanır. Yaşlanıldığında ise hiçbir işe yaramaz geciken
katılımcılık. Sadece anılar ile sarhoş olunur. Zaten dünya üzerinde böylesine sarhoş
edici bir şehir daha yoktur.
İçlensen
yeter içmesen de olur…
Çolpanlarda
delici bir ışık daha kaydığında en karanlığa, delinir akıl küresi ve en çok
sıla özlemi koyar insana. Taşı gediğine koymak, lafın gözüne gözüne vurmak
zorlaşır. Zamanıyla delice yaşanmışlıklar varsa elde kolluk vazifesi yapanlara
inat işte onlar savrulur mavi lacivert kararmış denize. Kızaran mavi atlasa ise
yarenler. Yollukları unutulmuş tüm yolculuklarda hasret çarpar soluk suratlara.
Usulca soluna devrilen tüm kırpık suretler objeleşir. Hartama evlerden
başlayarak izlemlenen hatıralar canlanır buğulanan camlarda. Buzlaşır ten.
Bir
dilim yağlı ekmek veya salçalı dilim. Bazen dile eşsiz tadıyla tutunan kavun
çileği reçeli dilimi. Oburca yuvarlanır birkaç lokmada. Yuvarlanır en yaramaz
ve en akıllı çocuk boğazın serin sularına. Derinlerde bir yerde arınılır.
Ve
en yaramaz çocuk sendin tümcesi yayılır buz mavisi göğe. Yaz başlarından
başlayarak yıldızlar seyredilir bir bir sayılarak, milyarlarca. Sayısız yıkım
yakımla az biraz uzlaşılır. Karardıkça kabaran gökyüzünde ebemkuşağı kalıntısı
boyandıkça boyanır. Bir yaştan sonra ise ebedir, bebedir, dededir derken nedendir
bilinmez suskunlaşılır ve uslanılır.
Yani
yaşlanılır birlikte…
Derme
çatma anılardan bu deme nasıl gelinmesin ki. Gelinir elbet. Söz sohbet, hoş
sohbet üzerine demlenilir. Ağırlaştıkça ağulaşan tüm taşınamaz yükler iki çift
söz ve Kulüp şişesine bindirilir. Tarifsiz derecede masum tüm suçların cezası
çekilmiştir. Çekinilerek kilde pişmiş orta boy balığa ve sarı leblebilere
bağlanır tüm açmazlar. Saçmalıklara saçılır sinkaflar. Ve kırklar kulübünde Kulüp’lü
sıcak bir ziyafet afiyetlenir. Faslı muhabbet. Müebbetlikte bir yere kadar.
Öyle
bir düşe düşmüşlüktür ki kapıyı çalan herkes hazır ve nazır, Hızır da
yetişmiştir. Lakin bir Kara Kalpaklı Sarı Paşa eksiktir anılar masasında. İleri
demokrasi timsali boyutunda hayıflanılır.
Sırtlanan
bir sır varsa eğer, türkuaz renkte koca taşlı bir yüzükte saklıdır sır. Denizden
eyleyen bir nida ile hasret yayılır damarlara, en kılcallara, en ücralara. Adalara
son vapurun bacası gibi tüter ateşi sönmeye yüz tutmuş şehir. Közler derlenir,
gözler hüzünlenir ve sözleşilir ölümüne. Ölümüne ölüme.
Ve
yaşlanılır beraber…
Bu
yaslı ve yaşlı şehirde içten içe dağlanır gönül. Dağlansa da ağlansa da bağra
çakılan mühür bellidir. Çok özlemektir başa gelen, beter özlenmektir başa
kakılan. Ve yaklaşıldıkça menzile çok özlenir her şey, çok ama çok. Ama üçler, onlar
bir başkadır. Acımak ve acınmak üzerine yakılan ağıtlar unutulur belki ama her
şey yeri zamanı geldiğinde dün gibi anımsanır. Anılır. Üç kişiye acınır en çok,
üç en akıllı ve en yaramaz çocuğadır çoğalan tutku. Yaşlanan masadakilerin utku,
nutku tutulduğunda ise şaha merdana şikayettir, tüm dualar.
Eğer
bir üçlemesi yapılacak olursa acımanın, acımaya dair ne varsa silinir lugattan;
“Cahiller
arasında sıkışmış âlime, zenginlikten yoksulluğa düşene, hatırlıyken itibarını
yitirene…” acımak lüksüdür cihanı seyretmek.
Altın
boynuz ile taçlandırılmış boğazın kıpkızıl sularına yaslanmış şu çok talipli ve
dünyanın merkezi şehri seyrettikçe yaşlanmak gecikir. İlahlarca geciktirilir. Çünkü
asla yapanları ve yapılanları unutmamak üzere kurulmuş, kurumlandırılmıştır
sistem. Bir iki derken hiçlenen, hiçlendikçe içlenen ve geciken adalet
zincirinde üçlemeyi tamlayan ise unutmamaktır. Öyle ki; “Yüksekte yer
tutmuşlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir…” Şehrin altı üstüne
geldiğinde en kendinden olanlarla bile bir kalemde vedalaşılır. Veda masasına
yancı takılıp yemeğe yeltenenler göz ucuyla süzerler birbirlerini. Onları bir
arada tutan belki de bal tutan parmağını dozunda yalamak yalanmak hikâyesidir.
Ve
asabı bozan beraber yaşlanılmamışlık hikâyesidir…
Alev
dilli geçmişin, şu sadece anıları ile dahi dünya üzerinde böylesine sarhoş
edici benzeri bulunmayan şehrin kulaklarına fısıldadığıdır asıl olan. Geçmiş gitmiş
geri mi gelecek mahlasıyla ahlamakla yüzmez gemiler. Boğazları da geçemez. Kim demiş
ise demiş, iyi ki demiş; “Geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez. Geçmişini iyi
bil ki; geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini
unutmayasın.”
Yaşlanmak
antik kilde lüfer ve seramik kapta sarı leblebiye Ata yadigârı Kulüp’ü yoldaş
eyleyip altın boynuzun sapsarı dağılmışlığını, boğazın kıpkızıl sularına yaslamaktır.
Dünyanın merkezindeliği aşikar şu şehri yasak aşkla yaşamaktır. Olmaz ise
olmazı da yeni imajların tümüne rest çekerek;
“Yaslara
dost yaşamak ve yas ile yeksan yaşlanmaktır…”